31 Mayıs 2022 Salı

Resûlullah Efendimiz sallallâhü aleyhi ve sellem buyurdular: “Allâhü Teâlâ ve Resûlüne itâat eden muhakkak hidâyete erer. Kim de onlara isyân ederse muhakkak o, ancak kendine zarar verir. Allâhü Teâlâ’ya hiçbir zarar veremez.” (Sünen-i Ebû Dâvud)

 


Bir mürşid terbiyesine girmekten maksat; hakiki imana ulaşıp, ° ilahi emir ve hükümleri muhabbetle uygulamaktır. imâm-ı Rabbaní {k.s}



 

AMAN DIKKAT ET GÜZEL KARDEŞIM 3 VARLIK VARDIR BAŞKASINA ÇALIŞIR: 1-AV KÖPEĞİ: Nefes nefese koşar avı yakalar sahibine getirir.2-CİMRİ: Malını biriktirir yiyemez başkasına kalır. 3-GIYBETÇİ: Gıybet eder ve Salih amellerini başkasına kaptırır.

 


ÖĞRENİLMESİ FARZ OLAN İLİMLER Öğrenilmesi farz olan ilimler iki kısımdır: Farz-ı ayn ve farz-ı kifâyedir. Farz-ı ayn; mükellefin ancak kendisinin yerine getirmesiyle uhdesinden düşen şeylerdir. Bir farzı yerine getirebilmek için lâzım olan ilmi öğrenmek farz, vacibi yerine getirebilmek için lâzım olan ilmi öğrenmek vacip, sünneti yerine getirebilmek için lâzım olan ilmi öğrenmek de sünnettir. Binâenaleyh farz olan ilimlerden bazısı farz-ı ayn yani her mükellef üzerine farzdır. Bunlar şöyledir: 1- Allâh’ı inkâr eden dinsizlerin fikirlerinden korunabilmek için Ehl-i Sünnet ve’l-Cemâat itikâdını bilmek. 2- Her mükellefin, namaz, zekât, oruç gibi ibadetleri yerine getirebilecek kadar bunlara dair husûsları bilmek. 3- Alışveriş, kira, nikâh, talak gibi herhangi bir işe girişecek olan kimsenin haramdan kaçınmak ve dînî hükümlerde hataya düşmemek için bunlara dair malumatı bilmek. 4- Tevekkül, Allah korkusu ve kazâya rızâ gibi kalbî hâlleri bilmek. Çünkü insan, hayatı boyunca mutlaka bu hâller içerisinde bulunur. 5- Tevâzu, yumuşak huyluluk ve cömertlik gibi güzel huylarla ahlaklanmak; kibir, haset, gurur gibi kötülüklerden kaçınmak için iyi ve kötü ahlâkları bilmek. Binâenaleyh her mükellefin, kötü ahlâklardan uzak durabilmek için nefsi ile mücâhede etmesi farzdır. Nefisle mücâhede ancak iyi ve kötü ahlâkları bilip ayırt edebilmekle, mücâhede yollarını bilmek ise tasavvuf büyüklerine tâbi olmakla mümkün olur. Farz olan ilmin ikinci kısmı, öğrenilmesi farz-ı kifâye olanlardır. Farz-ı kifâye, mükelleflerden bazılarının işlemesiyle, tamamından mesuliyet düşen demektir. Ancak bir kişi bile işlemezse, tamamı günahkâr olur. Bunlar da Müslümanların düzen ve iyilik üzere olması, kendisine bağlı olan ilimlerdir. Meselâ, her mükellefe lâzım olan miktardan ziyâde fıkıh ilmi öğrenmek gibi. Tefsir, hadîs, usûl-i fıkıh gibi ilimler de böyledir.






 

Eğer idarecileriniz şerirlerinizden, zenginleriniz cimri ve işleriniz kadınların elinde ise, yerin altı üstünden daha hayırlıdır. Zira böyle bir toplumda artık dînin emirlerini ikāme imkânı kalmaz… Tirmizî, Fiten, 78/2266

 

BİZE KÖPEKLER GİBİ YAPAY ET YEDİRTMEK İSTİYORLAR..
Et ve Süt Kurumu’ndan ramazan öncesi kırmızı ete % 48 zam!

EMRİNE İTÂAT EDENE MEVLÂ, TÂATİ KOLAYLAŞTIRIR:

 EMRİNE İTÂAT EDENE MEVLÂ, TÂATİ KOLAYLAŞTIRIR:

Allâhü Teâlâ, Enfâl Sûresi’nin 21. âyet-i celîlesinde (meâlen) şöyle buyurmuştur: “Ve öyle kimseler gibi olmayınız ki, onlar ‘İşittik’ derler ve hâlbuki onlar işitmezler.” Yani dilleriyle işittik diye iddiâ ederler, fakat hakkıyla dinlemez, anlamazlar. Anlasalar bile icrâ etmezler, sanki hiç işitmemiş gibi olurlar. Hâlbuki Allah katında yeryüzündeki canlıların en kötüsü, kulağı varken hakkı duymayan, dili olup da hakkı söylemeyenlerdir.
Çoğu kere sen bir câhile, bir iş hakkında nasihat eder, yaptığının günah olduğunu öğretir, ma’ruf ile emredip kurtuluş ve hayrın ona uymakta olduğunu öğretirsin; o kimse de: “Söylediklerini işittim, lakin ben bunları yapamam” der. Yahut: Nasîhate uyacağını söyler de sonra uymaz. Bunlar hayır ehli ve dindar kimsenin yapacağı şeyler değildir.
Bakara Sûresi’nin “Ve siz, nefsinizde olanları açıklasanız da veya gizleseniz de Allâhü Teâlâ sizi onunla muhâsebe edecektir.” meâlindeki 284. âyet-i kerîmesi nâzil olunca bu hâl, Sahâbe-i Kirâm’a ağır geldi. (Zîrâ, işlenmese bile kalbden geçenlerden de mes’ûl olunacağı bildiriliyordu.) Sahâbe-i Kirâm, Peygamberimize (s.a.v.) geldiler. Dizleri üzere çöktüler ve: “Buna gücümüz yetmez, Yâ Resûlallâh!” dediler.
Peygamberimiz (s.a.v.) şöyle buyurdular: “Sizden önceki iki ehl-i kitap (Hıristiyan ve Yahûdîler) gibi ‘İşittik ve âsi olduk’ mu demek istiyorsunuz? Bilakis, ‘Dinledik, itâat da ettik, mağfiretini dileriz, ey Rabbimiz, âkıbet dönüş de sanadır.’ deyin. Yani senden geldiğimiz gibi dönüp dolaşıp yine sana geleceğiz. Ölümden sonra sana varılacak, sana hesap verilecek, sen de dilediğine mağfiret, dilediğine azâb edeceksin. İşte biz, şimdi sana ilticâ ediyoruz ve mağfiretini istiyoruz’ deyin!”
Onlar bunu yapınca Cenâb-ı Hak önceki emrinin hükmünü kaldırarak: “Allâhü Teâlâ bir kimseye takatından başkasını teklif buyurmaz…” âyet-i kerîmesini inzal buyurdu.
Burada şuna işâret vardır; Kim ki, Hz. Allâh’ın tâatına boyun eğer ve teslîm olursa Cenâb-ı Hak, ona, zâtına karşı itâatta bulunmayı kolaylaştırır. Hz. Allâh’a itâata giden yolu, ona kolay kılar. Her kim de Hz. Allâh’a tâatten yüz çevirir, geri durursa, Mevlâ’ya itâat ona güç gelir ve Hz. Allâh’ın gadabına uğrar.





CİMRİLİĞİN BU KADARINA PES! Resûlüllüh (s.a.v.) bir adam gelerek: – Yâ Resûlüllüa! Falanca komşum, hurma saplarını benim bahçeme koyuyor. Bana eziyet veriyor, dedi. Allah Resûlü o zâtı çağırarak, ona: – Filancanın bahçesine koyduğun hurma saplarını bana sat, teklifini yaptı. Adam: – Olmaz dedi. Allah Resûlü: – Öyle ise bana hediye et onları, dedi. Adam bu teklife de: – Olmaz dedi. Allah Resûlü son bir teklifte bulundu: – Peki, cennette karşılığı verilmek şartı ile onları bana ver! Adam, bu son derece câzip teklife de: – Olmaz, karşılığını verince, Allah Resûlü, şöyle söylemekten kendini alamadı: – Selâm vermekten kaçınan kimse dışında, (bu güne kadar) senden daha cimrî bir kimseyi görmedim.