11 Temmuz 2019 Perşembe

H.Ş : Kimseye muhtaç olmamak ve ana baba, çoluk çocuğunu muhtaç etmemek için işe gidenin, her adımı ibadettir. [Taberani]



Hadis-i Şerif : "Allah yolunda bir gece nöbet (ribât) beklemek bir ay'ı oruç ve ibâdetle geçirmekten daha hayırlıdır. Ölürse dünyada yaptığı ameli ve rızkı devam eder. Kabir azâbından da emin olur"..“Bir gündüz ve gece ribat yapmak (Allah yolunda nöbet beklemek) bir aylık nafile oruç ve namazdan daha hayırlıdır. Ölse bile bu işlediği amelin sevabı kesilmez. Bununla rızıklanır, fitnecilerden korunur.”.....Buhârî, Cihâd 73; Müslim, İmâre 163; Nesâî, Cihad 39; Tirmizî, Fedâilu’l-Cihad

Bir gün mescitte Bilal-i Habeşi hazretleri oynuyordu. Hazret-i Ömer, (Ya Bilal, burası mescid, ne yapıyorsun, burada oynanır mı?) dedi. Bilal-i Habeşi hazretleri, Resulullahı göstererek, (Buranın sahibi var, sen çık aradan) dedi. Hazret-i Ömer, taaccüp edip, (Ya Resulallah, Bilal mescidin içinde oynuyor) dedi. Peygamber efendimiz onu çağırarak, (Ya Bilal, bu ne hâl, niye oynuyorsun?) diye sordular. (Anam babam sana feda olsun ya Resulallah) dedi, (Bu benim Allahü teâlâya özel teşekkürüm. Allahü teâlâ, her şeyi senin için yarattı, sana her şeyi verdi, sadece bir şeyi vermedi. İşte bu sebepten sevincimden oynuyorum) dedi. Peygamber efendimiz tebessüm buyurup, (O sebep nedir ki ya Bilal, seni sevinçten oynatıyor?) diye sordular. (Anam babam sana feda olsun ya Resulallah, Cenab-ı Hak sana, hidayet verme yetkisi vermedi dedi. Kalbe iman bahşetmeyi sana bıraksaydı, sen önce yakınlarını, bildiklerini, tanıdıklarını hidayete erdirirdin, bu garip Bilal, tâ Habeşistan’da nasıl Müslüman olurdu, onun için oynuyorum) dedi. Peygamber efendimiz yine tebessüm edip, (Oyna ya Bilal!) buyurdular.
Görüntünün olası içeriği: 1 kişi, yazı

10 Temmuz 2019 Çarşamba

“Hınzır” (domuz) haramdır. Bunun haram olmasının sebebi de necis olmasıdır.

Hasan Bozkurt --------- “Hınzır” (domuz) haramdır. Bunun haram olmasının sebebi de necis olmasıdır. Hayvanların aldığı gıdalar bedeninde cevher (öz, maya) olmakta ve gıdadan hâsıl olan şeyin cinsinden sıfat ve ahlaktan eser bırakmaktadır. Domuzda, cidden tabiatında kötü ahlâk mevcuttur. Hırs, ahlâksızlık, menhiyyâta aşırı rağbet ve kıskanmama bunlardan bazılarıdır. İnsana da bu vasıflardan geçmesin diye yenmesi haram kılınmıştır. Görmez misin ki, onu yemeye devam eden kişide hırs ve kıskanmama gibi özellikleri nasıl oluşturmaktadır. Zira o cinsten başka bir erkek kendi dişisinin üzerine aşar da ona mâni olmaz

-Ahmed bin Hanbel rahimehullah dedi ki: “Bize göre sünnetin aslı, Resulullah aleyhissalatu vesselam ve onun ashabının takip ettiği o yola bağlı kalmaktır. Onnların yolundan gitmek ve bid’atları terk etmektir. Çünkü bütün bid’atler sapıklıktır.”....Süfyanu’s Sevrî rahimehullah dedi ki: “Bid’at iblise günahdan daha sevimlidir, zira günahdan tevbe edilir ama bid’attan tevbe edilmez.“

Görüntünün olası içeriği: yazı


Hasan Bozkurt
21 saat

Allah Teala buyurdu ki: “Ey İsrafil! İzzetim ve celalim, cömertliğim ve keremim hakkı için, kim, ‘Bismillâhirrahmanirrahîm’i Fâtiha’ya bitişik olarak (Yani "Bismillâhirrahmanirrahîm'il-hamdü lillâhi....şeklinde) bir kere okursa; şahit olun ki, ben onu mağfiret ederim. İyiliklerini kabul eder, kötülüklerini afveder, dilini ateşle yakmam. Onu kabir azabından ve büyük korkudan (kıyamet günü fezau’l-ekber’den) kurtarırım…” [Bkz. Tefsîru Ruhu'l-Beyan, Mukaddime, 1, 10-11]

Mûsâ -aleyhisselâm- ın Allah’ı görmek istemesi ve yaşanan olaylar…

MİRAÇ İsra ve Miraç hadisesi,




MİRAÇ İsra ve Miraç hadisesi, hicretten 18 ay evvel vukû bulmuştur. Ayet-i kerime ve hadis-i şerifler ışığında Miraçta vuku bulan tüm hadiseler…
MÎRAÇ NEDİR?

Mîrâc, göğe çıkma, yükselme, Hazret-i Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in göğe çıkarak Allâh Teâlâ ile görüşmesi anlamına gelmektedir.

Kâinâtın Efendisi Sertâc-ı Enbiyâ -aleyhissalâtü vesselâm- Efendimiz bu hâdiseyi şöyle anlatırlar:

“−Ben Kâbe’nin Hatîm kısmında uyku ile uyanıklık arasında idim… Yanıma merkepten büyük, katırdan küçük beyaz bir hayvan getirildi. Bu Burak’tı. Ön ayağını gözünün gördüğü en son noktaya koyarak yol alıyordu. Ben onun üzerine bindirilmiştim. Böylece Cibrîl -aleyhisselâm- beni götürdü. Dünyâ semâsına kadar geldik. Kapının açılmasını istedi.

«−Gelen kim?» denildi.

«−Cibrîl!» dedi.

«−Berâberindeki kim?» denildi.

«−Muhammed -aleyhissalâtü vesselâm-» dedi.

«−Ona Mîrâc dâveti gönderildi mi?» denildi.

«−Evet!» dedi.

«−Hoş gelmişler! Bu geliş ne iyi geliştir!» denildi ve kapı açıldı.

Kapıdan geçince, orada Hazret-i Âdem -aleyhisselâm-’ı gördüm.

«−Bu babanız Âdem’dir! O’na selâm ver!» denildi.

Ben de selâm verdim. Selâmıma mukâbele etti. Sonra bana:

«−Sâlih evlât hoş geldin, sâlih peygamber hoş geldin!” dedi.

Sonra Hazret-i Cebrâîl beni yükseltti ve ikinci semâya geldik. Burada Hazret-i Yahyâ ve Hazret-i Îsâ -aleyhimesselâm- ile karşılaştım. Onlar teyzeoğullarıydı.

Sonra Cebrâîl beni üçüncü semâya çıkardı ve orada Hazret-i Yûsuf -aleyhisselâm- ile karşılaştık. Dördüncü kat semâda Hazret-i İdrîs -aleyhisselâm- ile, beşinci kat semâda Hârûn -aleyhisselâm- ile, altıncı kat semâda ise Hazret-i Mûsâ -aleyhisselâm- ile karşılaştık.

«−Sâlih kardeş hoş geldin, sâlih peygamber hoş geldin!» dedi.

Ben onu geçince, ağladı. O’na:

«–Niye ağlıyorsun?» denildi.

«−Çünkü, benden sonra bir delikanlı peygamber oldu, O’nun ümmetinden cennete girecek olanlar, benim ümmetimden cennete girecek olanlardan daha çok!» dedi.

Sonra Cebrâîl beni yedinci semâya çıkardı ve İbrâhîm -aleyhisselâm- ile karşılaştık.

Cebrâîl -aleyhisselâm-:

«−Bu, baban İbrâhîm’dir; ona selâm ver!» dedi.

Ben selâm verdim; O da selâmıma mukâbele etti. Sonra:

«−Sâlih oğlum hoş geldin, sâlih peygamber hoş geldin!» dedi.

Daha sonra bana:

«−Yâ Muhammed! Ümmetine benden selâm söyle ve onlara cennetin toprağının çok güzel, suyunun çok tatlı, arâzisinin son derece geniş ve dümdüz olduğunu bildir. Söyle de cennete çok ağaç diksinler. Cennetin ağaçları “Sübhânallâhi ve’l-hamdü lillâhi ve lâ ilâhe illâllâhu vallâhu ekber!” demekten ibârettir.» dedi.

Sonra Sidretü’l-Müntehâ’ya çıkarıldım. Bunun meyveleri (Yemen’in) Hecer testileri gibi iri idi, yaprakları da fil kulakları gibiydi.

Cebrâîl -aleyhisselâm- bana:

«−İşte bu, Sidretü’l-Müntehâ’dır!» dedi.”

Burada dört nehir vardı: İkisi bâtınî nehir, ikisi zâhirî nehir.

«–Bunlar nedir, ey Cibrîl?» diye sordum.

Cebrâîl -aleyhisselâm-:

«–Şu iki bâtınî nehir, cennetin iki nehridir. Zâhirî olanların biri Nil, diğeri de Fırat’tır!» dedi…”[2]

(Buhârî, Bed’ü’l-Halk, 6; Enbiyâ, 22, 43; Menâkıbu’l-Ensâr, 42; Müslim, Îman, 264; Tirmizî, Tefsîr 94, Deavât 58; Nesâî, Salât, 1; Ahmed, V, 418)

Sidretü’l-Müntehâ’da Cebrâîl -aleyhisselâm-:

“–Ey Allâh’ın Rasûlü! Buradan öteye yalnız gideceksin!” dedi.

Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:

“–Niçin ey Cibrîl?” diye sordu.

O da cevâben:

“–Cenâb-ı Hak bana buraya kadar çıkma izni vermiştir. Eğer buradan ileriye bir adım atarsam, yanar kül olurum!..” dedi. (Râzî, XXVIII, 251)

PEYGAMERİMİZ’İN ALLAH TEÂLA İLE GÖRÜŞMESİ

Artık bundan sonraki yolculuğa Allâh Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- yalnız devâm etti. Kendisine hârikulâde tecellîler lutfedildi. Cenâb-ı Hakk’ın cemâliyle müşerref oldu.

Bu yolculuktaki hârikulâdeliklerin lâyıkıyla ifâdeye dökülmesi, hayâl ötesi bir hakîkati, beşer idrâkinin çerçevesine sığdırmaya çalışmak gibi zor bir keyfiyettir. Hakîkati ve asıl mâhiyeti Allâh ile O’nun Habîbi arasında ebedî bir sır olarak kalan muhteşem tecellîler, tamâmen “âlem-i gayb” şartları dâhilinde tahakkuk etmiştir.

Bununla birlikte, Allâh ile O’nun yüce Peygamberi arasındaki bu muhteşem esrâr tecellîsi, vahye muhâtab olanlara Rabbin sonsuz kudret, azamet ve saltanatını sergilemektedir.

Ayrıca Mîrâc hâdisesi, Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in son olarak Tâif’te mâruz kaldığı zulümler netîcesinde kalbini dolduran hüznü, sürûra tebdîl etmek maksad-ı ilâhîsine de mâtuftur.

Aslında zaman ve mekân kaydı dışında gerçekleşen bu ilâhî tecellînin, insan müfekkiresi için tamâmının kavranması imkânsızdır. Böyle beşer idrâkini aşan hassas ve müstesnâ mevzûlarda muhayyileyi zorlamak menedilmiştir.

Hâsılı, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, bütün peygamberler hakkında vâkî olan ilâhî lutufları aşan müstesnâ bir ikrâm-ı ilâhî ile Mîrâc’da Zât-ı Ulûhiyyet’e mahsus zamansız ve mekânsız bir âlemde:

“(Muhammed Mustafâ ile Rabbinin) araları, iki yay arası kadar, ya da daha yakın oldu.” (en-Necm, 9) diye bilinen bir tecellîye muhâtab olmuştur.

Kabirden mektup tek parca Yusuf Ziya Özkan