Muhammed Hâdimî Hazretleri. Efendimizin (s.a.v.) yüce ruhâniyetiyle görüşüp. kendilerinden bilgi ve irfan almışlardır.
Imam-ı Birgivî Hazretleri’nin “Tarikat- Muhammediyye” isimli kitabına şerh yazarken, ihtiyaç duyduğu zaman “tayyı mekan” kerametiyle Medine-i Münevvereye gidip, Efendimizin yüce ruhâniyetinden yardım istemişlerdir.
Osmanlı Padişahlarından Birinci Mahmud, yıllarca Medine’de Harem muhafızlığı görevinde bulunan Hacı Beşir Ağa’ya; (bu zatın kabri. Istanbulda, Eyyûb Sultan (r.a.) hazretlerinin naziresinde ve hemen caminin giriş kapısındadır} Harem-i şerifte kaldığın zaman içerisinde fevkalâde bir hadise görüp görmediğini sorar. Harem-i Şerifin eski emniyet âmiri Beşir Ağa başından geçen bir hadiseyi Padişaha, şöyle anlatır.
“-Ravza-i Mutahharedeki, Cibril (Cebrail) kapısı bazı geceler seher vakti kendiliğinden açılır, fakat içeriye kimsenin girdiğini görmezdim. Bir defasında kararımı verdim, bu gece sahaba kadar uyanık kalacak ne pahasına olursa olsun gelenin kim olduğunu öğrenecektim. 0 gece kapı yine açıldı. Hemen kapıya koştum, içeriye bir zât girdi.
Heyecan ile;Kimsin? diye sordum.” 0 zât:
Konya’nın Hâdimî kazasından Muhammed Hadimî’yim,” diye cevap verdi. -“Ziyaret sebebin nedir?”
İmam-i Birgivî Hazretlerinin; “Tarikât-ı Muhammediyye’ isimli kitabına bir şerh yazıyorum. Şüphe ettiğim bazı yerleri Rasûlullah’ın bizzat kendisinden öğrenmeye geldim.”
Kendisini odama götürdüm. Sohbet ettik. Bir müddet yanımda kaldıktan sonra kibar bir şekilde izin istediler:
“Beşir Ağa! Müsâde ederseniz gidip biraz çalışayım?” Ben de;
Hay! Hay! Gidin çalışın, dedim ve Sabah namazından sonra yine odama teşrif ediniz, diye rica ettim.” 0:
Memleketimde imamlık vazifem var! Bana izin ver… ” dedi ve ayrılıp gitti. Birinci Mahmud heyecan ile sordu: –0 zâtı bir daha gördün mü?”
Evet Efendim! Bundan sonra da arada sırada gelirdi, kendisiyle çok görüştüm.” Padişah, yine hayretle sorar: -“0 zâtı görsen tanır mısın?” -“Tanırım.”
Padişah bu hadisenin doğruluğunu öğrenmek için, Muhammed Hadîmî hazretlerine benzeyen kişileri tesbit etti. Memleketin bir çok âlimleri ile beraber Muhammed Hadimi Hazretlerini de İstanbul’a davet etti. Hadimi Hazretlerine benzeyen kişiler toplandı.
Sonra Hacı Beşir’i çağırarak gelen topluluğu ona gösterdi.
Bunların içinde Hadîmî hangisidir?” diye sordu.
Hacı Beşir Ağa o kadar topluluk içinde Muhammed Hadimi Hazretlerini tanıyarak yanına gitti.
Hoşgeldiniz Hoca!” deyip Muhammed Hâdimî Hazretlerinin mübarek ellerini öptü.” Padişah ve orada bulunan bütün devlet erkânı da hâdisenin doğruluğuna inandılar. Hızır Aleyhisselâm” isimli eserime bakınız, Mütercim.
Bu konuda İmam Buhârî hazretlerinin. Askalânî hazretlerinin ve bir çok âlimin hikâyeleri vardır. Bu şekilde bir Çok evliya ve âlim Efendimiz {s.a.v.) hazretlerinin ruhâyetinden ilim ve irfan almışlardır….
“Dİvân-ı Sâlihîn” de, Efendimiz (s.a.v.) hazretleriyle manevî olarak görüşürler…
İslâm’ın edep, terbiye, hayatından yoksun, Efendimiz (s.a.v.) hazretlerinin sünnetinden uzak ve şeriat dışı yaşayan ve işin ehli olamayan bazı zındıkların, bu işi sû-i istimal ederek; “istedikleri ân Efendimiz (s.a.v.) hazretleriyle görüştüğünü ve ona fetva danıştığını…” iddia etmelerine de kulak vermemek lazım.Bu konuda ileri ve geri konuşanlar çok… Mütercim
İsmail Hakkı Bursevi (k.s), Rûhu’l-Beyan Tefsîri:8/50
“Dünyâ hayâtı azdan daha azdır. Ona âşık olan, alçakların alçağıdır. O sihriyle bir topluluğu sağır ve kör eder. Böylece onlar ortalıkta şaşkın ve delîlsiz ortalıkta kalırlar.”
https://vimeo.com/tomorhoca
- Ana Sayfa
- İlahi – Kur`an -İslam – Din -Tasavvuf – Belgesel – Dua – Hadis – Tarih – Şiir – Vs… – بِسْمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
- Dini bilgiler
- Hatim duası Türkçe Hatim Duası
- Ahmet tomor hoca sohbetleri
- suleymaniye
- Ruhlar kabirde hep kalır mı?
- Şehitlik ve Fazileti
- İslami Eğitim
- ALLAH (C.C.) 'ÜN SIFATLARI
- Ahmet Tomor Hocaefendi Sohbetleri
- Veysel Gürler
- Umman'dan Şifâlar
- İSLAMİ BİLGİLER KİTAP SOHBET SEYRET MULTİMEDYA
- Safakat İslami Forumları
- sadakat.net
- Ehl-i Sünnet Hanefi
- HAVAS İLMİ-MÜCERREBAT-I İLAHİ ŞİFACILAR
- Sağlığımızın müthiş şifreleri Sayfadaki tüm bilgiler bilgi amaçlıdır kullanım tercihi size aittir önce araştırın inceleyin doktorunuza danışın saygılar
- Sayfa ve guruptaki bilgiler bilgi amaçlıdır araştırın araştırmadan doktorunuza danışmadan kullanmayın sakın saygılar hepinize m.ulaş
- MUHTASAR İLMİHAL | Fazilet
- İLİM BÖLÜMÜ
- İmam Suyuti Camius Sağir
- Dini Sorular Molla Cami dini sorular ve cevapları
- incemeseleler
- "Nazar, deveyi kazana, insanı mezara sokar."
- YAVRULARIMIZA ELİF CÜZÜ ÖĞRETELİM. BİZLERDE TEKRAR EDELİM...
- Hadis-i Şerif
- FAZİLET TAKVİMİ
- mektebun
- faydalı
- medine
- Zi tuva kuyusu...
- Ali Eren Hoca
- *FATİHA SURESİNİN SIRRI..*
- "Kişi sevdiği ile beraberdir."
- *FATİHA SURESİNİN SIRRI..*
27 Mart 2019 Çarşamba
Belediye nikahı dinî nikah yerine geçer mi! İlmi ile amil son Osmanlı Uleması merhum Ahmet Davudoğlu bir süre İstanbul İslam Enstitüsü başkanlığında bulunmuştur. Bir defasında Konya'ya müftüler toplantısına konuşmacı olarak davet etmişler. Oradaki konuşmasından sonra kendisine müftüler tarafından bazı sualler yöneltildi. Bu suallerden birisi olan " belediye nikahı caiz midir?" sualine caiz değildir. Asıl nikah dini nikahtır. Belediye nikahı sadece kayıttan ibarettir diye cevapladığı için ne yazıktır ki kendi talebeleri tarafından şikayet edilerek iki sene hapse mahkum ettirilmiştir.
Çanakkale’nin gerçek kahramanı: Sultan Abdülhamid !
Cumhuriyet dönemi resmi tarihçileri, tarihi Atatürk ile başlatma eğilimindedirler. Öyle ki 19 Şubat 1915 tarihinde başlayıp 8 Ocak 1916’da biten Çanakkale zaferini, yüzlerce subaydan biri olan Yarbay Mustafa Kemal ekseninde anlatırlar.
20. yüzyılın en büyük savaşlarından ilki olan Çanakkale savaşlarında Osmanlı’nın 2 zaferi vardır: Birincisi 19 Şubat 1915’te başlayıp 18 Mart’ta elde edilen Deniz Zaferidir.
Deniz zaferinde Kaymakam (Yarbay) Mustafa Kemal hiç yoktur.
İkincisi de 25 Nisan 1915’te başlayıp 8 Ocak 1916’da biten Çanakkale Kara Savaşları’dır.
8 ay süren kara savaşlarında ise Yarbay Mustafa Kemal Ağustos ayına kadar üç ay süreyle vardır. Savaş ondan sonra 5 ay daha devam etmiştir.
Bunları Mustafa Kemal’i görmezden gelmek için yazmıyorum, diğer kahramanları hatırlatmak için yazıyorum.
Benim bugün temas etmek istediğim asıl konu ne deniz ne de kara savaşlarının kahramanlarıdır.
Çanakkale Zaferi’nin gerçek kahramanı devrik sultan 2. Abdulhamid Han’dır.
Evet yanlış duymadınız, dönemin padişahı Mehmed Reşad değil, Beylerbeyi’nde mecburi ikamete tabi tutulan devrik sultan 2. Abdulhamid Han’dır.
Çünkü dönemin iktidar partisi İttihad ve Terakki bırakın Çanakkale’de savunmayı İstanbul’dan bile çekilmeyi kararlaştırmıştı!
19 Şubat 1915 tarihinde düşman donanması Çanakkale Boğazı’na hücum etmeye başlamış, boğazın girişini ele geçirmişlerdi. Donanma Komutanı Amiral Carden İngiltere’ye bir telgraf çekerek, “14 gün sonra İstanbul’da olacağız” diye yazmıştı.
İttihatçılar artık savunmamızın dayanamayacağına inanmışlar başkent İstanbul’un boşaltılarak Eskişehir ve Konya’ya nakledilmesi için gerekli tedbirlerin alınmasına karar vermişlerdi. Eskişehir ve Konya’da padişahın meclisin ve bakanların yerleşeceği binalar ayarlanmış tefrişi yapılmıştı. Hangi vasıtalarla intikal edileceği planlanmış ve cepheden her 10 dakikada durum raporu istenmiştir.
Anadolu’ya geçme planları yapılmıştı ama bir sorun vardı. İttihatçıların tahttan indirdikleri sabık sultan II. Abdulhamid Beylerbeyi sarayında zorunlu ikamete tabiydi ve onu da götürmek gerekiyordu. İstanbul’da bırakılırsa işgal güçleri onu padişaha karşı kullanabilirdi. Fakat 33 sene memleketi idare etmiş dirayetli Sultana bunu kim anlatacak ve kim ikna edecekti.
Tartışmalardan sonra Dahiliye Nazırı Talat Paşa’nın başkanlığında bir heyet durumu Beylerbeyine giderek anlatma kararı verdi. Gittiler, Paşa durumun nezaketini anlattı. Sabık Sultan paşanın sözü bitince konuşmaya başladı.
“Şevketli biraderimin hak-i paki şahanelerine arz-ı ubudiyet ederim. Endişeleri gayri varittir. Eğer dokunulmamış ise Çanakkale’yi ben zamanında fevkalade tahkim etmiştim. Oradan hiçbir donanmanın geçmesi kabil değildir. Amma farzı muhal olarak öyle bir felaket başa geldiği takdirde Hakan’ın yapacağı şey tacını tebaasını terk ile kaçma zilletini işlemek değil, eyvanı payitahtının taşları altında canını feda etmektir. Hazreti Fatih bu beldeyi küffar elinden fethettiği zaman Bizans imparatoru Kostantin kaçmayıp harp ede ede yıkılan kalelerinin altında can vermek kahramanlığını göstermiştir. Biz Fatih’in soyu, Kostantin’den geri kalmayız. Zat-ı şahaneye böylece arz edin müsterih olsunlar ve ezeli iradeye boyun eğsinler. Şuradan şuraya kımıldamasınlar. Düşman buraya giremez. Bana gelince ben artık bir yere gitmem. Yegane arzum burada ölmektir. Biraderimden ve hükümet-i seniyyeden bu arzuma yardımcı olmalarını dilerim” der herhangi bir cevaba mahal bırakmadan kalkıp odadan çıkarak görüşmeyi bitirir.
33 yıl Osmanlı mülkünü idare etmiş bu tedbirli padişahın kararlı ve isabetli tavrı Çanakkale Boğazı’nın geçileceği ihtimaline kanaat getiren maceracı İttihat ve Terakki iktidarını bu riskli karardan vazgeçirmiştir.
Çanakkale’de direniş ondan sonra başlamıştır.
Büyük adam sarayda da büyüktür sürgünde de.
Mekanları cennet olsun.
(Resul Tosun/Star)
20. yüzyılın en büyük savaşlarından ilki olan Çanakkale savaşlarında Osmanlı’nın 2 zaferi vardır: Birincisi 19 Şubat 1915’te başlayıp 18 Mart’ta elde edilen Deniz Zaferidir.
Deniz zaferinde Kaymakam (Yarbay) Mustafa Kemal hiç yoktur.
İkincisi de 25 Nisan 1915’te başlayıp 8 Ocak 1916’da biten Çanakkale Kara Savaşları’dır.
8 ay süren kara savaşlarında ise Yarbay Mustafa Kemal Ağustos ayına kadar üç ay süreyle vardır. Savaş ondan sonra 5 ay daha devam etmiştir.
Bunları Mustafa Kemal’i görmezden gelmek için yazmıyorum, diğer kahramanları hatırlatmak için yazıyorum.
Benim bugün temas etmek istediğim asıl konu ne deniz ne de kara savaşlarının kahramanlarıdır.
Çanakkale Zaferi’nin gerçek kahramanı devrik sultan 2. Abdulhamid Han’dır.
Evet yanlış duymadınız, dönemin padişahı Mehmed Reşad değil, Beylerbeyi’nde mecburi ikamete tabi tutulan devrik sultan 2. Abdulhamid Han’dır.
Çünkü dönemin iktidar partisi İttihad ve Terakki bırakın Çanakkale’de savunmayı İstanbul’dan bile çekilmeyi kararlaştırmıştı!
19 Şubat 1915 tarihinde düşman donanması Çanakkale Boğazı’na hücum etmeye başlamış, boğazın girişini ele geçirmişlerdi. Donanma Komutanı Amiral Carden İngiltere’ye bir telgraf çekerek, “14 gün sonra İstanbul’da olacağız” diye yazmıştı.
İttihatçılar artık savunmamızın dayanamayacağına inanmışlar başkent İstanbul’un boşaltılarak Eskişehir ve Konya’ya nakledilmesi için gerekli tedbirlerin alınmasına karar vermişlerdi. Eskişehir ve Konya’da padişahın meclisin ve bakanların yerleşeceği binalar ayarlanmış tefrişi yapılmıştı. Hangi vasıtalarla intikal edileceği planlanmış ve cepheden her 10 dakikada durum raporu istenmiştir.
Anadolu’ya geçme planları yapılmıştı ama bir sorun vardı. İttihatçıların tahttan indirdikleri sabık sultan II. Abdulhamid Beylerbeyi sarayında zorunlu ikamete tabiydi ve onu da götürmek gerekiyordu. İstanbul’da bırakılırsa işgal güçleri onu padişaha karşı kullanabilirdi. Fakat 33 sene memleketi idare etmiş dirayetli Sultana bunu kim anlatacak ve kim ikna edecekti.
Tartışmalardan sonra Dahiliye Nazırı Talat Paşa’nın başkanlığında bir heyet durumu Beylerbeyine giderek anlatma kararı verdi. Gittiler, Paşa durumun nezaketini anlattı. Sabık Sultan paşanın sözü bitince konuşmaya başladı.
“Şevketli biraderimin hak-i paki şahanelerine arz-ı ubudiyet ederim. Endişeleri gayri varittir. Eğer dokunulmamış ise Çanakkale’yi ben zamanında fevkalade tahkim etmiştim. Oradan hiçbir donanmanın geçmesi kabil değildir. Amma farzı muhal olarak öyle bir felaket başa geldiği takdirde Hakan’ın yapacağı şey tacını tebaasını terk ile kaçma zilletini işlemek değil, eyvanı payitahtının taşları altında canını feda etmektir. Hazreti Fatih bu beldeyi küffar elinden fethettiği zaman Bizans imparatoru Kostantin kaçmayıp harp ede ede yıkılan kalelerinin altında can vermek kahramanlığını göstermiştir. Biz Fatih’in soyu, Kostantin’den geri kalmayız. Zat-ı şahaneye böylece arz edin müsterih olsunlar ve ezeli iradeye boyun eğsinler. Şuradan şuraya kımıldamasınlar. Düşman buraya giremez. Bana gelince ben artık bir yere gitmem. Yegane arzum burada ölmektir. Biraderimden ve hükümet-i seniyyeden bu arzuma yardımcı olmalarını dilerim” der herhangi bir cevaba mahal bırakmadan kalkıp odadan çıkarak görüşmeyi bitirir.
33 yıl Osmanlı mülkünü idare etmiş bu tedbirli padişahın kararlı ve isabetli tavrı Çanakkale Boğazı’nın geçileceği ihtimaline kanaat getiren maceracı İttihat ve Terakki iktidarını bu riskli karardan vazgeçirmiştir.
Çanakkale’de direniş ondan sonra başlamıştır.
Büyük adam sarayda da büyüktür sürgünde de.
Mekanları cennet olsun.
(Resul Tosun/Star)
İmam-ı Ebu Hanife'nin Kabri'nin Bulunması
kanuni Sultan Süleyman Bağdat'ı alınca (1534) Ebu Hanife'nin mezarını bulup türbe yapmak istedi. Onu en çok meşgul eden şey Ebu Hanife'nin mezarını bulmaktı.
Çünkü bu kabir şiiler tarafından tahrip edilmiş, üzerinde ne varsa yağmalanmış ve cesedi de yakılmıştı.
Ebu Hanife'nin mezarını bulmak ve buraya türbe yapmak isteyen Kanuni Sultan Süleyman'ın Seraskerine bir adam gelir. Bu aslında Ebu Hanife'nin eski türbedarıdır ve durumu seraskere anlatır.
Fakat Ebu Hanife'nin cesedini yakmak istedikleri sırada bir keramet yaşınmıştı.
Ebu Hanife'nin kabrinin türbedarı olay yaşanmadan kısa bir süre önce Ebu Hanife'yi rüyasında görür. Ebu Hanife kendisinden cesedinin rafizilerin eline teslim etmemesini ister. Bunun üzerine türbedar, Ebu Hanife'nin cesedini mezarından çıkararak başka bir yere gömer ve yerine bir gayri Müslimi koyar. Ebu Hanife'nin mezarını tahrip eden rafiziler, onun mezarını da açıp Ebu Hanife diyerek o gayri Müslimin cesedini yakarlar.
Serasker bu güzel haberi Padişah'a hemen iletir ve bu arada Taşkın namlı bir müderrisi de olayı araştırmakla görevlendirir.
Şeyh Müderris türbedarın gösterdiği yeri kazdıktan sonra karşılarında çıkan bir duvardan misk kokusunu hisseder. Bu keramet üzerine türbedarın söylediklerinin doğru olduğunu anlarlar. Ceset bozulmamıştır.
Bu sırada sadrazam İbrahim Paşa'da bizzat mezara girerek türbenin girişindeki taşı kendi elleriyle kaldırır. Olayı duyan Padişah Kanuni bile koşarak olay mahaline gelir ve kazılan yere girer.
Bütün orduyu sevinç sarar. O zamana kadar naşının yakıldığı düşünüldüğünden cesedinin bulunması büyük bir moral ve keramet olmuştu. Kanuni hemen mezarının üzerine bir türbe inşa etti.
Hammer, Büyük Osmanlı Tarihi, Hikmet Neşriyat, İstanbul, c.3, s.131-132
Çünkü bu kabir şiiler tarafından tahrip edilmiş, üzerinde ne varsa yağmalanmış ve cesedi de yakılmıştı.
Ebu Hanife'nin mezarını bulmak ve buraya türbe yapmak isteyen Kanuni Sultan Süleyman'ın Seraskerine bir adam gelir. Bu aslında Ebu Hanife'nin eski türbedarıdır ve durumu seraskere anlatır.
Fakat Ebu Hanife'nin cesedini yakmak istedikleri sırada bir keramet yaşınmıştı.
Ebu Hanife'nin kabrinin türbedarı olay yaşanmadan kısa bir süre önce Ebu Hanife'yi rüyasında görür. Ebu Hanife kendisinden cesedinin rafizilerin eline teslim etmemesini ister. Bunun üzerine türbedar, Ebu Hanife'nin cesedini mezarından çıkararak başka bir yere gömer ve yerine bir gayri Müslimi koyar. Ebu Hanife'nin mezarını tahrip eden rafiziler, onun mezarını da açıp Ebu Hanife diyerek o gayri Müslimin cesedini yakarlar.
Serasker bu güzel haberi Padişah'a hemen iletir ve bu arada Taşkın namlı bir müderrisi de olayı araştırmakla görevlendirir.
Şeyh Müderris türbedarın gösterdiği yeri kazdıktan sonra karşılarında çıkan bir duvardan misk kokusunu hisseder. Bu keramet üzerine türbedarın söylediklerinin doğru olduğunu anlarlar. Ceset bozulmamıştır.
Bu sırada sadrazam İbrahim Paşa'da bizzat mezara girerek türbenin girişindeki taşı kendi elleriyle kaldırır. Olayı duyan Padişah Kanuni bile koşarak olay mahaline gelir ve kazılan yere girer.
Bütün orduyu sevinç sarar. O zamana kadar naşının yakıldığı düşünüldüğünden cesedinin bulunması büyük bir moral ve keramet olmuştu. Kanuni hemen mezarının üzerine bir türbe inşa etti.
Hammer, Büyük Osmanlı Tarihi, Hikmet Neşriyat, İstanbul, c.3, s.131-132
“Musul'u istediklerinde verseydim, petrol arazilerini İngiliz lordlarının şirketlerine devretseydim, kalbimize saplanmak istenen Siyon hançerine karşı durmasaydım... Ben, Sultan Abdulhamid, tahttan indirilmezdim. Hanedanım, ailem, çocuklarım petrol arazilerinin yüzde 5 için bile pazarlık yapıp ortaklık kursaydım, dünyanın en zengin hanedanı olarak yaşar, istediğimiz gibi hüküm sürerdik. Peki ya milletimiz? Bu toprakları kanlarıyla bize vatan kılan ecdadımız? Onların huzuruna nasıl çıkar, nasıl hesap verirdim? Tarih, kazananların diliyle yazılır. İngilizler o gün için kazandılar ve beni zalim, diktatör, millet düşmanı diye anlattılar. Gerçeği Allah'tan gizleyemezler ya..!” Sultan Abdülhamid Han.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)