18 Eylül 2019 Çarşamba

İlk okuduğumda bu yazı beni çok etkiledi, sizlerle paylaşmak istedim. Birkaç gün tesiri altında kaldım. O günden beri uygun sohbet ortamlarında, acı bir hakikati ifade eden bu hatırayı insanlarla paylaşma ihtiyacı hissediyorum. Ta ki ömrümüze nispetle çok uzun süren gaflet uykusundan uyanmamıza vesile olsun!.. Ta ki, Rabbimizin bizlere ikram ettiği sayısız nimetlere karşı, ne kadar nankörlük ettiğimizin farkına varalım!.. Ta ki, imkânımız arttıkça isyanımızın, tuğyanımızın da arttığını görelim!..


İlk okuduğumda bu yazı beni çok etkiledi, sizlerle paylaşmak istedim. Birkaç gün tesiri altında kaldım. O günden beri uygun sohbet ortamlarında, acı bir hakikati ifade eden bu hatırayı insanlarla paylaşma ihtiyacı hissediyorum. Ta ki ömrümüze nispetle çok uzun süren gaflet uykusundan uyanmamıza vesile olsun!.. Ta ki, Rabbimizin bizlere ikram ettiği sayısız nimetlere karşı, ne kadar nankörlük ettiğimizin farkına varalım!.. Ta ki, imkânımız arttıkça isyanımızın, tuğyanımızın da arttığını görelim!..
Ta ki, tefekkür dünyamızda yer alan duygu ve düşüncelerimizin, bizleri neremizden yakalayıp, hangi derin ve karanlık derelere fırlattığını, kurda kuşa yem olmamız için hangi ıssız dağ başlarına bıraktığının idrakinde olalım!..
Bu güzel ve ibretamiz incir hikâyesini, Diyanet İşleri Başkanlığı Kurumsal İletişim Müdürlüğü’nde Koordinatör olarak görev yapan Yüksel Sezgin bey anlatıyor:
“Diyanet İşleri Başkanlığı ve Türkiye Diyanet Vakfı 2015 yılı Ramazan Programı kapsamında Etiyopya’ya gittim. Çok dinli, çok dilli, çok kültürlü bir ülke olan Etiyopya’da insanların cömertçe paylaştığı tek unsur yoksulluk.
Etiyopya tam bir tezatlar ülkesi; bir yanda Allah’ın insanlara bahşettiği topraklar, bir yanda aç insanlar, bir yanda lüks oteller, hemen çevresi teneke mahallesi. Varlık da yokluk da iç içe… Bu tezatlar Etiyopya’da kaldığımız süre içinde hep Hayâli’nin;
“Cihân-ârâ cihân içredir ârâyı bilmezler,
Ol mâhiler ki deryâ içredir deryâyı bilmezler.” beyti dolaştı.
Necaşi Hazretlerinin torunlarıyla bir arada olmak, Ramazan’da onların yüzünü güldürmek, Ramazan sevincini paylaşmak, sofralarına bir katkı sunmak amacıyla Etiyopya’nın değişik bölgelerinde bulunduk.
Bir iftar vakti, kaldığım yerde ezanla birlikte orucumu açtım. Sofrada, Türkiye’den götürdüğüm biraz Beypazarı kurusu, birkaç hurma ve kuru incir vardı. İftardan sonra akşam namazını kıldım ve çay içmek için bir kenara çekildiğimde, Nureddin isimli bir imam yanıma geldi. Kendisine bir adet kuru incir ikramında bulundum. Hem sohbet ediyor, hem de çaylarımızı yudumluyorduk. Nureddin elindeki incirin yarısını ısırarak;
“Bu ne kadar güzel bir meyve, nedir bu meyve?” diye sordu.
Meyvenin incir olduğunu, Allah’ın üzerine yemin ettiği “Tin” meyvesi olduğunu söyledim. Hayretle “İncir bu mu?” dedi ve Besmele çekerek “Tîn Suresini” okumaya başladı. Elinde kalan yarım inciri büyük bir hürmet ve saygıyla bir peçeteye sardı. O yarım inciri ne yapacağını sordum kendisine…
“Allah’ın üzerine yemin ettiği bu inciri evime götüreceğim. Çocuklarımın ağzına birer parça koyacağım. Bir ömür damarlarımızda dolaşacak. Bu büyük bir nimet, Allah bize bu nimeti bahşetti, ne kadar şükretsek azdır.” dedi. Ben de, “Siz o yarım inciri yiyin” dedim ve yanımda bulunan bir paket inciri kendisine ikram ettim.
Büyük bir heyecanla paketi alarak; “Allah’a yemin ederim ki hayatımda aldığım en değerli ve en büyük hediye bu oldu. Sizler ne kadar büyük insanlarsınız, ne kadar büyük bir milletsiniz. 3500 kilometre mesafeden buraya geliyorsunuz ve Allah’ın Kur’an’da zikrettiği ve üzerine yemin ettiği bir meyveyle bizi tanıştırıyor ve ikramda bulunuyorsunuz. Size ne kadar teşekkür etsek azdır. Yıllardır Etiyopya’nın değişik bölgelerinde sofralarımıza katkı sağlıyor, kestiğiniz kurbanlarla bizlere ikramda bulunuyorsunuz. Gelecekten ümidini kesmiş olan bizlere birer ışık ve ümit oldunuz. Allah sizlerden razı olsun” dedi. Bu duygularla Necaşi Hazretlerinin torunlarıyla vedalaşarak ülkemize döndük.”
Bu hatıra kime ne anlatır veya kimler bundan ne ders çıkarır bilmiyorum. Yalnız ben kendime söz verdim. İnşaallah bundan sonra, bir incir gördüğümde veya bir incir yediğimde “Tîn Sûresini” mutlaka okuyacağım…
Hayat kitabımız Kur’an-ı Kerîm’de 95’inci sure. Mekke döneminde inmiştir. 8 ayettir.
Bismillâhirrahmanirrahim.
1- İncire, zeytine,
2- Sina dağına,
3- Ve bu emin beldeye (Mekke’ye) yemin olsun ki;
4- Biz, insanı en güzel bir biçimde yarattık.
5- Sonra çevirdik aşağıların aşağısına kaktık (indirdik).
6- Ancak iman edip yararlı işler yapan kimseler başka. Onlar için kesilmez bir mükâfat vardır.
7- O halde bundan sonra sana dini (hesap gününü) yalanlatan nedir?
8- Allah “hâkimlerin hâkimi” değil midir?
Amennâ ve saddaknâ… İnandık, iman ettik Rabbim… Yaratan ve yaşatan Sensin… Din gününün sâhibi Sensin… Hâkimler hâkimi Sensin…
Sormak istediğim soru şu :
Sayısız nimetler içerisinde yaşayan bizler, neden Etiyopyalı Nureddin Hoca gibi bakamıyoruz?
O’nun gibi göremiyoruz?
O’nun gibi düşünemiyoruz?
O idrakte olsaydık bir bardak suyu lüzumsuz yere akıtır mıydık?
İhtiyacımızdan fazla aldığımız ekmekleri naylon poşetlerde küflendirip, sonra da hiç vicdanımız sızlamadan çöpe atar mıydık?
Yaşadığımız şu dünyada israf ettiğimiz o nimetlere muhtaç olan milyonlarca insan olduğunu düşünürdük
Heder ettiğimiz zenginliklerde diğer insanların ve doğacak bebeklerin de haklarının olduğunu unutmazdık
Kendisine ikrâm edilen ve hayatında ilk defa gördüğü, ilk defa yediği yarım incir karşılığında şükür olarak Tîn Sûresini okuyan Etiyopyalı Nureddin kardeşimiz, Türkiye’de incir bahçeleri, zeytin bahçeleri olup da kıblesini şaşırmış, kitabından habersiz, israf içersinde uyuşuk gafilleri görse ne derdi acaba
Yâ Rabbî Sırât-ı müstakimden ayırma bizi… İslâm nîmetinden, îman nîmetinden mahrum eyleme… Şükründen, zikrinden gâfil kılma bizleri… Âmin.
(Alıntı)

DÖKÜLEN SAÇLARINIZ YENİDEN GELSİN SAÇLARINIZDAN TEK TEL DÖKÜLMESİN Sağlığımızın müthiş şifreleri sayfamda var bilgileri okuyun 1 adet aspirini ezin havanda 5 diş sarımsağı soyun ezin havanda 2 yemek kaşığı sızma zeytinyağına karıştırın 1 yumurta sarısınıda karıştırın ilk 1 ay haftada bir yapın sonrasında 15 günde 1 yapın 1 saat dursun saçınızda ilk kullanımdan sonra dökülmeler duruyor kesnlikle dökülmüyor 6 ay sonra dökülen saçlar çıkmaya başlıyor saç kökleri sağlamsa bu aradada karaciğeriniz tıkanmış dökülmelerin sebebi olan filitrelerinizide açın devedikeni enginarla bilginiz olsun saygılar geçmiş olsun M.ulaş

Bu internet sitesi hakkında

Kahire’de Abdulvahhab-i Şa’ranî hazretleri bir gün va’zında bu hakikati çok güzel bir şekilde cemaatına izah ederken, zahiri âlimlerden birisi manevi cazibe hadisesine itiraz ediyor. “Müfti’s-sekaleyn ve Gavs-i azam” olan Abdulvahhab-i Şa’ranî o zahiri âlime, “Peki, senin Hz. Muhammed’e olan manevi bağını ve ipini keseyim mi?” diyor. O da, “Kes kesebilirsen!” demek küstahlığını gösteriyor. Ehlulullah’ın makas mesabesinde olan, şehadet parmağı ile orta parmağını makas gibi kullanıyor. Ve o zahiri âlimin Rasûlüllah’la irtibatını kesiyor. O zahiri âlim daha mescitte duramıyor, hemen dışarıya fırlıyor. Abdulvahhab-i Şa’ranî (k.s.), “Bu herifi takip edin! Çünkü ben, bunun omuzlarında domuz yavrusu görüyorum” buyuruyor. Hakikaten o âlim, bir Hıristiyan zenginin kızına son derece aşkla âşık oluyor. Ve onunla evlenebilmek için kızın babasına gidip, yalvarıyor. Kızın Hıristiyan babası da iki şart ileri sürüyor: “Kızımla evlenebilmek için; 1) Hıristiyan olacaksın, 2) Domuzlarıma çobanlık edeceksin” diyor. Bu da kabul ediyor. Bir gün domuzlara çobanlık ederken domuz yavruluyor. O kişi de yavrularını omzuna alıp, eve dönerken görülüyor. Ve Abdulvahhab-i Şa’ranî hazretlerinin kerameti tahakkuk ediyor. Hz. Allah, hiç birimizin manevi ipini Zatından ve Habib’inden kopartmasın! Bizi ipsizler haline getirmesin!

Evet İstanbul sözleşmesi ve 6284 tamda bunun için müslüman Türk halkına yapılmış ihanet yasalardir.
Türkiye nin sonunu getirmenin kestirme yolunun nikahsız yaşam ve âileninin yıkılması olduğunu tespit eden ABD, AB ve İsrail bu yasaları onayliyacak maşa reis ve maşa meslisi tam zamanında yakalayıp gözleri kulakları beyinleri ve kalbleri kapalı olarak onay vermişlerdir,bunca ölüm ve cinayetlerin artmasının sebebi bu kanunlar olduğu âşikar iken Kadem gibi dış destekli kuruluşların desteğiyle geri adım atmamakta direnmektedirler, bakalım göreceğiz cehenneme girmemek için zebanilere ne kadar direnebilecekler?
Bir tanesi 70 bin insanı bir anda cehenneme atacak güçte yaratılmışlardır.
O güne inananlar halkına bu zulmü yaparmi,koyunlar uyursa elbette yapar.

Hazreti Muaviye’nin Annesi hz. Hind'in Namusluluğu.....Hazreti Muaviye'nin annesi Hazreti Hind, müslüman olmadan önce Fakihe isminde biriyle evliydi. Fakihe bir sebeple Hind’in başka birisiyle zina ettiği şüphesine kapılır. Bu söz insanlar arasında yayılır. Hind'in babası da başkaları da bunun doğru olup olmadığı hakkında tereddüde düşerler. O zamanda, bunun gibi gizli şeylerin gerçek yüzünü haber veren kimseler varmış. Bunlardan birisi de Yemen'de bulunuyormuş. Babası Hind'i de alarak, Yemen'e o adama giderler. Gidenler sadece ikisi değildir. Yanlarında başka kadınlar da vardır. Yemen'e varırlar. Adam, kadınlara teker teker bakar ve sıra Hind'e gelince: - Hakkında konuşulan kadın sensin, der. Ve şunları söyler: - Sen zina yapmadın. Sana isnat ettikleri suçtan sen uzaksın. Sen ilerde Muaviye isminde bir çocuk dünyaya getireceksin ve o çocuk hükümdar olacaktır.Bu sözleri duyan kocası Fakihe, hemen kalkar Hind'in alnından öper. Hind ise kendisine izafe edilen zina suçlamasından son derece üzülmüş olduğu için: - Benden uzak dur. Benden dünyaya gelecek olan hükümdarın babasının sen olmasını istemiyorum, dedi ve uğraşarak Fakihe'den boşandı.Bu arada, Hind'in dünyaya getireceği bir çocuğun hükümdar olacağı haberi etrafa yayılmış bulunuyordu. Bunu duyan herkes onunla evlenmeye heveslendi. Hazreti Muaviye'nin babası Ebu Süfyan Hazretleri, birçok mal ve servet vererek onu kendisi işe evlenmeye razı etti. Zaten Hind de kendisi oldukça güzel ve zengin bir kadındı. İşte bu evlilikten Hazreti Muaviye dünyaya geldi. Bilindiği gibi, Hazreti Ali'nin halifeliğinden sonra Şam'ı kendisine merkez yaparak hükümdar olmuş ve bütün İslam memleketini idare etmiştir....Ali Eren - Dini Hikayeler

Hasan Bozkurt -----Hazret-i Hind (radıyallahü teâlâ anha), Peygamber efendimizin kayınvalidesidir. Resulullahın mübarek hanımlarından, müminlerin annesi Habibe validemizin ve onun kardeşi vahiy kâtibi Hazret-i Muaviye’nin annesidir. Resulullahın kayınpederi Hazret-i Ebu Süfyan’ın da hanımıdır.hadis-i şeriflerde buyuruluyor ki: Allahü teâlâ bana söz verdi ki, kızlarını aldığım ve kızlarımı verdiğim aileler, Cennette benimle beraber olacaktır.. [Deylemi]

Cennete ilk çağrılacak olanlar, bollukta darlıkta hep ALLAH 'a şükür edenlerdir. Hz.efendimiz (s.a.v.)

SÜLEYMAN HİLMİ TUNAHAN EFENDİNİN İRTİHALİ RABBİM ŞEFAATİNE NAİL KILSIN.
16-9-1959 .....ŞU İBRETLİK TABLOYU OKUYALIM.
1945 yılı idi. İstanbul Emniyet Müdürlüğünde Komiser olarak görev yapıyordum. O tarihlerde emniyetteki “tabutluk” çok meşhur idi. Bunu herkes bilir.
Bir gün Emniyet Müdürümüz kapıdan:
-Komiser!.. diye seslenerek beni makam odasına çağırdı. Odasına girdiğimde bana:
-Bu bekçi ne diyor?.. Bir bak bakalım! dedi.
Bekçi ile birlikte giderken, “Mesele nedir?” diye sordum.
Bekçi, bodrumu işaret etti. Yani meşhur tabutluğu göstermişti.
Merdivenleri inerek “mahzen” denilen yerin uc kısmındaki beton kuyunun yanına
geldik. Bir metrekare genişliğinde dört tarafı perde betonla çevrili kuyunun yüksekliği 2,5 metre kadardı. Hiçbir tarafında su sızdıracak bir delik ve kapağı yoktu.
Bekçi bana dedi ki:
-Komserim, bu kuyunun içinde sakallı bir zât var. Kuyuya üstündeki musluktan su
akıyor. Kuyu su ile dolduğunda Müdür Beye haber vermek üzere görevlendirilmiştim. Belli bir zaman sonra merdivene çıkıp kuyunun içine
baktığımda musluktan, devamlı su aktığı halde, kuyuda su olmadığını gördüm.
Müdür Beye gidip durumu haber verdim ama, inanmak istemedi. Onun üzerine sizi çağırdı” dedi.
Merdiveni tırmanıp üstten kuyunun içine baktım. Takrîben 60 yaşlarında sakallı, nur
yüzlü bir zât, boynu bükük ve düşünceye dalmış bir halde, ayakta dikiliyordu. Bir
taraftan da üstten su akıp duruyordu. Kuyunun altı ıslak fakat, bekçinin anlattığı gibi,
hakikaten kuyunun içinde hiç su yoktu.
Dehşete kapıldım. Korku içinde ve elim ayağım titrer vaziyette merdivenden indim.
Gidip vaziyeti müdür beye anlattım. Bu defa Müdür:
-Görelim bakalım! dedi. Beni de yanına alarak mahzendeki beton kuyunun yanına
gittik ve kendisi merdivenleri çıkarak, üstteki musluğundan devamlı su akan kuyuya
yukarıdan bakıp, içinde hiç su olmadığını görünce, tam bir korkuya kapılıp odasına
doğru ilerlerken bir taraftan da bize talimat veriyordu:
-Salın salın!.. Başımıza bir felâket gelmesin, bırakın evine gitsin!..diyordu.
Bu hâdiseden şahsen, çok etkilenmiştim. Kendimi toparladıktan sonra hemen
dosyasını inceledim. Beton kuyuya konulmuş olan zâtın, Fâtih dersiâmlarından
Süleyman Hilmi Tunahan olduğunu öğrendim. Kısıklı’da Kur’an kursu açıp Arapça
din dersleri verdiği için gözaltına alınmıştı.
Dosyasından, ikametgâh adresini aldım ve ilk fırsatta gidip kendisini ziyaret etmeyi
kafama koydum.
Pazar günü en iyi elbiselerimi geyip, kendimi ruhen de hazırlayarak, Kısıklı’daki
hânesine gittim ve kendisini ziyaret ettim. Mübarek elini öptüm. Kendisine yapılmak
istenen muâmeleden duyduğum üzüntüyü ifade ederek özür diledim.
Ama o, sanki hiçbir şey olmamış gibi tatlı bir tebessümle:
- Olur mu evladım?.. Senin ne kabahatin var!. Sonra bizim hiç kimseye kırgınlığımız yoktur. Bunlar normal şeylerdir” dedi.
Sanki hiçbir şey olmamış gibi güleryüzü ve tatlı tebessümü ile beni hayrette bıraktı. O
güzel tavrı ve sözleri karşısında sanki erimiştim.
Yanına gelenler vardı. Ama uzun müddet beni göndermedi. Mahremiyete de son
derece ehemmiyet veriyordu. Benim kimliğimi kimseye açıklamadı. Çay içirdi,
ikramlarda bulundu. Bana, lâyık olmadığım çok güzel duâlar yaptı. Öyle haz
duymuştum ki, yanından hiç ayrılmak istemiyordum.. Nihayet:
-Efendim, ara sıra ziyaretinize gelip elinizi öpmeme izin lütfeder misiniz? diye sorma
cesâreti buldum.
-Pek tabii, her zaman gelebilirsiniz evladım!. dedi.
Buna çok sevindim ve daha fazla yormamak için artık izin alıp büyük bir şevkle tekrar
elini öperek, huzurlarından ayrıldım.
O günden itibaren vefâtına kadar fırsat buldukça hep kendisini ziyaret edip mübarek
elini öptüm. İstanbul Emniyet Müdürlüğüm sırasında da gidip ziyaret ettim.
16 Eylül 1959 günü vefatında Kayseri’de idim. Defnine yetişemedim fakat, sonra gelip,
mübarek hânesine taziyede bulundum.
Hep gittiğim misafirhanede bu defa, artık hizmetleri üstlenen Kemâl Kacar Beyi
ziyaret ediyordum. Ayrılırken elini öpmek istedim fakat Kemâl Bey müsâde etmedi.
Üstelik hiddetlendi.
-Benim öyle bir şeye hakkım yok, dedi. Elini öpemediğim için şahsen
üzüldüm. Ama kendisi bunda kararlı görünüyordu.
Son bir ümit ile kendisine şöyle dedim:
-Kemâl Bey, ben sizin elinizi değil, Süleyman Efendi Hazretlerinin elini öpmek
istiyorum. Yıllarca buraya gelip, huşû ile mübarek elini öpmekten büyük haz
duyduğum o mübarek zâtı, artık bulamayacağım. Onun için, sağlığında
kendisini ziyaret ettiğim o zat’ın yerine, bundan sonra sizi ziyaret edip, onun
adına, sizin elinizi öpmek istiyorum. Buna izin verirseniz çok sevinirim!” dedim.
Bu sözlerimi dinleyen Kemâl Bey’in sîmâsı değişti. Sonra bana dönerek dedi ki:
-Benim elimi sen, Hz. Üstâzımın niyetiyle mi öpmek istiyorsun?..
-Evet, aynen onu demek istiyorum” dedim.
Bunun üzerine Kemâl bey, sanki başka bir Kemâl Bey oldu. Bir anda tavrı değişti,
şekli tebeddül etti. ”Süleyman Efendi” deyince Kemâl Beyin sanki kimyâsı değişti.
Bir an düşünceye daldı ve sonra bana dönerek
Hayrettin Bey!... Elini öptürmek, bu yolda sâdece O’nun hakkıdır. Ben, O’nun
hakkına ve bana âit olmayan bir şeye aslâ tecavüz edemem.. Ancak şimdi iş
değişti. Benim elimi, O’nun adına öpeceksen, işte ona itiraz edemem” dedi.
Hayrettin Nakiboğlu-
Eski Trabzon ve Niğde Valisi - Eski İstanbul Emniyet Müdürü
****
SÜLEYMAN HİLMİ TUNAHAN (K.S) HAZRETLERİ:
Evladlarım, keramet peşinde koşmayınız.
En büyük keramet, Ümmet-i Muhammed'in evladının hidayetine vesile olmaktır.
EBUL FARUK SÜLEYMAN HİLMİ TUNAHAN (K.S) HAZRETLERİNİ, VEFATININ 59. SENE-İ DEVRİYYESİNDE RAHMETLE ANIYORUZ.

ÜLSERATİF KOLİT VE CROHN HASTALIĞI OLANLAR ÜLSERİ OLANLAR HİÇ BİTMEYEN REFLÜ GASTRİTİ ÇÖLYAK DAHİL ÇÖZÜM Kantaron yağını yemeklerden 1 saat önce 2 yemek kaşığı için üzerine sıcak yakmayacak kadar sıcaklıkta su için 1 saat bişey yiyi içmeyin yemekten önce saf tahin için 1 yemek kaşığı kadar sonra yemeğinizi yiyin yemekten sonrada hiç bişey yiyip içmeyin yatmayın 2 saat kadar PERHİZİNİZDE VAR ekmek unlu gıdalar hazır gıdalar hayvansal ürünler asitli gıdalardan uzak durun endüstriel işlem görmüş gıdalardan uzak durun bunlar tamamen yasak 1 yıl kadar BU HASTALIKLARI TEKRAR YAŞAMAMAK İÇİNDEKARACİĞERİNİZİ ONARIN TEDAVİ EDİN ASIL SORUN KARACİĞERİMİZ UNUTMAYALIM sayfamda karaciğer tedavisi tarifi var okuyun. saygılar geçmiş olsun M.ulaş

Görüntünün olası içeriği: 2 kişi, gülümseyen insanlar, yazı

TRODİNİZDEN GUATIRINIZDAN KURTULUN. Guatr troid aynı toz 1 tatlı kaşığı zencefili 1 su bardağında çay gibi demleyin yudumu bekleterek ağzınızda için birazda ayırın günde 5 defa sürün boğazınıza troidin olduğu yere kuruyuncada ceviz yağı sürün 1 tatlı kaşığıda ceviz yağı için geçmiş olsun Rabbim şafi ismiyle şifa versin tüm hastalara saygılar M.ulaş

Kulakta duyma sorununuz varsa Bir fincan suya 5 damla oksijenli su koyun karıştırın günde 3 damla kulağa damlatın 5 gün m.ulaş