19 Temmuz 2020 Pazar

Üç kavram: fâris, şücâ, batal. Fâris: düşman saldırdığında üzerine giden, ondan kaçmayandır. Şücâ: düşmanı savaş meydanına çağırandır. Batal: herkesin geriye çekildiği sırada düşmana saldırandır. Allah'ın kılıcı Hâlid b. Velid şücâ idi. Hazret-i Ali hem batal hem şücâ idi.

Görüntünün olası içeriği: şunu diyen bir yazı 'Kim Bid'at Ehlinden Buğz Ederek Yüz Çevirirse, Allahû Teâlâ Onun Kalbini Korkulardan Emin Kılar ve Îmânla Doldurur. Bid'at Ehline Sert Muamele Edeni de, En Büyük Korku Gününde Emin Kılar. Bid'at Ehlini Hâkir ve Zelil Göreni de, Cennette Yüz Derece Yükseltir. Bid'at Ehline Selâm Veren veyâ Onu Sevindirici Şeyle Karşılayan, Kur'an-ı Kerîm'i Küçümsemiş Olur. [Hâtib]'

Dövme yaptırmak caiz midir?

Vücuda iğneler batırılıp, açılan deliklere boyalı maddeler konularak yapılan dövme, eski çağlardan beri yapılan bir cahiliye âdeti olup, sağlık açısından zararlı olduğu gibi, dinen de yasaklanmıştır. Nitekim dikkat çekmek, daha güzel görünmek amacıyla, yaratılıştan verilmiş olan özellik ve şekillerin değiştirilmesi İslam dininde, fıtratı bozma kabul edilerek yasaklanmıştır (Nisâ, 4/119).
Hz. Peygamber (s.a.s.), vücuda dövme yapmak, dişleri incelterek seyrekleştirmek gibi ameliyeleri, yaratılışı değiştirmek, fıtratı bozmak kapsamında değerlendirmiş ve bunu yapanların ve yaptıranların Allah’ın rahmetinden uzak olacağını bildirmiştir (Buhârî, Libâs, 83-87; Müslim, Libâs, 120). Dolayısıyla dövme yaptırmak caiz değildir (İbn Kudâme, el-Muğnî, I, 129).

Diyanet işleri yüksek kurulu başkanligi

Ayasofya konusu kısaca nedir? Ayasofya, Justinianus tarafından 532-537 yıllarında yaptırılan, bazilika planlı bir patrik katedralidir. Kurulduğunda henüz Hz.Muhammed (s.a.v.) yok, Kuran nazil olmamıştı.. O günün müminleri tarafından, Allah’a ibadet edilmek üzere yapılan bir mabettir. Kubbesi Peygamber Efendimiz (S.A.V.)' in doğumu ile çökmüş ve yıllarca ayakta durdurulamamış. Taa ki, O'nun mübarek tükürüğü ve zemzem suyu kubbe harcına karıştırıldı sonrasında anca sabit kalabildi. Bu da ayrı bir inceleme konusudur. 916 sene mabet olarak kullanılmı.1453 senesinde İstanbulun fethi ile birlikte, Fatih Sultan Mehmet Han'ın bizzat kendisi tarafından, Konstantiniye Vakfına 55.000 duka altını ödenerek satın alınmıştır. (Dikkat: sadece kılıç hakkı değil aynı zamanda bedeli ödenerek satın alınmış) Sultanın kendi kurduğu vakfa kaydedilmiş, Mihrabı, minberi, kürsüsü, mahfeli, minaresi, alemi, külliye müştemilatı ile, bir İslam mabedi olarak sonsuza kadar devamı temennisi ve şartıyla ibadete açılmıştır. Fetihten sonra kılınan bir büyük Cuma namazı ile birlikte, Fethin sembolü kabul edilmiştir.. 1934 senesine kadar, (İstanbulun işgal yılları dahil) 481 sene minarelerinden ezan okunmuş, namaz kılınmıştır.. İstanbul’un işgalinden sonra ,Kurtuluş Savaşı veren Türkiye, 1923 senesinde bağımsız bir Cumhuriyet kurmuştur. Dolayısıyla müze işini, Lozana yada bilinen bir dış tehdite bağlamak akılcı değildir. Cumhuriyet kurulmasından sonra da, 11 yıl, Ayasofya, cami ve Fetih sembolüdür.. 1936 tarihli tapu senedinde dahi, Ayasofya Camii'nin sahibi Ebulfetih Sultan Mehmet Vakfı görünüyor. Dolayısıyla Ayasofya’nın ne olacağı ile ilgili tasarruf vakıftadır.. 19 Kasım 1936 tarihinde düzenlenen tapu evrakında “ 57 pafta, 57 ada, 7 parselde, Türbe, Akaret, Muvakkithane ve Medreseden oluşan Ayasofya-i Kebir Camii Şerifi, Ebulfetih Sultan Mehmet Vakfı üzerinedir" .... Bizzat Fatih Sultan Mehmet tarafından Ayasofya içinbir vasiyet yazılmış, cami dışında kullananlar, rıza gösterenler için; ‘Allâh’ın, Peygamber’in, meleklerin, bütün yöneticilerin ve dahi bütün Müslümanların ebediyen LANETİ ONUN VE ONLARIN ÜZERİNE OLSUN, azapları hafiflemesin onların, haşr gününde yüzlerine bakılmasın diye vasiyet edilmiştir.. Ayasofya nın vasiyete uygun bir şekilde, sahibinin isteğinin yerine getirilmesinden daha doğal ne olabilir? Bir risk varsa, bu risk net olarak bilinmelidir.. Asıl risk Allah’ın lanetinden korkmamaktır!!! Bu karar herhangi bir siyasi beklenti hesabıyla alınmamalı, Türk milletine yakışan, Ahde vefa anlayışıyla, Ecdadın vasiyetine sahip çıkma adına olmalıdır.. Bu risk ise, bu riski alan, bilerek yada bilmeyerek, Türkiye’nin sonsuza kadar sürecek İstiklal ve İstikbaline hizmet etme şerefinin sahibi olacaktır. Yalnız siyasi emellerine basamak olarak kullananlar müstesna!!! Bakanlar kurulu kararıyla müze yapılan cami, yeni bir bakanlar kurulu kararıyla aslına rücu ettirilebilirdi. Nedense bu yola yıllarca baş vurulmadı . Her ne hikmetse, yargıtaydan davanın reddi başkanlık avukatlarınca istenilse de, yargı mensupları kucaklarına bırakılan bombayı sahibine aklı selim ile iade etmişlerdir. Takdire şayan bir durumdur. Bu durumu bile siyasi şov yaparak kullanmak istediler, fakat çok geçmeden yine çark ettiler. Neymiş Ayasofya namaz saatlerinde cami, diğer zamanlarda kilise ve müze olarak hizmet verecekmiş. Zaten biz biliyorduk sizin bu işi yapacak siklette olmadığınızı da, bilmeyenler öğrenmiş oldu kendi ağzınızla. Bir de diyanet işlerini bozuk işinize alet ederek zaten yerlerde olan saygınlıklarını yanlış ve yalan fetvalarla halka göstermelerine vesile ettiniz. Tebrikler. Yüzyıllar boyu abdestli insanların gezindiği, duvarlarına Kuran sesleri sinmiş mabet, üç kuruş para, yahut yakın bir zamanda isletmesini bu günleri hesap ederek devrettikleri yahudi şirketi bahane edilmeden tam zamanlı cami olarak hizmete açılarak müze olmaktan kurtarılmasını dileriz, isteriz, yapanı sonuna kadar da destekleriz. Ayasofya nın açılması, Hz. Fatih’in lanetinin son bulması ile birlikte, Türkiye’nin ayaklarındaki pranganın sökülüp atılması olacaktır. Gereği yapılmalıdır.. Merak edenler için Fatih’in Vakfiyesi Aşağıda; ⬇️⬇️⬇️⬇️⬇️⬇️⬇️⬇️⬇️⬇️ FATİH SULTAN MEHMED HAN'IN AYASOFYA VAKFİYESİ.... “İşte bu benim Ayasofya Vakfiyem, dolayısıyla kim bu Ayasofya’yı camiye dönüştüren vakfiyemi değiştirirse, bir maddesini tebdil ederse onu iptal veya tedile koşarsa, fasit veya fasık bir teville veya herhangi bir dalavereyle Ayasofya Camisi’nin vakıf hükmünü yürürlükten kaldırmaya kastederlerse, aslını değiştirir, füruuna itiraz eder ve bunları yapanlara yol gösterirlerse ve hatta yardım ederlerse ve kanunsuz olarak onda tasarruf yapmaya kalkarlar, camilikten çıkarırlar ve sahte evrak düzenleyerek, mütevellilik hakkı gibi şeyler ister yahut onu kendi batıl defterlerine kaydederler veya yalandan kendi hesaplarına geçirirlerse ifade ediyorum ki; huzurunuzda, en büyük haram işlemiş ve günahları kazanmış olurlar. Bu sebeple, bu vakfiyeyi kim değiştirirse; Allâh’ın, Peygamber’in, meleklerin, bütün yöneticilerin ve dahi bütün Müslümanların ebediyen LANETİ ONUN VE ONLARIN ÜZERİNE OLSUN, azapları hafiflemesin onların, haşr gününde yüzlerine bakılmasın. Kim bunları işittikten sonra hala bu değiştirme işine devam ederse, günahı onu değiştirene ait olacaktır. Allâh’ın azabı onlaradır. Allâh işitendir, bilendir. (Fatih Sultan Mehmed Han / 1 Haziran 1453)

Hz.Yakup Peygamber (a.s.)'a sorarlar: -Dünya ve nimetlerinin fanî olduğunu, evlat ve mal sevgisinin kalbi kararttığını anlatırken, kaybolan evladınız Yusuf için ağlaya ağlaya gözleriniz görmez oldu, hikmeti ne ola ki? Yakup (a.s) şu ibretli cevabı verir: - Benim ağlamam evladımı kaybettiğim ya da onu bulamadığım için değil, hele hele rızkına Rabbimin kefil olduğu dünya hali için hiç değil Rabbimin emaneti olan ve dolayısı ile benim kendisinden mes'ul olduğum evladım; Ya imansız bir toplumun eline düşerde imansız ve asî bir hayat sürerse evladımın hesabını Rabbime nasıl vereceğim diye kendimi heder ettim ve ağlaya ağlaya gözlerim görmez oldu, buyurur.

Görüntünün olası içeriği: gökyüzü, yazı ve açık hava
Yusuf Yiğit

AYASOFYA MESELESİ 5

"AYASOFYA" çok ağır bir mesele, her kişinin değil er kişinin harcı olan bir iştir.

AYASOFYA CAMİ açıldığı zaman kendimce nezir ettim. Çünkü ben hala bu şerefli işin bunca haysiyetsiz işe imza atan, münafıkça işleri siyaset olarak pazarlayan bu iktidara nasip olmayacağına kati olarak eminim.

AYASOFYA İslam'a aykırı her nesne'den temizlenip, halısı serilip, 5 vakit namaz kılınıp, mahalle camisi gibi her daim ibadet edebileceğimiz ve sadece ama sadece müslümanların kullanımında olan bir CAMİ olmadığı müddetçe açılmış sayılmaz.

AYASOFYA içerisindeki dinimize aykırı nesneler, freks ve tasvirlerin akıbeti merak konusu oldu. Daha doğrusu AYASOFYA'nın CAMİİ olup olmadığını belirleyecek alamet oldu.

DİYANET bugün yaptığı açıklamada resim ve tasvirlerin namaz ve namazın sıhhatine mani olmadığını, ibadet esnasında perdelenmek yahut ışık vesilesi ile karartılarak namaz kılanların huşu içerisinde olmasını önem verdiğini belirtmiş.

DİYANET bu hain açıklama ile iki noktada müslümanları kandırmaktadır.

İlk mesele,

Eğer namaz kıldığınız yerde canlı resim yani insan veya hayvan resmi yahut tasviri varsa namaz caiz değildir. Üzerini örtmek yahut ters çevirmek gerekir.

Eğer manzara, göl, orman resmi varsa ilahi kudreti temaşa ve tefekkür için caizdir kılınabilir.

Fetva ve ictihatlar bu kadar sarih ve tartışmaya kapalı iken, Ülkede din adına yetkili tek kurum dayatması ile namazın sıhhatine zarar vermediğini beyan etmek ümmete hainlik, ilmi müktesebatı ve akideyi tahrif etmektir.

2. Mesele,

AYASOFYA fetih'den evvel Hristiyanlı'ğın ibadethanesi olan kilise olarak kullanılmıştır.Kilise kültür ve itikadında DİYANET kurumunun "resim" diyerek hafife aldığı tasvir ve freksler HRİSTİYAN itikadı olan "TESLİS" inancını yani "BABA, OĞUL VE RUHUL KUDÜS" üçlemesinden meydana gelen çoğul tanrıcılık temasını temsil eder. Yani basit tabirle resim diyerek üstü örtülen şeyler ŞİRK inancının özü ve putu'dur.

Yani günün 5 vakti toplamda 1 saat namaz kılınacak akabinde, 23 saat putlar teşhir edilecek.

Dediğimiz, anlatmak istediğimiz bu efendiler.

Gerçi olması gerektiği gibi yapıp sıvasalar veyahut yok etseler dahi bunuda Limak, Kolin, Cengiz inşaata verirler

DİYANET kurumu ehli sünnet hassasiyeti olanlar başım üzre, sapık teologların at koşturduğu bir kurum. DİYANET resmen ülkede din adına yetkili kurum olsadka, hakikaten din adına zararlı ve yetkisiz bir kurumdur nazarımda.

Benim şahsen rahatsız olduğum nokta, AYASOFYA gibi bir mukaddessin hırslara basamak edilmesidir.

Yakın dönemde AYASOFYA dahil müze ve ören yerlerinin işletimi yahudi SİCPA şirketine devredildi, hemde seçim vaadi olarak AYASOFYA vaad ettikleri halde.

Yani AYASOFYA tam Hristiyanları rahatsız edecek şekilde, değil müslümanların gazı alınacak şekilde açıldı sadece.

Tasvir konusunda troll ve yandaşlar teviller, çengi kvırtmalarıa başladı , buna karşı gelenler hain ilan edildi bile,

Bu konuda Harun Çetin hocamın profilindeki yazıyı okumanızı tavsiye ederim

Allaha emanet olun

Aldığı darbelerin etkisiyle Uygurca, “anne anne” diye feryat eden çocukların çığlıkları işkenceci Çinli’yi daha fazla öfkelendiriyor ve daha güçlü vurmaya başlıyor. Bizim suskunluğumuz kardeşlerimizin feryadını arttırıyor kopsun kıyamet


cennete ağaç diktiren dua

Görüntünün olası içeriği: ‎şunu diyen bir yazı '‎Cennette Ağaç Diktiren Duâ Sübhânallahi velhamdulillahi velâ ilâhe illallahu vallahu ekber, velâ havle velâ kuvvete illa billahil صلي له aliyyilazim.‎'‎

HÛD ALEYHİSSELÂM Hazret-i Hûd, Yemen’de, Hadramut civarında, Ahkaf denilen mahalde yaşayan Âd kavmine peygamber olarak gönderilmiştir. İnsanlar, Nuh tufanından sonra yine azıtmışlar, yollarını sapıtmışlar, Hak Teâlâ’nın dînine aykırı hareketlere cüret göstermişlerdi. Bunlardan bir kısmı da Âd kavmi idi. Bunlar, birçok nimetlere, kuvvetlere nail olmuş, muhteşem binalar yapmış, fakat Allâhü Teâlâ’nın birliğini inkâr ederek putlara tapmışlardı. Kendilerine Hûd Aleyhisselâm peygamber olarak gönderildi. Bu muhterem peygamber, onlara birçok mucizeler gösterdi, fakat inanmadılar. Nihayet yedi gece, sekiz gün devam eden şiddetli bir rüzgâr ile helâk oldular. Hûd Aleyhisselâm da kendisine îman edenler ile beraber Ahkaf’tan çıkıp gitti. Yüz elli sene yaşamıştır ve kabr-i şerîfleri Mekke-i Mükerreme’dedir.

MEVLANA CELALEDDİN-İ RUMİ Mevlana Celaleddin-i Rumi, asıl adı Muhammed, lakabı Celaleddin,ünvanı Hüdavendigar olup ‘’ Mevlana ‘’ diye meşhur olan bu zat devrin büyük alimlerindendir.1207 ( H.604 ) tarihinde Belh şehrinde dogdu ve 1273 ( H.672 ) senesinde Konya’da vefat etti. Mevlana zahiri ve Batıni ilimlerde allame olup aşk,vecd ve cezbe ehli idi. Şunun kesinlikle iyi bilinmesi gerekir:Mevlana, Ney,rebap,tanbur gibi çeşitli çalgı aletlerini çalmamış ve onlarla zikir etmemiştir.Mevlevi tarihine baktıgımız zaman, Ney,rebap tanbur gibi çalgı aletlerinin çalınarak yapılan tören ve sema meclisleri, ilk defa onbeşinci asırda ortaya çıkmıştır. İlk Mevlevi bestelerinin bestelenmesi de aynı zamana rastlar. Bu tarih Mevlana Hazretlerinin yaşadıgı dönemden 3-4 asır sonradır. Çalgı aletleri,Mevlana tarafından degil : gerçek aşk, vecd ve cezbeden yoksun olan bazı cahil kişiler tarafından zamanla Mevlevi tarikatına sokulmuştur. Ruhu’l Beyan tefsirinin kaynaklarından biri olan Mesnevi’nin birinci beytinde geçen ‘’ Ney ‘’ kelimesi bizim bildigimiz çalgı aleti olan ney degil : Mürşidi kamil demektir. ‘’ Ney ‘’den maksad’ın mürşidi kamil oldugunu, rahmetli Abidin paşa dokuz türlü isbat etmiştir. Mevlana Hazretleri, ney çalmak, ilahi okumak, oynamak,zıplamak, dans etmek, sema dönmek şöyle dursun yüksek sesle zikir bile yapmazdı. O, zikri hafi yani gizli zikir ile meşguldü. Bu konuda daha geniş bigi için bakınız : Merhum Abidin Paşa ‘’ Terceme-i ve Şerh-i Mesnevi Şerif c.1 – sahife 17


Görüntünün olası içeriği: şunu diyen bir yazı '"Allahü teâlânın aşkı ile dolmuş, evliyanın büyüklerinden olan Mevlana Celaleddin-i Rumi hazretleri, ney ve başka hiçbir çalgı çalmadı. Musiki dinlemedi ve raks etmedi. Zikrin kalb ile, sessiz olacağını Mesnevi'de bildirmektedir.' (S. Ebediyye)'