2 Haziran 2019 Pazar

SAĞLIK PROBLEMLERİNİ GİDEREN 10 ÇOK İYİ BİLDİĞİMİZ GIDA: #şifabul 1) GÖZ: ZERDEÇAL 2) DİŞ: ELMA 3) AKCİĞER: KURU ÜZÜM 4) KARACİĞER: LAHANA 5) CİLT: KETEN TOHUMU 6) BEYİN: CEVİZ 7) KALP: DOMATES 8) MİDE: ZENCEFİL 9) BÖBREK: SU 10) BAĞIRSAK: KEFİR

Şerife Şevval Kardelen
👉Dünyevi hedeflerine ulaşmak için dindar görünüp, dini alet edenler; MÜNAFIKTIR!!!

Musa aleyhisselâmın eceli yaklaşmıştı. Ey Musa, çoluk çocuğuna vedâ et emri geldi. Musa aleyhisselâm, emre uyarak, çoluk çocuğuna vedâ eyledi. Küçük bir çocuğu vardı. Onu kucağına alınca kalbine, benden sonra bu küçüğün hâli ne olacak düşüncesi geldi. Allah-u Teâlâ, Ey Musa, deniz kenarına git buyurdu. Musa aleyhisselâm deniz kenarına gitti. Ey Musa, asânı denize vur buyurdu. Denize vurdu. Deniz açıldı. Dibi göründü. Musa aleyhisselâm baktı. Bir taş gördü. Kaygan, yarığı, çatlağı olmayan, yekpare bir taş idi. Ey Musa o taşa işaret eyle buyurdu Taşa işaret eyledi. Taş yarıldı. Musa aleyhisselâm baktı. İçinde zayıf, gözleri görmez, bacaksız bir böcek gördü. Ağzında yeşil, taze bir yaprak vardı. Ey Musa, ben O Allahım ki Razzâkım; zayıf, görmez, elsiz ayaksız bir böceği denizde sert, yekpare bir taşın içerisinde yaşatıyorum ve ona taze yeşil bir yem veriyorum da, sen, seni seven dostunun senin çocuğunu zâyi edeceğinden mi korkuyorsun. Benim rahmetim senin şefkatinden ziyadedir buyurdu.

“Sadaka fakire verilirse 10 misli;
âmâ ve âcize verilirse 70 misli;
yakın akrabaya verilirse 1000 misli;
ana babaya verilirse 10 000 misli;
talebe ve âlime verilirse milyon misli mukabele görür."....{İmâm-ı Suyûti (rh.a)}
meğine davet eder. Yemek sırasında yalnız Hz. Ömer‘e bir kab içinde bir içecek sunulur. Hz. Ömer sorar:
"Bu nedir?" . Ev sahibi cevab verir: "Bal şerbetidir efendim, sizin için ayırmıştık da..." . Hz. Ömer onu içmeyi reddederek şöyle der: "Benim yönetimini üstlendiğim halkın çoğu içmek için henüz kuyu suyunu bile bulamazken ben burada bal şerbeti içemem."
Görüntünün olası içeriği: yazı
Görüntünün olası içeriği: 2 kişi, ayakkabılar, ağaç ve açık hava
Doğan Can
ABD, Kızılderililerle savaşırken
Kızılderilileri açlıktan öldürmek için,
hayvanlarının hepsini öldürdüler
ve onlar açlıktan öldüler..
Çocuklar dahil her Kızılderili başı
getirene 5 dolar verdiler.
Resmî kurumlar, binalar Kızılderili başı ile doldu, İnsan başından tepeler oldu..
Yine de Kızılderililerle başa çıkamadılar.
Anlaşma yoluna gideceklerini,
çekileceklerini söyleyerek, iyi niyet
göstergesi hediye olarak battaniye verdiler.
Verilen battaniyelere bulaşıcı hastalık
bulaştırılarak verildiğinden.. 70 milyona yakın Kızılderili, genci,
çocuğu, yaşlısı, hamile kadınları bulaşıcı hastalıktan acı çekerek hepsi öldü..
Kalan Kızılderilileri de Kanada'ya sürdüler ve sadece devlet olarak (sanırım 2010 da ) özür dilediler o kadar. Kafa derisi yüzmek de Kızılderililere ait değil. İnsanları kovboy filmleri ile kandırdılar yıllarca.
ABD, bize ermeni soykırımı dediğinde onlara lütfen bu vahşet hatırlatılsın.
Okuduğunuz için teşekkürler.
Saygılar.

HURMA NASIL BİR MEYVE... • “İçinde hurma olmayan evin halkı açtır.” diye buyuruyor Fahr-i Kainat (sas). Hurma sadece sıradan bir besin kaynağı değil. İnsana en yakın olan bir ağacın meyvesi. Bu yakınlık inancımızdan dolayı hissettiğimiz bölgesel ya da coğrafi bir hısımlık değil, hurma ağacı insan ile pek çok ortak özelliğe sahip. Bir kere kalbi var hurma ağaçlarının. Ve bazen kırılıyor, bazen küsüyor. Şiddetli baskıya maruz kalırsa duruyor ve ölüyor. Hurma ağaçları da insanlar gibi bir erkek ve dişiden oluşuyor. Erkeğin poleni olmadan dişi hurma vermiyor. En enteresanı ise doğumu. Dişi hurma ağacı erkeğin polenini aldıktan bir yıl sonra doğuruyor. Bildiğimiz doğum gibi. Şayet bebek ağacı, annesinin yakınında, yani görebileceği bir yerden daha uzağa ekerseniz, hem bebek, hem anne daha fazla hayatta kalmıyor ve ölüyor. Kökeni çok eskilere dayanıyor. Bilinen ilk paralarda hurma meyvesinin resmedildiğini aktarıyor uzmanlar. Ve kutsal metinlerde de elbet. Kur’an-ı Kerim’de de Hz. Meryem’e doğum öncesinde hurma yemesi tavsiye edildiği anlatılıyor: “Derken doğum sancısı onu bir hurma dalına sürükledi. Dedi ki: ‘Keşke bundan önce ölseydim de, hafızalardan silinip unutuluverseydim.’ Altından (bir ses) ona seslendi: ‘Hüzne kapılma, Rabb’in senin altında bir su arkı kılmıştır. Hurma dalını kendine doğru salla, üzerine henüz oluşmuş taze hurma dökülüversin. Artık, ye, iç, gözün aydın olsun.’” (Meryem 23-26)

Peygamber Efendimiz (sas) de loğusalık döneminde hurma yemenin öneminden bahsediyor: “Kadınlarınıza loğusa döneminde hurma yediriniz. Kim loğusalığında hurma yerse onun çocuğu akıllı ve ağırbaşlı olur. Çünkü hurma, Hz. Meryem’in loğusalığındaki yiyeceği idi. (Hz. Meryem validemize Allah (cc) kuru bir hurma ağacından onu vermişti). Şayet (loğusa için) hurmadan daha iyi bir yiyecek olsa idi Allah (cc) onu Meryem’e ikram ederdi.”
Ömrü de insanın ömrüne çok benziyor hurma ağaçlarının. Uzunlukları aşağı yukarı aynı ve verimli yaşları da öyle. Bebeklik süresi de. Bir kadının doğurabileceği kadar doğum yapıyor dişi hurma ağaçları.
Sıkı durun; tıpkı insan gibi, eğer kafasını keserseniz ölüyor hurma ağaçları.
Efendiler Efendisi (sas) bir hadis-i şerifte, “Halanız olan hurma ağacına saygı gösteriniz! Çünkü, ilk hurma ağacı, Âdem aleyhisselâmın çamuru artıklarından yaratıldı.” buyuruyor.
İnsandaki kıllara çok benzer liflere sahip hurma ağaçları ve dişisindeki lif dağılımı, dişi insandaki kıl dağılımına çok benzer.
İnsan da susuz yaşayamıyor, hurma da. Suya en fazla ihtiyacı olan ağaçtır hurma.
Bu ağaçların kendi kendini tedavi etmek gibi bir özellikleri olduğu gibi, müthiş bir diğerkâmlık boyutları da var. Bir hurma bahçesine salgın hastalık bulaştığı zaman, ölen ilk hurma ağacı yakılıyor ve yakılan ağacın külleri, bahçedeki diğer ağaçlara ulaşıp, onları tedavi ederek kurtarıyor!
Ve özel bir hurma: Acve… Bir müşrik, elindeki yanmış hurma dalını Efendimiz’e gösterip: “Bu yanıp, kurumuş dalı toprağa ek, şayet hurma yetişirse, senin peygamber olduğunu tasdik ederiz.” der. Kainatın Efendisi (sas) mübarek tükürüğüyle dalı ıslatır ve diker. İşte o daldan yetişen hurmanın adıdır Acve. Bu nedenle yanık bir rengi vardır. Keza Efendimiz (sas) bu hurmayı anlatırken şöyle buyuruyor: “Kim sabah aç karnına yedi tane acve hurması yerse o gün ona ne sihir ne de zehir tesir eder.”
İbni Ömer (ra) anlatıyor: “Efendimiz’in yanında otururken hurma ağacının özü, içi (cummar) getirildi. Efendimiz şöyle bir soru sordu: ‘Ağaçlardan bir ağaç aynen Müslüman adama benzer yaprağı düşmez. Söyler misiniz bana hangi ağaçtır o?’ Orada bulunanlar çöl ağaçlarına daldılar, benim aklıma hurma olduğu geldi. Söylemeye niyetlendim ama baktım ki ben orada olanların en küçüğüyüm sustum. Efendimiz buyurdular ki: ‘O ağaç hurmadır’
Fatih Altunkaya

KUR’ÂN-I KERİM OKUMANIN FAZÎLETİ Resûlullah Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) buyurdular ki: Kur’ân-ı Kerîm okuyan mü’minin misâli, ağaç kavunu gibidir; kokusu da güzel, tadı da güzeldir. Kur’ân-ı Kerîm okumayan mü’minin misâli, hurma gibidir; kokusu yoktur ama tadı güzeldir. Kur’ân-ı Kerîm okuyan münâfık kimsenin misâli, güzel kokulu reyhan çiçeği gibidir. Kokusu güzeldir ancak tadı acıdır. Kur’ân-ı Kerîm okumayan münâfık kimsenin misâli ise, ebû cehil karpuzu gibidir; kokusu da acıdır, tadı da acıdır.” (el-Lü’lü’ ve’l-Mercân) Kim de Kur’ân-ı Kerîm okumakta zorlandığı halde onu terk etmez ve okumaya devam ederse o kimse için iki ecir vardır. Kur’ân-ı Kerîm okumayı çok arzu edip güç yetiremeyen, bununla beraber okumaktan da vazgeçmeyen kimseyi, Allâhü Teâlâ kıyâmet günü Kur’ân ehlinin en şereflileri ile beraber diriltir ve kartalın diğer kuşlar üzerine, içerisinde pınar bulunan otlağın etrafındaki otlaklara üstünlüğü gibi onları diğer mahlûkat üzerine faziletli kılar. Sonra bir münâdî: “Hayvanlarına çobanlık etmek, kendisini benim kitabımı okumaktan alıkoymayanlar nerededir? diye seslenir ve onlar ayağa kalkar. Her biri kerâmet tacı ile taçlandırılır. Sağ ellerine kurtuluş, sol ellerine de ebedîlik (berâtı) verilir. Eğer ana-babası Müslüman ise onlar da dünya ve içindekilerden daha kıymetli elbiselerle giydirilirler. Ana-babası: ‘Bunlar bize nereden verildi?’ derler. ‘Sizin evlâdınızın Kur’ân-ı Kerîm’e sımsıkı sarılması sebebiyle’ denir. (el-Mu’cemü’l-Kebîr) “İçinde Kur’ân-ı Kerîm’den ufacık bir şey bulunmayan kalp harâp olmuş ev gibidir.” Yani kalpleri tâmir etmek, îmân, Kur’ân ve Allâhü Teâlâ’yı zikretmekle mümkün olur. Kimin kalbi bu üç şeyden boş olursa o kalp harâp olmuştur. Harap olan evde hayır olmadığı gibi o kalpte de hiçbir hayır yok demektir. (el-Mefâtîh Şerhu’l-Mesâbîh)

► Hasan-ı Basri Hazretlerine Soruldu ki:
▬ “Bâzı Kimseler Diyorlar ki, “Önce Kendiniz Olgunlaşmadan Halkı Olgunlaşmaya Çağırmayınız...” Buna Ne Dersiniz?”
Hasan-ı Basri Hazretleri Buyurdu ki:
▬ “Şeytânın En Çok Sevdiği Söz Budur İşte! Şeytân Bu Sözü Size Çok Süslü Gösterir. Zirâ Bunda, Dinimizin Her Müslüman’ı Vâzifelendirdiği ❛Emr-i bi’l-ma’rûf Nehy-i ani’l-münker❜ Görevini Terk Ettirmek Vardır. İslâm Âlimleri İttifâk Etmişlerdir ki; İnsan, Hakkı Tam Yaşayamadığını Bilse de, Tavsiyeden de Geri Kalmamalıdır...”

'Dişi aslan avladığı ceylanı yemeye başlarken karnında yavrusu olduğunu fark eder. Yavruyu ölmüş ceylanın karnından çekip çıkarır lakin iş işten geçmiş, yavru çoktan ölmüştür. Aslan, annesi ölmüş yavruyu yere koyar ve ağır adımlarla bir kenara çekilip yere uzanır. Bu fotoğrafları çeken fotoğrafçı uzun süre aslanın hareketsiz kalmasından şüphelenir ve cesaretini toplayarak aslanın yanına yaklaştığında onun öldüğünü görür. Aslanını ölüm nedenini öğrenmek için götürdüğü veteriner karnını yarar ve kalbinin patlayarak parçalandığını tespit eder. Bu fotoğrafı gördükten ve altındaki bu bu yazıyı okuduktan sonra anladım ki; "Aslan yürekli" olmak, gücüne dayanarak senden zayıfların hayatına kast etmek değil; masum bir annenin ya da bir yavrunun ölümüne sebebiyet vermiş olmanın üzüntüsüne yüreğinin dayanamaması demekmiş. Bu yüzdendir ki "hayvan" dediğimiz o varlıklar, insanlardan binlerce kat daha iyiler.

Görüntünün olası içeriği: açık hava ve doğaGörüntünün olası içeriği: açık hava

Peygamberimiz s.a.v. 'in, çarşı ve pazarda dolaşırken, ehli gafletin zulmaniyetinin sirayet etmesine karşı tavsiye ettiği dua ve faziletine karşı hadis alimleri hayran kalmışlardır. Çarşı ve pazarlarda gezinirken Allah Teâlâ'yı zikreden kişilerin, bunu yapmayanlara karşı bir üstünlükleri vardır. İnsanların çoğunun gaflette bulunduğu ve alışveriş ile meşgul olduğu çarşı ve pazarlarda Rabb'ini zikretmeye önem vermelidir. Peygamberimiz s.a.v. bunun önemine işaret ederek şöyle buyurmuştur: "Kim çarşıya girince. “Lâ ilâhe illailahüvahdehu lâ şerike leh, lehü'l-mülkü ve lehü'l-hamdüyuhyî ve yümitü ve hüve hayyün lâ yemûtübi-yedihi'l-hayr ve hüve alâ külli şeyin kadir' duasını okursa Allah ona bir milyon sevap yazar, onun bir milyon günahını affeder ve mertebesini bir milyon derece yüceltir."[1] Diğer bir hadiste şöyle buyrulmuştur: "Gafillerin arasında Allah'ı zikreden kişi, savaştan kaçanlar arasında sebat edip savaşan kimse gibidir."[2] Bunun için Muhammed b. Vâsi (r.a) ve Ibn Ömer (r.a), sırf yüce Allah'ı zikrederek bu fazileti elde etmek için pazar yerlerine girerlerdi. Hasan-ı Basrî (k.s), çarşı pazarlarda Allah'ı zikredenler hakkında şöyle der: "Onlar kıyamet günü, yüzlerinde dolunayın parlaklığı gibi bir aydınlık ile ve güneş gibi bir güzellik içinde gelirler. Çarşı ve pazarlarda istiğfarda bulunan kimselerin, orada bulunanların sayısınca günahları affedilir."[3] [1]Tirmizî, Daavât, 36 (nr. 3428); IbnMâce, Ticârât, 40 (nr. 2235). [2]Taberânî, el-Mu'cemü'l-Kebîr. nr. 9797; Aclûnî, Keşfü'l-Hafâ, 1/371 (nr. 1344). [3]EbûTâlib el-Mekkî, Kûtü'l-Kulûb, 2/265; Gazâlî, IhyâüUlumi'd-Din, 2/803.

SAMÎMÎ TEVBE NASIL OLUR?
Bir kişi İbrahim Edhem Hazretlerine: ‘Ben kendime çok zulmettim. Bana nasihatte bulun.’ dedi. İbrahim Edhem Hazretleri;
“Sana altı şey öğreteceğim. Eğer bunları kabul edersen, bundan sonra sana zarar verecek bir şey işlemezsin.” dedi:
“Allâhü Teâlâ’ya isyan edeceğin zaman onun mülkünden çık.” Adam, 'bu nasıl mümkün olur. Doğudan batıya, güneyden kuzeye, yerin altından arşın üstüne kadar hep Allâhü Teâlâ’nın mülküdür. Ben onun mülkünden çıkıp nereye gidebilirim,' deyince “Hem onun mülkünde duracaksın hem de ona âsî mi olacaksın!” buyurdu.
“Günah işleyeceğin zaman Allâhü Teâlâ’dan rızık isteme.” Adam, ‘Bu nasıl olabilir? Zira bütün âlemdeki canlılar onun rızkını yerler. Onun ihsanından faydalanırlar,’ deyince “Hem onun rızkından yiyeceksin hem de günah mı işleyeceksin!” buyurdu.
“Ona isyan edeceğin zaman Allâhü Teâlâ’nın seni göremeyeceği bir yer bul.” Adam, ‘Nasıl olur? Yeryüzünde ve gökyüzünde ona gizli hiçbir şey yoktur. O, en gizli sesleri ve kalplerde gizli şeyleri bilir. Hatta karanlık gecede kara taşın üstündeki kara karıncayı görür.' deyince “Hem onun mülkünde yaşayacaksın, onun nimetlerinden yiyeceksin hem de onun huzurunda günah mı işleyeceksin!” buyurdu.
“Azrâil (a.s.), ruhunu almağa geldiği zaman tevbe etmek için, izin iste.” Adam, ‘Bunu nasıl kabul eder?’ deyince “Tevbe etmek için Azrail’i (a.s.) bir an bile bekletmeğe gücün yetmiyorsa, gelmeden ve zorda kalmadan önce bu zamanı fırsat ve ganimet bil ve tevbe et.”
“Mezarda Münker ve Nekir ismindeki iki melek, sual için geldiklerinde, onları geri çevir.” Adam, ‘Bunu yapmağa gücüm yetmez.’ deyince “Öyleyse cevap verebilmek için hazırlıklı ol.” buyurdu.
“Kıyâmet günü bir nidacı, ‘Bir fırka cennette, bir fırka Cehennemdedir’ (Şûrâ Sûresi, âyet 7) diye seslenince -farz edelim ki sen de cehenneme gidenler arasında olursan- ‘Ben gitmem.’ de.” Adam, ‘Buna gücüm nasıl yeter.’ dedikten sonra hemen tevbe etti ve ölünceye kadar tevbesinden vazgeçmedi.
Allâhü Teâlâ, bizlere de nasuh (gâyet ciddi) tevbe nasib eylesin.

Din Sömürüsü

Din Sömürüsü
Adamlar ortaya atılıyor, sahneye çıkıyor ve İslam, din, iman, Kur'an, mâneviyat propafandası yapıyor. Ne güzel... Lakin bunların bir kısmına bakıyorsunuz, din edebiyatı yapmaya başlarken fakir kimselerdi, bir müddet sonra zenginleşiyorlar. Bu zenginlikleri normal ve helal ticaret, sanayi, ihracat ithalat, tarım, hayvancılık, çeşitli hizmetler yoluyla mı oluyor? Böyle faaliyetleri yok. Peki nasıl zenginleşiveriyorlar? İşte mesele buradadır. Bu dinci, İslamcı, muhafazakâr görünen kimseler helal ve normal yollarla zengin olmamışlarsa ortada din istismarı vardır.
Türkiye'de zenginleşmek, hem de çok zenginleşmek için normal ve helal yolların dışında haram, kirli, karanlık, necis yollar vardır. Bazılarını sayayım:
İhalelere fesat karıştırmak.
İnşaat yapılmasına izin olmayan arazilere inşaat izni vermek.
Bir arsa var. Bunun dörtte birine inşaat yapılmasına izin verilmiş. Bu dörtte biri dörtte üçe çıkartmak ve bundan yüklü bir komisyon almak.
Sekiz kata izin var, allem edip kalem edip bunu on dört kata çıkartmak ve bundan komisyon almak.
Bazı bölgelerin, arazilerin çok değerleneceğini "içeriden" öğrenip buralarda ucuza arazi kapatıp sonra on misline satmak.
Kural şudur:
Dindar bir kimse, hem din edebiyatı yapıyor, hem de buna paralel olarak haram yollarla zenginleşiyorsa o bir din sömürücüsüdür.
Müslümanın serveti helal olmalıdır.
İslama, Kur'ana, Şeriata, Ümmete hizmet eden Müslüman şahsiyetlerin mal ve servet beyanları açık ve şeffaf olmalıdır.
Kötü ve bozuk düzenlerde kötü ve bozuk yollarla ve metotlarla zengin olunabilir fetvası şeytanîdir.
Niçin? Çünkü bu şeytanî fetva İslam'ın istikamet temel prensip ve şartına aykırıdır.
Müslüman Darülislam'da da, Darülharb'te de doğru ve dürüst olmakla mükelleftir.
Ülkemizdeki kâfirler ve münafıklar yıllar boyunca en normal, en tabiî, en haklı dinî faaliyetleri, istekleri, emelleri din istismarı/sömürüsü olarak vasıflandırdılar ve hizmet ehli temiz ve ihlaslı Müslümanlara büyük eziyetler ve zulümler ettiler.
Bir Mason devletin masonca idare edilmesi isteyince suç olmuyor da bir Müslüman İslam prensiplerine göre idare edilmesini isteyince niçin suç olacakmış?
Sabataycılar, Cumhuriyeti bir Sabataycı Cumhuriyeti haline dönüştürmek için çalışınca suç olmayacak, bir Müslüman İslam cumhuriyeti isteyince suç olacak.
Türkiye'de din sömürüsü vardır ama Sabataycıların, Kemalistlerin, Vesayet Sistemi taraftarlarının, egemen azınlıkların sömürü dediği şey başkadır ve gerçekte sömürü değildir.
1923'te bir İslam Cumhuriyeti kurulmuştu. Anayasanın ikinci maddesinde "Devletin dini İslamdır" yazılıydı. İstanbul Dolmabahçe sarayında, Büyük Millet Meclisi tarafından seçilmiş bir Halife-i Müslimîn vardı ve her hafta resmî merasimle Cuma namazına gidiyordu. Kabinede Şer'iye Vekaleti (Şeriat İşleri Bakanlığı) vardı. Mahkemelerde Şeriata uygun kanunlarla hüküm veriliyordu. Başta ilk Cumhurbaşkanının refikası olmak üzere bütün İslam kadın ve kızları tesettürlüydü. Hafta tatili Cuma günü idi. Toplu taşıma vasıtalarında kadınların yerleri ayrıydı. Ceza Kanunu'nda zina ağır suç olarak yazılıydı. Ramazan'da alenen (açıkta) oruç yiyen Müslümanlar polis tarafından tutuklanıyordu. 1923'te başına şapka geçiren bir Türk yine tutuklanıyordu. Çünkü şapka küfür alametiydi...
Yakın tarihimizde (1970'ler, 80'ler) düzen ve sistem bozuktur, çok kötüdür, bunu değiştirip yerine hak, âdil, insaflı, güvenli, temiz bir düzen getireceğiz edebiyatı yapan birtakım radikal Müslümanların, hızlı İslamcıların daha sonra yüz seksen derece çark ederek bozuk düzenin kirli, kara, necis, haram, pis, cehennemî nimetlerine saldırmaları ve zenginleşmeleri ne ibretli bir trajedidir.
Mehmet Şevket Eygi.
Görüntünün olası içeriği: yazı