“Dünyâ hayâtı azdan daha azdır. Ona âşık olan, alçakların alçağıdır. O sihriyle bir topluluğu sağır ve kör eder. Böylece onlar ortalıkta şaşkın ve delîlsiz ortalıkta kalırlar.”
Hadis-i Şerif : "Allah yolunda bir gece nöbet (ribât) beklemek bir ay'ı oruç ve ibâdetle geçirmekten daha hayırlıdır. Ölürse dünyada yaptığı ameli ve rızkı devam eder. Kabir azâbından da emin olur"..“Bir gündüz ve gece ribat yapmak (Allah yolunda nöbet beklemek) bir aylık nafile oruç ve namazdan daha hayırlıdır. Ölse bile bu işlediği amelin sevabı kesilmez. Bununla rızıklanır, fitnecilerden korunur.”.....Buhârî, Cihâd 73; Müslim, İmâre 163; Nesâî, Cihad 39; Tirmizî, Fedâilu’l-Cihad
Bir gün mescitte Bilal-i Habeşi hazretleri oynuyordu. Hazret-i Ömer, (Ya Bilal, burası mescid, ne yapıyorsun, burada oynanır mı?) dedi. Bilal-i Habeşi hazretleri, Resulullahı göstererek, (Buranın sahibi var, sen çık aradan) dedi. Hazret-i Ömer, taaccüp edip, (Ya Resulallah, Bilal mescidin içinde oynuyor) dedi. Peygamber efendimiz onu çağırarak, (Ya Bilal, bu ne hâl, niye oynuyorsun?) diye sordular. (Anam babam sana feda olsun ya Resulallah) dedi, (Bu benim Allahü teâlâya özel teşekkürüm. Allahü teâlâ, her şeyi senin için yarattı, sana her şeyi verdi, sadece bir şeyi vermedi. İşte bu sebepten sevincimden oynuyorum) dedi. Peygamber efendimiz tebessüm buyurup, (O sebep nedir ki ya Bilal, seni sevinçten oynatıyor?) diye sordular. (Anam babam sana feda olsun ya Resulallah, Cenab-ı Hak sana, hidayet verme yetkisi vermedi dedi. Kalbe iman bahşetmeyi sana bıraksaydı, sen önce yakınlarını, bildiklerini, tanıdıklarını hidayete erdirirdin, bu garip Bilal, tâ Habeşistan’da nasıl Müslüman olurdu, onun için oynuyorum) dedi. Peygamber efendimiz yine tebessüm edip, (Oyna ya Bilal!) buyurdular.
Hasan Bozkurt--------- “Hınzır” (domuz) haramdır. Bunun haram olmasının sebebi de necis olmasıdır. Hayvanların aldığı gıdalar bedeninde cevher (öz, maya) olmakta ve gıdadan hâsıl olan şeyin cinsinden sıfat ve ahlaktan eser bırakmaktadır. Domuzda, cidden tabiatında kötü ahlâk mevcuttur. Hırs, ahlâksızlık, menhiyyâta aşırı rağbet ve kıskanmama bunlardan bazılarıdır. İnsana da bu vasıflardan geçmesin diye yenmesi haram kılınmıştır. Görmez misin ki, onu yemeye devam eden kişide hırs ve kıskanmama gibi özellikleri nasıl oluşturmaktadır. Zira o cinsten başka bir erkek kendi dişisinin üzerine aşar da ona mâni olmaz
MİRAÇ İsra ve Miraç
hadisesi, hicretten 18 ay evvel vukû bulmuştur. Ayet-i kerime ve hadis-i
şerifler ışığında Miraçta vuku bulan tüm hadiseler… MÎRAÇ NEDİR?
Mîrâc, göğe çıkma, yükselme, Hazret-i Muhammed
-sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in göğe çıkarak Allâh Teâlâ ile görüşmesi
anlamına gelmektedir.
Kâinâtın Efendisi Sertâc-ı Enbiyâ -aleyhissalâtü
vesselâm- Efendimiz bu hâdiseyi şöyle anlatırlar:
“−Ben Kâbe’nin Hatîm kısmında uyku ile uyanıklık
arasında idim… Yanıma merkepten büyük, katırdan küçük beyaz bir hayvan
getirildi. Bu Burak’tı. Ön ayağını gözünün gördüğü en son noktaya koyarak yol
alıyordu. Ben onun üzerine bindirilmiştim. Böylece Cibrîl -aleyhisselâm- beni
götürdü. Dünyâ semâsına kadar geldik. Kapının açılmasını istedi.
«−Gelen kim?» denildi.
«−Cibrîl!» dedi.
«−Berâberindeki kim?» denildi.
«−Muhammed -aleyhissalâtü vesselâm-» dedi.
«−Ona Mîrâc dâveti gönderildi mi?» denildi.
«−Evet!» dedi.
«−Hoş gelmişler! Bu geliş ne iyi geliştir!»
denildi ve kapı açıldı.
Kapıdan geçince, orada Hazret-i Âdem
-aleyhisselâm-’ı gördüm.
«−Bu babanız Âdem’dir! O’na selâm ver!» denildi.
Ben de selâm verdim. Selâmıma mukâbele etti.
Sonra bana:
Sonra Hazret-i Cebrâîl beni yükseltti ve ikinci
semâya geldik. Burada Hazret-i Yahyâ ve Hazret-i Îsâ -aleyhimesselâm- ile
karşılaştım. Onlar teyzeoğullarıydı.
Sonra Cebrâîl beni üçüncü semâya çıkardı ve
orada Hazret-i Yûsuf -aleyhisselâm- ile karşılaştık. Dördüncü kat semâda
Hazret-i İdrîs -aleyhisselâm- ile, beşinci kat semâda Hârûn -aleyhisselâm- ile,
altıncı kat semâda ise Hazret-i Mûsâ -aleyhisselâm- ile karşılaştık.
«−Sâlih kardeş hoş geldin, sâlih peygamber hoş
geldin!» dedi.
Ben onu geçince, ağladı. O’na:
«–Niye ağlıyorsun?» denildi.
«−Çünkü, benden sonra bir delikanlı peygamber
oldu, O’nun ümmetinden cennete girecek olanlar, benim ümmetimden cennete
girecek olanlardan daha çok!» dedi.
Sonra Cebrâîl beni yedinci semâya çıkardı ve
İbrâhîm -aleyhisselâm- ile karşılaştık.
Cebrâîl -aleyhisselâm-:
«−Bu, baban İbrâhîm’dir; ona selâm ver!» dedi.
Ben selâm verdim; O da selâmıma mukâbele etti.
Sonra:
«−Yâ Muhammed! Ümmetine benden selâm söyle ve
onlara cennetin toprağının çok güzel, suyunun çok tatlı, arâzisinin son derece
geniş ve dümdüz olduğunu bildir. Söyle de cennete çok ağaç diksinler. Cennetin
ağaçları “Sübhânallâhi ve’l-hamdü lillâhi ve lâ ilâhe illâllâhu vallâhu ekber!”
demekten ibârettir.» dedi.
Sonra Sidretü’l-Müntehâ’ya çıkarıldım. Bunun
meyveleri (Yemen’in) Hecer testileri gibi iri idi, yaprakları da fil kulakları
gibiydi.
Cebrâîl -aleyhisselâm- bana:
«−İşte bu, Sidretü’l-Müntehâ’dır!» dedi.”
Burada dört nehir vardı: İkisi bâtınî nehir,
ikisi zâhirî nehir.
«–Bunlar nedir, ey Cibrîl?» diye sordum.
Cebrâîl -aleyhisselâm-:
«–Şu iki bâtınî nehir, cennetin iki nehridir.
Zâhirî olanların biri Nil, diğeri de Fırat’tır!» dedi…”[2]
“–Ey Allâh’ın Rasûlü! Buradan öteye yalnız
gideceksin!” dedi.
Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“–Niçin ey Cibrîl?” diye sordu.
O da cevâben:
“–Cenâb-ı Hak bana buraya kadar çıkma izni
vermiştir. Eğer buradan ileriye bir adım atarsam, yanar kül olurum!..” dedi.
(Râzî, XXVIII, 251)
PEYGAMERİMİZ’İN ALLAH TEÂLA İLE GÖRÜŞMESİ
Artık bundan sonraki yolculuğa Allâh Rasûlü
-sallâllâhu aleyhi ve sellem- yalnız devâm etti. Kendisine hârikulâde
tecellîler lutfedildi. Cenâb-ı Hakk’ın cemâliyle müşerref oldu.
Bu yolculuktaki hârikulâdeliklerin lâyıkıyla
ifâdeye dökülmesi, hayâl ötesi bir hakîkati, beşer idrâkinin çerçevesine
sığdırmaya çalışmak gibi zor bir keyfiyettir. Hakîkati ve asıl mâhiyeti Allâh
ile O’nun Habîbi arasında ebedî bir sır olarak kalan muhteşem tecellîler,
tamâmen “âlem-i gayb” şartları dâhilinde tahakkuk etmiştir.
Bununla birlikte, Allâh ile O’nun yüce
Peygamberi arasındaki bu muhteşem esrâr tecellîsi, vahye muhâtab olanlara
Rabbin sonsuz kudret, azamet ve saltanatını sergilemektedir.
Ayrıca Mîrâc hâdisesi, Hazret-i Peygamber
-sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in son olarak Tâif’te mâruz kaldığı
zulümler netîcesinde kalbini dolduran hüznü, sürûra tebdîl etmek maksad-ı
ilâhîsine de mâtuftur.
Aslında zaman ve mekân kaydı dışında gerçekleşen
bu ilâhî tecellînin, insan müfekkiresi için tamâmının kavranması imkânsızdır.
Böyle beşer idrâkini aşan hassas ve müstesnâ mevzûlarda muhayyileyi zorlamak
menedilmiştir.
Hâsılı, Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi
ve sellem-, bütün peygamberler hakkında vâkî olan ilâhî lutufları aşan müstesnâ
bir ikrâm-ı ilâhî ile Mîrâc’da Zât-ı Ulûhiyyet’e mahsus zamansız ve mekânsız
bir âlemde:
“(Muhammed Mustafâ ile Rabbinin) araları, iki
yay arası kadar, ya da daha yakın oldu.” (en-Necm, 9) diye bilinen bir
tecellîye muhâtab olmuştur.