18 Şubat 2022 Cuma

151 sene evvel bugün; Kafkas Kartalı nâmı ile mârûf Nakşî-Hâlidî Mürşîd-i Azîzi Mücâhid-i-fî-Sebîlillâh İmam Şâmil Hazretleri, 17 Şubat 1871 târihinde Medîne-i Münevvere'de âlemi cemale göç eyledi ve cennetul bakiye defnedildi,ruhu şad makamı âli olsun Ruhlarına el fatiha...

 









"Ähir zamanda yüzleri insana benzeyen, fakat kalpleri şeytan kalbi olan bir topluluk gelir." Mesail-i Mühimme

Kim kıble tarafına tükürürse kıyamet günü bu tükürüğü iki gözünün (kaşının) arasında olduğu halde gelir.” (İbn Huzeyme, Sahih, 3/83; Ebu Davud,


 

Allâhü Teâlâ şöyle buyurdu: “Yeryüzünde haksız yere kibirlenenleri elbette âyetlerim(i idrâk)ten çevireceğim. Onlar her âyeti görseler ona iman etmezler, hidâyet yolunu görseler de onu bir yol edinmezler. Bilakis azgınlığın yolunu görürlerse (yol diye işte) onu yol edinirler! Bu, âyetlerimizi yalan saydıklarından, onlardan gâfil olmalarındandır.” (A‘râf Sûresi, âyet 146)

Şu mübârek Hadîs-i Şerîf'in hakiki iman edenler için yüreklere ferahlık veren insicamı bizlere teminat değil de nedir.. الحمد لله قَالَ رَسُولُ اللهِ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: مَنْ خَافَ اللهَ لَمْ يَضُرَّهُ أَحَدٌ وَمَنْ خَافَ غَيْرَ اللهِ لَمْ يَنْفَعْهُ أَحَدٌ. (هب) Resûlullah Efendimiz sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdular: “Allâhü Teâlâ’dan korkana hiç kimse zarar veremez. Allâhü Teâlâ’dan başkasından korkana da hiç kimse fayda veremez.”☝🏼 (Hadîs-i Şerîf, Beyhakî, Şuabü’l-Îmân)

 




17 Şubat 2022 Perşembe

CENNET NEDİR VE NEREDEDİR ?

 

CENNET NEDİR VE NEREDEDİR ?

Sekiz Cennet vardır ve Cennetin biri yedi kat göklerden ve arzdan daha geniştir. Günümüze kadar tesbit edilebilen ve henüz ışıkları dünyaya yansımayan yıldızların tümü göklerdedir.
Yedi kat göklerden sonra Hazret-i Cebrâîl'in ve ona bağlı olan meleklerin yeri ve makamı olan "Sidre-i Müntehâ" vardır. Sidre-i Müntehâ, yedi kat göklerden çok daha geniştir. 
Sidre-i Müntehâ'dan sonra Cennetler âlemi başlar. Sidre-i Müntehâ'ya en yakın olanı Cennet-ül Me'vâ ve en uzaktaki Firdevs Cenneti'dir.
Cennetlerin genişliği akıl ve hayâl duygularının çok ötesinde ve matematiksel oranlara ve rakamlara sığmayan büyüklüktedir. Bu nedenle Cennete en son girenlerin de, dünyanın on katı genişliğinde yerleri ve makamları olacaktır.
Cennet istikrar yeridir. Gece, gündüz, hafta, ay ve yıl gibi zaman ölçüleri olmayacak ve her şey sürekli aynı halde kalacaktır.
Ölüm, yaşlılık, hastalık, sıkıntı ve ruhsal bunalım gibi haller olmayacak ve insanlar Cennete girerken yaşadıkları ruhsal ve duygusal zevkleri sürekli ve aynen yaşayacaklardır.
Kadın ve erkek otuz üç yaş görünümünde olup iç ve dış organlarda hiç bir değişiklik olmayacağı gibi, saç traşı ve tırnak kesme külfeti de olmayacaktır.
Yalnız, bülûğ çağından önce vefat eden çocuklar, öldükleri yaşlarındaki görünümde kalacaklar ve Cennette annelerinin, babalarının yanlarında oynayacaklardır.                                                                   
Peygamberimiz (s.a.v.) buyuruyor: 
Cennet gökte ve cehennem yer (in merkezin) dedir. (Deylemî) İster dünyada, ister uzayda, ister ayda ve ister Samanyolu’nun merkezinde olalım, bulunduğumuz yerin üst tarafına gök denir. İşte cennet yedi kat göklerin üzerinde ve madde âleminin ötesindedir. 
Yüce Allah buyuruyor: 
Andolsun ki onu (Hz. Muhammed Cebrâil’i) Sidret-ül-Müntehâ’nın yanında bir defa daha görmüştü. Cennet-ül-Me’vâ’da onun yanındadır. (Necm -13 -14 -15) 
Milyarlarca galaksinin içinde bulunduğu yedi kat göklerden sonra Sidretü’l-Münteha ve ondan sonra cennetler âlemi başlar. Sidret-ülMünteha’ya en yakın olanı Cennet-ül-Me’vâ’dır.
Yüce Allah buyuruyor:
Canların her istediği ve gözlerin zevk duyduğu her şey orada (cennette) vardır ve siz orada sürekli kalacaksınız. (Zuhruf - 71) Toprak maddelerinden, besin maddelerine, sonra kana ve üreme hücresine dönüşen insan, ana karnından küçücük bir bebek şeklinde bu fâni dünyaya gelir.
Kısa, kısıtlı ve geçici bazı mutluluklar dışında bu fâni dünyada huzur bulup tatmin olamayan, yaşlılığında hastalıklarla boğuşan, ölüm yatağında ecel terleri döken, kabirde sıkılan, mahşerde bunalan ve sıratta yanan insan, Ancak cennete girdiği an bütün hayâlleri gerçekleşecek ve her açıdan mutlu olup ruhsal huzura ve ölümsüz hayâta kavuşacak. Peygamberimiz (s.a.v.) buyuruyor:
Orada (cennette) gözlerin görmediği, kulakların işitmediği ve hiç kimsenin kalbine (hayâline) gelmeyen güzellikler vardır. (Buhârî)

Cennet ve cehennem nerededir?

 Cehennem yer altında değildir. Cennet de...



Cennet ve cehennem yedi kat semanın daha da üzerinde, arş-ı âlâ'da... Şu anda mevcutlar. Varlar. Ama ölenler cennete de cehenneme de gitmiyorlar. Kabir alemini yaşıyorlar. 

Kabir alemi (Alem-i berzah) da yer altında değil. Sadece bedenler, dört ana unsurdan meydana gelmiş olan, ateş, hava, su, topraktan ibaret olan, madde olan bedenler toprak altında kalıp çürüyor. Lakin madde olmayan, dört ana unsurdan meydana gelmemiş olan ruhlar, maddesel olarak ulaşılamayacak ve idrak sınırlarımızın anlamaya yetmeyeceği bir hızla, görevli meleklerin hızı ile, geçici bir süre için, yine yedi kat göğün üzerindeki bir katta (Alem-i kürs'ün de üzerindeki arş-ı âlâda, yani 9. kat gökte) olan Illiyyin ve Siccin denen iki farklı yere götürülüyor.

Illıyyin'de kabir azabı bile çekmeden doğrudan cennete girecek olan mü'minlerin, Siccin'de ise kabir azabı ya da cehennem azabı çekecek olan müminlerin ruhları ile bir de ebedi azap çekecek olan kafirlerin ruhları bulunuyor. Illiyyin cennet misali bir yer. Siccin ise cehennem misali bir yer... Illiyyin'de ya da Siccin'de olan ruhlar ile, dünyamızda kabrinde olan bedenler arasındaki bağlar da tam anlamı ile kopmuyor. Ruhla bedenin 12 bağı var ve ölümle birlikte bunlardan sadece üçü, hareket, konuşma ve ısı bağı kopuyor. Ölüp Illiyyin'e ya da Siccin'e götürülmüş bile olsa ruh, dünyadaki cesedinin başına ya da kabrinin başına gelen kişileri görüyor, duyuyor, anlıyor ama cevap verme hakkı kendisine verilmiyor. 

Belki de kırk bin yıldır Illiyyin'de ya da Siccin'de kıyametin kopmasını bekleyen ruhlar var. Adem aleyhisselamdan bu güne, vefat eden hiç kimse cennete ya da cehenneme gitmedi. Hepsi kıyameti ve hesap gününü, bedenleri toprağın altında, ruhları Illiyyin'de ya da Siccin'de olmak üzere bekliyorlar. Kimi azap içinde kimi nimetler ve zevkler içinde bekliyor. Bedenleri çoktan çürümüş toprağa karışmış olanların bile kuyruk sokumundaki nohut tanesi kadar bir kemikleri çürümedi ve kıyamet koptuktan sonra, ikinci sur üfürülünce hepsi bu kemiklerindeki atomlardan başlamak sureti ile tekrar bir araya getirilecekler. Atomu olan hiçbir şey tam anlamı ile kaybolmuyor. 

Kıyamet kopup hesaplar görüldükten sonra, o ana kadar Illiyyin'de ya da Siccin'de bulunanlar, hesaptan sonra cennete ya da cehenneme girecekler. İmanını kurtaran ama günahkar olan mü'minler cehenneme geçici bir süre için girecekler. Hak ettikleri azabı çekip sonra sonsuz olarak cennete konulacaklar. Kafirler ise sonsuz kalmak üzere doğrudan girecekler. 

Kiminin kabri cennet bahçelerinden bir bahçe misali, kiminin kabri cehennem çukurlarından bir çukur misali ama hiç biri cennette ya da cehennemde değil... Peki Cennet ve cehennem şu anda fiilen varsa neden kıyamete kadar da, cennette ya da cehennemde değiller, öyle ise cennet ve cehennem neden var?

Çünkü kainatta daha önce de pek çok defa kıyamet koptu ve bizim Ademimizden önce başka ademler ve nesilleri de yaratıldı. Bunlar da dünya hayatlarını yaşayıp imtihan olup cennetlik ya da cehennemlik oldular. Bizden önceki Ademlerin nesillerinden sonsuz azaba müstahak olanlar, an itibari ile cehennemde bir dakikasına bile tahammül edilemeyecek azabı sonsuz olarak çekmeye devam ediyorlar. Cennettekiler de tahmin bile edemeyeceğimiz güzellikte bir cennette zevk içinde hiç bir sıkıntı duymadan, gönüllerinin istediği her şey kendilerine verilerek, sonsuz olarak bulunuyorlar. 

Dünyamızda yaklaşık 3 milyar yıl önce nanoteknoloji ile üretilmiş aletler, günümüzdeki kazılarda bulunmuş iken ve bizden önce de başka ademler, belki bir milyon başka adem yaratıldığına dair dini deliller de var iken, daha önce de Ademler yaratıldığını ve kıyametler koptuğunu en büyük İslam alimleri bile kabul etmişken, şu tahminde bulunmak yerinde olur ki belki de aralarında yüz milyarlarca yıldır cennette ya da cehennemde olan ruhlar bile vardır. 

Allahü teâlâ, âyet-i kerîmede meâlen buyurdu ki:

"Hayır (o kâfirler gibi olmayın). Çünkü itâatkâr olan iyilerin kitâbları (amelleri), hiç şüphesiz İlliyyîn'dedir." (Mutaffifîn sûresi: 18)

"İnsanı, şehvetler, Allahü teâlânın düşmanı olan nefsin arzû ve istekleri kaplamıştır. O, bunlarla mücâdele etmekle vazîfelidir. Şehvetlerin düşkünü oldukça, esfel-i sâfilîne (aşağıların aşağısına, hayvanların ve şeytanların seviyesine) iner. Şehvetlerini yendikçe, İlliyyîn'e ve meleklerin derecesine yükselir." (İmâm-ı Gazâlî)

"Mü'min ölüm döşeğine yattığı vakit, melekler çeşitli misk kokulu ipek mendil ile gelip, yağdan kıl çeker gibi, rûhunu bedeninden ayırırlarken; "Ey mutmainne (Hakîkate ermiş, bu sebeble kendisinde hiçbir şüphe ve tereddüt kalmamış) nefs, sen Rabbinden, Rabbin de senden râzı olduğu hâlde, Allah'ın rahmet ve keremine dön!" derler. Rûh çıktığı vakit, o kokular arasına konur, ipek mendil üzerine bağlanır ve İlliyyîn'e götürülür..." (Hadîs-i şerîf-İhyâ-ül-Ulûm)

"Mü'min ölenlerin, İlliyyîn'deki rûhları, arasıra yâni Allahü teâlâ dileyince, mezarlardaki cesedlerine red olunurlar (gönderilirler). En çok Cumâ geceleri böyle olur. Birbirleri ile buluşur, konuşurlar. Rûhlar İlliyyîn'de iken, cesed olmaksızın da, nîmetlenir, lezzetlenir." (İmâm-ı Yâfiî)

"Hafaza (koruyucu melekler) yâni Kirâmen kâtibîn, bir kişinin amel defterini Allahü teâlâya arz ettiklerinde; "Siz kullarımın üzerine hafazasınız. Kalbini bilen benim. Amelini hâlis ettiğinden (yâni amellerini ihlâsla, Allah rızâsı için yaptığından), onun defterini İlliyyîn'e koyun. Çünkü onu af ve mağfiret ettim" diye Allahü teâlâ vahyeder (bildirir)." (Zemahşerî)