Hz. Nabi r.aleyh ile ilgili, 1678 yılında hacca giderken yaşadığı rivayet edilen bir hadise vardır; O dönemde günlerce süren meşakkatli bir yolculukla ancak menzile ulaşılabiliyordu. Şairin de içinde bulunduğu Sürre Kafilesi Medine’ ye yakın bir yerde vakit geç olduğu için mola verir. Nabi, mübarek yerlere yaklaşmış olmanın heyecanı ile uyuyamamıştır. Gözleri etrafta gezinirken bir kişinin ayakları kıbleye karşı yattığını görür. Böyle durumlarda çok hassas olan şair, irticalen şu mısraları söyler. “Sakın terk-i edebden kuy-ı mahbub-ı Huda’dır bu, Nazargah-ı Ilahi’dir makam-ı Mustafa’dır bu.” ( ALLAH (c.c.)’ın sevgilisinin beldesinde Edebi terk etmekten sakın Çünkü bakılan yer Muhammed Mustafa’nın makamıdır.) Bu beyti duyan kişi hemen toparlanır, ayağa kalkar. Davranışı kasti değildir ama çok utanır. Nabi farkında olmayarak bu mısraları birkaç kere tekrarlar. Her tekrar edişte sesi biraz yükselir. Ve nihayet öbür tarafta uyumakta olan kumandan uyanır. Nabi ne oldu, ne söylüyorsun, der. Nabi de : Efendim, Peygamberimizin (s.a.v.) kabr-i sadetlerinin bulunduğu Medine şehrine geldik de, bazı şeyler hatırladım, bunları söyledim. Paşa da Nabi’nin heyecanına katılır. Abdest alıp Medine sokaklarında Ravza-i Mutahhara’ya doğru yürürler. Bu esnada kulaklarına bir ses gelir. Durup dinlerler. Sabah ezanları okunurken Medine’ye yaklaşmışlardır. Fakat hayrete düşerler. Mescid-i Nebi’nin bütün minarelerinden müezzinler sala verir gibi şunları okumaktadır. Sakın terk-i edebden kuy-ı mahbub-ı Huda’dır bu, Nazargah-ı Ilahi’dir makam-ı Mustafa’dır bu. Sesi dikkatle dinleyince, biraz evvel Nabi’nin söylediği mısraların müezzin tarafından okunduğu anlaşılır ve iyice duygulanırlar. Paşa Nabi’ye şöyle seslenir. Nabi bu hal nedir? Nabi de: Bilmiyorum, der. Her ikisi de sükût ederler ve beraberce minarenin kapısına girerler. Müezzinin minareden inmesini beklerler. Müezzin inince: diye sorarlar. Fakat müezzin bir türlü söylemez. Ne kadar ısrar ederse de, “Söylemem, kafamı kesseniz de söylemem!” deyince: Nabi, Bunları biraz önce ben söyledim. Sana kim söyledi. Bu sefer müezzinin tavrı ve şekli değişir heyecanla: Senin ismin Nabi mi? der. Evet, cevabını alınca müezzin Nabi’nin ellerine, Nabi de müezzinin boynuna sarılır. Bu dehşetli manzarayı seyreden Paşa, dayanamayıp: Nereden bildin bunun isminin Nabi olduğunu, ALLAH (CC) aşkına söyle, deyince Müezzin rüyasını anlatır. Aldıkları cevap hem enteresan, hem de muhteşemdir. Efendim, akşam abdestli olarak yatmıştım. Biraz evvel Peygamberimiz (SAV) i rüyamda gördüm. ‘’ Ey müezzin kalk! yatma. Benim âşıklarımdan biri, benim kabrimi ziyarete geliyor. Şu cümlelerle minareden onu karşıla, ‘’ dedi. Ben de hemen kalktım. Abdest aldım. Peygamberimizin iltifatına mazhar olan aşık kimdir diye düşünerek minareye koştum.. Bu süreç dünya liderlerinin yanlarından ayırmadıkları mânâ âleminin önderleri sayesinde gerçekleşti. (Nabi: 3-13)"