7 Haziran 2020 Pazar

HZ. ZEKERİYYÂ ALEYHİSSELÂM Hazret-i Zekeriyyâ, Süleyman Aleyhisselâm’ın neslindendir ve kendisine peygamberlik ihsan olunmuştur. Hazret-i Zekeriyyâ’nın hanımı Îşâ’nın kızkardeşi Hanne, kocası İmran’dan Meryem adında bir kız doğurmuştu. Hanne, kızı Meryem’i Beytü’l-Makdis’in hizmetine vakfetti. Zekeriyyâ Aleyhisselâm da onu alıp Meryem’in teyzesi olan hanımı Îşâ’nın yanına götürdü. Meryem, teyzesinin yanında büyüdükten sonra Beyt-i Makdis’te kendisine ayrılan bir hücrede ibâdet ile meşgul oluyordu. Bu pek nezih, iffetli olan kız, bekar olduğu hâlde Allâhü Teâlâ’nın kudret ve hikmetinin bir eseri olarak hâmile kaldı, Hazret-i Îsâ’yı dünyaya getirdi. Yahûdîler, Hz. Îsâ’nın babasız olarak doğmasından şüpheye düştüler, “Babasız çocuk olamaz!” dediler. Hâlbuki Âdem Aleyhisselâm’ın hem babasız hem de anasız olarak yaratılmış olduğuna inanıyorlar, Hazret-i Îsâ’nın da bir hârika-i hilkat olduğunu görüp duruyorlardı. Buna rağmen Zekeriyyâ Aleyhisselâm gibi kadri pek âlî ve masum bir peygambere iftira ettiler. Yüz yaşında iken onu şehîd ettiler.

Görüntünün olası içeriği: bulut, gökyüzü, ağaç, bitki, açık hava ve doğa

Ayasofya camii! 55 mt yükseklik108 sütun ile 40 ,i Birinci diğerleri ikinci kattadir. kırk penceresiyle, 7 bin kandille samdanla aydınlatılan,40 ton gümüş kullanılmış,(haçlı seferinde yağmalanmistir.) Minberin sağında ki sütunlar farklıdır,her sütun ve mermerler farklı ülkelerden gelmistir.burada bir el izi vardır kime ait olduğu bilinmez.10 bin işçiyle 5 yılda yapılan Ayasofya camii'ni yaptıran zat: Süleyman a.s. min yaptığı Mescidi aksa'ya Süleyman mescidinde rakip olarak yapmış içeri girerek seni yendim Süleyman demiştir. Fetihten sonra ilk cuma namazı kilinmadan cuma namazı kılınırken imam kipleyi göremediği için uckere tekbir alırken Hızır as. Bir direğe parmağını sokarak kiplesini verirken dışarda bir hiristiyan kadının Ayasofya dönüyor demesi üzerine bırakmıştır. Ayasofya nin kiple çubuğu Mescidi aksa'dan geçerek direk kabeyi bulan en düzgün kıplesi olan camilerdendir. Zîrâ imam Hızır'in kıpleyi değiştirmesi,duzeltmesiyle imam kabeyi üçüncü tekbir de kabeyi karşısında görerek Cum'a namazını kildirmistir. Ismail yılmaz Alıntı.


HER HAL-Ü KARDA ZAMANIMIZIN OKÇULAR TEPESİNİ TERK ETMEYELİM...........Peygamberimiz, düşman süvârisine karşı koyacak süvârisi yokken ordusunu öyle tertip etmişti ki; düşman süvârisinin hücum edebileceği sadece bir yer kalmıştı. Orayı da okçularla kapatmıştı. Abdullah ibn-i Cübeyr kumandasında 50 okçuyu oraya yerleştirmiş, "Düşman süvârisi buradan hücum edecek olursa ok atarsınız. At oku yiyince geri döner. Ben emir vermedikçe gâlip olsak da, mağlup olsak da buradan aslâ ayrılmayınız" diye sıkı sıkıya tembih etmişti. Fakat, ilk anda düşman ordusunun bozguna uğratılmasından, zaferin kazanıldığını, harbin bittiğini zannederek okçuların çoğu yerinden çıkıp, ganîmet toplamak üzere gidiverdiler. Her ne kadar kumandanları «sakın ayrılmayın» demişse de harp bitti diye, dinlemediler. Kumandanları Abdullah ibn-i Cübeyr on kişiyle kaldı. Tam bu esnâda, oranın zayıfladığını fırsat bilen Kureyş ordusunun süvâri kolu kumandanı Hâlid ibn-i Velid, 200 kişilik bir kuvvetle, dağ geçidinde kalan okçuları şehîd etti. İslam ordusunun sol cenahından dolaşıp arkadan çevirdi ve arkadan vurdu. İşte böylece harbin çehresi birden değişti. Gâlib durumda olan Müslümanlar mağlup duruma düştü. Bu hâl, Müslümanları hayret ve şaşkınlığa düşürdü. Hâlid ibn-i Velid'in Müslümanları arkadan çevirdiğini öğrenen Kureyş kaçmaktan vazgeçerek geri döndüler. İki hücum arasında kalan Müslümanlar neye uğradıklarını bilemediler. Ümitsizliğe düştüler. Düşmanlar kudurmuşlardı. Hz.Peygamber'in yanına kadar gelmeği başarmışlar, Fahri Kâinât'ın etrafındaki Müslümanları dağıtarak O'nun yanına kadar sokulmuşlardı. Saad ibn-i Vakkas (R.A.)'ın birâderi Utbe-t-übnü Ebî Vakkas, müşriklerin saflarında idi. O da Peygamber Efendimiz'in çadırına kadar gelmişti. Attığı taşlarla Allah Rasûlü'nün alt dudağı yaralandı ve alt çenesinin sağ yanındaki rebaiyye (kesici) dişi kırıldı ve mübârek dişi şehîd oldu. İbni Kâmia'nın kılıç darbesiyle Fahri Kâinât'ın sağ omuzu yaralandı ve yine onun kılıç darbesiyle başındaki miğfer de parçalandı. Miğferin halkalarından ikisi Rasûlüllah'ın şakaklarına, yanaklarına battı. [Filhakikâ, Peygamberimiz'e ezâ verenlerin hepsi de üzerlerinden sene geçmeden belâlarını buldular. İbni Kâmia Uhud'dan ev halkının yanına döndüğü gün dağa ava gitmişti. Dağda, kendisini bir dağ keçisi boynuzlayarak delik deşik etti. İbni Şihab'ı Mekke yolunda ak benekli dişi bir yılan sokarak öldürdü, Utbe ibn-i Ebî Vakkas'ı Hatıp ibn-i Ebî Beltea öldürdü.]. Peygamber Efendimiz'in bulunduğu yerde, kılıçlar şakırdıyor, oklar sağnak sağnak yağıyordu. Bunun üzerine Eshab, halka oluşturmuşlar, Ebû Dücâne de kendisini kalkan yaparak, Peygamber Efendimiz'i koruyorlardı. Oklar O'na değmiyordu. Düşman, onun canına kasdedip her taraftan, Alemlere Rahmet olan Yüce Peygamberimiz'e oklar atarken, O'nun mübârek lisânından şu duâ göklere yükseliyordu: "Yâ Rabbi! Kavmim câhildir. Sen onlara hidâyet et. Onları affet. Çünkü onlar ne yaptıklarını bilmiyorlar".. İnsanlık târihinde acaba başka böyle bir hâdise var mıdır?. O gün Ebû Tâlhâ, bu sıkıntılı anlarda Peygamberimiz'in yanından hiç ayrılmamış, kendi kalkanı ile O'nun mübârek yüzünü muhâfaza etmiştir. Rasûlüllah harp sahasına bakmak istedikçe; "Aman, başınızı kaldırmayınız! Olmaya ki, bir ok isâbet eder," derdi. Sa'd ibn-i Ebû Vakkas ise Allah Rasûlü'ne yaklaşan herkese durmadan ok yağdırıyor, Rasûlü Ekrem de O'na kendi oklarını kendi eliyle vererek; "Bunları da at!" diyor ve kendisi için duâ ediyordu. Sa'd ibn-i Ebû Vakkas kendisine verilen okları müşriklere attıkça, hiçbirisi Rasûlü Ekrem'in yanına yaklaşamıyordu. Ümmü Emâre diye anılan Nesibe Hâtun, harp sabahı eline su tulumunu almış, Müslümanlara su dağıtıyordu. Kendisi Akabe'de Rasûlü Ekrem'e bîat edenlerdendi. Bu defa zevci ve iki oğlu ile beraber Uhud gazâsında bulunup, su hizmeti yanında, onların kahramanlıklarını da görmek istemişti. Vaktâ ki Müslüman mücâhitleri iki taraftan gelen hücum arasında kalıp şaşırınca ve arkasından hezîmet de başlayınca, elindeki su tulumunu bırakmış, onun yerine bir kılınç alarak, Allah Rasûlü'nü Kureyş'e karşı müdâfaa etmeğe başlamıştı. Son olarak İbni Kâmia ile vuruşurken yaralandı. Ebû Dücâne ise Allah Rasûlü'nü müdâfaa ediyor, gelen saldırılardan O'nu korumağa çalışıyordu. Bu esnâda sırtı kirpi gibi oklarla dolmuştu. Düşmana şiddetle karşı koyan Enes ibn-i Nadr, 70 kılıç darbesi yedikten sonra şehid edildi. O'nu kız kardeşi ancak parmaklarından tanıyıp teşhis edebildi. Hasan Arikan . Muhtasar Islam Tarihi.

Fotoğraf açıklaması yok.Hasan Bozkurt

Hz.Âişe (R.Anha)'nin yüceliği, zerâfeti, nezâheti hakkında 18 âyet nâzil olmuştur. hz.aişe ra. annemize iftira atan şia kafirdir.

Hasan Bozkurt ......... İfk Hâdisesi .Bu, Benî Mustalik Gazvesi (Müreysi gazası)'ndan dönüşte ortaya çıkan, bir iftira hâdisesidir ki Müslümanları çok büyük üzüntüler içinde bırakmıştır. Bu, doğrudan doğruya Hz.Âişe R.Anha'nın şerefli şahsına tevcih edilmiş pek çirkin bir yalan ve iftiradır. Hz.Âişe, Müreysi Gazası'na çıkmadan, ablası Esmâ'dan emânet bir gerdanlık almış ve boynuna takmıştı. Kâfile, sefer dönüşü konakladığı yerden sabaha karşı hareket hazırlığına başladı. Hz.Âişe, ânî bir ihtiyaçla biraz uzaklaşmak zorunda kaldı. Dönüşünde ablasından aldığı gerdanlığı düşürmüş olduğunu farketti. Develer teker teker kalkıyor, kâfile yürüyüş koluna giriyordu. Hz.Âişe, gerdanlığı bulmak için hızla geriye döndü. Karanlıkta el yordamıyla biraz aradıktan sonra gerdanlığı buldu. Dönüp hızla konaklama yerine geldiğinde kâfilenin yola çıkmış, uzaklaşmış olduğunu gördü. Hz.Âişe, olduğu yerde örtüsüne sımsıkı bürülü olarak bekledi. Kâfilenin geri hizmetlerine me'mur olan Saffan (R.A.) kâfileyi epeyce arkadan tâkip ediyordu. Şafak vakti o noktaya vardığında Hz.Âişe'nin tek başına beklediğini gördü. Devesinden inip, kendi devesine Hz.Âişe'yi bindirerek deveyi hızlı hızlı yürütüp Medîne önlerinde kâfileye yetişti. Hz.Âişe, Saffan'ın devesinden inip kendi taht-ı revânına geçti. Böyle kısa bir müddet kendi devesinden geri kalmış olmasını fırsat bilen Abdullah ibn-i Übeyy ve bütün münâfıklar fiskosa, iftira ve dedikoduya başladılar. Münâfıkların niyetleri; Hz.Âişe'nin babası Hz.Ebû Bekir (R.A.)'dan başlayarak, bütün Sahâbîlere yayılacak dehşet hissi ve bu hissin doğuracağı ihtilâflar vesîlesi ile İslam birliğini parçalamaktı. İftirayı öyle yaydılar ki Hz.Âişe'den başka herkes duydu. Hz.Ebû Bekir (R.A.) kıbleye doğru ellerini açmış; "Allâhım! Bu işin hakîkatını göster" diye iltica ediyordu. Müslümanların ağzını bıçak açmıyor fakat, herkes iftirayı muhâl görüyordu. Hz.Âişe (R.Anha) ise hakkında yapılan dedikodulardan habersizdi. Bir akşam Hz.Ebû Bekr'in hizmetinde olan Mistah'ın annesiyle gezerken, ayağı sürçünce kadın, Hz.Âişe'ye dönüp oğlu Mistah'a bedduâ etmişti. Bundan üzülen ve taaccüb eden Hz.Âişe Mistah'ın annesine; "Ne yapıyorsun? İnsan, sahâbi olan oğluna hiç bedduâ eder mi?" deyince kadın ağlamaklı gözlerle Hz.Âişe'ye bakarak; "Sen, ne asil ve fazîletlisin! Fakat, oğlum Mistah sana yapılan iftiraya inananlardan" dedi ve iftirayı anlattı. O âna kadar, söylenenlerden habersiz olan Hz.Âişe (R.Anha) başından vurulmuşa döndü. Doğru babasının evine gitti. Düşüp bayıldı. Annesi teselli vermeğe çalıştı, fakat teselli olamıyordu. Hz.Ebû Bekir ve zevcesi kendisini kaldırdılar, ayılttılar. "İftirâya değer verme. Allah hakîkatı gösterir, sabret." dediler. Hz.Âişe, evine Rasûlüllah'ın nezdine döndü. Fakat, hemen ateşler içinde yatağa düştü. Allâh'ın Rasûlü muazzam bir vakar ve sükûnet içinde çıkıp geliyor, yalnız sıhhatini soruyor ve başka hiçbir bahis açmıyordu. Hz.Âişe bu vaziyetten o kadar ürktü ki hemen izin alıp, babasının evine kapandı. Gecesi gündüzü duâ ve gözyaşı ile birçok günler geçti. Hz.Peygamberimiz, kime sordu ise hep O'nun mâsumiyeti hakkında cevaplar almıştı. Sonra, Hz.Ebû Bekr'in evine, O'nun yanına gitti ve ilk defa hâdiseyi ele aldı; "Bir günah işledinse tövbe et. Allah tövbeleri kabul eder. Günahın yoksa, hak mâsumluğuna şehâdet edecektir." dedi. Herkes sustu. Hz.Âişe, cevap versinler diye annesine babasına baktı. Onlar da hiçbir şey söylemiyor, susuyorlardı. Hz.Âişe doğruldu. Tâ can evinden konuştu; "Bu vaziyette ancak Allâh'a sığınırım. O'nun yardımını isterim." dedi. Çok geçmeden, Allâh'ın Rasûlü'nün alnında, o anda kendine vahyin geldiğinin ifâdesi olan, nokta nokta nur fışkıran ter damlaları görüldü. Hz.Âişe'nin mâsum, temiz ve pak olduğuna Allâhü Teâlâ şahâdet ediyor ve O'nun hakkında yapılan iftiraları reddediyordu. Bu hususta Sure-i Nur'un 11-20 Âyetleri inmişti. "Müjde yâ Âişe!" dendi. Bundan sonra annesi, Hz.Âişe'ye; "Kızım! Haydi zevcinin yanına git." dedi. Fakat, o anda o kadar duygulu idi ki; "Ben ancak Allâh'a şükrederim. Başka kimseye minnetim yoktur." dedi. Halbûki bütün minnetimiz Allâh'ın sevgilisi Muhammed'ül Mustafa Sallallahü Aleyhi ve Sellem'den gelecek şefâattadır. Bu inceliği herkesten de iyi bilen Hz.Âişe, sevilen zevce olmanın naz ve zerâfet mevkiinde olduğundan, bu şefâatı peşin olarak almış bulunuyordu. Böylesine büyük ve zor bir imtihandan sonra naz yaptığı için Peygamber Efendimiz'e böyle söylüyordu. Hz.Âişe (R.Anha)'nin yüceliği, zerâfeti, nezâheti hakkında 18 âyet nâzil olmuştur.....Hasan Arikan - Muhtasar Islam Tarihi

SİHİR Ve BÜĞÜ : !!!!!!!!!! Bir yerde muska ve benzeri büyü malzemeleri bulunsa ve görülse yahut birisinin bize büyü yaptığından şüphe etsek bile, her şeyden önce bir endişeye düşmemeli, moralimizi bozmamalı ve ümitsizlik içerisine girmemeliyiz. Özellikle de her şeyi büyüden bilme gibi bir yanlışın içinde olmamalıyız. Çünkü her hadisenin dizgini ve idaresi Allah'ın yed-i kudretindedir. O halde sihirden ve sihirbazların şerirnden de Ona sığınmalı, Ona yönelmeli, ancak Ondan yardım istemeliyiz.

SİHİR Ve BÜĞÜ : !!!!!!!!!! Bir yerde muska ve benzeri büyü malzemeleri bulunsa ve görülse yahut birisinin bize büyü yaptığından şüphe etsek bile, her şeyden önce bir endişeye düşmemeli, moralimizi bozmamalı ve ümitsizlik içerisine girmemeliyiz. Özellikle de her şeyi büyüden bilme gibi bir yanlışın içinde olmamalıyız. Çünkü her hadisenin dizgini ve idaresi Allah'ın yed-i kudretindedir. O halde sihirden ve sihirbazların şerirnden de Ona sığınmalı, Ona yönelmeli, ancak Ondan yardım istemeliyiz.

Sevgili Peygamberimizin (s.a.v.) tatbik ve tavsiye buyurduğu gibi, Felak ve Nâs sureleriyle birlikte, Âyetü'l-Kürsî’yi sıkça okumalı, kendimizi manevi bir siper ve koruma altına almalı, sonra da Allah Teala'ya tevekkül etmeliyiz.

Sihrin hakikati nedir, ondan kurtuluş nasıldır, korunmak için ne yapılır

Son devir dersiâmlarından Nakşî yolu Müceddidîn kolunun 33’üncü ve son halkasını teşkil eden Süleyman Hilmi Tunahan Efendi (k.s.) hazretleri bu hususta şöyle buyurmuştur:

“Sihir, insanin nefsindeki habâseti (pisliği, kötülük ve alçaklığı), başka bir habâsete bağlayarak, bir başkasına havale etmektir.”

İptâl-i sihr yani yapılan bir büyüyü bozmak için de tavsiyeleri şöyledir:

‘Cünnetü’l-Esmâ’yı, her birerinin başında Besmele çekmek suretiyle aşağıdaki şekilde 19 defa okuyunuz.

Bismillâhirrahmânirrahîm: “Ferdün Hayyün Kayyûmün Hakemün Adlün Kuddûsün min şerri’n-neffâsâti fi’l-ukadi”.

Bunu okumaya, asgari 7 gün devam eden, Allah’ın izniyle tesirini / faydasını mutlaka görür.

Bu illete yakalanmamak/çarpılmamak için de tavsiyeleri; son iki rek’at sünneti olan vakit namazlarının, bu son sünnetlerinin edasında da, Fatiha´dan sonra zamm-ı sure olarak Felak ve Nâs surelerini okumaktır. Bu vesileyle Cenab-ı Hak, onları okuyan mü’mini, sihir / büyü gibi tehlikelere karşı koruma altına alıyor.

Rabbim (c.c.) bizleri, bu âdi-alçak büyücülerin / havalecilerin her türlü kötülük ve pisliklerinden rahmetiyle hıfz u himale ve vikaye buyursun.

Hadis-i Şerif : ( Ahir zamanda bir topluluk zuhur eder. Ben onlardanım onlarda bendendir. Onların tamamı Allah dostudur. Denildiki; onların bir alameti varmıdır..!! Peygamber Efendimiz . (sav) : evet vardır. Çok fazla ilim sahibi değildirler. Kitabullahdan çok fazla ezberleri yoktur. Yaşlıları dahi kuran-ı kerimi öğrenir. Kuran-ı Kerimin tadına vardıklarından bir yolunu bulup ögretirler. Onların kurana ve sünnete bağlılıkları yalçın kayalardan daha sağlamdır. Allahü teala onları bir müjde ile gönderir ve onlardan Allahü zülcelal razıdır, ve onları Hz. Allah kıyamet günü peygamberlerin zümresinde haşr eder ve onların sebebi ile kullarını rızıklandırır, ve onların hürmetine belaları kaldırır.)......(Miftahunnecat)

Görüntünün olası içeriği: şunu diyen bir yazı 'Bir Müslüman, Sübhanallahi ve bihamdihi ve estagfirullah ve etübü ileyh derse, bu söz arşa asılır ve o kimse Allah'a kavuşuncaya [ahirete] kadar sahibinin işlediği hiçbir günah onu silmez ve O, söylediği gibi mühürlü olarak kalır. Hadis-i şerif'

BEL VE BOYUN FITIĞIM HİÇ DÜZELMİYOR DİYENLERE Birinci gün Kırkkilit otu çayı hazırlayın 1 su bardağı için aynı şekilde akşamda için aynı suyu günde 5 defa bel boyun fıtığınıza sürün kurusun üzerinde 2 nci gün ardıç yağı sürün sabah öğlen akşam dönüşümlü bu şekilde devam edin 30 gün 15 günde bir ara verin 10 gün devam edin sonra müzmin bel fıtığınız tamamen gidiyor saygılar şifa olsun M. Ulaş



Şevval ayındaki Eyyamı biyz olan günler 4 haziran perşembe günü başlıyor. Şevval ayının başından sonuna kadar oruç tutulabilir. Ancak eyyamı bıyz olan 12'si ile 17'si arasında yani 4 haziran ile 9 haziran arasında altı oruçları tutmak daha faziletlidir. Şevvaal ayında altı gün oruçlarını tutan kimse senenin tamamını oruçlu olarak geçirmiş olur.

Fotoğraf açıklaması yok.