18 Kasım 2019 Pazartesi

AKCİĞER RAHATSIZLIKLARINIZDAN BRONŞİTİNİZDEN ASTIMINIZDAN KOAHINIZDAN NEFES DARLIĞINIZDAN KURTULUN M.ulaş Sağlığımızın müthiş şifreleri Akciğerlerimizi tedavi etmek için bir tutam meyan kökü çayı kırkkilit otu çayı 5 adet keçiboynuzu çay demlenir1 tatlı kaşığı zencefil çayı acı badem 5 adet ezin ve meyan kökü ayrı ayrı 1 su bardağı kaynar suyla demlenmeli aç içilmeli veya Yukardaki bitkilerin tümü un haline getirilir 1 tatlı kaşığı yutulur suyla aç olarak sabah akşam 25 gün uygulayın günde 1 tatlı kaşığıda karbınatlı su için günde 1 defa tansiyonu ve böbrek sorunu olanlar karbonatı kullanmasınlar 25 gün beraberinde koah astım ve tüm akciğer sorunlarınızdan kurtulun şifa Allah tan saygılar m.ulaş

Noel Baba Neyimiz Olur? “Yılbaşı neyimiz olur? diye soruyorum

Noel Baba Neyimiz Olur?
“Yılbaşı neyimiz olur? diye soruyorum… ‘Ramazan Bayramı’mız mı, kandilimiz mi, Kurban Bayramı’mız mı?’ diye sual açmak da yersiz olmazdı. Biz Muharremlerle, Martlarla başlayan yıllar da biliriz, ki hiçbiri böyle şımarıklıkla böyle ayyaşlıkla böyle kumarbazlıkla açılmazdı. Hepsi efendi yıllardı…” (Arif Nihat Asya)
Yirminci asrın sert esen değişim rüzgârı coğrafyalara hükmedip sadece sınırları değiştirmekle kalmamış, kadim medeniyetlerin ruhuna da nüfuz ederek kimyalarını bozmuştur. Toplumların karakterini belirleyen inanç ve âdet unsurları bu rüzgârdan nasibini almış ve yeni yeni kimliklerle beraber, bu yeni kimlikleri besleyen yeni hayat tarzları ortaya çıkmıştır.
Cumhuriyetle beraber bir medeniyet dairesinden sıyrılarak farklı bir kültür çizgisinde boy gösteren toplumumuzda bu yeni dünyanın kokusu ve rengi hissedilmeye başlamıştır. Yeni kanunlar, yeni harfler ve tabi yeni ufuklarla beraber kabuk değiştiren, eski “ağırlıklarını” bir an önce bırakarak yeni olanın peşinden koşan bir cemiyet ortaya çıkmıştır. Bu yeni cemiyetin ayak izlerini takip edebilmenin en kolay yolu kıymet hükümlerine bakmakla olacaktır. Biz de büyük bir sosyal değişimin yaşandığı erken Cumhuriyet devrine atf-ı nazar ederek yeni yeni bir “değer” hâline gelmeye başlayan “noel ve yılbaşı eğlencesi” hakkında dönemin dergi ve gazetelerindeki haber ve yorumlardan hareketle tarihe bir yolculuk yapalım…
Noel Ne İdi, Ne Oldu?
Yazımız ‘noel’ ve dolayısıyla ‘yılbaşı’ etrafında olacağı için bu kavramların ne mânâya geldiğine bakalım evvela. Noel kelimesinin manasını araştırdığımız bazı Osmanlı devri sözlüklerinde kelimeye rastlayamadık. Mesela Kâmûs-ı Türkî’de kelime yok. Meşhur lûgatçimizin kelimeyi atlamış olma ihtimali pek düşük. Biz bugün kullandığımız bu kelimenin o günkü az kullanımından dolayı sözlüğe girmediğini düşünüyoruz. Türk Dil Kurumu Sözlüğü’nde ise ‘noel’ kelimesi şöyle açıklanmış: “Hıristiyanların her yıl 25 Aralık’ta Hz. İsa’nın doğum gününü kutladıkları yortu.” Kelimelerin arkasından meşhur yazarlara ait cümlelerle misaller veren TDK sözlüğü, bu açıklamanın ardından Haldun Taner’e ait şu cümleyi zikretmiş, “Bizim çocukluğumuzda Noel ve yılbaşı gâvur bayramları idi.” Kastımız bir sosyal değişim yazısı kaleme almak olunca, Haldun Taner’in bu cümlesi bize girizgah için fırsat veriyor. Bir Hıristiyan bayramı olan ‘noel’ ve ‘yılbaşı’nın, çocukluğunda (yani Osmanlı devrinde) gâvurluk olarak addedildiğini, şimdiyse (Cumhuriyet devrinde) normal olarak kabul edildiğini ima ediyor.
Bu girizgahın ardından 8 Ocak 1925 tarihli Sebîlürreşâd dergisinde Miladî takvimin kabulünden sonra gayr-i müslim unsurlarla beraber Müslüman kesimin de kutlamaya başladığı ‘noel’ ve ‘yılbaşı’ hakkındaki yazıya bir göz atalım. “Noel Yortusu, Beyoğlu’nda Yılbaşı Gecesini Tes‘îd (Kutlama)” başlığıyla imzasız neşredilen bu yazı devrin panoramasını görmemizi sağladığı gibi yeni hayat tarzına direnen insanların hâlet-i rûhiyesini de gözler önüne seriyor. Yazıda evvela yeni hayat tarzını kimlerin ne maksatla ikame etmek istediği ifade ediliyor:
“Misyoner hareketinin yeni stratejisi şudur: Evvela Müslümanların sosyal hayatını sarsmak, ondan sonra boş kalacak sahaya Hıristiyan âdetlerini koymak. Ecnebi misyonerlerin yerlerine yerli öğrenciler yetiştirerek onlar vasıtasıyla bu gayeyi temine çalışmak.
“Bunlar büyük bir misyoner kongresinde verilen kararlardır ki hayli zamandan beri Müslüman milletlere karşı tatbik olunmaktadır. İstanbul’un bugünkü kokuşmuşluğu öyle kendi kendine mi meydana gelmiştir sanıyorsunuz? Bütün bu fenalıkların, bu ahlaki çöküşün arkasında nice gizli eller, gizli müesseseler vardır ki onlar millî ahlaki değiştirmek için sürekli ve şiddetli bir faaliyet içindedirler. Bittabi bu hakikati herkes kavrayamadığı için fenalığın kanallarını, membalarını bilemez, göremezler. Ortada görünen yalnız neticeler ile tezahürlerdir. Bu sefahat ve inkârmüesseselerinin arkalarında işleyen muazzam fitne fabrikalarından kimsenin haberi yoktur.
“İşte nice zamandan beri perde arkasında vuku bulan o müthiş mesainin neticesidir ki bugün İstanbul’un her tarafını sefahat hastalığı kaplamış, kendi âdetlerimize, kendi milli ve manevi esaslarımıza karşı müthiş bir düşmanlığa mukabil Frenk hayatına ve âdetlerine derin bir istek vücuda gelmiştir. Milli ve İslamî olan her âdet, her esas nefretle karşılanır ve yıkılmaya mahkumdur. Batıya ait olan her esas ve her âdet hoştur, kabulü zaruridir. Bu, bir dalalet olmakla beraber, sürekli propagandalarla ideal haline getirilmiştir. Şimdi artık bu sosyal bozuluşun önüne geçmek zorlaşmıştır. Sizin ‘hakikat ve fazilet’ diye ileri sürdüğünüz esaslar birer alaycı gülümsemeyle karşılanmaktan başka bir şeye yaramıyor. Siz sosyal bünyenin faziletleri ile milli hasletlerin yıkılması karşısında ağlarken bu vaziyeti hazırlayanlar perde arkasından zafer sarhoşluğuyla kıs kıs gülerler. Siz istediğiniz kadar ‘Bu benim evladımdır.’ deyiniz. Artık onlar, sizin evladınız değildir. Onlar, ana kucağını terk etmiş, sîne-i milletten çekilmişlerdir.”
Milli Eğitim Bakanının ‘Gulu Gulu’su
Bu yeni hayat tarzının artık hakikat olduğunu kabullenen yazar, bunun önüne geçebilmek için çırpınanları anlattıktan sonra bu yeni âdetlerin aslında masum kılıklarla memlekete sokulduğunu ifade ederek yazısına devam ediyor:
“Esasında Müslümanlardan bu eğlenceye iştirak edenler, eğlenmek için noel ve yılbaşıyı vesile ve fırsat olarak kabul ediyorlardı. Bu yeni hadise hakkında gazetelerin yazdıkları uzun yazılardan bazı haberleri naklederek bu “sosyal değişim”i biraz daha açalım. Sontelgraf gazetesi diyor ki:
“Dün gece Türklerden büyük bir kitle, gayr-i Müslimlerin arkasına düşerek yeni seneyi teşrifatla karşıladılar. Beyoğlu’nda harbin devam eden sefaletlerine rağmen müthiş israfta bulunuldu. Eğlence yerlerinde birçok meşhur adamlar görüldü. Beyoğlu dün gece yeni seneyi özel kutlamalarla ihya etti. Eğlence mahalleri olan barlar, Tokatlıyan, Pera Palas gibi büyük oteller süslenerek balolar tertip edildi. Birçok mahallerde, elçiliklerde balo ve ziyafetler verildi.
“Her cins milletten halk kitlesi bu merasime imkânı nispetinde iştirak etmiştir. Filhakika yeni sene eğlencelerine katılanlar arasında muazzam bir Türk kitlesi de vardı. İki günden beri İstanbul’un Hıristiyan halkı Noel için hazırlıklarda bulunuyorlardı. Bu gece şerefine yüz binlerce hindi, şampanya, konyak, şeker, çikolata, oyuncak satın alınmış; zengin fakir her Hıristiyan, evini az çok bunlarla doldurmuştu.
“Genç kızlar saat on ikide eski seneyi parçalayıp yeni seneye girildiğini gösteren levhalar tertip etmişlerdi. Birçok yerlerde maruf zevat ve milletvekili mevcut idi. Herkes yeni sene şerefine zevk ediyordu. Yahut zevk etmek için yeni seneyi vesile ittihaz etmişti. Şampanya şişeleri patlıyor, genç kadınlar cilve ve türlü edalarla çağrışıyorlardı. ‘Garden Bar’da gece yarısından üç saat sonraya kadar devam eden eğlenceleri müteakip müşterilere yılbaşı hediyeleri dağıtıldı. Bu hediyelerin dağıtımı gayet güzel ve eğlenceli oldu. Mesela ilk numara olmak üzere locada arkadaşları ile birlikte oturan eski Millî Eğitim Bakanı Vâsıf Bey’e (Çınar) bir babahindi bardaki halk ve kadınlar uzun müddet (gulu… gulu…) diye bağırdılar. Locadakiler sevinç içindeydiler. Çünkü sıra ile daha birçok hediyeler Vâsıf Bey’e ve yanındakilere ve aynı locada bulunan kadınlara tavşan, bebek ve şampanyalar isabet etti. Tevhid-i Efkâr gazetesi “Batı’yı Taklit” başlıklı bir fıkrada şöyle diyor:
“Yavaş yavaş ortadan kalkan Türk ve Müslüman âdetleri yerine Frenk ve Hıristiyan âdetleri kâim oluyor. Kendi yılbaşılarımızı unutuyoruz. Onların yılbaşılarını ihya ediyoruz. Kendi mübarek gün ve gecelerimizde büyüklerimizin ellerini öpmek gibi güzel âdetlerimizi bırakıyoruz.”
Noel Baba Neyimiz Olur?
“Yılbaşı neyimiz olur? diye soruyorum… ‘Ramazan Bayramı’mız mı, Kandilimiz mi, Kurban Bayramı’mız mı?’ diye sual açmak da yersiz olmazdı. Biz Muharremlerle, Martlarla[Rumî takvim başlangıcı] başlayan yıllar da biliriz, ki hiçbiri böyle şımarıklıkla böyle ayyaşlıkla böyle kumarbazlıkla açılmazdı. Hepsi efendi yıllardı. Memleketimize herhalde Beyoğlu’ndan giren Haliç’i atlayarak Fatih’lere Aksaray’lara sonra Rumeli’ye ve Boğaz’ı aşarak önce Kadıköy’lere Moda’lara ve sonra Üsküdar’lara ve oradan Anadolu’ya geçen bu bunak neyimiz olur? Babamız mı, dedemiz mi, amcamız mı yoksa Avrupalılıktan pîrimiz mi? İstanbul’un Tepebaşı’ndan Adana’nın Tepebağı’na kadar her yeri bilen her yere uğrayan bu moruk kimdir, necidir? Bir resmine bakarsanız Havarîlere, öteki resmine bakarsanız Rasputin’e benzeyen bu iskambil papazı aramızda neyin nesidir? Bunu hiç merak ettiniz mi?
Siz bırakın da ben söyleyeyim onun kim olduğunu: O Haçlı Seferlerinden kalma bir kılıç artığıdır. O zaman silahla giremediği yerlere şimdi beyaz sakalıyla saygılar ve sevgiler toplayarak girebiliyor. O, evimize girerken eşeğini kapımızın halkasına bağlayan bir Piyer Lermit’tir. Kardeşlerini Mukaddes savaşa hazırlamaktan geliyor. O, adıyla sanıyla bir misyonerdir ki şu memlekette ocağına incir dikildikten sonra kılığını değiştirmiş ve bizi avlamaya kucağında getirdiği oyuncaklarla en can alıcı noktamızdan; çocuklarımızdan başlamıştır. Bu cömertliğinin karşılığını istemeyecek mi sanıyorsunuz, fedakârlığının sebebini düşünmediniz mi? Bırakın onun hakkından ben gelirim; işte sakalını çekince gördünüz. Sakalı elimde kaldı ve altından Lucifer [şeytan] çıktı. Bilirsiniz ki casuslar da kıyafetlerini ekseriya böyle değiştirirler. Bu mezar beğenmeyen hortlağa ya mezarını gösterin yahut bırakın, Haç’ında çarmıha gereyim onu. Tehlikeyi sezer de kendiliğinden gitmeye kalkarsa çıkarken ceplerini yoklamayı unutmayınız; muhakkak bir şeyimizi çalmıştır.” (Arif Nihat Asya)

Bir Ehl-i Sünnet Müdâfii İmam-ı Birgivî Ömrünü medreselerde talebe yetiştirmeye vakfeden İmam Birgivî Hazretleri, halk arasında yayılan bid‘atler karşısında rahatsızlık duymuş, şahit olduğu itikadî bozuklukları eleştirmiştir. Öte yandan halk diliyle kitaplar telif ederek insanlara “Ehl-i Sünnet itikadı”na muvafık bir hayat yaşamaları hususunu aşılamaya çalışmıştır… Balıkesir’in yetiştirdiği mühim şahsiyetlerden olan İmam Birgivî Hazretleri, 27 Mart 1523’te (10 Cemâziyelevvel 929) müderris bir babanın oğlu olarak Balıkesir’in Kepsut ilçesinin Bektaşlar köyünde dünyaya gelmiştir. Namıdiğer Mehmed b. Pîr Ali b. İskender, ilk tahsilini, daha sonraları hayatını da şekillendirecek olan babası Ali Zeynüddin Efendi’den almıştır. Daha sonra İstanbul’a gelerek Semâniye Medresesi müderrislerinden Ahîzâde Mehmed Muhyiddin Efendi’den, sonra da Sultan Süleyman’ın Anadolu Kadıaskeri Abdurrahman Efendi’den dersler almıştır. Mehmed Efendi, esaslı bir medrese eğitimi ile atılan sağlam temel sonrası bir süre Edirne’de kadılık ve kassâm-ı askerîlik vazifesinde bulunmuştur. Daha sonra nefsini tezkiye etmek amacıyla vazifesini bırakarak İstanbul’a gelmiş ve Bayramiye tarikatı şeyhi Abdullah Karamânî’nin müritleri arasına katılmış, tasavvufî bir terbiye almıştır. Bundan sonraki ömrünü medreselerde talebe yetiştirmeye adamıştır. Bu zaman zarfında bir taraftan gördüğü aksaklıkları samimi bir dille eleştirirken, diğer taraftan da halkın anlayacağı dilden kitaplar telif ederek onlara “Ehl-i Sünnet itikadı” çerçevesinde yaşamaları hususunda telkinlerde bulunmuştur. İstanbul gibi çok mühim bir ilim merkezinde tahsilini sürdürmüş olmakla birlikte hayatının en verimli kısmını, “Birgi” gibi küçük ve mütevazı bir yerde tamamlamıştır. Birgivî Mehmed Efendi, hâli hayatında Osmanlı coğrafyasında birçok kimseyi etkilediği gibi vefatından sonra da fikirleri çok büyük bir kesim tarafından kabul görmüştür. Birgivî Mehmed Efendi’nin yaşadığı asır, Osmanlı Devleti’nin ve İslâm dünyasının siyasî, iktisadî, dinî, sosyal ve diğer alanlarda kemâle ulaştığı bir devirdir. Doğu ve Batı arasında uzanan Osmanlı, her alanda kendini geliştirmiş ve çağdaşlarına önemli bir fark atmıştır. Ancak Osmanlı’nın en kâmil devri olmasına rağmen toplumun itikadî ve amelî konularda bazı eksikliklerinin olduğunu, eleştirilerinden anlıyoruz. İmam Birgivî Hazretleri, toplumun Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat anlayışından sapmasına üzülmekte ve itikadî eksikliklerinden yakınmaktadır. Yazının tamamını Yedikıta Dergisi 131. sayısından (Temmuz 2019) okuyabilirsiniz.

Görüntünün olası içeriği: yazı
Fotoğraf açıklaması yok.
Görüntünün olası içeriği: bitki, ağaç ve açık hava

Günümüzde dört tane hak olan fıkhî mezheb vardır:

Ilim Irfan Deryasi
Günümüzde dört tane hak olan fıkhî mezheb vardır:
1- Hanefî Mezhebî
2- Mâlikî Mezhebi
3- Şâfi'î Mezhebi
4- Hanbelî Mezhebi
Şî'îlerin tâbi' olduğu Ca'ferîlik hak mezheb değildir. Bu mezhebin Ehl-i Beyt'in mezhebi olduğu iddiâsı da doğru değildir.
CAFERİLİĞİ HAK MEZHEP OLMADIĞI HALDE DERS KİTAPLARINA KOYARAK NAM MESEPMIŞ GIBI OGRETEREK YANLIŞ BİLGİ VEREN MİLLİ EĞİTİM BAKANLIĞINI KINIYORUM.

H.Ş : “İlİm öğrenene (öğrenİlmesİ farz’I ayn olan İlİmdİr) zekât vermek câİzdİr. Velev kİ kIrk yIllIk nafakasI olsun”.


Eleştiren zihninin sana yaptığı kötülüğü bir idrak etsen..
Aklından vazgeçersin..
Çevir Gözlerini.. Öze Dön... İçine bak...
Gördüğün her kusurun izini..
Hatta özünü bulacaksın Özünde..
Hayata geliş nedenini soruyor/ sorguluyorsun;
Geliş nedenin gerçekten de kusur aramak, bulmak...
Ama kendinde...
Varlık nedenin onları kapatmak.. Düzeltmek..
MÜKEMMELLEŞMEK...
Gördüğün her kes sana Ayna olur..
Kusurların gelir seni bulur...
Düşüncelerin bir varlık olur..
Karşında durur...
Dinle... İçinde ki çatışmayı...
Dindir... O Kaos ve Kargaşayı.... #Rumi

BEŞİNCİSİ OLANLAR. HZ.KURAN OKUNAN YERLERE DÜŞMAN OLANLARIN SONU HELAK OLMAKTIR.

Ilim Irfan Deryasi .............Resulullah (sav) buyurur ki; "Ya ilim öğreten, ya ilim öğrenen, ya dinleyen veya bunları seven ol. Sakın beşincisi olma! Yoksa helak olursun!"...(Taberani)

ZAMANIMIZDA DİN-İ CELİL-İ İSLAMI YAŞAYIP, HZ.KURANA HİZMET EDENLER. ASR-I SAADETTE OLSALARDI SAHABİ OLURLARDI.

Fotoğraf açıklaması yok.

Görüntünün olası içeriği: 1 kişi, mizahi görüntü ve yazı