gerekir..!
İmâm-ı Rabbânî
1/260Mustafa Arabacı
İçerisinde İKON yani PUT olan TEK BİR Camii yoktur..
“Dünyâ hayâtı azdan daha azdır. Ona âşık olan, alçakların alçağıdır. O sihriyle bir topluluğu sağır ve kör eder. Böylece onlar ortalıkta şaşkın ve delîlsiz ortalıkta kalırlar.”
1- Nefiste insanlara şehvet kuvvetini vermiştir ki, şehvetine esir olduğun zaman, senin hayvanlar ile bir farkın yoktur. Zira şehvete esir olunca akıl çıkar. Senden akıl çıkınca akılsızlar içine girersin ki, hayvanlarda akıl yoktur.
2- Bu nefse gazap kuvveti vermiş. Gazap bir zulümdür ki, insan gazaba mahkûm oldu mu hem nefsine, hem evladına, milletine, hem devlete, hem vatanına, hem dinine, hem
Peygamberine zalimdir, haindir.
3- Nefse heva kuvvetini koymuş. Hevasına tabi olan hem Allah’ını, hem kitabını, hem
Peygamberini, hem dinini inkâr eder.
Artık mukaddesat canavarıdır o. Böyle değil mi? Bunu görmüyor musun yahu? Nefislerin gıdasını vermek için hopluyorlar , zıplıyorlar sabaha kadar şarkıları, türküleri
dinliyorlar da, ruhlarının gıdasını neden vermiyorlar? “ “ “” Neden bu şerefli olan Kur’ân-ı, şerefli olan melekle, şerefli olan bir ayda, şerefli olan bir gecede, şerefli olan bir Peygambere nazil olan bu Kur’ân-ı, o şerefli Peygambere ümmet olanlar niye bunu okumazlar? Dinlemezler.
وَلَقَدْ ذَرَأْنَا لِجَهَنَّمَ كَث۪يرًا مِنَ الْجِنِّ وَالْاِنْسِۘ لَهُمْ قُلُوبٌ لَا يَفْقَهُونَ بِهَاۘ وَلَهُمْ اَعْيُنٌ لَا يُبْصِرُونَ بِهَاۘ وَلَهُمْ اٰذَانٌ لَا يَسْمَعُونَ بِهَاۜ اُو۬لٰٓئِكَ كَالْاَنْعَامِ بَلْ هُمْ اَضَلُّۜاُو۬لٰٓئِكَ هُمُ الْغَافِلُونَ
Biz cehennem için cinlerden ve insanlardan öyle kimseler yarattık ki onların kalpleri vardır ama bu kalplerle idrâk etmezler, gözleri vardır onlarla görmezler, kulakları vardır onlarla işitmezler. Hasılı onlar hayvanlar gibi, hatta onlardan da şaşkındırlar. İşte asıl gafil olanlar onlardır.
Doğru konuştum şimdi. Hulasa nefsin hâkimi olduğu bir kimse, hayvanlar ne yaparsa onu yapar, münkirler ne yaparsa onu yapar, casuslar ne yaparsa onu yapar. İşte nefis şu üç kuvvete sahiptir. Bu üç kuvvet nefsin içerisindedir. Nefis de ceset ile yoğrulmuş, daima cesette mevcuttur.
Ya rab! Sana gözyaşlarımızla yalvarır, nefislerine mahkûm olan insanların, bu ümmeti merhûmenin evlatlarını halas eyle ya rab. Ya rab! Dini celil ile hidayeti onlara mazhar eyle. Ya rab! Bu kadar şerefli olan bir Peygamberin ümmetini devri fetretin uykusundan uyandır, zulmetten tenvir eyle Ya rab.
Ey azizler! 24 saat zarfında imandan bahsedilmezse o eve lanet yağar. İşte bundan halas olmak kurtulmak için .
Birinci nur namazdır. Birinci salah namazdır. İşte bu namaz bütün fenalıklardan koruyacak olan şey. Seni hayvanlar sınıfından, yırtıcı hayvanlar, parçalayıcı hayvanlardan ayırır. Huzûru ilahiye ye getirir. Melaike sıfatına sokar seni.
İkinci nur: Orucu Ramazan. Bakınız abdest almayanı çeker getirir buraya. Çünkü 11 ayda açmadığı rahmet kapılarını açmış miftahsız duruyor. Sende, bende, bilende,
bilmeyende girebilecek.
Üçüncü nur, Zekât. Zekâtta dört haslet vardır.
1- Kalbi temizler.
2- Cenâb-ı Hakk sadaka tabir ediyor ki, sadıklar zümresine yazar.
3- Malını temizler.
4- Malını ziyadeleştirir.
İşine gelmediği için öyle şey mi olur diyeceksin. Allah’ımız rıza-i ilahi yolunda verilen paranın, malın hakkını bire on olarak halk eder. Bakın ben size zenginlik sırrını
söyleyeyim Efendi. Zenginliğin İsm-i A’zamı şudur: Ya Rab kudreti mutlakanla, hazine-i ilahinden bana biraz mal mülk verip zekât vermek şerefiyle müşerref eyle Ya Rabbi.
Özünle, sözünle böyle olup ve böyle isteyecek. Birinci ilacı budur. İkinci, 40 gün doğru söyleyip, doğrudan ayrılma. Bak tecrübe et.
Dördüncü nur, Hac. İman tazeleniyor.
Ahit tazeleniyor, yepyeni anadan doğmuş oluyorsun. Biraz daha konuşalım. Şehvetine tabi olan, nefsine esir, tama ve hırsa köledir. Hevaya tabi olan mukaddesata
düşmandır. Bu fenalıkların başı hasettir, bir de vesvesedir. Öyle yanlış din aleyhinde mukaddesat casusluğu yapar. Necip ve has milleti, nezih bir milleti, aşılayacak
vesvese ile aşılayacak vesvese ile nesli çığırda çıkarır. Olur, olmaz vesveseler aman Ya Rabbi. Bir ayağının üstünde bin iftira. Bu mürtecidir, bu irticai telkin ediyor. Bunlar komünisttir. Yok, Efendim böyledir milleti galeyana getirir. İşte şu iki şeyden kötü bir şey yoktur. Onun için bütün ahkâmını söylüyor. Kitabının son ayetini haset ve vesvese ile bağlıyor. Mevlâ kitabını bu iki şeyle mühürlüyor. Allah Ümmet-i Muhammedi bunlardan halas eylesin. Âmin. Efendiler! “Bu insanların yaptığı kepazeliğe, azgınlığa karşı bu kadar rezalete rağmen, Mevlâ’nın bu dünyayı batırması lâzımdır.” Vakıa
Kavm-i Nuh, Kavm-i Lût vs. birçok kavimlerin yaptıklarından dolayı Mevlâ umumunu helak ettiğini kitabında beyan ediyor. Ama bu millete umumi afet yoktur. Mevlâ bu
Ümmet-i Muhammedi beladan muhafaza buyuruyor.
Çorap çıkarırken soldan, giyilirken ise sağdan başlanmanın adaptan olduğunu biliyor muydunuz?
☆ Yaşanmış Bir Hâtıra ....
Merhum Mahmud Ünver abinin oğlu Haydar Hilmi Ünver Beyefendi naklediyor:
“Rahmetli babam (Mahmud Ünver) anlatırdı:
"Biz Hazretimizde (k.s.) okurken Takvim ve Dua mecmuası yoktu. Mübârek gecelerde yapılacak ibadetleri Hazretimizden duyar ona göre ibadet ederdik. Regâib gecesi kılınan namazı da yine Hazretimizden öğrenip kılmaya başladık. Hazretimiz bu namazdan bahsettiği günlerde beraber okuduğumuz pek çok arkadaş Diyanet’in müftülük, vâizlik imtihanını kazanıp vazife yerlerine gitmişti. Ben bir puanla imtihanı kaybetmiştim ve biraz üzgündüm. Hatta imtihan neticesinin geleceği adres olarak Misafirhane’yi vermiştim. Zarfı bizzat Hazretimiz heyecanla açtı. Bir puanla kaybettiğimiz görünce Diyanet’e;
"Medresen mi var, kaç tane talebe okuttun da bir puan vermiyorsun?" diye celalli bir şekilde kızmıştı. Beni de bir dahaki sefere kazanırsın inşaallah diye teselli etmişti.
İşte ben bu namazı öğrenince Regâib gecesi müftü olmak niyeti ile bu namazı kıldım. Aradan biraz zaman geçti. Râmi’deki toptancı halinde Konya Bozkırlı bir esnaf vardı, Bazen onları ziyaret ederdim, yine onların yanına gittim, bana nerdesin, kaç gündür gelmeni bekliyoruz dediler, ben de ne oldu dedim, Antalya/Finike müftüsü vefat etmiş, ordan birkaç kişi müftünün yerine birini bulmak için buraya gelmişler. Senden bahsettik görüşmek istiyorlar dediler. Ben de onların istemesiyle müftü olunmaz, Diyanet’in tayin etmesi lâzım dedim. Olsun, sen yine bir görüş dediler ve Sirkeci’de bir otelde bekleyen adamlara telefonla haber verdiler. Adamlar hemen bir taksi tutup geldiler. Görüştük, durumu izah ettim. Biliyoruz biz Diyanet'e müracaat ettik, fakat ellerinde eleman olmadığı için beklememizi söylediler. Ama önümüz ramazan, biz ramazanı hocasız geçirmek istemiyoruz, sen bizimle gel, biz seni vekil müftü olarak tayin ettiririz. Sonra imtihana girer asâletini alırsın dediler.
Hocama (Hazretimize) bir sorayım dedim ve oradan ayrılıp Hazretimizin yanına gittim. Hazretimiz,
*"Yaa demek müftüleri vefat etmiş, taa Finike’den kalkıp buraya müftü aramaya gelmişler. Yine iyi insanlarmış"* buyurdu. Bana da,
*"Ben talebeyim, fakir bir âilenin çocuğuyum, yol masraflarımı karşılarsınız gelirim, de"* buyurdular.
Tekrar Finike’den gelenlerin yanına gittim, aynen Hazretimizin dediğini söyledim. Memnûniyetle kabul ettiler. Sonra Hazretimiz ile vedâlaşıp onlarla beraber Finike’ye gittim. Çok güzel bir ramazan-ı şerif geçirdik. Günde birkaç camide vaaz, mukâbele, derken Kadir gecesine ulaştık.
Bu arada beni vekil müftü olarak tayin ettirdiler. Kadir gecesi camideki program bitince,
- “Hocam buyur eve geçelim” deyip birinin evine götürdüler. Evde az sayıda insan vardı. *“Hocam belki sen daha kalabalık bekliyordun ama, bizim sana soracaklarımız var”,* dediler ve anlatmaya başladılar. “Bundan üç-beş sene öncesine kadar bizim her birimiz ud, kânun, keman vesaire çalardık. (Müzisyenlik yapardık) Finike’ye gelen kaymakam, asker hepsini biz eğlendirirdik. Sonra dedik ki, yaşlarımız elliye yaklaştı, bu hep böyle gitmez, biz bu işi bırakalım, dedik ve herkese duyurduk. Biz artık çalmıyoruz dedik. Geçen seneleri telâfi etmek için de bir arayışa girdik. Bir-iki sene birine bağlandık, fakat bir netice alamadık. İki senedir Adana’da Sami efendiye bağlıyız, yine bir şey olduğu yok. Senin bildiğin biri varsa bize lütfen söyle,” dediler.
Ben de onlara o güne kadar o günkü şartlarda bahsetme imkânı bulamadığım için anlatamadığım, Hazretimizi k.s) anlattım.
- “Bayramda bizi ona götürür müsün” dediler.
- “Olur” dedim. Aslında bayramda Sâmi efendi'ye gideceklermiş, ertesi gün içlerinden birisi Antalya’da ikâmet eden bir arkadaşına telgraf çekti. Telgrafta şöyle yazdı: "Bir zuhûrat üzerine yolumuz istanbul'a çevrildi. Biz buradan altı kişiyiz, siz de kaç kişi gelecekseniz birinci bayram günü İstanbul'a biletleri alınız.” Birinci bayram günü biri hanım yedi kişi beraber yola çıktık. İkinci gün İstanbul'a vardık. Onları Misafirhane’nin karşısında çay bahçesine oturttum. Ben Hazretimizin yanına vardım. Hal-hatırdan sonra misafirleri söyledim. “Hemen al gel” buyurdu. Hanım misafir hâne-i saadete geçti. Erkekleri Misafirhaneye getirdim. İçlerinden birisi ramazanın çok güzel geçtiğini falan anlattı. O anlattıkça Hazretimiz memnun oluyor, yüzünde âdeta güller açıyordu. Bir ara anlatan kişi, *“Efendim Mahmut kardeşimizi vekil müftü olarak tayin ettirdik, inşaallah asaleten müftü de yapacağız efendim”* deyince; Hazretimiz;
- "Mahmut vekil müftü mü oldu? Bana müsade edin Rabbime teşekküren iki rek’at namaz kılayım" buyurdu ve kalkıp iki rek’at namaz kıldı.
Bu sırada içlerinden biri devamlı ağlıyordu. Tabii huzurda soramıyorduk. Hazretimiz onları Misafirhâne’nin önündeki dairelerden birinde misafir etti. Bana tâlimat verdi, onlarla alâkalandım. Daireye geçince, ağlayan'a, niçin ağladığını sorduk. Şöyle anlattı:
- “Ben dün gece bir rüya gördüm. *Rüyamda Peygamberimiz (s.a.v.) Finike'yi teşrif etmişti.* Mahşerî bir kalabalık iki katlı bir evin önünde toplanmıştı. Balkondan birisi, ‘filan oğlu filan’ diye sesleniyor ve ismi söylenen kalabalığı yararak binaya varıp dışardaki merdivenden ikinci kata çıkıyor ve gözden kayboluyordu… derken benim adım söylendi, kalabalığı yara yara zorla binaya varıp yukarı çıktım. İsmimi seslenen beni bir odanın kapısına götürdü, kapı açıldı, bir zât beni elimden tutup Rasulullah'a (s.a.v.) götürdü. Rasulullah Efendimiz yerde oturuyordu, yanında Hulefâi Râşidîn efendilerimiz ve sahabe-i kirâmın büyükleri vardı, birinin önünde bir defter bulunuyordu, beni götüren zât; “Efendim; ümmetinden falanca, lütfen kabul buyurun” dedi. Ben elini öptüm. Peygamberimizin işareti ile önünde defter olan zât ismimi deftere yazdı. *Beni odanın kapısından alıp Rasulullah Efendimize takdim eden Kişi Efendi Hazretleri (k.s.) idi, ondan ağlıyordum”* dedi.
🌹🌻🌹🌻🌹🌻🌹🌻🌹🌻
O' defter'e adı yazılıp son nefes'e kadar son nefes dâhil silinmeyenlerden olmak duası ile..
https://www.facebook.com/LadikliAhm…/videos/808294652677391/