250. [1:275, Hadîs No: 426]
Atiyye es-Sa'di rivayet ediyor:
İdareci çok öfkelendiğinde şeytan ona galip gelir.[1]
251- [1:276, Hadîs No: 428]
Ebû Mûsâ (r.a.) rivayet ediyor:
Bir kadın güzel koku sürünüp bunu hissetsinler diye bir topluluğa uğrarsa, zina etmiş olur.[2]
Dinimizde hayır olsun, şer olsun her işin vesilesi onun hükmünü alır. O iş farz ise vesilesi de farz, haram ise vesilesi de haramdır. Buna göre namaz için alınan abdest farz olduğu gibi, zinaya sebep olan harama bakma ve haram nazarlara kendini arzetme de haramdır.
Dinimizde kadının ihtiyaç olduğunda dışarıya çıkmasına izin verilmiştir. Fakat bir kadın her ne sebeple olursa olsun dışarı çıktığında, Allah'ın emrettiği şekliyle tesettüre uymalı, hissedilecek koku kullanmamalıdır. Çünkü bu fitneye sebep olabilir. Bunun içindir ki Peygamberimiz bu hadislerinde, güzel koku sürünüp yabancı erkeklerin dikkat nazarlarını üzerine çekmek için sokağa çıkan kadınların zina etmiş olacaklarını ifâde etmektedir. Zinanın el zinası, göz zinası, dil zinası gibi çeşitleri vardır. Burada bahsedilen zina da göz zinâsıdır. Süslenerek sokağa çıkan kadtna bakan erkekler göz zinası işlemiş olacakları gibi, kadın da buna vesile olduğu-için bu mânâda zinâkar olmuş sayılır. Eğer kadının süslenerek sokağa çıkması zinayı da netice verirse, büyük bir günah işlenmiş olacağı da nazardan uzak tutulmamalıdır.
252- [1:276 Hadîs No: 429]
îbni Ömer'den (r.a.) rivayetle:
Karşından iki kadın birlikte geldiğinde aralarından geçme. Ya sağdan veya soldan geç.[3]
Kâinatın Efendisi Peygamber Efendimiz (a.s.m.) bu hadîs-i şeriflerinde de bizlere bir edeb dersi vermektedir. Birlikte yürüyen iki veya daha fazla kadının aralarından geçmek edebe aykırıdır. Sağ veya sol taraftan hangisi müsaitse oradan geçilmelidir. Bu, karşı tarafa bir nezaket olduğu gibi, insanın kalbinin de fitneden emin omasına sebep olur. Ayrıca su-i zanlara sebep olmaktan da korur.
253. [1:277, Hadîs No: 434]
Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle;
Bir kimse geceleyin uyanır, eşini de uyandırır, iki rekât namaz kılarlarsa Allah'ı çok zikreden kadın ve erkeklerden yazılırlar.[4]
254- [1:279, Hadîs No: 436]
Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:
Biriniz uykudan uyandığında afadest alsın ve burnuna üç defa su versin. Çünkü şeytan onun genzinde sabahlar.[5]
255- [1:280, Hadîs No: 437]
Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:
Biriniz uykudan uyandığında şu duayı yapsın: "Ruhumu bana geri döndüren, vücuduma afiyet ve Kendisini zikretme fırsatı veren Allah'a hamd olsun."[6]
256. [1:280, Hadîs No: 438]
Ebû Said'den (r.a.) rivayetle:
Kul Müslüman olup Islâmm gereklerini yerine getirdiğinde, Allah daha önce işlediği bütün kötülükleri affeder. Bundan sonra her amelin karşılığı şu şekilde verilir: İyilik on katından yedi yüz katma kadar karşılık görür. Kötülük, Allah affetmediği takdirde misliyle cezalandırılır.[7]
257. [1:281, Hadîs No: 439]
Ebû Bekre (r.a.) rivayet ediyor:
Bir adam din kardeşine silahını doğrulttuğunda ikisi de Cehen-nem'in kıyısındadır. Onu öldürdüğünde îse ikisi de oraya düşerler.[8]
Şakayla dahi bir mü'mine silah doğrultmayı yasaklayan Peygamberimiz (a.s.m.) burada öldürmek maksadıyla birbirlerine silah doğrultanların tehlikeli hallerini nazara veriyor. Çünkü her ikisi de birbirlerini öldürmek maksadıyla silahlarını çekmiş, yekdiğerine doğrultmuşlardır. Öldürdüğünde ise biri katil, diğeri de maktul olmuştur. Katilin suçluluğu açıktır. "Peki öldürülenin suçu nedir?" Böyle bir soruya muhatap olan Resûl-ü Ekrem (a.s.m.) "Çünkü o da onu öldürmek istiyordu" buyurmuşlardır. Şu var ki birisi daha atik davranmış, öbüründen önce silahı çekmiştir. Yoksa öbürünün de niyeti öldürmekti.
Böyle kimselerin halinin Cehennemin kıyısında bulunan kimselere benzetilmesi ise oldukça düşündürücüdür. Öldürme esnasında ikisi de Cehennemi boylamaktadırlar.
Bu hadîs bize adam öldürmenin ne kadar büyük bir günah olduğunu da bildirmektedir. O niyeti taşımak bile tehlikelidir. Allah'ın verdiği cana, en şerefli bir yaratığının hayatına kastetmek, onu öldürmeye yeltenmek yedi büyük günahtan biridir ve onların yeri doğrudan Cehennemdir. Canı, malı ve namusu müdafaa ise bahsimizden hariçtir.
258. [1:283, Hadîs No: 446]
Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle
Sen bir ayakkabı aldığında iyisini al. Elbise aldığında da iyisini al.[9]
Cenab-ı Hakkın Metin, Muhsin, Cemil, Mücemmil gibi bir kısım isimleri vardır. Bu isimler, tecelligahlannın da o ölçüde iyi, güzel, sağlam olmalarını isterler. "Herşeyin iyisini al" kaidesi gereğince yediğimiz, içtiğimiz, giydiğimiz şeylerde de mümkün mertebe iyi, sağlam olanlarını seçmek gerekir. Ayakkabının, elbisenin iyisini seçmek de bunun içerisine pirer. Hem sağlam ve iyi siüise, ayakkabı, ucuz ve kalitesiz olanlara göre daha dayanıklı olurlar ki ucuzdan daha ucuza gelmiş olurlar. "Ucuz alacak kadar zengin değilim" sözünde de ifade edildiği gibi ucuz mallar eğer kalitesiz iseler gerçekten para bir ölçüde boşa verilmiş olur. Herşeyin en iyisine talip olmamızı öğütleyen Resûl-ü Ekrem (a.s.m.) giyim gibi bir meselede dahi buna dikkat etmemizi öğütlemektedir.
259. [1:283, Hadîs No: 447]
Âişe'den (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuşlardır:
Mü'min hastalandığında körüğün pasını, pisini temizlediği gibi, hastalık da onu günahlardan öyle temizler.[10]
260. [1:284, Hadîs No: 448]
Enes'den (r.a.) rivayetle:
Bir yerin ağrıdığında elini ağrıyan yerin üzerine koy ve şöyle duâ et: "Allah'ın adıyla. Hissettiğim şu ağrıdan Allah'ın izzet ve kudretine sığınırım." Sonra elini kaldır. Bunu sayısı tek olmak şartıyla tekrar tekrar yap.[11]
261- [1:285, Hadîs No: 450]
Ebû Seleme (r.a.) rivayet ediyor:
Birinizin başına bir musibet geldiğinde şöyle desin: "Şüphesiz biz Allah'ın kullarıyız, sonunda yine Ona döneceğiz. Allah'ım, musibetimin mükâfatını ancak Senden istiyorum. Bundan dolayı beni mükâfatlandır ve onun ardından da bana daha hayırlısını ihsan et.[12]
262. [1:285, Hadîs No: 451]
Âişe (r.a.) rivayet ediyor:
Birinize bir sıkıntı eriştiğinde şöyle desin: "Allah, Rabbim Allah. Ben Ona hiçbir şeyi ortak koşmuyorum."[13]
263- [1:280, Hadîs No: 452]
.îbni Abbas'tan (r.a,) rivayetle:
Birinizin başına bir musibet geldiğinde benim vefatımla başına gelen musibeti hatırlasın. Çünkü bu en büyük musibetlerden birisidir.[14]
264. [1:286, Hadîs No: 454]
Ebû Satd (r.a.) rivayet ediyor:
İnsanoğlu sabahladığında bütün organları diline yalvararak şöyle derler: "Hakkımızda Allah'tan kork. Bizim istikâmetimiz ancak seninle mümkündür. Sen istikâmet üzere olursan, biz de istikâmet üzere oluruz. Sen saparsan biz de saparız."[15]
265. [1:287, Hadîs No: 455]
Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:
Sabaha çıktığınızda şu duayı okuyun: "Allah'ım, Senin yardımınla sabahladık. Senin yardımınla akşama kavuşuyoruz. Kudretinle diri-Hyor, kudretinle ölüyoruz. Dönüşümüz de ancak Sanadır.[16]
266. [1:288, Hadîs No: 457]
îbni Arar (r.a.) rivayet ediyor:
Yatağına uzandığında şöyle duâ et: "Allah'ın adıyla. Onun gazabından, şiddetli azabından, kullarının şerrinden, şeytanların vesveseleri ve yanımda bulunmalarından Allah'ın mükemmel sıfatlarına sığınırım.[17]
267. [1:288, Hadîs No: 458]
Câbir rivayet ediyor:
Biriniz uzun müddet evinden ayrı olduğunda geceleyin habersiz olarak aniden eve dönmesin.[18]
Aile hayatının huzurlu bir şekilde devamı, eşler arasındaki karşılıklı itimada bağlıdır. Peygamberimiz her vesileyle bu itimadı sarsacak şeyleri yasaklamıştır. Bu hadislerinde de uzun zaman evinden ayrı kalan erkeğin, haber vermeden baskın yapar gibi geceleyin aniden eve gelmesini hoş karşılamamaktadır. Çünkü böyle bir davranış "Kadının acaba bana itimadı yok mu? Benden kuşkulanıyor mu?" şeklinde düşünmesine sebep olabilir.
Haberli olarak dönmenin bir diğer hikmeti de kadınların hazırlanmaları, saçlarını, başlarını tarayıp dağınıklıklarını gidermeleri, temizlenip süslenmeleri içindir. Uzun müddet evinden ayrı kalan erkek hanımını pejmürde bir halde görmekten hoşlanmayacağı gibi, kadın da beyini böyle karşılamaktan rahatsızlık duyar.
Bu hadisin bir diğer hikmeti de zaman zaman yaşanılan aile faciasını önlemektir. Nitekim Asr-ı Saadette bu ölçüye dikkat etmeyen bir Sahabî, neredeyse büyük bir faciaya sebep olacaktı.
İslâm ordusu Müreysî Savaşından dönüyordu. Ordu geceleyin Medine yakınlarında konaklamıştı. Abdullah bin Revaha bir an önce evine gitmek istiyordu. Evine gitti, ıştk yanıyordu. Pencereden hanımının odasında birisinin yattığını gördü. İki eli yanına düştü. Çok heyecanlanmıştı. Hemen kılınanı sıyırdı ve ikisini de öldürme düşüncesiyle içeri daldı. Fakat bir an durakladı, hanımıyla konuşmak istedi, seslenerek onu uyandırdı, Kadın uyanır uyanmaz bağırdı. Abdullah, "Ben Abdullah'ım. Şu yanında yatan kimdir?" diye sordu. Kadın, "O kafur kadindır. Geleceğinizi işitmiştik. Onu saçımı taratayım ve kendime çeki düzen vereyim diye çağırmıştım. Vakit geç olunca burada kaldı" dedi.
Eğer Abdullah sormadan aklına gelen düşünceye göre hareket etseydi, büyük bir faciaya sebep olacaktı. Sabah olunca Hz. Abdullah Peygamberimizi karşılamak için şehir dışına çıktı. Abdullah'ın başından geçen hadise Peygamberimize vahyedilmişti. Yanındakilere, "Abdullah geceleyin olanları anlatacak" buyurdu. Abdullah yanına gelince de, "Ey Abdullah, ne oldu?" diye sordu. Abdullah geceleyin başından geçenleri anlatınca Peygamberimiz, "Geceleyin kadınların yanına girmeyiniz"[19] buyurdu.
268. [1:289, Hadîs No: 460]
Câbir bin Semre Resûl-i Ekrem’in (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
Allah birinize bir servet ihsan ettiğinde önce kendisi ve aile efradının ihtiyaçlarına harcasın.[20]
269. [1:289, Hadîs No: 461]
Ebû Osman'dan rivayetle:
Birinize güzel koku verildiğinde onu reddetmesin. Çünkü o Cennetten çıkmış gibidir.[21]
270. [1:290, Hadîs
Ömer (r.a.) rivayet ediyor:
İstemeksizin sana bir şey verildiğinde ondan ye ve başkalarına da ikram et.[22]
271. [1:290, Hadîs No: 463]
Ebû Hüreyre (r.a.) Peygamber Efendimizden (a.s.m.) rivayet ediyor:
Biriniz zekât verdiğinde şöyle demekteki sevabı unutmasın: "Allah'ım, omı benim için bir ganimet kıl, istemeyerek verilen bir mal kılma."[23]
İnsan âhiret saadetini kazanmak, sevabını arttırmakla görevli olunca, önüne birçok imkân ve fırsatlar açılır. İşte bunların en önemlilerinden biri de zekâttır. İslâmın beş şartı içerisinde bulunan zekât vermenin büyük sevabı vardır. Bu büyük sevabı kazanmak için zenginliğe ulaşmak ve zekâtı hakkıyla vermek gerekir. O nimete eren mü'min gönül hoşluğuyla zekâtını verir ve bunu sevap defterini kabartan büyük bir fırsat olarak değerlendirir ve o ânı dört gözle bekler. Hadis-i şerif bize, "Onu benim için bir fırsat ve ganimet kıl, istemeyerek verilen bir mal kılma" demek suretiyle bu fırsatı tam değerlendirmemiz gerektiğini öğretir. Nefsin zekât vermeden hoşlanmayacağı düşünülürse, bu hususta nefsi yenmenin gerekliliği de anlaşılır ve bunu başarmak için Allah'tan yardım dilenir. Nefsi bu duygudan kurtarmak, zekâtı hoşlanarak, severek, gönül rızasıyla vermek insana hadsiz sevap kazandırır.
Bu dua aynı zamanda kolayca verebilme için Allah'tan yardım dilemeyi de ihtiva etmektedir. İnsanın zekâtı rahat ve kolayca verebilmesi, o mal mülkün Allah'ın bir emaneti olduğunu, bizim ise bir tevziat memurundan farkımız olmadığım düşünmekle olur. O takdirde istemeyerek verme, yüz buruşturma, ekşitme, başa kakma, söz ve davranışla incitme gibi bir durum da söz konusu olmaz. Âyette mü'minlerin vasıfları anlatılırken, "Kendilerine rızık olarak verdiklerimizden Allah yofunda bağışta bulunurlar"1 buyurulur ki malın mülkün emanetten başka birşey olmadığı anlaşılır. Öyleyse zekât verilirken "Onu benim için bir ganimet kıl. İstemeyerek verilen bir mal kılma" denilmeli ki mülklenme, sahiplenme gibi duygulara meydan verilmesin.
272- [1:290, Hadîs No: 464]
Selman bin Âmir rivayet ediyor:
Biriniz orucunu açtığında onu hurmayla açsın. Çünkü o, berekettir. Onu bulamazsa suyla açsın. Çünkü su çok temizdir.[24]
273- [1:291, Hadîs No: 466]
Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:
Kıyamet yaklaştığında, nerede ise Müslüman kişinin hiçbir rüyası yalan çıkmaz. Rüyası en doğru olanlar ise en doğru sözlü olanlardır. [25]
274- [1:292, Hadîs No: 468]
Abbas (r.a.) rivayet ediyor:
Kul, Allah korkusundan dolayı ürperdiğinde, kuruyan ağaç yapraklan döküldüğü gibi günahları dökülür.[26]
275. [1:293 Hadîs No: 469]
Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:
Kişi yeme içmeyi azalttığında içine nur dolar.[27]
İçi dışı nur olmuş nice İslâm büyükleri gelmiş geçmiştir ki hepsinin en belirgin özelliklerinden biri az yiyip içmeleridir. Fazla yiyip içmekle nefsi azgıniaşttr-mamış, îâbir-i caiz ise, dili kapıcı hükmünde şımartmamışlardır. İnsan, nur gibi hafif, içi dışı aydınlanmış, manevî dünyası inkişaf etmiş, adetâ melekleşmiş böylesi kimseleri görme, işitme, hayat ve eserlerini okuma zevkine erince büyük bir muhabbetle gönlüne yerleştirivermekted ir.
Evet, yeme içmeyi azaltan birçok maddî hastalıklardan uzak kalmayı başardığı gibi manen de yükselme yoluna girmiş olur. Geçim sıkıntısı ve birçok maddî problemlerden kurtulur Maddeten ve manen sağlıklı bir hayat sürme imkânı elde İçi nut dolduğu için daima huzur ve saadet içerisindedir.
276. [1:294 Hadîs No: 471]
Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:
Namaz için kamet getirildiğinde koşarak gitmeyiniz. Normal yürüyüş ve vakarla gidiniz. Yetiştiğinizi kılın, yetişemedeğinizi tamamlayın.[28]
277. . [1:295 Hadîs No: 475]
Ibnı Ömer (r.a.) rivayet ediyor:
Bir kişi din kardeşini küfürle itham ettiğinde o küfür ikisinden birine döner.[29]
Yukarıdaki hadîste de belirtildiği gibi, dinimizde bir Müslüman) küfürle itham etmemek gerektiği bildirilir, böyle yapmanın büyük bir mes'uliyeti gerektirdiği ifâde edilir. Kur'ân-ı Kerimde, "Size selâm verenlere 'Sen Müslüman değilsin1 demeyin"[30] buyruiarak bir İslâm şeâiri olan selâmı verenlerin küfürle itham edilmemesi gerektiğine dikkat çekilir. Peygamber Efendimiz de îman esaslarından üç
şeyi sayarken bunlardan birisinin de "Lâ ilahe illallah diyenleri tekfir etmemek" okluğunu söyler.
Hatta kendisini küfürle itham edeni dahi küfürle itham etmemek gerekir. Hz. Ali'nin kendisini küfürle itham eden Haricîlerin kâfir olup olmadıklarını soranlara "Tekfirden sakınınız" cevabını vermesi, bu hususta gösterilebilecek güzel bir örnektir.
İmam-i Gazalî Hazretleri de bir Müslümanı küfürle itham etmenin büyük mes'ûliyet getirdiğini ifâde eder ve şöyle der:
"Bir kimseye küfür isnadında bulunmanın mânâsı, o şahsın öldürülmesinin mubah olmasına ve âhirette ebedî olarak Cehennemde kalacağına hükmedil-mesi demektir. Bu sebeple bir insanın kâfir olup olmadığında tereddüt varsa, tekfîr etmeyip duraklamak gerekir."
Bediüzzaman Hazretleri de küfürle itham etmeye çabuk cüret edilmemesine dikkat çekmiş; Allah'ın "filan kimseye niçin kâfir demedin?" diye sormayacağını, fakat Müslümana kâfir demenin insanı büyük bir mes'ûliyet altında bırakacağını bildirmiştir.[31]
Bediüzzaman Hazretleri mümkün olduğu kadar insanları küfürle itham etmekten sakınır, hattâ bir adamda zahiren küfrünü gerektirecek bir durumu görse bile tevile çalışır, ona kâfir demekten kaçınırdı.[32]
Öyle ise Müslümanları hemen küfürle itham etmek, doğru değildir, büyük bir mes'ûiiyeti gerektirir.
278. - [1:296 Hadîs No: 476]
Aişe (r.a.) rivayet ediyor:
Biriniz birşey yediği zaman Allah'ın adını ansın. Eğer başında Allah'ın adını anmayı unutursa "Bismillâhi alâ evvelini ve'1-âhirihî (Başında da, sonunda da Allah'ın adıyla)" desin.[33]
279- [1:296 Hadîs No: 477]
îbni Abbas'tan (r.a.) rivayetle:
Biriniz birşey yediğinde, "Allah'ım, bunu bize bereketli kıl ve onun yerine daha hayırlısını ihsan eyle" desin. Süt içtiğinde de, "Allah'ım, bunu bize bereketli eyle, bizim için arttır" desin. Çünkü hem yemek, hem de suyun yerini tutan sütten başka birşey yoktur.[34]
280. [1:298 Hadîs No: 480]
îbnİ Ömer (r.a.) rivayet ediyor: Biriniz et yemeği yediğinde elindeki et ve yağ kokusunu yıkasın[35]
281-[1:298 Hadîs No: 482]
Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:
Biriniz yemek yediğinde sağ eliyle yesin. Su içtiğinde sağ eliyle içsin. Sağ eliyle alsın, sağ eliyle tutsun. Çünkü şeytan sol eliyle yer içer. Sol eliyle alır ve verir.[36]
282- [1:300, Hadîs No: 486]
Berâ bin Âzib 'den (r.a.) rivayetle:
İki Müslüman karşılaştığında birbirleriyle müsafaha yapsın. Allah'a hamdeder ve karşılıklı olarak birbirleri için mağfiret dilerlerse ikisinin de günahları bağışlanır.[37]
283- [1:300, Hadîs No: 487]
Ömer (r.a.) rivayet ediyor:
İki Müslüman birbiriyle karşılaşıp birisi diğerine selâm verdiğinde Allah'a en çok sevimli olanı arkadaşına daha çok güler yüz gösterendir. Birbiriyle müsafaha ettiklerinde ise Allah ilk elini uzatana doksan, diğerine de on rahmet olmak üzere yüz rahmet indirir.[38]
284- [1:302, Hadîs No: 489]
Muhammed bin Mesleme (r.a.) rivayet ediyor:
Allah bir kişinin kalbine bir kadına dünürlüğe gitme isteği koyduğunda ona bakmasında bir sakınca yoktur.[39]
285- [1:302, Hadîs No: 490]
Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:
Sizlerden biri insanlara imam olduğunda namazı kısa tutsun. Çünkü içlerinde küçük, yaşlı, zayıf ve güçsüz, hasta ve ihtiyaç sahibi olanlar vardır. Tek başına kıldığında ise istediği kadar uzatsın.[40]
286. [1:304 Hadîs No: 495]
Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:
Biriniz ayakkabısını giydiğinde önce sağı giysin. Çıkardığında ise önce solu çıkarsın.[41]
287. [1:305 Hadîs No: 496]
Şeybe bin Osman rivayet ediyor:
Biriniz bir meclise vardığında kendisine yer verilirse oraya otursun. Yoksa baksın, gördüğü boş yere otursun.[42]
288. [1:305, Hadîs No: 497]
Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:
Biriniz bir meclise gittiğinde selâm versin. Oturmak isterse otursun. Kalktığında da yine selâm versin. Birincisi diğerinden daha üstün değildir.[43]
289- [1:306 Hadîs No: 498]
Ebu'l-Mes'ud rivayet ediyor:
Kişi sevabını Allah'tan bekleyerek ailesine bir harcamada bulunduğunda bu kendisi için sadaka olur.[44]
290- [1:306, Hadîs No: 499]
Aişe'den (r.a.) rivayetle:
Kadın, âdete uygun olarak ve israfa kaçmaksızın kocasının evinden birşey verirse, kendisi için verdiğinden dolayı mükâfat, kocasına da onu kazandığı için mükâfat, ona bekçilik edene de bundan dolayı mükâfat vardır. Bunlardan hiçbiri diğerinin sevabını eksiltmez.[45]
291. [1:308, Hadîs No: 503]
Ebû Hüreyre (r.a.) Resûl-ü Ekremin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
Birinizin ayakkabısının bağı bile kopsa "înnâ lillâhi ve innâ ileyhi râciûn (Biz Allah'ın kullarıyız, yine Ona döneceğiz)" desin. Çünkü bu da bir .musibettir.[46]
292. [1:308 Hadîs No: 504]
Ebû Hüreyre (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
Biriniz yatarken sağ tarafı üzerine yatsın. Sonra şu duayı okusun: "Yanımı Senin isminle yere koydum yâ Rabbi! Senin adınla onu kaldıracağım. Eğer ruhumu alırsan ona merhamet et. Almazsan iyi kullarını muhafaza ettiğin gibi muhafaza et.[47]
293. [1:309 Hadîs No: 505]
Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:
Kadın, geceleyin kocasının yatağını terkederse sabaha kadar melekler ona lanet ederler.[48]
294. [1:309, Hadîs No: 506]
Ebû Katâde (r.a.) rivayet ediyor:
Biriniz küçük abdestini yaptığında tenasül uzvuna zaruret yokken sağ eliyle dokunmasın. Tuvalete girdiğinde de dokunmasın. Su içtiğinde, su kabına üflemesin.[49]
295. [1:311, Hadîs No: 509]
Hadrâmt bin Âmir rivayet ediyor:
Biriniz küçük abdestini yapacağı zaman rüzgara yönelmesin ki, rüzgar idrarını geri çarpmasın. Sağ eliyle de istinca yapmasın. [50]
296. [1:313, Hadîs No: 513]
Enes (r.a.) rivayet ediyor:
Kul tevfae ettiğinde Allah onun günahlarını hafaza meleklerine unutturur. Aynı şekilde onun organlarına unutturur. İşlediği yerdeki izlerini de yok eder. Tâ ki Allah'ın huzuruna vardığında günah işlediğine dair aleyhinde şahitlik edecek birşey bulunmasın.[51]
297- [1:314 Hadîs No: 516]
Ebû Saîd rivayet ediyor:
Biriniz esnediğinde elini ağzını kapatsın. Çünkü şeytan esneyince içeri girer.[52]
298. [1:315 Hadîs No: 517]
Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:
Biriniz esneyeceği zaman kendini tutabildiğince tutsun. Çünkü birinizin esnerken "ha" demesine şeytan güler.[53]
299. [1:315, Hadîs No; 518]
Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:
Biriniz esnediğinde eliyle ağzını kapatsın.[54]
300- [1:315 Hadîs No: 519]
Übâde bin Sâmit (r.a.) rivayet ediyor:
Biriniz geğirdiği veya aksırdığında sesini yükseltmesin. Çünkü şeytan bu şekilde sesin yükseltilmesine sevinir.[55]
301 - [1:316, Hadîs No: 522]
îbni Abbas'tan (r.a.) rivayetle:
Kişi bir kadınla dini ve güzelliğinden dolayı evlendiğinde Allah o sayede fakirliğini giderir.[56]
302. [1:317, Hadîs No: 523]
Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:
Bir topluluk ahiret isteyenlerin görüntüsünü sergileyip gerçekte dünyayı istediklerinde yerleri Cehennemdir.[57]
303- [1:318, Hadîs No: 526]
Ebû Ümâme'den (r.a.) rivayetle:
İki Müslüman musafaha ettiklerinde daha elleri birbirinden ayrılmadan günahları bağışlanır.[58]
304. [1:318, Hadîs No: 527]
İbni Amr (r.a.) rivayet ediyor-
Malî yardlm yapmak istediğinde hemen ver.[59]
305.- [1:318, Hadîs No: 528]
Enes (r.a.) rivayet ediyor:
Kadın kocasından başka erkekler için güzel koku sürünüse bu onun için ancak ateş ve ahiret için utanç olur.[60]
306. [1:319, Hadîs No: 531]
Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmaktadır:
Biriniz bir şey temenni ettiğinde ne istediğine dikkat etsin. Çünkü hangi dileklerinin kabul edileceğini bilmez.[61]
307. [1:319, Hadîs No: 532]
Âişe (r.a.) rivayet ediyor-ki, Resûl-ü Ekrem (a.s.m.) şöyle buyurmaktadır:
Biriniz Allah'tan dilekte bulunduğunda bolca istesin. Çünkü Rabbinden istemektedir.[62]
308. [1:320, Hadîs No: 533]
Enes (r.a.) Resûl-ü Kibriya Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet etmiştir:
Biriniz din kardeşinin beden veya elbisesinin üzerinden birşey aldığında onu kendisine göstersin.[63]
309. [1:320, Hadîa No: 535]
îbni Ömer'den (r.a.) rivayetle;
Biriniz güzelce abdest alıp, sonra da sırf namaz için evinden çıkıp caminin yolunu tutarsa, attığı her sol adımı ondan bir günah düşürür. Sağ adımına karşılık da bir sevap yazılır. Bu, camiye girinceye kadar böyle devam eder. Eğer insanlar cemaatle kılman yatsı ve sabah nam azı ndaki sevabı bilselerdi emekliyerek de olsa ona gelirlerdi..[64]
310- [1:321, Hadîs No: 536]
Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:
Biriniz evinde abdestini alır, sonra camiye gelirse, dönünceye kadar namazda sayılır.[65]
311- [1:324, Hadîs No: 545]
Ebû Zer'den (r.a.) rivayetle:
Kişi ilim öğrenirken ölürse şehid olarak ölmüş olur.[66]
Şehitlik üç kısma ayrılır. Biri hem dünya, hem de âhiret şehididir. Hakiki şe-hidlerdir. Bunlar Allah yolunda halis bir niyetle cihada çıkıp da ölen kimselerdir. Yıkanmadan elbiseleriyle birlikte gömülürler. İkincisi sırf dünya şehididir ki, bu da önceki gibi savaşa katılmış, çarpışmış ve ölmüştür. Ama Allah için çarpışmamış, böyle bir niyet taşımamış, gerçek mahiyeti bilinmediği için dünyada şehid gibi muamele görmüştür.
Bir de savaşa gitmediği-halde âhiret şehidi sayılan kimseler vardır ki, bunlar dünyada şehid muamelesi görmedikleri halde âhirette şehidlik sevabını kazanırlar. Bir hadisten öğrendiğimize göre, veba gibi bulaşıcı hastalıklardan, kann ağrısından, zatülcenb hastalığından, suda boğularek, yıkık altında kalarak, yangından, hamileyken ve lahosalık dönemindeyken ölen kimseler[67] bu gruba girerler.
Bu ve daha başka hadislerde ilim öğrenirken ölen kimseler de bu üçüncü grup şehidlere dahil edilmiş, âhirette şehid muamelesi görecekleri belirtilmiştir.
Bir âyette Rabbimiz, ilim sahiplerine yüksek dereceler verileceğini[68] bildirir ki, bu yüksek derecelerden biri de ilim yolunda ölen kişinin şehitlik derecesine yükselmesidir. İlim öğrenenlerin Allah yolunda cihad edenlere eşit mükâfatlara ermeleri gerçekten büyük bir lütuftur. Başka bir hadiste bu mânâ teyid edilerek Kıyamet Gününde âlimlerin mürekkepleriyle şehidlerin kanının tartılacağı ve âlimlerin mürekkebinin şehidlerin kanından üstün geleceği bildirilir.[69] İlmin sayısız faydalan bir yana kazandıracağı "şehid" olma gibi büyük mazhariyet mü'mi-ni ilme teşvike yetmeli değil midir?
312- [1:325, Hadîs No: 547]
îbni Ömer (r.a.) rivayet ediyor:
Denkleri çıktığında kızlarınızı evlendirin. Musîbet ve engellerin gelmesini beklemesin.[70]
Peygamber Efendimiz (a.s.m.) bu hadislerinde kız velîlerine seslenerek uygun bir talip çıktığında kızlarını bekletmeden evlendirmeleri tavsiyesinde bulunmaktadır. Evlenme çağına gelmiş bir kıza bilhassa dînî yönden denk bir tâlîp çıktığında, kız velisi ince eleyip sık dokumamah, bir engel yoksa velîsi olduğu kızı isteyen gençle evlendirmelidir.
Evet, hayırda acele etmek gerekir. Çünkü hayırlı işlerin pekçok engeli vardır. Bir musibet, bir engel o hayırlı işin olmasına mâni olabilir. Hayırlı işi yerine getirmekte acele etmek, sadece dengi çıkan kızları evlendirmede değil, Müslüma-nın hayatının her safhasında tatbik etmesi gereken bir ölçüdür.
Ayrıca talibin reddedilmesi, eğer kız da onunla evlenmeyi istiyorsa, istenmeyen durumların ortaya çıkmasına da sebep olabilir.
313- [1:325, Hadîs No: 549]
Enes rivayet ediyor:
Herhangi biriniz, hanımiyla cinsî münasebette bulunduğunda bunu sevgi ve arzuyla yapsın. Hanımından önce tatmin olursa, acele etmesin, onun da tatmin olmasını beklesin.[71]
314. [1:326, Hadîs No: 550]
Talk(r.a.) rivayet ediyor:
Herhangi biriniz, hanımıyla cinsî münâsebette bulunduğu zaman, kandinin tatmin olmasını istediği gibi, hanımının da tatmin olmasını beklesin, hemen ayrılmasın.[72]
Peygamberimiz bu hadislerinde erkeğin hanımıyla cinsî münasebette bulunurken bunu arzuyla yapmasını, kendisi tatmin olduktan sonra eşinin de tatmin olmasını beklemesini tavsiye ediyor. Ki, bu tavsiye aile hayatının huzuruna tesir eden bir husustur. Çünkü evlilikte asıl gaye olmasa da cinsî lezzet, karı kocanın en tabiî hakkıdır. Bu sebepte, erkek sadece kendisini değil; hanımının da tatmin olmasını beklemelidir. Sırf kendisini düşünmesi hem bencillik, hem de haksızlıktır. Üstelik böyle bir şey aile hayatında tedavisi mümkün olmayan yaralar da açabilir. Meselâ tatmin edilmeyen ve kocasından hislerine karşı saygı görmeyen kadın, kuvvetli bir îmana sahip değilse veya zayıf irâdeliyse, gözü dışarıda kalabilir. Bu da aile düzenini alt üst eder.
Diğer taraftan, böyle bir kadın, artık cinsî münâsebeti bir eziyet olarak görür. Kocasının isteğini ya gönülsüz olarak karşılar, ya da reddeder. Bu durumun ailede problem çıkmasına sebep olacağı ise kesindir.
Ayrıca kadında psikolojik rahatsızlıklara ve ruhî bunalımlara sebep olduğu tıbbın tespitleri arasındadır.
Bunun içindir ki, Peygamber Efendimiz (a.s.m.) bu hadîsleriyle hem bir haksızlığı önlemiş, hem de âilelede geçimsizliğin mühim bir sebebini ortadan kaldırmıştır.
315 [1:328, Hadîs No: 558]
Ebû Ümâme (r.a.) rivayet ediyor:
Birşey seni tereddüte sevkedip içini kurcaladığında onu terket,[73]
316- [1:329, Hadîs No: 560]
Zeyd binErkam'dan (r.a.) rivayetle:
Kişi sevabı ölmüş anne ve babasına olmak üzere hac yaparsa, bu hem kendisinden, hem de onlardan kabul edilir ve onların ruhları göklerde bununla sevinir.[74]
317- [1:329, Hadîs No: 561]
Enes (r.a.) rivayet ediyor:
Kişi bir söz söylerken sağına soluna bakmırsa, o söz emânettir.[75]
318- [1:330 Hadîs No: 563]
Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:
Kalbinize başkasındaki bir nimete karşı hased duygusu gelirse, o duyguya uyarak haddi aşmayın. Kalbinize gelen sû-i zânnı gerçekmiş gibi kabul etmeyin. Uğursuz gördüğünüz bir şeyi yapmaktan çekinmeyin ve Allah'a tevekkül edin. [76]
İnsanda sevgi, şefkat, iyilikseverlik, cömertlik gibi müsbet duyguların yanısı-ra kin, hased, düşmanlık, inad gibi menfi duygular da bulunur. Bu duyguların herbirinin ayrı ayrı kullanma yerleri vardır. Müsbet duygular gibi menfî duygular da kanalize edilmeli, gerçek mecralarına oturtulmalıdır. Yoksa kendi hallerine btrakılır, gerekli kullanım yerlerini bulamazlarsa insanın başına belâlar açarlar.
Bu menfî duygulardan biri de haseddir. Hased başkalarının başarılarını, üstünlüklerini, kabiliyet ve imkânlarını kıskanmak, çekememek demektir. Bu duyguya kendini kaptıran kimse, din kardeşine gelen musibetlere sevinecek, ona verilen nimetlerden dolayı da üzülecek derecede alçalır. Bu tavrıyla kaderi tenkit ve rahmete itiraz etmiş olur. Bu duygu ancak diğer bir hadiste belirtildiğine göre mal mülk sahibi olup da onu Allah yolunda harcayan, bir de ilim öğrenip öğrendiği ilmi öğreten kimselere imrenme şekline dönüştürülürse faydalı hale gelir. Artık bu duygunun adı hased olmaktan çıkar, gıpta olur. Bu da gıpta edilen kimsenin elindeki nimetten mahrum kalmasını değil, aynı nimetin kendisine de verilmesini arzu etme şekline dönüşür.
Hased duygusu belirttiğimiz müsbet tarzıyla kullanılmadığında ya içten içe sahibini yakan bir ateş, ya da fiiliyata dökülerek bir fitne ve fesat âleti haline gelir. Böyle kimseler hased ettiği kimsenin elindeki nimetin gitmesi için gıybet, düşmanlık, hile ve entrika çevirme gibi çeşitli menfi tavır ve tutumlar içerisine girebilirler. İşte hadiste bunlar haddi aşma olarak nitelendirilmiştir.
Kalbe gelen sû-i zan da böyledir. Elde kesin bir delil olmadığı sürece "Öyle sanıyorum, zannederim, bu böyle" gibi kuruntular çoğu zaman hayale hakikat rengi vermek demektir. O sû-i zanna uyup onu gerçekmiş gibi kabul edip ona göre hareket etmek herşeyden önce sû-i zan eden kişinin huzurunu kaçırır. Daima tedirginlik içinde bırakır, Sû-i zan ettiği kişiye karşı bir güvensizlik içine girer. Bunun farkına varan sû-i zanna maruz kalan kişi de menfî bir tavırla karşılık verebilir. Böyle psikolojik bir atmosfere giren kişi çok geçmeden kendisi de "Çalma kapıyı çalarlar kapını" kaidesi gereğince sû-i zanna maruz kalır.
Kur'ân-ı Kerim bu ve buna benzer mahzurları sebebiyledir ki insanlığa yakışmayan bu kötü huyu yasaklar, "Ey îman edenler! Zannın birçoğundan kaçının. Çünkü zannın bir kısmı günahtır"[77] âyetinde geçen ve günah olan zan, işte bu sû-i zandır.
Sû-i zan aynı zamanda insanı yersiz, münasebetsiz ve faydasız araştırmalara iter, tecessüse götürür ki bu da dinimizde yasaklanmış davranışlardandır. Tecessüs fayda değil, zarar getirir. Kur'ân, "Birbirinizin gizli hallerini ve kusurlarını araştırmayın"[78] buyurarak böyie bir davranışı yasaklar.
Başta da belirttiğimiz gjbi zannı kanalize eden dinimiz onun hüsn-ü zanna dönüşmesini öğütler. Madem insanda zan denilen bir duygu bulunmaktadır. Bunu sû-i zan değil de hüsn-ü zan şeklinde uygu tay abilirsek bize büyük faydalar sağlar. Herşeyden önce hüsn-ü zan kişiye huzur verir, muhatabının da düzelmesini sağlar. Maksat, göniün huzur bulması ve başkalarına da faydalı olmaksa hüsn-ü zanla hareket edilmelidir. "Neden meşrutî hükümete ve dinsiz olmayan Jöntürklere mümkün olduğu kadar hüsn-ü zan ediyorsun?" sorusuna Bedîüzza-man Hazretleri şu güzel cevabi vermişti: "Mümkün olduğu derecede sû-i zan ettiğiniz için, ben hüsn-ü zan ederim. Eğer öyle ise, zâten öyle. Yoksa, tâ öyle olsunlar; yol gösteriyorum."[79]
Bu güzel duygunun bilhassa geçmiş devirlerin İslâm büyükleri için kullanılması gerektiği hususunda da şöyle diyor:
"Evet, insan hüsn-ü zanna memurdur. İnsan, herkesi kendinden üstün bilmelidir. Kendisinde bulunan sû-i ahlakı [kötü ahlakı], sû-i zan sâikasıyla başkalara teşmil etmesin; ve başkaların bazı harekâtını, hikmetini bilmediğinden takbih etmeşin [çirkin bulmasın]. Binâenaleyh, eslâf-ı îzamın [geçmiş [slâm büyüklerinin] hikmetini bilmediğimiz bazı hallerini beğenmemek sû-i zandır. Sû-i zan ise, maddî ve manevî içtimaiyatı [sosyal hayatı] zedeler."[80]
Bir şeyi uğursuz görme meselesine gelince dinimiz böyle birşeyin caiz olmadığını bildirmektedir. Baykuşun ötmesini, köpeğin ulumasını, bazı günleri ve eşyayı uğursuz görmek, uğursuzluğa yormak hurafeden başka birşey değildir. Daha buna benzer toplumda yaygınlaşmış bulunan birçok asılsız hurafe vardır ki bunların hiçbirinin İslâmda yeri yoktur. Bir işi uğursuz görerek ondan çekinmek de doğru değildir. İslâmda uğursuzluk değil, hayra yorma vardır. Kâinatın Efendisi Peygamber Efendimiz (a.s.m.) "Uğursuz gördüğünüz bir şeyi yapmaktan çekinmeyin ve Allah'a tevekkül edin" buyururken bizlere bu güzel dersi vermektedir. Allah'a sığınıp dayandıktan, Ona tevekkül ettikten sonra hiçbir şeyin zararı dokunmaz.
319- [1:330 Hadîs No: 564]
Şeddad bin Evs'den (r.a.) rivayetle:
Vefatı esnasında yanında bulunduğunuz kimsenin gözlerini kapatın. Çünkü göz ruhu takip eder. Arkasından hayır söyleyin. Çünkü melekler aile fertlerinin söylediklerine âmin der.[81]
320- [1:331, Hadîs No: 565]
Atnr bin As (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
Hâkim hüküm verirken hakkı bulmada gayret gösterir de doğruyu bulursa iki sevap kazanır. Gayretine rağmen hatâ ederse bir sevap kazanır.[82]
321- [1:331, Hadîs No: 566]
Enes'den (r.a.) rivayetle:
Bir konuda hüküm verdiğinizde âdil davranın. Bir canlıyı öldürdüğünüzde güzel davranın. Şüphesiz Allah ihsan sahibidir, iyilik ve ihsan sahiplerini sever.[83]
322. [1:332, Hadîs No: 569]
Ebû Hûreyre (r.a.) rivayet ediyor:
Kul Allah'tan korkarsa Allah da herşeye onun korkusunu verir. Kul Allah'tan korkmazsa Allah da onun kalbine herşeye karşı korku verir.[84]
323. [1:333, Hadîs No: 570]
Bir kul Kur'ân'ı hatmederse altmış bin melek onun için duâ eder.[85]
324. [1:333, Hadîs No: 571]Ebû Ümâme (r.a.) rivayet ediyor:
Biriniz Kur'ân'ı hatmettiğinde şöyle duâ etsin: "Allah'ım, kabrimde yalnız kaldığımda korku ve yalnızlığımı gider."[86]
325. [1:333, Hadîs No: 572]
Zeyd bin Erkam 'dan (r.a.) rivayetle:
Biriniz bir yolculuğa çıktığında din kardeşlerine veda etsin. Çünkü Allah onların kendisi için yapacakları duayı mübarek kılar.[87]
326. [1:333, Hadîs No: 573]
Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:
Üç kişi yolculuğa çıktığında içlerinden birini başkan seçsinler.[88]
327. [1:334, Hadîs No: 574]
Tavus rivayet ediyor:
Biriniz tuvalete girdiğinde şöyle desin: "Bana eziyet veren şeyleri benden gideren, faydalı şeyleri de bırakan Allah'a hamd olsun."[89]
328. [1:334 Hadîs No: 576]
Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:
Evinden çıktığında iki rekât namaz kıl ki kötü bir çıkıştan seni korusun. Evine girdiğinde de iki rekât namaz kıl ki, kötü bir girişten seni korusun.[90]
329. [1:334 Hadîs No: 577]
Vahşi bin Harb rivayet ediyor:
Geceleyin evinizden çıktığınızda kapılarınızı kapatın.[91]
330. [1:335, Hadîs No: 578]
Ebû Hümeyd es-Sâidî rivayet ediyor:
Biriniz bir kadınla evlenmek istediğinde, gayesi sadece evlenmek olması şartıyla ona bakmasında hiçbir sakınca yoktur, îsterse evlenmek istediği kimsenin bundan haberi olmasın.[92]
331- [1:335, Hadîs No: 580]
Âişe'den (r.a.) rivayet etmiştir:
Biriniz bir kadınla evlenmek istediğinde saçım siyaha boyuyorsa bunu ona haber versin.[93]
Dinimizde tercih edilen görüşe göre bir adam gençlere benzeme ve birisini aidatma düşüncesi olmaksızın saçını boyamasında bir günah yoktur. Peygamber Efendimiz (a.s.m.) bu hadîslerinde evlenmek isteyen bir erkeğin saçını siyaha boyamışsa bunu evlenmek istediği kadına haber vermesini, genç ve yakışıklı görünerek onu aldatmaktan kaçınmasını istemektedir. Çünkü aldatmak dinimizce haram kılınmıştır. Ayrıca böyle bir aldatma ilerde aile hayatına da zarar verebilir.
332. [1:336, Hadîs No: 581}
Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:
Günah gizli kaldıkça sadece sahibine zarar verir. Ortaya çıktığında düzeltilmezse topluma zarar verir[94].
Günahlar mânevi kirlerdir. Tövbe edilmedikçe kalbde siyah bir leke bırakır, zamanla kalbi karartarak mânevi felaketlerin sebebi olabilir. Fakat dikkat edilirse bu felâket ferdîdir, zararını sadece günahkâr kişi çeker. Ne zaman ki o günah gizlilikten çıkar, alenen işlenir veya duyulur, duyurulursa zararı kişiyi aşar; topluma da sıçrar.
Çünkü günahlar nefislerin hoşuna gittiği için kolayca benimsenir ve örnek alınırlar. Zamanla o günah cemiyette yaygınlaşmaya başlar. Zararı ise sadece o kişiyi değil, toplumu da sarar. Düzeltilmezse bir çokları ondan zarar görür.
Hadiste kusurları araştırmamaya da bir teşvik bulunmaktadır. Öyle kusurlar vardır ki gizli kaldıkça sahibini pişmanlığa götürür. Ama perde yırtılırsa cesaret kazandırır, açıktan işlemesine sebep olur. Gizli kalırsa pişmanlık duyar, ıslahına çalışır.
333- [1:336 Hadîs No: 582]
Ebû Hümeyd (r.a.) rivayet ediyor:
Biriniz camiye girince Peygambere salâvat getirsin ve şöyle desin: "Allah'ım! Bana rahmetinin kapılarını aç." Çıkınca da Resûlullaha salât ve selâm getirsin ve şöyle desin: "Allah'ım, Senden fazi ve ihsanını diliyorum."[95]
334- [1:338 Hadîs No: 586]
Ebu Şeybe el-Hudri rivayet ediyor:
Biriniz, bir topluluğun yanına vardığında kendisine yer açılırsa otursun. Çünkü bu Allah tarafından Müslüman kardeşinin kendisine yaptığı bir ikramdır. Eğer yer açılmazsa baksın, boş yer neresi ise oraya otursun.
335. [1:339 Hadîs No: 588]
Ebû Ümâme (r.a.) rivayet ediyor;
Biriniz Müslüman kardeşine gittiğinde yanından ayrılıncaya kadar o kendisinin âmiri durumundadır.[96]
336- [1:339 Hadîs No: 589]
Enes'den (r.a.) rivayetle Resûl-ü Ekrem Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmaktadır:
Misafir, bir topluluğa geldiğinde rızkıyla beraber gelir. Ayrıldığında da o topluluğun günahlarını bağışlatmış olarak ayrılır.[97]
337- [1:340 Hadîs No: 592]
Ebû Hüreyre (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyort
Ramazan ayı girdiğinde Cennet kapıları açılır, Cehennem kapıları kapanır, şeytanlar zincire vurulur.[98]
338. [1:340 Hadîs No: 593]
Ebû Saîd rivayet ediyor:
Bir hastayı ziyaret ettiğinizde, daha çok yaşayacağını söyleyin. Çünkü bu birşey değiştirmez, fakat hastanın gönlünü hoş tutar.
Varlıklar dünyasında en değerli şey insan hayatıdır. Hizmetlerin en üstünü de insan hayatına, onu korumaya, maddî ve manevî hastalıklardan kurtarmaya yönelik hizmetlerdir.
Doktorlar hastanın sağlığa kavuşması için uğraştıkları gibi ziyaretçilere düşen en büyük görev de hastaya moral ve ümit vermektir. Ölecek olsa bile hastaya bu mora! verilmelidir. Büyük İslâm âlimi Bedİözzaman "Meyus ve ümitsiz bir hastaya manevî bir teselli, bin ilaçtan daha ziyade nâfidir [faydalıdır]."[99] diyor. Doktorların da en önemli vazifesi bu olduğunu, olması gerektiğini tıp otoriteleri söylüyorlar. Ünlü doktor Ebû Bekir er-Razî bu konuda şunları söylüyor:
"Bir doktor şifâ ümidi vermelidir. Eğer netice alınacağından emin değilse, ruhun bulucu gücüne kulak vermiş gibi, doktor da henüz ölüm vukua gelmeden hastanın cesaretini arttırmak, ona yaşama kudreti telkin etmelidir." Doktorlar Sultanı İbni Sina da şöyle diyor;
'Tedavinin en iyi yollarından, en tesirli olanlarından biri, hastanın aklî ve ruhî güçlerini arttırmak, ona hastalıklarla daha iyi mücadele edebilmesi için cesaret vermek, hastanın çevresini sevimli ve hoşa gider hâle getirmek, sevdiği insanlarla bir araya getirmektir."[100]
Aslında bu ölçünün dayanağı İslâmtn ruhundaki ümit ve şevlctir. Kur'ân, Allah'tan ümit kesilmemesi gerektiğini öğretir.[101]
339- [1:341 Hadîs No: 594]
Kâtade (r.a.) rivayet ediyor:
Bir eve girdiğinizde ev halkına selâm veriniz. Çıktığınızda da onları selâmla Allah'a ısmarlayınız.[102]
340- [1:341 Hadîs No: 595]
Ömer'den (r.a.) rivayetle:
Bir hastanın yanına vardığında sana duâ etmesini iste. Çünkü onun duası meleklerin duası gibidir.[103]
341. [1:342 Hadîs No: 597]
Enes (r.a.) rivayet ediyor:
Biriniz duâ ettiğinde, isteğinde kararlı olsun. "Allah'ım, dilersen bana ver" demesin. Şüphesiz Allah'ı zorlayan hiç kimse yoktur.[104]
342- [1:343, Hadîs No: 598]
Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:
Biriniz duâ ettiğinde kendi duasına "Âmin" desin.[105]
343- [1:343, Hadîs No: 599]
Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:
Birisi yanında bulunmayan kardeşine duâ ederse bu işe görevli melek "Sana da bir misli verilsin" der.[106]
344. [1:343 Hadîs No: 600]
Talk bin Ali (r.a.) rivayet ediyor:
Erkek Özel ihtiyacı için hanımını çağırdığında, kadın ocak başında olsa dahi bırakıp kocasının isteğini yerine getirsin.[107]
345- [1:344 Hadîs No: 602]
Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:
Bir erkek hanımını yatağına çağırdığında hanımı gelmemekte diretir, kocası da kızgın olarak sabahlarsa melekler sabaha kadar o kadına lanet ederler.[108]
Kadın, kocasına karşı süslenir, temiz giyinir, onu kendisine bağlar ve kocasını cinsî noktadan tatmin ederse, onu harama düşmekten ve manevî hayatını tehlikeye atmaktan kurtarmış olur.
Fakat kocasına karşı süslenmez, hasta olduğunu veya canının sıkıldığını bahane ederek dâvetine cevap vermez, âdet hali bittiği halde "Devam ediyor" diyerek kocasına yalan söylerse, mesul olur. Diğer taraftan, kocası zayıf irâdeliy-se, şeytanın da vesvesesiyle gözü dışarılara kayıp harama düşebilir.
Ayrıca, erkeğin cinsî noktadan tatmin olmaması, ailede büyük bir huzursuzluğa da sebep olabilir. Hattâ bu huzursuzluk bazan boşanmaya kadar gidebilir.
İşte bu ve buna benzer sakıncaları içindir ki, Peygamberimiz (as.m.) kadına, kocasının cinsî noktadaki arzusunu yerine getirmesini tavsiye etmiş; âdeti bittiği halde "Devam ediyor" diye yalan söyleyen kadınlara da lanet okumuştur.
Bununla beraber, erkek de hanımın hastalık, aşırı yorgunluk gibi gerçek mazeretlerini nazara alarak anlayış göstermeyi, sabırlı olmayı bilmelidir.
346. [1:344, Hadîs No: 603]
Hilal bin Yesaf rivayet ediyor:
Birisi duâ ettiğinde kabul edilmese bile kendisine bir sevap yazılır.[109]
347- [1:344, Hadîs No: 604]
îbni Abbas'tan (r.a.) rivayetle:
Dua ettiğinde elinin içiyle Allah'a duâ et, tersiyle değil. Duayı bitirdiğinde de iki elini yüzüne sür.[110]
Bir Müslümanın ibâdetlerinde, hatta bütün hareket ve davranışlarında pusulası, ölçüsü, Sünnet-i Seniyyenin esasları olmalıdır. İbâdetin özü olan duada da Peygamberimizin bu meseledeki tatbikatı örnek alınmalıdır. İşte Peygamberimiz bu hadislerinde ümmetine duâ ederken ellerinin arkasıyla değil, avuçlarını yukarı kaldırarak duâ etmelerini tavsiye etmektedir.
Namazda Kâbeye yöneldiğimiz gibi, duâ ederken de ellerimizi göğe çeviriyoruz. Bu, Kabe namazlarımızın kıblesi, gökyüzü de dualarımızın kıblesi olması sebebiyledir. Temel kaide bu olmakla beraber bâzı istisnaî durumlar da vardır.
Bizler kul olarak bütün ihtiyaçlarımızı Yüce Rabbimizden istediğimiz gibi Ondan kusur ve günahlarımızı bağışlamasını da dileriz. Bizlere belâ vermemesi ve verdiği musibeti kaldırması için Ona yakarışta bulunuruz. Rabbimizden birşe-yi vermesini istediğim izdeki ses tonumuzla, vermemesini, bizi ondan korumasını istediğimiz şeylerdeki ses tonumuz birbirinden farklıdır. O halde bu iki farklı dileklerimizi yüce dergâhına arzederken ellerimizin durumu da farklı olur. İstediğimiz şeylerde avuç içleri semâya bakarken, gelmesini İstemediğimiz şeylerde avuç içleri yere bakar. Günlük hayatımızda da bir şeyin verilmesini istediğimiz-deki el hareketimizle, istemediğimizdeki el hareketimiz farklı değil midir?
Nitekim bu tatbikatı Peygamberimizin hayatında da görüyoruz. Hallad bin Said (r.a.) Resûlullahın bu tatbikatını şöyle bildiriyor:
"Peygamberimiz (a.s.nr.), Allah'tan birşey istediği zaman, avuçlarının içini semâya kaldırır, birşeyden Allah'a sığındığı zaman da ellerinin tersini semâya çevirirdi."[111]
Enes bin Mâlik de (r.a.), Peygamberimizin (a.s.m.) yağmur duasında kuraklığın felâketinden Allah'a sığınırken avuçlarının tersini gökyüzüne kaldırdığını bildirir.[112]
Çünkü yağmurun kesilmesi ve uzun müddet yağmaması bir musibettir. Yağmur duası bu belânın kaldırılması için yapılır. Kıtlığın, yağmursuzluğun giderilmesi için duâ edildiğinden Peygamberimiz avuç içlerini aşağıya çevirmiştir.
348. -[1:345 Hadîs No: 606]
îbni Ömer (r.a.) rivayet ediyor:
Biriniz düğün yemeğine davet edildiğinde gitsin.[113]
349. [1:346 Hadîs No: 610]
îbni Mes'ud'dan (r.a.) rivayetle:
Biriniz bir yemeğe çağrıldığında gitsin. Oruçlu değilse yesin. Oruçlu ise bereketlenmesi için duâ etsin.[114]
350- [1:348, Hadîs No: 616]
îbni Mes'ûd (r.a.) rivayet ediyor:
Size Allah'ın azabı hatırlatıldığı zaman yapmak istediğiniz kötülükten vaz geçiniz.[115]
351 [1:348, Hadîs No: 618]
Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:
Biriniz güzel bir rüya gördüğünde onu tâbir ettirsin, başkalarına da anlatsın. Kötü bir rüya gördüğünde de ne tâbir ettirsin, ne de başkalarına anlatsın.[116]
Hemen hepimiz hergün bir veya birkaç rüya görürüz. Bazan yıllardır görmediğimiz bir yakınımızla beraber olur, bâzan kuş gibi uçar, bâzan birbirinden güzel manzaralar içinde gezip dolaşırız. Çoğu zaman bunun bir rüya olduğunun farkında dahi olmadan, gerçekmiş gibi lezzet alır, sevinç duyarız. Ancak, herkesin her zaman güzel, müjdeli rüya göreceği de söylenemez. Bâzan sıkıntılı, korkulu, üzücü rüyalar da görebiliriz. Meselâ,—Allah geçinden versin—bir yakınımızın vefat etmesi, yırtıcı hayvanların kovalaması, düşmanla savaşmak gibi. Bu durumda da çok kere rüyada olduğumuzu anlayamadığımız için dehşete kapılır, kan-ter içinde uyanıveririz. Bazen, birkaç gün gördüğümüz rüyanın tesirinden kendimizi kurtaramaz, rüyamızı yakınlarımıza aniatarak bir tâbir bekleriz.
Peygamber Efendimiz (as.rn.) bu hadislerinde kişinin iyi bir rüya gördüğünde onu yorumlamasını, başkalarına da anlatmasını istiyor. Kötü bir rüya gördüğünde de onu yorumiamamasını ve başkalarına da anlatmamasını tavsiye ediyor. Çünkü Peygamberimiz başka bir hadislerinde, rüyanın tabir edilmedikçe askıda olduğunu, tabire göre gerçekleşebileceğini bildirmektedir[117]
Bu, kötü rüya görenin bunu hiç kimseye anlatmaması demek değildir. Çünkü Öyle rüyalar vardır ki, dehşetli, korkulu olduğu halde mânâsı çok güzel olabilir. Bunun içindir ki Peygamberimiz Sahabîlerin tabirlerini sorduklan rüyalar ürkütücü de olsa, onu hayırlı bir şekilde tabir etmiştir. Meselâ bir defasında Peygam-beremizin amcası Hz. Abbas'ın hanımı Ümmü'l-Fadl (r.a.) Resûlullaha "Rüyamda sizin bir uzvunuzu bizim evde gördüm" demişti: Peygamberimiz de "Bir hayır görmüşsün. Kızım Fatıma bir erkek çocuk dünyaya getirecek, sen de onu emzi-receksin" buyurdu.[118]
Öyle ise kötü rüya gören biri onu hayra yoracak olanlara anlatabilir. Böyle rüya görenler o rüyanın şerrinden Allah'a sığınmalıdır. Ayrıca her rüyanın tahakkuk etmeyeceğini veya kötü ve şer gibi görülen rüyalardan hayırlı neticelerin çıkabileceğini düşünmeli, dehşet ve korkuya kapılmamalıdır.
352. - [1:350, Hadîs No: 621]
Ebû Saîd el-Hudrî (r.a.) rivayet ediyor:
Biriniz sevdiği bir rüya görürse bu Allah'tandır. Bu sebeple Allah'a hamdetsin. Ve başkalarına anlatsın. Sevmediği bir rüya gördüğünde ise bu şeytandandır. Ondan Allah'a sığınsın ve onu hiç kimseye anlatmasın. Böyle yaparsa o rüya ona zarar vermez.[119]
353. . [1:351, Hadîs No: 622]
Amir bin Rebîa rivayet ediyor:
Biriniz kendi şahsında, malında veya Müslüman kardeşinde çok hoşuna giden bir şey gördüğünde, bereketi için duâ etsin. Çünkü göz değmesi haktır.[120]
354- [1:351, Hadîs No: 623]
Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:
Biriniz musîbete uğramış birisini gördüğünde içinden, "Beni sana verdiği musibetten koruyan, beni sana ve kullarının bir çoğuna gerçekten üstün kılan Allah'a hamdolsun" derse, bu söz kendisine verilen o nimete şükür olur.[121]
355. [1:352, Hadîs No: 624]
Ömer'den (r.a.) rivayetle:
Biriniz güzel bir kadın gördüğünde, ondan hoşlanırsa, hanımına gelsin ve onunla beraber olsun. Çünkü ikisindeki birdir, onda olan hanımında da vardır.[122]
356. . [1:352, Hadîs No: 625]
îbni Ömer (r.a.) rivayet ediyor:
Biriniz bir Müslüman kardeşinde bir musibet gördüğünde kendisini o musibete uğratmadığı için Allah'a hamdetsin. Fakat bunu ons duyurmasın.[123]
357. [1:354, Hadîs No: 627]
îbni Amr (r.a.) rivayet ediyor:
Ümmetimin zâlime, "Ey zâlim" demekten korktuğunu gördüğünde ondan ümidini kes.[124]
.
358. [1:354, Hadîs No: 628]
Âlimin fazlaca idareci ile haşir neşir olduğunu gördüğünde, onun hırsız olduğunu bil.[125]
Âlimin en mühim vazifelerinden birisi, idarecinin adaletle hükmetmesini temin etmek, zulmetmesini önlemektir. Bu vazifeyi yapabilmesi için de vakarını koruması gerekir. Bu gaye ile olmaksızın idareci ile sık sık haşir neşir olup, onun ihsan ve ikramını kabul eder, idarecinin imkânlarını şahsı için kullanırsa, genelde "kişi-ihsanın kölesi" olduğundan bu vazifesini hakkıyla yapamaz. İdareciyi îkaz etmeyi düşündüğü anda onun kendisine yaptığı ihsanları, emrine verilen devlet imkânlarını hatırlar, o ikazı yaparsa, kendisine yapılan ihsanların artık kesileceğini düşünür, îkaz etmekten vaz geçer, en azından taviz verir, fşte Peygamberimiz bu hadisleriyle, idareciyle aşırı derecede haşir-neşir olan böyle âlimlerin aslında birer hırsız olduğuna, o idareciden "sus payı" aldıklanna dikkat çekmektedir.
Güzel olan, âlimlerin bilhassa îkaz etmekle vazifeli olduğu idareciden, minneti altına girebilecek şekilde hediye kabul etmemesidir. Âlim eğer çeşitli ihsanları kabul etmişse, bu durumda da İhsanın kölesi olmamalı, hakkın hatırını her-şeyden üstün tutarak, gerektiğinde îkaz vazifesini yapabilmelidir.
359. [1:354, Hadîs No: 629]
Ukbe bin Âmir (r.a.) rivayet ediyor:
Kul Allah'a isyana devam ettiği halde, Allah hâlâ ona sevdiği dünyalık şeyleri veriyorsa, bu ancak Allah tarafından onun için bir istid-ractır[126].
Nimetlere mazhar olmakla veya onlardan mahrum bırakılmakla imtihan olunuruz. Kul şükrederse Allah nimetini bollaştırır, bereket ihsan eder. Günah ve isyanlara daldığında ise nimetini kısar; açlık, kıtlık, yokluk gibi çeşit çeşit felâketler verir. Genel kaide budur. Ama kul isyan ve günahlara gömüldüğü halde Allah hâlâ nimetlerini/kulun sevdiği şeyleri veriyorsa, aslında bu onun için bir nimet değil, bir musibettir, bir cezadır, daha da azmasına sebep olur. O halde se-fahet ve günahlara dalan insanların dünya nimetlerine kavuşmaları onfan aldat-mamalı, bizi de onlara özendirmemelidir. Netice önemlidir. Eğer o nimet bizi dünya ve âhiretin saadetine götürüyorsa gerçekten nimettir. Eğer günaha, dolayısıyla Cehenneme sevkediyorsa nimet değil, azaptır. Bir âyette de bu husus şöyle dile getirilmiştir: "Artık Kur'ân'ı yalanlayanları Bana bırak. Biz onları inkâr ve isyanlanna karşılık nimetler vererek hiç bilmedikleri bir taraftan azaba yaklaştıracağız."[127]
360. [1:355 Hadîs No: 630]
İbni Abbas'dan (r.a.) rivayetle:
Müslüman kardeşinde şunları gördüğün de ondan hayır bekle: Haya, emânete riâyet ve doğruluk. Bunları görmediğinde ondan hayır bekleme.[128]
.
361. [1:357, Hadîs No: 634]
İbni Huzeyme (r.a.) rivayet ediyor:
Bir adamın camilere devam etmeyi âdet haline getirdiğini gördüğünüzde, onun îmanlı olduğuna şahitlik getirin.[129]
362. [1:358, Hadîs No: 635]
Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmaktadır:
Kişiye dünyaya kalben bağlanmama arzusu ve az konuşma verildiğini gördüğünüzde ona yaklaşınız. Çünkü ona hikmet telkin ediliyor.[130]
363. [1:359, Hadîs No: 637]
îbni Ömer (r.a.) rivayet ediyor:
Sahabîlerime dil uzatanları gördüğünüzde "Allah'ın laneti kötülüğünüzün üzerine olsun" deyin.[131]
364. [1:360 Hadîs No: 640]
Ebû Ümâme (r.a.) rivayet ediyor:
Değiştirmeye gücünüzün yetmediği bir kötülük gördüğünüzde, o şey Allah tarafından değiştirilinceye kadar sabredin.[132]
Mü'minin en belirgin vasıflarından birisi iyiliği tavsiye etmek ve kötülükten sa-kmdırmaktır. Bir hadislerinde Peygamberimiz kötülüğe karşı mü'minin tavrını bildirirken vazifesini önce elle, ona gücü yetmezse dille engellemek, ona da gücü yetmezse kalble buğzetmek, nefret duymak, kötü karşılamak olduğunu bildirmişlerdir. Kötülüğü önlemek için elimizden gelen her türlü gayreti sarfettikten sonra, elimizden bir şey gelmediğini gördüğümüzde yapacağımız iş, o kötülüğün kalkması için Allah'a dua etmek, sabırla sona ermesini beklemek olacaktır. İşte bu hadis-i şerif kötülüğe karşı takınmamız gereken bu son tavrı nazanmıza vermektedir. Aksi bir tutum, hizmet edeyim derken zararlı olmayı bile netice verebilir.
365. [1:361, Hadîs No: 643]
Ali (r.a.) rivayet ediyor:
Allah'ın, kula fakirlik ve hastalık verdiğini gördüğünüzde şüphesiz Allah onu günahlardan arındırmak istiyor demektir.[133]
366. [1:364, Hadîs No: 650]
Selman el-Fârisî'den (r.a.) rivayetle:
Mü'minin kalbi Allah yolunda mücâdele ederken korku veya heyecandan titrediğinde, günahları olgun hurma salkımlarının dökülmesi gibi dökülür.[134]
367- [1:365, Hadîs No: 854]
Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:
Şu hayvanlara bindiğinizde konaklayarak onları dinlendirip doyurun. Onlara karşı şeytanlar kesilmeyin.[135]
368. [1:366 Hadîs No: 655.]
îbni Ömer Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
Biriniz Müslüman kardeşini ziyaret edip yanında oturduğunda ondan müsaade istemedikçe kalkmasın.[136]
369. [1:366, Hadîs No: 656]
Biriniz din kardeşini ziyaret ettiğinde oturması için kendisini topraktan koruyacak bir şey verdiğinde Allah da onu Cehennem azabından korur.[137]
Peygamberimiz pekçok hadîslerinde Müslümanlar arasındaki kardeşliği kuvvetlendirici tavsiyelerde bulunmuş, bu meyanda mü'minlerin birbirlerini ziyaret etmeleri, hal hatır sormalarını teşvik etmiştir. Kardeşliği zedeleyici davranışlardan ise sakındırmtştır. Bu hadîslerinde de, samimiyeti daha da arttıran, daha sık ziyarete arzu uyandıran bir husus üzerinde durmaktadır. Bu da ilgidir. Bir insanın kendisini ziyarete gelen bir din kardeşine oturması için yer göstermesi, ona ilgi gösterdiğinin işaretidir. Bunu yapmadığında, ziyaretçi kendisine değer verilmediği intibaına kapılıp bir daha ziyarete gelmeyebilir. Bunun için bir mü'min ziyaretine gelen kardeşine yer göstermeli, küçük bir şeyle de olsa ikramda bulunmalıdır. Peygamber Efendimiz (a.s.m.) yukandaki hadîslerinde böyle güzel davranışların birbirine eklenerek Cehenneme karşı kişiyi koruyacağını müjdeler.
Din kardeşlerimizi böyle izzet ve ikramla karşılamak bizim herşeyden önce İslâmî ve içtimaî vazifemizdir. Yukandaki hadîs-i şerif ise bu görevimizi yerine getirirken bizim için ayrıca bir teşvik unsuru olmaktadır.
370- [1:366, Hadîs No: 658]
Ebû'd-Derdâ'dan (r.a.) rivayetle:
Camilerinizi nakışlarla, mushaflarınızı da altın ve gümüşle süslediğinizde felâket başınızdadır.[138]
Camiler, içinde Allah'a ibâdet edilmek, ilim öğrenilmek için inşâ edilen mübarek mekânlardır. Bir ülkenin, bir şehrin bir köyün İslâm beldesi olduğununun en açık delilidir. Nitekim dedelerimiz uğradıkları her yere birçok mabedler inşâ ederek İslâmın mührünü basmışlardır. Bunun için mü'minlerin en mühim vazifelerinden birisi içinde Allah'a ibâdet edilecek ve ilim tahsil edilecek camiler inşâ etmek, camileri korumak, namazla camileri şenlendirmek, yani maddeten ve manen îmar etmektir. Yüce Rabbimiz bir âyet-i kerimede bu gerçeği şöyle bildirir:
"Allah'ın mescidlerini, ancak Allah'a ve âhiret gününe îman eden, namazlarını dosdoğru kılan, zekâtlarını veren ve Allah'tan başkasından korkmayan kimseler imar eder. İşte doğru yola ermişlerden olmaları umulanlar bunlardır."[139]
Ne var ki diğer manevî hizmetlerden taviz verme pahasına camilerin maddî îmarfarında lükse ve debdebeye kaçmak doğru değildir. Elbette camiler temiz olacak, halı döşenecek, imkân varsa ısıtma tertibatı temin edilecektir. Fakat cami inşâsında sadelikten ayrılmak, süslemede ifrata kaçmak, özü bırakıp şekille uğraşmak, duvarları binbir nakışlarla süslemek, en pahalı avizeleri asmak, halı üzerine halı sermek israftır. Camilere daha çok insanların gelmesini temin için îman ve Kur'ân hizmetine sarfedilecek milyarlarca lirayı süse harcamak Islâmi-yetin özünü kavramamak demektir.
Ayni şeyler Kur'ân için de geçerlidir. Kur'ân elbette şanına layık kaliteli kağıda basılacaktır. Fakat, aşırt derecede süslemek, maliyetini arttırmak, okunmak ve yaşanmak için indirilen Kur'ân'ı bir süs eşyası durumuna düşürmek doğru değildir. İşte Peygamberimiz bu hadislerinde camileri nakışlarla, mushafları altın ve gümüşle süslediğimizde felâketi beklememiz gerektiğine dikkat çekiyor. Bu hadis aynı zamanda Peygamberimizin bir mûcizesidir. Resûlullah asırlar sonra Müslümanların özü bırakarak kısırla uğraşacaklarını bilmiş ve haber vermiştir. Ki biz bu gün o felâketi yaşıyoruz.
371- [1:367, Hadîs No: 659]
İbni Abbas 'dan (r.a.) rivayetle:
Zilzal Sûresi Kur'ân'ın yarısına denktir. Kâfîrûn Sûresi dörtte birine, thlâs Sûresi de üçte birine denktir.[140]
Bu ve benzeri hadislerde geçen faziletler ilk bakışta mübalağa gibi görülebilir. Çünkü Kur'ânın içerisinde bu sûreler de yer almaktadır. Dolayısıyla bu sûreler kendilerinin de yer aldığı bütün Kur'ân'la mukayese edilmiş oluyor. Bedi-üzzaman, Sözler isimli eserinde bu meseleyi özetle şöyle îzah ediyor:
Kur'ân'ın herbir harfinin bir sevabı vardır. Allah'ın bir ihsanı olarak o harflerin sevabı sünbüllenir, bazan on tane verir, bazan yetmiş. Âyete'l-Kürsf harflerine yedi yüz, İhlâs Sûresi harflerine bin beş yüz, Berat Gecesinde ve makbul vakitlerde okunan âyetlere on bin, Kadir Gecesinde okunan âyetlere otuz bin sevap verir. Bu haliyle Kur'ân-ı Kerimin sevabı tartmaya gelmez. Belki gerçek sevabıyla bâzı sûrelerle tartılmaya gelebilir.
Meselâ bin tane mısır ekilmiş bir tarla farzedelim. Bazı tanelerin yedi sünbül verdiğini farzetsek, her bir sünbülde de yüzer adet mısır tanesi varsa bu durumda sünbül veren yedi tane bütün tarlanın üçte ikisine denk geliyor demektir. Bunun gibi bir habbe on sünbül verse, her sünbülde ikiyüz tane olsa, bu durumda bir tek habbe tarlaya ekilen habbelerin iki misli kadar olmuş olur. Bunu daha fazla devam ettirebiliriz.
İşte Kur'ân-ı Hakimi nûrânî, mukaddes semavî bir tarla olarak düşünüyoruz. Her bir harfi asıl sevabıyla birer habbe hükmündedir. Diğer sûrelerin sünbülleri nazara alınmadığında Yasin, İhlâs, Fatiha, Kâfirûn, Zilzal Sûreleri bütün Kur'ân'la tartılabilir. Meselâ Kur'ân'ın 300620 harfi vardır. İhlas Sûresinin harfleri ise besmele ile birlikte 69'dur. Hadiste İhlâs Sûresi Kur'ân'ın üçte birisine denktir denildiğine göre, İhlâs Sûresi'nin her bir harfine 1452 sevap düşmektedir. Hadisde ifâde edilen diğer sûreler de bu şekilde hesaplanabilir"[141]
372- [1:368, Hadîs No: 661]
Ebû Said rivayet ediyor:
Biriniz Rabbinden rızık istediğinde helâl olanı istesin.[142]
373- [1:368, Hadîs No: 662]
Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:
Biriniz Rabbinden bir şey istediğinde duasının kabul edildiğini hissederse, "îhsaniyla güze! nimetlerin tamamlandığı Allah'a ham-dolsun" desin. Duasının kabulü geciken de "Her hâl için Allah'a hamdolsun" desin.[143]
374- [1:368, Hadîs No: 663]
îrbad bin Sâriye (r.a.) rivayet ediyor:
Allah'a duâ ettiğinizde Firdevs Cennetini isteyin. Çünkü o, Cennetin en güzel yeridir.
375. [1:369, Hadîs No; 665]
Abdullah bin Zeyd'den (r.a.) rivayetle:
Birinize "Mü'min inisin?" diye sorulduğunda, îmanında şüphe varlığını hissettiren bir ifâde kullanmasın.[144]
Bir insan kalben îman esaslarına inanıyorsa, bu Allah katında mü'min sayılması için yeterlidir. Ancak Müslümanların onun mü'min olduğunu bilip ona göre muamele etmeleri için dili ile ikrar da gereklidir. İşte böyle bir kimse bu durumunu dile getirmek istediğinde kesinlik ifade eden bir deyimle Ben mü'minim demeli, "İnşâallah mü'minim" dememelidir. Çünkü bunda bir kararsızlık kokusu vardır. Bu konu kelâm kitaplarında "İmânda istisna" başlığı altında incelenir.
İşte Peygamberimiz de bu hadislerinde "Birinize 'Mü'min misin?' diye sorulduğunda fmanmda şüphe ifâdesini kullanmasın, yani 'İnşâallah mü'minim' demesin" buyurarak buna dikkat çekmektedir.
Bununla beraber buradaki "demesin" ifâdesini kesin bir yasaklama şeklinde değil bir tavsiye olarak değerlendiren bâzı kelâm âlimleri, zayıf ve taklidî bir îman için "İnşâallah mü'minim" demek doğru olmasa da, mükemmel ve tahkikî iman için "İnşâallah mü'minim" denilebileceğini söylerler. Buna göre her mü'min îmanın aslı ve özünün kendisinde bulunduğuna dair kesin bir ifâde kullanabilir. Ancak îmanının mükemmel olup olmadığı noktasında tereddüt dile getiren bir ifâde kullanabilir. Ayrıca bu âlimler son nefesdeki durumu nazara alarak kimsenin gelecek için kesin bir ifâde kullanması mümkün olmadığından "İnşallah mü'minim" ifâdesini caiz görmüşlerdir. Bu durumda bu ifâde "İnşâallah mü'min olarak öleceğim" demek olur.
376- [1:370, Hadîs No: 668]
Âişe (r.a.) rivayet ediyor:
Allah birinizin gelir kaynağını bir yöne bağlaraışsa, o yolla geçimini temin etmekte zorlanmadıkça o rızık kapısını terketmesin.[145]
377, [1:371, Hadîs No: 669]
Abdurrahman bin Cennab es-Selmt'den (r.a.) rivayetle: Allah kul için önceden manevî bir makam takdir etmiş, fakat kul ameliyle oraya ulaşamıyorsa Allah onun bedeni, çoluk çocuğu ve malıyla ilgili bir musibet verir, sonra da daha önce takdir ettiği makama ulaşması içip onu buna karşı sabırlı kılar.[146]
378.- [1:372, Hadîs No: 670]
Ani Ömer (r.a.) rivayet ediyor:
Bir kişi senin hakkında bildiği bir kusurla sana dil uzatırsa, sen de onun hakkında bildiğin bir kusurla ona dil uzatma. Böyle yaparsan, bu senin için bir mükâfat; onun için de bir vebaldir.[147]
379- [1:374, Hadîs No: 677]
İyiliklerin seni sevindirir, kötülüklerin de seni üzerse, sen olgun mü'minsin.[148]
380. [1:375, Hadîs No: 680]
îrbad bin Sâriye rivayet ediyor:
Erkek, hanımına su dahi içirse ondan sevap kazanır[149].
381.. [1:376 Hadîs No: 681]
Câbir'den (r.a.) rivayetle:
Birinizin lokması yere düştüğünde, üzerindeki rahatsız edici şeyleri temizledikten sonra yesin. Onu şeytana bırakmasın. Çünkü, bereketin yemeğin hangi parçasında olduğunu bilemez.[150]
382. [1:378, Hadîs No: 687]
Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:
Bir kişinin "İnsanlar helak oldu" dediğini duyduğunda, asıl heiâk olan kendisidir.
383- [1:378, Hadîs No: 688]
îbni Mes'ud (r.a.) rivayet ediyor:
Komşuların sana "İyi bir iş yaptın" dediklerini duyduğunda iyi bir iş yapmışsın, "Kötü bir iş yaptın" dediklerinde kötü bir iş yapmışsın demektir.[151]
Dinimizde insanın bütün hayatını düzenleyen prensipler, esaslar vardır. Bu cümleden olarak komşu münasebetleri de güzel bir şekilde tanzim edilmiştir. Yüce Rabbimiz bir âyet-i kerimede iyilik ve ihsana lâyık kimse ve gruplar arasında komşuları da sayarak şöyle buyurur:
"Allah'a ibâdet edin ve hiçbir şeyi Ona ortak koşmayın. Anne ve babaya iyilik edin. Akrabaya, yetimlere, fakirlere, akraba komşuya ve yabancı komşuya, yanınızdaki arkadaşa, yolcuya, mâliki bulunduğunuz kimselere iyilik edin."[152]
Peygamber Efendimiz {a.s.m.) pekçok hadîslerinde komşuluk üzerinde durur. Bunlardan ikisi şu mâeldedir:
"Cebrail bana durmadan komşuya iyilik yapmayı tavsiye etti. Bu sıkı tavsiyeden komşuyu komşuya mirasçı kılacağını zannettim."[153]
Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:
"Peygamberimizin (as.m.) üç defa: 'Vallahi mü'min olmaz' diye tekrarladığını işittim. Yâ Resûlallah, kim mü'min olmaz?' diye sordular, 'Komşusu şerrinden emin olmayan kimse' buyurdu."[154]
İşte Peygamber Efendimiz (a.s.m.) izahını yaptığımız hadîslerinde de komşulukla ilgili bir meseleye dikkat çekiyor. Nefsinin esiri olmayan, Allah'ın emirlerini yerine getiren komşuların, kişinin yaptığı işin iyi mi, kötü mü olduğuna şahitlik edebileceklerini bildiriyor.
İnsanın yaptığı iş hakkında böyle komşuların "İyi yaptın" veya "Kötü yaptın" şeklindeki değerlendirmelerini nazara almasını istiyor. Gerçekten de Allah'ın emrini bilen ve yaşayan komşuların bir meselede "İyi yaptın" demesi yapılan şeyin iyi olduğuna, "İyi bir şey yapmadın" demeleri de yapılan şeyin iyi olmadığına delildir.
384- [1:378, Hadîs No: ,689]
Ka'b bin Ucre (r.a.) Peygamber Efendimizin (a.s.m.) şöyle buyurduğunu rivayet ediyor:
Ezan sesini işittiğinde Allah'ın dâvetçisi olan müezzinin çağrısına[155]
385. [1:379, Hadîs No: 690]
Enes'den (r.a.) rivayetle:
Ezan sesini duyduğunda namaza git. Giderken ağırbaşlılıktan ayrılma. Safta bir boşluk bulursan orayı doldur. Yoksa din kardeşinin yerini daraltma. Kendin duyacağın kadar bir sesle oku, yanındakileri rahatsız etme. Dünyadan biraz sonra ayrılacak bir kimsenin namazı gibi namaz kıl.[156]
386- [1:380, Hadîs No: 695]
Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:
Horozların seslerini duyduğunuzda Allah'tan faz! ve ihsanını isteyiniz. Çünkü onlar melek görmüşlerdir. Eşek sesini duyduğunuzda da şeytandan Allah'a sığınınız. Çünkü o bir şeytan görmüştür.[157]
387- [1:381, Hadîs No: 698]
Câbir (r.a.) rivayet ediyor:
Geceleyin köpek havlamalarını, eşek anırışını işittiğinizde şeytandan Allah'a sığınınız. Çünkü onlar sizin görmediğiniz şeyleri görüyorlar.[158]
388. [1:382, Hadîs No: 699]
Ebû Hümeyd rivayet ediyor:
Benden rivayet edilen bir söz işittiğinizde kalbleriniz onu güzel görür, bedeniniz ona itaata meyleder, onu İslâmın ruhuna uygun bulursanız o bana aittir.
Şayet o sözü kalbleriniz çirkin görür, bedeniniz ona itaattan kaçınır ve onu İslâmın ruhuna uygun bulmazsanız ben o sözden uzağım.[159]
389- [1:383, Hadîs No: 700]
Üsâme bin Zeyd'den (r.a.) rivayet ediyor:
Bir yerde veba hastalığının çıktığını duyarsanız oraya girmeyiniz. Eğer hastalık bulunduğunuz yerde çıkarsa, kaçma niyetiyle oradan çı km ayınız.[160]
Peygamber Efendimizin (a.s.m.) bu hadisleriyle bugün kullanılan karantina usûlünü 1400 sene önce getirdiğini görüyoruz. Burada bulaşıcı bir hastalığa yakaianan kimsenin o hastalığı başka taraflara taşımaması için bulunduğu yerden ayrılmamasını, sıhhatli kimsenin de bulaşıcı hastalığın bulunduğu yere girmemesini istemektedir. Peygamber Efendimiz (a.s.m.) başka bir hadîslerinde de bulaşıcı hastalığa yakalanıp da bulunduğu yerden ayrılmayan, sabrederek neticeyi bekleyen kimsenin sevab kazanacağına dikkat çekmiştir.[161]
İzah ettiğimiz hadis aynı zamanda Müslümanın kader anlayışını yansıtması bakımından da mühimdir. Bir Müslüman "Kaderimde ne varsa o olur" diyerek kendisini tehlikeye atamaz. Buna karşı tedbir alması gerekir. Tedbirine rağmen musibete uğrarsa o zaman da sabretmelidir.
Hicretin 18. yılında Şam'da veba salgını çıkmıştı. Bunun üzerine Hz. Ömer alınan tedbirleri yerinde incelemek için Şam'a hareket etti. Şam'a yaklaştığında ordu kumandanı Ebû Ubeyde bin Cerrah (r.a.) ve arkadaşları onu karşıladılar ve veba salgınının iyice yaygınlaştığını söylediler. Hz. Ömer orada bulunanlarla istişare etti ve neticede Medine'ye hareket etme emrini verdi. Bunun üzerine Ebû Ubeyde bin Cerrah (r.a.) Hz. Ömer'e, "Allah'ın kaderinden mi kaçıyorsun?" diye sordu.
Hz. Ömer'in verdiği cevap manidardı. "Evet," dedi. "Allah'ın kaderinden yine Allah'ın kaderine kaçıyoruz. Ne dersin? Eğer senin develerin olsaydı, onları iki yamacı olan bir vadiye indirselerdi. O yamaçlardan birisinin yaylım otu fazla, diğeri ise çorak olsa ve sen de develerini otlak yerde gütsen Allah'ın kaderiyle gütmüş, otsuz yerde gütsen yine Allah'ın kaderiyle gütmüş olmaz mısın?"
Ebû Ubeyde (r.a.) bu güzel cevap karşısında söyleyecek bir şey bulamadı. Bu arada gelen Abdurrahman bin Avf (r.a.), "Ben bu hususta bir şey biliyorum. Onu Resûlullahtan işitmiştim" dedi ve yukarıdaki hadisi rivayet etti. Bunu duyan Hz. Ömer Allah'a hamd etti.
390- [1:384, Hadîs No: 702]
Abdullah bin Amr bin Âs (r.a.) rivayet ediyor:
Ezanı duyduğunuzda müezzinin sözlerini tekrarlayınız. Sonra bana salavat getirin. Çünkü kim bana bir defa salavat getirirse Allah buna karşılık ona on defa rahmet eder. Sonra da benim için Allah'tan Vesîle'yi dileyin. Vesîle, Cennette bir makamdır ki, Allah'ın kullarından sadece bir tanesine nasib olur. Onun ben olacağını ümid ediyorum. Kim benim için Vesîle'yi dilerse, kendisi için şefaatim kesin vacip olur.[162]
391- [1:386, Hadîs No: 707]
Ebû Katâde'den (r.a.) rivayetle:
Biriniz su içtiğinde içtiği kabın içine nefesini salmasın. Tuvalete girdiğinde tenasül uzvuna sağ eliyle dokunmasın. Sağ eliyle temizlenmesin.
392- [1:386, Hadîs No: 71
Ali (r.a.) rivayet ediyor:
Su içtiğinizde emerek için. Ağzınıza dökercesine boşaltmayın.[163]
393- [1:392, Hadîs No: 725]
Enes (r.a.) rivayet ediyor:
Kadın beş vakit namazını kılar, Ramazan orucunu tutar, namusunu muhafaza eder, kocasının meşru isteklerine itaat ederse Cennete girer.
394- [1:392, Hadîs No: 726]
Rebi' binti Muâz rivayet ediyor:
insanlar birinin cenaze namazını kılıp onun iyiliğinden bahsederse Allah şöyle buyurur: "O kişi için bildikleri şeyler hakkındaki şahitliklerini kabul ettim, bilmedikleri kusurlarını da affedeceğim."[164]
395.1:393, Hadîs No: 728
Haris et-Teymî rivayet ediyor:
Sabah namazını kıldığında hiç kimseyle konuşmadan önce yedi defa "Allah'ım, beni Cehennem ateşinden koru" de. Eğer o gün ölürsen Allah senin için Cehennem ateşinden koruyucu bir berat yazar. Akşam namazını kıldığında hiç kimseyle konuşmadan önce yedi defa "Allah'ım, beni Cehennem ateşinden koru" de. Eğer o gece Ölürsen Allah senin için Cehennem ateşinden koruyucu bir berat yazar.[165]
396. [1:393, Hadîs No: 729]
Ebû Hüreyre'den (r.a.) rivayetle:
Cenaze namazı kıldığınızda Ölü için gönülden ve samimi duâ ediniz.[166]
397. [1:394, Hadîs No: 732]
ibni Abbas (r.a.) rivayet ediyor:
Sabah namazını kıldığınızda rızık aramayı bırakıp uyumayınız.[167]
398. [1:395, Hadîs No: 734]
Berâ bin Âzib'den (r.a.) rivayetle Peygamber Efendimiz (a.s.m.) şöyle buyurmuştur:
Farz namazını kıldığınızda her namazdan sonra on defa şöyle deyin:
"Lâ iîâhe ilallahu vahdehu lâ şerike leh. Lehü'l-mülkü velehü'l-hamdü ve hüve alâ küllî şey'in kadîr (Allah'tan başka hiçbir ilah yoktur. O tektir. Hiçbir ortağı yoktur. Hâkimiyet Onundur. Hamd de Ona mahsustur. Onun herşeye gücü yeter."
Kim böyle derse, bir köleyi hürriyete kavuşturmuş gibi kendisine sevap yazılır.[168]
399. [1:395, Hadîs No: 735]
Ebû Zer (r.a.) rivayet ediyor;
Ayın üç gününde oruç tutacaksan on üçüncü, on dördüncü ve on beşinci günlerinde tut.[169]
400- [1:397, Hadîs No: 740]
îbni Ömer (r.a.) rivayet ediyor:
insanlar Allah yolunda cihadı terkedip para pula düşkünleşip cim-rileştiklerinde, paraya ihtiyacı olduğunda bir malı, veresiye daha yüksek bir fıata geri almak şartıyla peşin düşük bir fıata satma şeklindeki alışverişte bulunduklarında, sığır sürülerinin peşine takılıp gece gündüz onlarla uğraştıklarında Allah onları öyle bir zillete düşürür ki yeniden dinlerine sarılmadıkça bu belâyı başlarından defetmez.[170]
Bâzı çevreler direk faize girmemek için işin hilesine kaçıyorlar. Meselâ birşe-ye ihtiyacı olan birine ihtiyacı oian şeyi vadeli olarak satıp, sonra düşük fiyata peşin olarak geri alıyorlar. Böylece faizden kurtulduklarını zannediyorlar. Bu, faize alışveriş isminin takılmasından başka birşey değildir. İslâm hukukunda buna bey1 bi'l-îne denir. İşte Peygamber Efendimiz (a.s.m.) yukarıdaki hadîsin birinci kısmında böyle bir alışverişi yasaklamış ve bunun büyük bir zillet sebebi olduğunu ifâde etmiştir.
Hadîste zillet sebebi olarak gösterilen bir diğer husus da, Müslümanların kendilerini bütünüyle tarım ve ziraata verip cihadı terketmeleridir. Düşmana karşı hâkimiyet ve istiklallerini garanti altına almadan başka sahalarla meşgul olmak, düşmanın iştahını biraz daha kabartmaya ve ona bir an evvel yem olmaya sebeptir. Hadîste kötülenen tarım ve ziraata öncelik vermektir, yoksa geçim kaynaklarının en tabiî iki esası olan tarım ve ziraatı ihmale teşvik değildir.
Hadîste dikkat çekilen cihad hem maddî, hem de manevîdir. Düşmanlara üstün gelebilmek, onlara İslâmiyetin yüceliğini anlatabilmek İçin ilim ve teknoloji yolunda ilerlemek de cihaddır. Bu durumda imkânı olan mü'minler, çocuklarını herkesin yapabileceği tarım ve ziraatla meşgul etmemeli, onlara hem dinlerini öğrenmeleri, hem de ilim ve teknoloji alanında ilerleyebilmeleri için imkân hazırlamalıdırlar. Bu yapılmadığında Allah'ın Müslümanları zillete düşüreceği kaçınılmazdır. Bu zillet de din düşmanlarına ilimde, teknolojide dilenci olmaktan başlar, hâkimiyetferi altına girmeye kadar varır.
401. [1:397, Hadîs No: 741]
Câbir'den (r.a.) rivayetle:
Et pişirdiğinizde suyunu fazla koyun. Çünkü bu daha çok komşuya yeter.[171]
402- [1:398 Hadîs No: 742]
îbni Mes'ud (r.a.) rivayet ediyor:
Biriniz Müslüman kardeşinden ihtiyacı olan bir şey istediğinde onu övmekle söze başlamasın. Çünkü bu onun belini kırar.[172]
403- [1:399, Hadîs No: 745]
Ebû Râfı'den (r.a.) rivayetle:
Birinizin kulağı çınladığında beni hatırlayıp bana salavat getirsin ve şöyle desin: "Allah'ım, beni hayırla ananı Sen de an."[173]
404- [1:399, Hadîs No: 746]
Câbir (r.a.) rivayet ediyor:
İslâm ülkesinde yaşayan gayr-i müslimlere zuhnedildiğinde o devlet, düşmanın eline geçer.[174]
405- [1:400, Hadîs No: 747.]
Cabir (r.a.) rivayet ediyor:
Bir hususta bir zanna kapıldığınızda onu gerçekmiş gibi kabul etmeyiniz. Şeytan kalbinize hased duygusunu attığında ona uyup zulmetmeyiniz. Bir şey hakkında uğursuzluk zannma kapıldığınızda buna kulak verip de işinizden geri kalmayarak Aİlah'a tevekkül ediniz. Satmak için birşey tarttığınızda fazlasıyla tartınız.
406- [1:400, Hadîs No: 748.]
İbni Abbas'tan (r.a.) rivayetle:
Bir yerde zina açıkça işlenip faiz açıkça yendiğinde ora halkı Allah'ın azabının gelmesine sebep olmuşlardır.[175]
407- [1:401 Hadîs No: 750.]
îbni Ömer (r.a.) rivayet ediyor:
Fuhuş yaygmlaşmca yer sarsıntıları olur. idareciler zulüm ve haksızlık yaptıklarında yağmur kesilir. İslâm idaresi altında yaşayan gayr-ı müslimlere verilen sözler yerine getirilmediğinde de düşman galip gelir.[176]
408. [1:401, Hadîs No: 751]
Muaz (r.a.) rivayet ediyor:
Bid'alar çoğalıp bu ümmetin sonra gelenleri önce geçenlerine lanet okuduğunda kim bir şey biliyorsa onu yaysın. Çünkü o gün ilmi gizleyen kimse Hz. Muhammed'e indirileni gizleyen kimse gibi olur.[177]
Sünnet terkedilip bid'alara uyulmaya başlanınca, insanlar o kadar bozulur, dinî atmosferden öylesine uzaklaşırlar ki, fazilet ve şeref âbidesi olarak ne varsa hepsini yıkmaya başlarlar. Öyle bir zamanda dine hücum edilir, gerçek mânâda dini temsil eden ne varsa tahribe yönelinir, İsiâmı en iyi şekilde temsil etmeye çalışmış selef dediğimiz İslâm büyükleri karalanmaya başlanır.
Böyle bir anda yapılacak iş, bilinen hakikatleri korkmadan, bıkmadan, yılmadan, usanmadan anlatmaktır. Bu davranış, bid'a yangınını söndürmek için kullanılan su mesabesindedir. Eğer, bilinen îmanı ve fslâmî hakikatler neşredilmez, gizlenirse, bid'alar daha da cesaret bulup yaygınlaşır, dolayısıyla bu hakikatleri neşretmeyen insanlar da vebal altında kalmış olurlar.
409- [1:402, Hadîs No: 752]
îbni Ömer'den (r.a.) rivayetle:
Biriniz bir hastayı ziyaret ettiğinde şöyle duâ etsin: "Allah'ım şu kuluna şifa ver ki, Senin rızan için düşmanını huzursuz etsin. Yine Senin rızan için bir namaza gitsin.[178]
410. [1:402, Hadîs No: 754]
Çocuk sağını solundan ayırdığında ondan namaz kılmasını isteyin.[179]
Küçük yaşlarda öğrenilen bilgiler, hayat boyu yaşanacak gerçeklere çekirdek ve temel olur. Çocuğun sonraki yıllarda yaptıkları, bu bilgileri inkişaf ettirmekten başka birşey değildir. Bu ilk bilgiler kolay kolay unutulmaz, hayat boyu taze ve canlı kalırlar
Bu bakımdan çocuğun, bilhassa küçük yaşlardayken dinî alt yapısı atılmalıdır. Bunun önemini atalarımız "Ağaç yaşken eğilir" sözleriyle dile getirmişlerdir. Hadis-i şerifte çocuğun sağını solundan ayırd etmeye başladığında dinin direği olan namazın Öğretilmeye başlanması öğütlen m ektedir ki, çocuğun ilerdeki hayatında dine bağlı kalabilmesi için bunun çok büyük önemi vardır. Öğretmenin çeşitli metodlan vardır. Herşeyden önce anne ve baba örnek olmalıdır. Çünkü çocuk büyüklerini takltd eder, onlara özenir. Anne ve babasının namaz kıldığını gören çocuk, bunu kolayca benimser ve onlar gibi olmaya çalışır. Ama o çocuklar böyle bir eğitimi almaz, örneği görmezlerse büyüdüklerinde bu faydalı bilgileri edinmeleri zorlaşır, bu boşluğu zararlı bilgilerle doldurur, hem aileleri, hem de cemiyetin başına belâ kesilir; gereken sevgi ve hürmeti göstermezler. Asrın Mü-ceddidi Bedîüzzaman Said Nursî Hazretleri bir eserinde konunun önemini şöyle anlatır:
"Bir çocuk, küçüklüğünde kuvvetli bir ders-İ îmanî alamazsa, sonra pek zor ve müşkil bir tarzda İslâmiyet ve îmanın erkânlarını ruhuna alabilir. Âdeta gayr-ı müslim birisinin İslâmiyeti kabul etmek derecesinde zor oluyor, yabanî düşer. Bilhassa peder ve validesini dindar görmezse ve yalnız dünyevî fenlerle zihni terbiye olsa, daha ziyade yabanilik verir. O halde o çocuk, dünyada peder vs validesine hürmet yerinde istiskal edip [soğuk karşılayıp] çabuk ölmelerini arzu ile onlara bir nevi belâ olur. Ahirette de onlara şefaatçi değil, belki davacı olur: 'Neden îmanımı terbiye-i İslâmiye ile kurtarmadınız.'"[180]
Başka bir yerde de bu konuda şöyle der:
"O şefkatli valide, çocuğunun hayat-ı dünyeviyede [dünya hayatında] tehlikeye girmemesi, istifade ve fayda görmesi için her fedakârlığı nazara alır, onu öyle terbiye eder. 'Oğlum paşa olsun' diye bütün malını verir, hafız mektebinden alır, Avrupa'ya gönderir. Fakat o çocuğun hayat-ı ebediyesi tehlikeye girdiğini düşünmüyor. Ve dünya hapsinden kurtarmağa çalışıyor; Cehennem hapsine düşmemesini nazara almıyor. Fıtrî şefkatin tam zıddı olarak, o masum çocuğunu, ahirette şefaatçi olmak lazım gelirken dâvâcı ediyor. O çocuk, 'Niçin benim îmanımı takviye etmeden bu helâketime sebebiyet verdin?' diye şekva edecek [şikayet edecek]. Dünyada da terbiye-i İslâmiyeyi tam almadığı için, validesinin harika şefkatinin hakkına karşı lâyıkıyla mukabele edemez, belki de çok kusur eder[181]
411. [1:403, Hadîs No: 755]
EbuHüreyre'den (r.a.) rivayetle:
Biriniz aksirdığmda iki eliyle yüzünü kapatsın ve sesini kıssın.[182]
412- [1:403, Hadîs No: 756]
Ebû Mûsâ (r.a.) rivayet ediyor:
Biriniz aksirdığında "Elhamdülillah" derse, siz de "Yerhamükel-lah" deyin. Hamd etmezse birşey söylemeyin.[183]
413- [1:403, Hadîs No: 757]
Salim bin Ubeyd el-Eşcaî (r.a.) rivayet ediyor:
Biriniz aksırdığında "Elhamdülillahi Rabbi'l-âlemîn [âlemlerin Rabbi olan Allah'a hamdolsun]" desin. Böyle diyene "Yerhamükellah [Allah sana merhamet etsin]" denilsin. Buna karşılık kendisi "Yeğfi-rullâhü lenâ ve leküm [Allah bizi de, sizi de affetsin]" desin.[184]
414- [1:404, Hadîs No: 758]
îbni Abbos'dan (r.a.) rivayetle:
Biriniz aksırdığında "Elhamdülillah" derse melekler, "Rabbilâle-min"i eklerler. "Elhamdülillahi Rabbilâlemîn" derse melekler, "Allah sana merhamet etsin" diye duâ ederler.[185]
415- [1:404, Hadîs No: 759]
Ebu Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:
Biriniz aksırdığında yanındaki kendisine "Yerhamükellah" desin. Eğer üç defadan fazla aksmrsa bu hastalık sebebiyledir. Üç defadan fazlası için "Yerhamükellah" denmez.[186]
416- [1:404, Hadîs No: 760]
Ebû Hüreyre (r.a.) rivayet ediyor:
Ümmetim dünyaya fazlasıyla değer verirse, îslâm heybeti ondan çekilip alınır. İyiliği tavsiye ve kötülükten sakınma vazifesini terkedince vahyin bereketinden mahrum bırakılır. Birbirlerine dil uzatınca, Allah katındaki değerleri düşer.[187]
Dünya bütün güzelliğine rağmen fanî ve geçicidir. Ebedî hayatın yanında, deryanın yanında bir serap; sönmez güneşe mukabil âni olarak parlayıp kaybolan bir şimşek gibidir. Ancak dünya âhiretin tarlası oluşu nazarıyla değer verilirse bir mânâ kazanır Bu da dinî yükümlülükleri yerine getirip, bilhassa baş vakit namazı kılıp meşru dairede kalmakla mümkündür. Böyle olmayıp da dünyaya sırf dünya hesabına bakılır, geçici yönüne ehemmiyet verilirse, Cenab-ı Hak, İslâm heybetini alır. Artık o kimselere kimse gereken hürmeti göstermez, saygıya dayalı bir korku içerisine de girmez, değer vermezler.
Cemiyette kötülüklerin izale olup iyiliklerin hâkim kılınmasının en önemli unsurlarından birisi olan iyiliği tavsiye edip kötülükten sakındırma vazifesi ihmal edilince de Cenab-ı Hak vahyin bereketinden mahrum bırakır. Vahyin bereketi demek, Kur'ân'ı anlama, onun sır ve inceliklerini keşfetme ve yaşama demektir. Bu yapılmadığında mü'minler bir nevi döküntü haline gelmiş olurlar.
Mü'minler birbirlerine dil uzattıklarında ise Allah katındaki değerleri düşer. Allah katında değerleri düşen kimselerin, insanlar katında değerli olmalarının ne kıymeti olabilir? Kaldı ki böylelerinin insanlar nazarında da değerden düşecekleri unutulmamalıdır.
417- [1:405, Hadîs No: 761]
Süleyk bin Amr'dan (r.a.) rivayetle:
Âlim, ilmiyle amel etmezse insanları aydınlatıp da kendini yakan lamba gibi olur.[188]
418- [1:405, Hadîs No: 762]
Atâ rivayet ediyor:
Biriniz bir iş yaptığında onu sağlam yapsın. Çünkü öyle davranmak musibete uğrayan kimsenin gönlünü tesellî eden şeylerdendir.[189]
İşi sağlam yapmak, herşeyden önce îmanın gereğidir. Herşeyiyle sağlam temellere oturan îman, içerisinde bulunduğu kimsenin de işlerini sağlam yapmasını gerektirir. Sonra Cenab-ı Hakkın Mutkın, Muhsin gibi isimleri tecelligahlarının da mükemmel ve sağlam olmalarını isterler. İş ne kadar sağlam ve mükemmel yapılırsa bu isimlere o ölçüde ayna olunmuş olunur.
Daha sonra işi sağlam yapmak Allah'ın sevgisini kazanmanın yollarından biridir. Çünkü bir hadisde, Peygamberimiz, Allah'ın sağlam iş yapmayı sevdiğini belirtmektedir.
Tevekkülün ilk şartı da budur. Çünkü tevekkül sebeplere sarıldıktan, üzerine düşen her türlü vazifeyi yaptıktan sonra sonucu Allah'a bırakmak demektir ki, bunun yolu da işi sağlam yapmaktan geçer.
İşini sağlam yapan kimse genellikle başarıya ulaşır. Başarıya ulaşamadığında veya olumsuz sonuçlar doğduğunda, bir tehlikeye maruz kaldığında da kadere teslim olup sabreder. Çünkü o üzerine düşeni yapmıştır. Üzülmesine gerek yoktur. "Keşke şöyle yapsaydım, böyle yapsaydım" deme ihtiyacını duymaz. Allah'tan gelene razı olur.
419- [1:406, Hadîs No: 763]
Atâ rivayet ediyor:
Bir günah işlediğinde hemen tevbe et. Gizli günaha gizlice, açık günaha açıkça tevbe et.[190]
İnsan beşerdir, kusur ve hatadan uzak değildir. Önemli olan bunlarda İsrar etmemektir. İnsanlık îcabı bir günah işlendiğinde hemen tövbe ipine sarılmalıdır. Tâ ki o günahları silip süpürsün. Evet, tövbe ömür defterine yazılan günahları silen bir silgidir.
Hadiste açık günaha açıkça, gizli günaha gizlice tövbe yapılması tavsiye edilmektedir. Bunun büyük ehemmiyeti vardır. Bazı günahlar vardır ki açıkça işlendikleri için kötü örnek olmuşlardır. Bundan açıkça tövbe etmek onu örnek alanlara vanlışlığını göstermek demektir. Hem böylece o günahların peşlerinden gidilecek önemli şeyier olmadıkları, pişmanlık getirdiği açıkça gösterilmiş olur. Açıktan işlenen günahtan açıkça tövbe etmek, başkalarının cesaretlerini de kırar. Hem, açıktan tövbe açıktan günahı işlemiş bir kimse için nefse indirilen bir darbe ofduğundan açıkça tövbe edilmesi kolay da değildir. Bu zor işi yapan insan, daha sonra işleyebileceği bu tip günahlara karşı daha uyanık olacaktır. Üstelik bu samimî tövbesi hem Allah katında değerini arttıracak, hem de çevresinde kaybettiği itibarını yeniden kazanacaktır.
Gizli günaha gizli tövbe edilmesinin en önemli hikmetlerinden birisi, bu günahı dışarıya vurmadan, ifşa etmeden, böylece insanlara kötü örnek olmadan mânevi ağırlığından kurtulmaktır. Gizli günah kul ile Allah arasındaki bir meseledir. Kul, bunu başkalarına duyurmadığı ve ezikliğini hissettiği sürece ondan dönüş imkânı o nisbette kolay olacaktır. Hem de böyle günahlar, insanı daha başka ve büyük günahlara karşı firenleyecektir.
[1] Mûsned 4:226.
[2] Ebû Davud, Tereccûd: 7; Tirmizt, Edeb: 35; Nesaî, Zfnet: 35; Darlmî, Isti'zan; 18; Mûsned, 4:400,414,418,
[3] Beyhaki’nin Şi’bü’l-İman’ından
[4] Ebu Davud,Vitr:13;İbni Mace,İkame:175.
[5] Buharî, Bed’ul Halk. 11; Nsseî, Taharet: 72
[6] İbnü’s-Sünni’den.
[7] Buharı, İman: 31
[8] ibni Mâce, Filen: 11; Müslim, Fiten: 16.
[9] Taberani’nin Evsaf’ından.
[10] İbni Hıbban,Buhari’nin Edeb’i, .Taberani’nin Evsaf’ından.
[11] Tirmizî, Daavat 135.
[12] Tirmizî, Daavat: 83; Müsned, 4;27,28; 6:313,317.
[13] Taberani’nin Evsaf’ından.
[14] İbni Adiyy’in el-Kamil’i.Beyhaki’nin Şi’bü’l-İman’ından.
[15] Tirmizf, Zühd: 61; Müsned, 3:96,
[16] İbni Mâcs, Dua: 14; Müsned, 2:354,522.
[17] Ebu Nasr es-Sicziden.
[18] Buhar!, Nikah: 120; Müslim, Imare: 183.
[19] Sire, 3:305.
[20] Müslim, Imare: 10; Neseî, Büyü: 84; Müsned. 5:86,88.
[21] Tirmizî, Edeb: 37; Ebû Davud, Tereccül: 13; Neseî, Zîneî: 74.
[22] Müslim, Zekât: 112; Ebû Davud, Zekât 28,30,31; Nesef, Zekât: 94.
[23] İbni Mâce, Zekât: 8.
[24] Tirmizî, Zekât 26; Savm: 10; İbni Mâce, Siyam: 25; Dârimî, Savm: 12; Mösned, 4:17,18,213,214. 1. Bakara Sûresi, 3.
[25] İbni Mâce, Rüya; 9; Müslim, Rüya: 6; Ebû Davud, Edeb: 88; Tirmizî, Rüya: 1.
[26] Tabsrânî'nin Kebenden.
[27] Deylemi, Müsnedü’l-Firdevs’inden.
[28] Buharî, Cuma: 18; Ezan: 20,23; Müslim, Mesaaid: 151,152,153; Ebû Davud, Salat 54; Timiz!Salat 127
[29] Buhar!, Edeb: 73; Müslim, îman: 111; Tırmizİ, İman: 16; Taberâri, Kelâm: 1; Müsned. 2:18,44,47.
[30] Mâlde Sûresi, 94.
[31] Emirdağ Lahikası, 1:201.
[32] Şualar, s. 358.
[33] Ebû Davud, Etime; 15; Tirmizt, Eftme: 47; İbni Mâce, Etime: 7; Dârimî, Etime: 1
[34] Ebu Davud,Eşribe:21.
[35] İbni Adiyy’in el-Kamil’inden.
[36] Hasan bin Süfyan’ın Müsned’inden.
[37] Ebu Davud, Edeb: 142
[38] Hakim ve Ebu’ş-Şeyh’ten.
[39] Ibni Micb, Nikâh: 9; Mûsned, 3:93; 4225,226.
[40] Müslim, Salât: 183,186; Buharî, Ezan: 63; Tırmizî, Salât 61; İbnîMâce, İkâme: 48.
[41] Müslim, Libas: 67; Ebû Davud, Ubas: 41; Tırmizî, libas: 37; Ibni Mâce, Libas: 78.
[42] Taberani’nin Kebir’i ve Beyhaki’nin Şi’bü’l-İman’ından
[43] Ebû Davud, Edeb: 139; Mösned, 2530,439.
[44] Buharî, îman: 41; Nefakât: 1; Müslim, Zekât 48; Nessî, Zekât: 60; Dârimî, İstizan: 35.
[45] Müslim, Zekat 79, 80; Ebu Davud, Zekat: 44, İbn Mace, Ticaret: 65, Müsned: 6/44, 278.
[46] İbni Adiyy’in el-Kamil’inden.
[47] Buhar!, Daavât; 12; Tevhld: 13; Müslim, Zkr 62; Ebû Davud, Edeb: 92; Tırmizî, Duâ: 20; ibni Mâce, Duâ: 15.
[48] Buharî, Nikah: 85; Müslim, Talak: 10; Darimî, Nikah; 38
[49] Buharî, Vuzu: 18, Eşrlbe: 25; Müslim, Tahare: 63; Timiz!, Eşrfbe: 16; Nesel Tahare: 41; İbni Mâce, Eşrfbe:.
[50] Ebu Yala’nın Müsned’inden.
[51] İbni Asakir’den.
[52] Buharî, Edeb: 128; Ebû Davud, Edeb: 89; Tırmizl, Edeb: 7; Ibni Mice, İkâme: 42; Müsned. 2:242; 3:37.
[53] Buhari, Bed’ul-Halk: 11; Edeb: 125,128; Timizi Salât 156; Edeb: 7; Mûsned, 3:61,
[54] İbniMâce, İkâme: 4Z
[55] Beyhaki’nin Şi’bü’l-İman’ından
[56] Şirazi’nin Kebir’inden
[57] İbni Adiyy’in el-Kamil’inden.
[58] Taberani’nin Kebir’i nden.
[59] Müsned, 2:173
[60] Taberani’nin Evsaf’ından.
[61] Mûsnea, 2:357,387.
[62] Taberani’nin Evsaf’ından.
[63] Ebu Davud’dan.
[64] Taberani’nin Kebir’i Hakim’in Müstedrek’i ve Beyhaki’nin Şi’bü’l-İman’ından
[65] Hakim’in Müstedrek’i nden.
[66] Bezzazdan.
[67] Neseî, Cenâiz: 14.
[68] Mücadele Sûresi, 11.
[69] Keşffl-Hafâ, 2:3281.
[70] Deylemi’nin Müsnedü’l-Firdevs’inden.
[71] Ebu Ya’la’nın Müsned’i ve Abdürrezzak’ın el-Cami’indan
[72] İbn Adiyy’in el-Kâmil’inden.
[73] Müsned, 5:252,256.
[74] Darekutni’nin Sünen’inden.
[75] Timizi, Birr: 39
[76] İbn Adiyy’in el-Kâmil’inden.
[77] Hucurat Sûresi, 12,
[78] Hucurat Sûresi, 12.
[79] Münazarat, s. 135.
[80] Mesnevî-i Nuriye, s. 58.
[81] İbniMâce, Cenâiz: 6; Mösned, 4:12
[82] Buharî, llisam: 21; Müslim, Akdıye: 15, EM Davud, Akdıye: 2; Neşet, Ahkâm: 2; İbniMâce, Ahkam: 3; Mösned,
[83] Taberani’nin Evsaf’ından.
[84] Ukayli’nin Zuafa’sından.
[85] Deylemfnln Mûsnedü'l-Firdevs"
[86] Deylemi’nin Müsnedü’l-Firdevs’inden.
[87] Deylemi’nin Müsnedü’l-Firdevs’inden.
[88] Ebu Davud:Cihad:80.
[89] Darekutni’nin Sünen’inden.
[90] Beyhaki’nin Şi’bü’l-İman’ından
[91] Taberani’nin Kebir’i nden.
[92] ibni Mâce, Nikâh: 9; Müsned, 3:393; 4:393
[93] Deylemi’nin Müsnedü’l-Firdevs’inden.
[94] Taberani’nin Evsaf’ından.
[95] Tirmizî, Salât: 117; fbniMâce, MesackJ: 13; Müsned, 6:282,283.
[96] İbni Adiyy’in el-Kamil’inden.
[97] Deylemi’nin Müsnedü’l-Firdevs’inden.
[98] Buharı, Savm: 5; Bed'ü'l-Halk; 11; Müslim, Siyam: 2; Neseî, Siyam: 4,5; Müsned, 2:281,401; 3:236.
[99] Barla Lahikası, s. 57.
[100] Müslüman İlim Öncüleri Ans., s. 106.
[101] Zümer Sûresi, 53.
[102] Beyhaki’nin Şi’bü’l-İman’ından
[103] İbni Mâcetden
[104] Buharı, Daavât: 21; Müslim, Zikir; 9; Tirmizl, Daavât: 77,
[105] İbni Adiyy’in el-Kamil’inden.
[106] İbni Adiyy’in el-Kamil’inden.
[107] Timizi, Rada':10
[108] Buharı, Bed'ül-Halk: 7; Nikâh: 85; Müslim, Talâk: 11; Ebû Davud, NikâH: 40.
[109] Darekutni’nin Sünen’inden.
[110] İbnİ Mice, İkâme; 119.
[111] Müsned, 4:56.
[112] Müslim, Istlskâ; 6,
[113] Muşum, Nikâh: 98,101; İbniMâce, Nikâh: 25; Müsned, 2:22.
[114] Taberani’nin Evsaf’ından.
[115] Bezzazdan.
[116] Tirmizi’den.
[117] İbni Mâce, Rüya: 7.
[118] A.g.e., Rüya: 10,
[119] Buharı, Tabir: 3, 46; Müslim, Rüya: 3; Tırmizî, Daavat 52; İbni Mâce, Rüya: 3 Müsned, 3:
[120] Ebu Ya’la,Taberani,nin Kebir’i ve Hakim’in Müstedrek’i nden.
[121] Beyhaki’nin Şi’bü’l-İman’ından
[122] Hatib’in Tarih’inden.
[123] İbni Neccar’dan.
[124] Müsned, 2:162,190
[125] Deylemi’nin Müsnedü’l-Firdevs’inden.
[126] Müsned, 4:145.
[127] Kalem Sûresi, 44.
[128] İbni Adiyy’in el-Kamil’i ve Deylemi’nin Müsnedü’l-Firdevs’inden.
[129] Timizi, Tefsîr-i Sûre: 9; tbniMâce, Mesacld: 19; Mösned, 3:68-76.
[130] İbni Mace,Zühd:1.
[131] Timizi, Menakıb: 59
[132] İbni Adiyy’in el-Kamil’i ,Beyhaki’nin Şi’bü’l-İman’ından
[133] Deylemi’nin Müsnedü’l-Firdevs’inden.
[134] Taberani’nin Evsaf’ından.
[135] Darekutni’nin Sünen’inden.
[136] Deylemi’nin Müsnedü’l-Firdevs’inden.
[137] Taberani’nin Evsaf’ından.
[138] Hakim’den.
[139] Tevbe Sûresi, 18.
[140] Timiz!, Sevabü'l-Kufân: 10.
[141] Sözler, s. 321.
[142] İbni Adiyy’in el-Kamil’inden.
[143] Beyhaki’nin Daavat’ından.
[144] Taberani’nin Evsaf’ından.
[145] İbnİMâce, Ticâret: 4.
[146] Musned, 5:262; EM Dâvud, Cenâlz: 1.
[147] Deylemî'nin Mu'ce/rfinden
[148] Mösned, 1:18,26; 3:446.
[149] Taberani’nin Evsaf’ı,Buhari’nin Tarih’inden.
[150] Müslim, Eşribe: 134,137; Ebû Davud, Efıme; 49; Timizi Etime: 11; Mûsned, 3:100.
[151] İbni Mâce, Zühd: 25; Müsned, 1:402.
[152] Nîsa Sûresi, 3.
[153] Ebû Davud, Edeb: 123.
[154] Buhart Edeb; 69; Müslim, îman: 73.
[155] Taberani’nin Kebir’i nden.
[156] İbni Asakir’den.
[157] Buharî, Bed'ü'l-Halk: 15; Müslim, 2kr: 82; Timizi, Daavat: 86; Mösned, 2:306,321.
[158] Ebû Davud, Edeb: 106; Müsrıed. 3:306,355
[159] Mösned, 3:97; 5:425.
[160] Buhar}, Tıb: 30, Enbiya: 54; Müslim, Selâm: 92, 94, 98; Ebû Davud, Cenaiz: 6; Taberânt, Medine: 22,23,
Mösned, 1:182,193.
[161] Buhâri, T\b: 31.
[162] Müslim, Salat: 11; Ebû Davud, Salat 36; Tırmizî, Menâkıb: 1; Neseî, Ezan: 37; Mûsned, 2:168,265.
[163] Deylemi’nin Müsnedü’l-Firdevs’inden.
[164] Buhari’nir Tarih’inden.
[165] Müsned, 4:234.
[166] Ebû Davud, Cenâiz: 56; İbni Mâca, Cenâlz, 23
[167] Taberani’nin Kebir’i nden.
[168] Rafi’nin Tarih’inden.
[169] Müsned, 5:162; Timiz!, Savm: 53; Neseî: Siyam: 84
[170] Mûsned, 2:28.
[171] İbni Ebi Şeybe’den
[172] Said bin Mansur’un Sünen’inden.
[173] Ukayli’nin Zuafa’sı , Taberani’nin Kebir’inden ve İbni Adiyy’in el-Kamil’inden
[174] Taberani’nin Kebir’i nden
[175] Taberani’nin Kebir’i ve Hakim’in Müstedrek’inden.
[176] Deylemi’nin Müsnedü’l-Firdevs’inden.
[177] İbni Asakir’den.
[178] Hakim’in Müstedrek’inden
[179] Ebu Davud ve Beyhaki’nin Sünen’inden.
[180] Emirdağ Lahikası, 1:40.
[181] Lem'alar, s. 192.
[182] Hakim’in Müstedrek’i ve.Beyhaki’nin Şi’bü’l-İman’ından.
[183] Müslim, Zühd: 54; Mösned, 4:412.
[184] Buharl Edefa; 126; Timizi Edeb: 3; İbniMâce, Edeb: 20; Mösned, 1:120,122.
[185] Taberani’nin Kebir’i nden.
[186] Ebu Davud’dan.
[187] Hakim’den.
[188] İbni Kani’ni n Mu’cem’inden.
[189] İbni Sa’d’ın Tabakafından.
[190] Müsned’den.