27 Mart 2019 Çarşamba

Bu baharat 100'den fazla hastalığa iyi geliyor! 1 GRAMI HAFIZAYI UÇURUYOR..



Bu bitkinin bir çay kaşığı kadarı bile hafızayı güçlendirmeye yetiyor
Tayvan’da yapılan araştırma, kahvaltıda bir gram zerdeçal tüketmenin diyabetin ilk evresinde ve bilişsel becerilerinde azalma riski bulunan kişilerin hafızasını güçlendirdiğini gösterdi.

Diyabet teşhisi koyulan 60 yaşın üzerinde kadın ve erkeklerin katıldığı araştırmada, bilim adamları zerdeçalın hafızaya etkisini araştırdı.
Katılımcılar kahvaltıdan önce ve saatler sonra hafıza testine tabi tutuldu. Kahvaltıda bir gram zerdeçal tüketen katılımcılar testlerde daha başarılı oldu.
Araştırmanın sonuçları, “Asia Pacific Journal of Clinical Nutrition” dergisinde yayımlandı.
ZERDEÇAL İLE SÜPER ZAYIFLAMA

Malzemeler:
4-5 yemek kaşığı yağsız yoğurt
1 çay kaşığı toz tarçın
1 çay kaşığı zeytinyağı
1 çay kaşığı zerdeçal tozu
1 çay kaşığı zencefil tozu
Zayıflatan İksirin Yapılışı:

4-5 yemek kaşığı yağsız yoğurdu bir kaseye koyuyoruz ve içine malzemelerin tamamını ekleyip karıştırıyoruz. Hazırladığımız bu yoğurt kürünü sabah, öğlen ve akşam yemeklerden 1-2 saat önce aç karnına tüketiyoruz.
PEKİ ZERDEÇAL NASIL TÜKETİLMELİ?

Hindistan’da günde en az 1 çay kaşığı zerdeçal kullanılmaktadır. Bu nedenle, Hintlilerde akciğer, meme, böbrek kanserleri daha az görülmektedir. Ayrıca Alzheimer oranı yaşlılarda yok denecek kadar azdır.
Zerdeçalın zeytinyağı, karabiber, kırmızıbiber ile birlikte tüketilmesi vücut tarafından tamamen emilmesini sağlamaktadır.
Zerdeçalı kaynayan her yemeğe 1 tatlı kaşığı eklemekle kullanabilirsiniz.Hemen hemen her yemeğe yakışan bir tadı vardır. Süte ekleyerek içilebileceği gibi çayı da tüketilebilir. Fakat belki de en etkili kullanım salatalara ekleyerek, limon ve baharatlar ile kullanımıdır.
 LÜTFEN BEĞEN ve PAYLAŞ Kİ HERKES BİLSİN…!

Baharatların yemeklere verdiği lezzet kadar sağlığa sağlık katıyor olmasını da son yıllarda sıklıkla dile getirilmesinden dolayı öğrendik. Tüm dünyada keten tohumu ve çimden sonraki en faydalı baharat olarak kabul edilen curcuma longa linn bitkisinden elde edilen bir baharat 100 den fazla hastalığa şifa kaynağı olarak insanlığın kullanımına sunuluyor. Özellikle Hindistan ve Okinawa’da sıklıkla kullanılan bu mucize baharat sayesinde, bu bölgelerde kanser hastalığı çok nadir bir şekilde görülüyor. Hint Safranı olarak da bilinen bu mucize baharat aslında bizlerin de yabancı olmadığı ve artık pek çok insanın günlük hayatında kullandığı tanıdık bir bitki. Zerdeçal. Evet zerdeçal pek çok hastalığa deva olması ile biliniyor ve gerekli dozlarda alındığında pek çok hastalığı önceden önleme özelliğine sahip bir baharat. Şimdi sizlere bu mucize baharatın bazı faydalarından bahsetmek istiyorum.
Görüntünün olası içeriği: yazı ve yiyecek

MİSYONERLERİN GAYESİ


MİSYONERLERİN GAYESİ
Osmanlı Devletinin yıkılmasında misyonerlerin rolü çok büyüktür. Yıkılış devrinde, misyonerler, faaliyetlerini iki noktada toplamışlar:
Devletin çeşitli bölgelerinde yaşayan Ermeni, Rum, Bulgar vs. gayr-i Müslim unsurların çocuklarını, açtıkları mekteplerde okutmuşlar ve onlara kendi milliyetçiliklerini aşılayarak, Osmanlı Devleti’ne karşı isyanlar hazırlamalarına sebep olmuşlardı. Bir taraftan memleket içindeki çeşitli unsurların aralarına tefrika ve nifak tohumları ekerken; öte yandan Avrupa ve Amerika kamuoyunu, Türkiye’nin aleyhine kışkırtıyor; kendi tahrikleriyle kopan isyanların bastırılmasını, “Türkler Hıristiyan ahaliyi kesiyor!” şeklinde propaganda vesilesi yaparak, batı âlemini aleyhimize karar almak üzere harekete getirmeye çalışıyorlardı. Bundan bir asır öncesine kadar, Türk nüfusunun ekseriyette bulunduğu Tuna vilayetimizde, sakin bir hayat süren Bulgarların isyan etmelerine ve Avrupa Devletlerinin yardımıyla muhtariyet ve bilahare istiklal kazanmalarına en fazla hizmet eden müessese, İstanbul’da Protestan misyonerleri tarafından işletilen Robert Koleji isimli mektepti. Tuna Türklüğünün mahvına, Müslüman Rumeli’nin elimizden çıkmasına ve oradaki Müslümanların barbarca katledilmesine, geride kalanların ise hala zulmedilmesine, Bulgar yapılmak için zorlanmalarına, hep misyonerlerin ektikleri zehirli nifak tohumları sebep olmuştur.
Osmanlı Devletine bağlı Arap memleketlerinde yaşayan Hıristiyan Azap azınlıklara da Beyrut’taki Katolik – Fransız ve Protestan – Amerikan üniversitelerindeki misyonerler, Arap milliyetçiliği aşılayarak, Araplar arasında ayrılma ve parçalanma temayüllerini körüklemişlerdi. Yemen’de 1905’de ve daha sonra çıkan isyan hareketlerinde de mühim bir rol oynamışlardı.
Misyonerler ilk hamle de Müslüman Türkleri doğrudan doğruya Hıristiyan yapamayacaklarını bildiklerinden, onların genç nesillerini dinsiz olarak yetiştirmek, bu durumdan doğan maneviyat buhranına çare Hıristiyanlığı takdim etmek istiyorlar. Misyonerlerin bu siyasetini şu tabirle açıklamak yerinde olur: “Ağaç, sapı kendi dallarından yapılan bir baltayla kesilir.” Onların nazarında ideal Türk münevveri, Tevfik Fikret’in oğlu Haluk’tur. Bilindiği üzere, babasının fikirleriyle yetişen ve tahsilin bir misyoner mektebinde yapan Haluk, dinini ve tabiiyetini değiştirerek bir Protestan papazı olmuş Amerika’ya yerleşerek milletini ve vatanını inkâr etmiştir. 

Tarihi Hakikatler – 1 Çamlıca Basım s. 67–68–69
Görüntünün olası içeriği: yazı

Ayasofyanin kıblesini kim düzeltti,camiyi yıkmadan?

Hızır as'ın Ayasofya'yı kıbleye çevirdiği direk ve parmak izi!

Fatih sultan Mehmed İstanbul'u fethettikten sonra, ilk cuma namazını Ayasofya'da kılmak için kilisenin derhal camiye çevrilmesini emretmiş, ordudaki ustalar kısa sürede Ayasofya Kilisesi'ni, Büyük Fetih Camii'ne çevirmişler ve cuma namazına hazırlamışlar.
Cemaat toplanmış Fatih Sultan Mehmed etrafındakiler:
- Aranızda ikindi namazının sünnetini hiç kaçırmayan var mı? diye sormuş.
- Eğer kaçırmayan varsa bütün cemaatin başına o geçecek ve imamlığı o yapacak, demiş.
Herkes büyüklere bakmaya başlamış.
Fatih Sultan Mehmed'in orada bulunan lalası da diğer alimlere ve en son da Akşamseddin'e bakmış. Ama herkes başını yere eğmiş.
Akşamseddin bile başını yere eğmiş ve:
- Bir keresinde evime misafir geldi.
Misafirleri kıramadığım ve çok meşgul olduğum için ikindi vakti keraate girdi.
Hayatımda sadece bir kez ikindi namazının sünnetini kılamadım, demiş.
Akşemseddin'in bu sözü üzerine
Fatih Sultan Mehmed:
- Ben hayatımda hiç ikindi namazının farzını ya da sünnetini kaçırmadım, demiş.
Bunun için de oradaki heyet tarafından İstanbul'un fethinden sonra Ayasofya'da kılınacak ilk cuma namazına imamlık yapmaya Fatih Sultan Mehmed layık görülmüş.
Yani hem padişah olduğu için hem de o kadar savaşın arasında ikindi namazının sünnetini kaçırmadığı için imamlığa geçmiş.
Fatih Sultan Mehmed imamlığa geçtikten sonra namaza başlamak için tekbir getirir ama hemen sonra durmuş ve sağına soluna selam vererek namazını bozar. Sonra tekrar tekbir getirmiş ve tekrar durur sağa sola selam vererek namazını bozar. Üçüncüsünde de tekbir getirdikten sonra ellerini bağlar ve ilk cuma namazını kıldırmaya başlar.
Cemaatten bazıları:
"Padişah büyük kibre girdi o kibrinden dolayı namazı başlatamadı" diye düşünmüşler.
Namaz kılındıktan sonra Fatih Sultan Mehmed'e namazı neden üç kere bozduğunu sormuşlar o da:
- İstedim ki namaz sırasında bana ve bütün cemaate Kabe görünsün,
yani biz Kabe'nin önünde namaz kılalım.
Bu niyetle birinci tekbiri getirdim fakat Kabe görünmedi. İkincisinde de tekbir getirdim Kabe görünmedi.
Fakat üçüncüsünde tekbir getirdim ve
Kabe gözümün önünde belirdi, demiş.
Bunun sebebini de Akşemseddin Hazretleri'ne sormuşlar o da bu hadiseyi şöyle anlatmış.
Demiş ki:
- Padişahımız üç defa tekbir getirdi.
Birinci tekbirde baktım ki, Ayasofya'nın yönü kıbleye bakmıyor. İçimden "İnşallah bir yanlış yapmayız" dedim.
İkinci kez tekbir getirdi, tekrar namazı bozdu, namazı bozduğu için sevindim.
Üçüncü tekbirde yine içimden:
"İnşallah namazını bozar" dedim.
Fakat o an bana manevi alemde
cemaatin en arka safı gösterildi. En arka safta, bir kişilik yerin eksik olduğunu gördüm. Bir an baktım ki Hızır Aleyhisselam, o bir kişilik yere doğru saf tutmak için gelirken
terler direğe parmağını soktu ve
Ayasofya'nın yönünü kıbleye doğru çevirdi. Ondan sonrada bir kişilik yerin eksik olduğu o safa geçti ve namaza durdu.
Böylece padişah üçüncü kez tekbir getirdikten sonra Kabe'yi tam karşısında gördü, bir daha selam vermedi ve böylece İstanbul'un fethetinden sonraki ilk cuma namazını kıldırdı..

Fotoğraf açıklaması yok.

BU YAZIYA HAYRAN KALACAKSINIZ‼*

Kullandığınız her sözcükle bir anlaşma imzalarsınız. 
Hem kendinizle hem karşınızdaki ile hem de tüm evrenle! 

*Bir insan gelecekte ne yaşayacağını merak ediyorsa*
*Bugün ne konuştuğuna baksın.*

Muhtemeldir ki bugün en çok konuştuğunuz şey yarının deneyimi olacak.

Peygamber Efendimizin bir hadisi vardır.
Der ki:
*Bela insanın diline bağlıdır..!*

Bir rivayete göre Peygamber Efendimiz hasta olan birisini ziyarete gittiğinde hangi duaları ettiğini sormuş,
o da; *"Allah'tan sabır"* dilediğini söylemiştir.
Bunun üzerine Peygamber Efendimiz;

*"Musibetimde bana sabır ver"* yerine
*"Rabbenâ âtina fiddünyâ haseneten... "*
*(Ya Rabbi, bana dünyada da Ahirette de iyilik ver)*
*Duasını neden okumuyorsun?"* demiş.

Ayrıca Peygamber (s.a.v) yanından geçerken,
*"Ey Rabbim! Sen'den sabır istiyorum"* diye dua eden bir kişiye,
*"Sen Allah'tan bela istemiş oldun.*
*Bunun yerine O'ndan sağlık ve afiyet dile."* buyurmuş.
Olmasını *istemediğiniz* şeyleri dualarınızda dileklerinizde de anmayın!
*İstemediğiniz şeyleri sıralamayın.*

*Sadece OLMASINI İSTEDİĞİNİZ şeyleri söyleyin.*

"Ben hasta olmak istemiyorum "yerine,
*"Elhamdülillah ben sağlıklıyım."*
"Yaşlanmak istemiyorum" yerine
*"Ben her daim genç kalıyorum.."*
Yaşlanmak istemiyorum diyen insanların oradaki odağı yaşlanmaktır mesela...
*Ve sonucunda yaşlanmak kaçınılmazdır.*

*Öyle ki beyin negatifi algılamaz*

*Söylenen her sözü gerçek kabul eder.*

Mesela siz, *"Unutma"* dediğinizde onu *"unut"* olarak alır.

Onun yerine *"Aklında tut"* demek daha doğrudur.

Birisine,
“Panik yapma”
dediğinizde daha fazla panik olacaktır.

Bunun yerine *"sakin ol"* demek daha uygundur.

Bu yüzden ne yapmak *istemediğimizi değil ne istiyorsak onu söylemeliyiz!*

Birisi size eğer sizi gördüğünde *"hasta gibi görünüyorsun"* dediğinde,
eğer siz buna inanır ve onaylarsanız bu anlaşmayı imzalamış olursunuz ve çok fazla sürmeden hasta olacağınıza dair sizi temin ederim!

Hastalık demişken bazı insanlar var hastalıklarına sıkı sıkı sahip çıkan...
*"Benim şekerim var!"*
*"Benim tansiyonum var!"*
*BENİM..!!!*
"Benim" diyerek siz bu kadar sahip çıkarsanız o hastalık da sizi hayatta bırakmaz!

*Çünkü"Ben" diye başlayan her cümleyi bilinçaltı sahiplenir ve emir kabul eder.*

Bazen de kişi burada kurbanı oynamayı seçer. Hatta bazen bundan hoşlanır bile..
Çünkü o hastadır ve çevresinden daha önce görmediği ilgiyi görüyordur.
*Farkındalığı olan kişi ise o noktada bedeninin kendine verdiği mesaja bakar.*
Ve şu soruyu sorar *"Bilmem gereken şey ne?*
*Hayatımda neyi değiştirmem gerekiyor?"*
"Neden ben?" değil..
*"Nerede hata yaptım*
*Ve bu hastalıkla bedenim beni uyarıyor?"* demeliyiz.

Büyüklerin çok söylediği bir söz vardır.

*"Bir şeyi kırk kere söylersen olur."*

Hiç düşündünüz mü neden acaba?

*Çünkü dil neyi çok söylerse, bilinçaltı onu gerçek kabul eder, beyin onu gerçekleştirmek için harekete geçer.*

*OLUMLU KONUŞMAK ve DÜŞÜNMEK işte bu yüzden çok önemlidir.*

Dr. şöyle der: *"Olumlu kelimelere odaklanarak ve bunları yansıtarak genel sağlığınızı iyileştirebilir ve beynimizin işlevselliğini artırabiliriz.*

Enerjinizi hangi kelimeler üzerine odaklıyorsunuz?

*Eğer hayatınızın istediğiniz kadar güzel olmadığını fark ettiyseniz,*
*olumsuz kelimeleri ne sıklıkta kullandığınızı not etmek için bir defter tutun.*

Gerçekten daha iyi bir hayatın ne kadar kolay ulaşılabileceğini gördüğünüzde şaşıracaksınız.

*Kelimelerinizi değiştirin, hayatınız değişsin..*

Sözlerinizle birlikte davranışlarınızda değiştiğinde siz değişmeye başlarsınız.
*Siz değiştikçe yaşamınızda değişir.*
*Bir bakarsınız ki yaşamınız söyledikleriniz, düşündükleriniz, davranışlarınız olmuş..*

Bu yüzden *olmasını* istediğiniz şey neyse ona odaklanın *olmamasını* istediğinize değil..!

Şimdi şu iki cümleye bakın. Ve iki cümlenin de ayrı ayrı size ne hissettirdiğini düşünün..

- Bugün hava çok güzel ama yarın yağmur yağacak.
- Yarın yağmur yağacak olsa bile bugün hava çok güzel!
Sadece iki kelime AMA ve OLSA BİLE kelimeleri cümledeki ifadeyi ne kadar değiştiriyor değil mi? İlkinde olumsuz bir duygu durumu ikincide ise her şeye rağmen mutlu olma durumu.

*“İslam’ın Güler Yüzü”* isimli kitabında Profesör Hanımın çok ilginç bir tespiti var.

*“Bir kimse,”* diyor, *“Çayını içerken, kaşığını bardağın içinde dolaştırırken çıkan ses, uzaydaki bütün zerrelerden duyulur.”*
Aman Yâ Rabbi... Bu sözü okurken tüylerim ürperdi, kendimden geçtim.
Her şey ne kadar birbiriyle ilgili.

Bazı kimseler der ki, evimde kapım kilitli, perdelerim örtülüyken ben yapayalnızım. Kimseler yok.
İstediğimi yapabilirim. Kimin ne haberi olacak.
Bugünkü modern bilime ne kadar aykırı bir düşünce.
Mesele hiç de o kimsenin sandığı gibi değil.

*Hepimiz, her an, aklın alamayacağı bir gözetim, denetim içindeyiz.*

*Biz sade düşüncelerimizden değil, duygularımızdan da bütün evrene karşı sorumluyuz.*
*İçimizdeki kinden, nefretten, intikam duygusundan yükselen eksi elektrik, dünyadaki bütün zerreleri ürpertiyor,*
*Haberimiz var mı?*
*Veya içimizden yükselen ve içine yeryüzündeki bütün insanları, bütün hayvanları, bütün nebatatı, bütün eşyayı içine alan*
*bir hayır dua,* *bir güzel dilek,* *dalga dalga bütün zerrelere,* *iyinin, güzelin,* *temiz, asil ve yüce olanın ışınlarını yayıyor.*
*Ne olur kalbimizi, kafamızı* *hep sevgiyle, saygı ile,* *edep ile, incelikle,* *güzel duygularla doldursak."*

* Şems-i Tebrîzî der ki…*

* Eğer hala KIZIYORSAN* Kendin ile olan kavgan bitmemiş demektir.

*Eğer hala KIRILIYORSAN* Gönül evinin tuğlaları pekişmemiş demektir.

*Eğer hala KINIYORSAN,* af makamına ulaşmamışsın (öfke ve kin seni cayır cayır yakıyor) demektir.

*Eğer hala Allah için sevmiyor ve sevginde ayırım yapıyorsan,*
hala vesveseye kapılıyor, içindeki sevginin yoğunlaşmasına engel oluyorsun demektir.

*Eğer hala ”BEN” demekten vazgeçmiyorsan,*
*dizginlerin hala nefsinin elinde* *ve sen bu esarete boyun eğiyorsun demektir.*

*Eğer hala musibetlere yana yana üzülüyorsan, gerçeği bilmiyorsun demektir.*

Eğer hala şikayet ediyorsan, HAKİKATİ göremiyorsun demektir.
Görüntünün olası içeriği: açık hava ve doğa
Hakikat der ki:
*"Ne sen varsın, ne de ben... Var olan yalnızca HAKTIR.


Musafaha sunnete uygun yapılırsa günahları döker!!

Ebû Dâvud (r.a.) anlatıyor: Berâ bin Âzib (radıyallâhü anh) ile karşılaştım. Elimden tutup benimle musafaha yaptı ve bana tebessüm etti. Sonra da:“Senin elini niçin tuttum, biliyor musun?” dedi. “Hayır, bilmiyorum. Fakat bu yaptığında bir hayır olduğunu düşünüyorum.” dedim. Dedi ki: Bir gün Peygamber Efendimizle (s.a.v.) karşılaştım. Benim sana yaptığım gibi musafaha yapıp tebessüm etti. Sonra da “Niçin böyle yaptım biliyor musun?” diye sordu. Ben “Bilmiyorum” deyince Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurdular: “İki Müslüman birbiriyle karşılaşıp, sadece Allâhü Teâlâ’nın rızası için musâfaha yaptıkları ve birbirine tebessüm ettikleri zaman günahları bağışlanmış olarak birbirinden ayrılırlar.”.(Taberânî, el-Mu’cemü’l-Kebîr)
Görüntünün olası içeriği: bitki, çiçek, doğa ve açık hava

RAHMET MELEKLERİ :


SUÂL: Açıkta canlı resmi, cünüp kimse, içki, çalgı âleti ve köpek bulunan oda-ya rahmet melekleri girmiyor. Peki rahmet melekleri girmezse, bir zararımız olur mu? 

CEVAP: Melek girmeyen yere şeytan girer. Melekler masum oldukları için, du-âları kabul olur. Rahmet melekleri girmezse, onların edecekleri duâlardan mahrum kalmış oluruz. Birkaç hadîs-i şerîf meali şöyledir: 

“Sirke yiyen kimselere, iki melek, yemek bitinceye kadar duâ eder.” [İbni Asakir] 

“Melekler, sahura kalkan kimselere duâ eder.” [İmâm-ı Ahmed] 

“Din kardeşinin bir işini yapana binlerce melek duâ eder.” [İbni Ma-ce] 

“Melekler, insanlara iyilik öğreten kimselere duâ ederler.” [Tirmizi] 

“Yatağa abdestli yatan kimse için, o gece bir melek sabaha kadar, “Yâ Rabbi, bu-nu affet!” diye duâ eder.” [Hakim] 

“Misafir, sofrada iken, melekler ev sahibine duâ eder.” [Taberani] 

O hâlde, rahmet meleklerinin yapacağı bu duâlardan mahrum kalmamak için, melekle-rin girmesine mâni olan şeylerden uzak durmaya çalışılmalıdır.
Kur’an-ı kerimi hatmedene 60 bin melek dua eder.) [Hazinet-ül-esrar, Deylemi]

(Bir kimse, uygunsuzluk yapmadıkça, namaz kıldığı yerden ayrılıncaya kadar, melekler, “Ya Rabbi, buna rahmet et” diye dua ederler.) [Nesai]
Görüntünün olası içeriği: ağaç, gökyüzü, bitki, açık hava ve doğa

Erkeğin Başını Kapatması

Prof. Dr. Mesut Başak (İç Hastalıkları Uzmanı)

Son zamanlarda "kadının başını kapatması" gündemde iken, ben de "Erkeğin başını kapatması"ndan bahsetmek istedim. İslâm'da erkeklerin başına "takke"yi takacağı çeşitli durumlar vardır, bunlardan sadece bir tanesinde başa takke takılmaz ise mekruhtur, diğerlerinin uygulanmamasında dinen bir kayıp yok, fakat takvaca kazanç vardır. Namazda (yapılmazsa mekruh), Kur’ân okurken, yemekte, uyurken, tuvalette iken... İşte erkeklerin başlarına takke takmaları gereken yerler.

Tıp fakültesine girdiğimden beri her zaman kendi kendime sorduğum bir soru vardır: İbadetlerin vücudumuza olan faydaları nelerdir? Bunu her farz, vacip, sünnet, mekruh, mübah ve haram durumlarında düşünür, hekimliğim ile müslümanlığımı birleştirip çeşitli yorumlar yaparım. Beynimde, kalbimde ve ruhumda oluşan hazzı hekim olmayan müslüman kardeşlerimle ve İslâm'la şereflenmemiş diğer insanlarla hep paylaşmak istemişimdir.

Yemek yerken insanın vücudunda dolaşan kanın önemli bir kısmı mideye yönelmekte ve dolayısı ile beyine giden kan miktarı azalmaktadır (yemeğin sonuna doğru ve yemekten sonra uykumuzun gelmesinin sebebi budur). Yemek esnasında başımıza takke takılması ile sıcak tutulması beyin damarlarını genişleterek azalan beyinin kanlanması arttırılmış oluyor. Böylece beynimizin yemekte de normal çalışması sağlanmış oluyor...

İnsan tuvalette iken büyük ve küçük tuvaletini yaparken genelde en az bir kez olsun "ıkınma" ihtiyacı duyar. Ikınma esnasında vücudumuzdaki "vagal tonus" artışı olur ve bu sinir sisteminin faaliyetinin artması ile kalp hızı yavaşlar, dolayısı ile kalbin beyine pompaladığı kan miktarı azalır, beyin kanlanmasının azalması da kişinin bayılmasına sebep olur. Tuvalette iken oluşan bayılma ve ölümlerin büyük bir kısmı bu sebepten olmaktadır. Ikınma esnasında başımızda bir takkenin olması, başımızı sıcak tutmakta ve böylece beyin damarlarımızı genişleterek beynin kanlanmasını arttırmaktadır. Bu da kişinin bayılmasına engel olmaktadır.

Uyumak için sıcacık yatağımıza girdiğimizde, başımız yorganın dışında bu sıcaklıktan mahrum kalır. Başın, vücudun örtü altındaki diğer bölgelere göre daha soğuk olması beynin kanlanmasını azaltacaktır. Çünkü, vücudun daha çok ısınan bölümlerindeki damarlar genişleyerek daha fazla kanın oralara gitmesine sebep olacaktır. Beynin kanlanmasının azalmasına bağlı olarak oksijenlemesi de azalacak ve uyku bozukluklarına, sabahları yorgun kalkılmasına, depresyona, hatta bayılmalara sebep olabilecektir. Uyumak için yattığımızda başta bir takkenin olması, başımızı sıcak tutacak ve beynimizin kanlanmasını arttırarak bu kötü sonuçların oluşmasına engel olacaktır.

Yapılması takvaca üstünlük sağlayan bu prensiplere uyulduğunda insanın sağlık yönünden neler kazandığını birlikte müşahede ettik.

Görüntünün olası içeriği: şapka