15 Kasım 2019 Cuma

Doğrulaması çok zor değil... Tam o kırmızı işaretli yer, Aleut Adaları.

Züfer Kara - Temaslar UFO
Doğrulaması çok zor değil...
Tam o kırmızı işaretli yer, Aleut Adaları..
Aleut Adaları, Kuzey Amerika'nın kuzeybatı kıyısı açığında bir takımada. Tam altında, dünyanın idaresini ele geçirmek ve insanlığı tamamen yok etmek isteyen Grilerin büyük bir yeraltı üssü var. Çok uzun zamandır o yeraltı üssü orada... Trump kılığına, David Bickham kılığına, Dempsey kılığına, kraliçenin kılığına, Alex'in kılığına girmiş Grilerin o üs ile bağlantıları var.
Şimdilerde dünyamızdaki bazı devletlerin ve mühim kurumların başına sızmış Gri uzaylılar, anlaşılmaz tavırlar ve kararlarla 3. dünya savaşı çıkartmak istiyorlar. Bu nedenle ülkemizi de bir an önce Suriye'ye sokmak istiyorlar. Bazı devletlerin ve kurumların aldığı anlaşılamaz kararların arka planında da aynı gerçek var: Griler dünyadaki bütün insanlara düşmanlar. Toplu ölümler, felaketler istiyorlar
Lakin orayı imha etmesi zor, öyle kolay değil... Çünkü 10-15 bin sene teknoloji farkı bulunan bir türün, en ileri silahları ile de korumaya aldığı bir üs orası...
Alıntı.

kürler.. zeytini çekirdegiyle yutarsanız...Midesinde yanma olan herkes zeytin çekirdegi yutarsa 5 dakika sonra rahatlama hisseder. Zeytin çekirdegi yutanlarda basura rastlamak çok güçtür, hatta basuru olupta düzenli günde 5-6 zeytin çekirdegi yutanlarda basur şifa bulmuştur. zeytin çekirdegi bagırsaklarda tamamen erir.

Görüntünün olası içeriği: bir veya daha fazla kişi ve yazıGörüntünün olası içeriği: 1 kişi, yazı
Naki Ateş
Yerin dibine batasın BATI...

Ben, senin önüne nasıl geçerim Bir gün Ebû Bekir Sıddîk (Radiyallahu anhu) Resûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem)’ın evine geldi. İçeri gireceği sırada, Ali bin Ebî Tâlib (Radiyallahu anhu) de geldi. Hazreti Ebû Bekir (Radiyallahu anhu):

Ilim Irfan Deryasi
Ben, senin önüne nasıl geçerim
Bir gün Ebû Bekir Sıddîk (Radiyallahu anhu) Resûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem)’ın evine geldi. İçeri gireceği sırada, Ali bin Ebî Tâlib (Radiyallahu anhu) de geldi. Hazreti Ebû Bekir (Radiyallahu anhu):
– (Geri çekilip) Yâ Ali! Sen, buyur, gir dedi. O da cevâb verip aralarında aşağıdaki uzun konuşma oldu:
Hazreti Ali (Radiyallahu anhu):
– Yâ Ebû Bekir! Sen önce gir ki, her iyilikte önde olan her hayırlı işte ileri olan, herkesi geçen sensin.
Hazreti Ebû Bekir (Radiyallahu anhu):
– Sen önce gir yâ Ali! Resûlullah’a daha yakın sensin. Hazreti Ali (Radiyallahu anhu):
– Ben, senin önüne nasıl geçerim. Çünkü Resûlullah’tan işittim. Ümmetimden, Ebû Bekir’den daha üstün bir kimsenin üzerine güneş doğmadı, buyurdu.
Hazreti Ebû Bekir (Radiyallahu anhu):
– Ben senin önüne nasıl geçebilirim ki, Resûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem) kızı Fâtımatü’z-Zehrâ’yı sana verdiği gün kadınların en iyisini, erkeklerin en iyisine verdim, buyurdu.
Hazreti Ali (Radiyallahu anhu):
– Ben senin önüne geçemem. Çünkü Resûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem): İbrahim (Aleyhis-selâm)’i görmek isteyen, Ebû Bekir’in yüzüne baksın, buyurdu.
Hazreti Ebû Bekir (Radiyallahu anhu):
– Senin önüne geçemem. Çünkü Resûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem): Adem (Aleyhis-selâm)’ın hilm sıfatını ve Yusuf (Aleyhis-selâm)’un güzel ahlakını görmek isteyen Ali Mürteza’ya baksın, buyurdu.
Hazreti Ali (Radiyallahu anhu):
– Senin önünden giremem. Çünkü Resûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem): Yâ Rabbi! Beni en çok seven ve Ashâbımın en iyisi kimdir? dedi. Cenâb-ı Hak: Ya Muhammed Ebû Bekir Sıddıktir, buyurdu.
Hazreti Ebû Bekir (Radiyallahu anhu):
– Ben, senin önüne geçemem! Resûl (Aleyhis-selâm) Hayber’de: Yarın sancağı öyle bir kimseye veririm ki, Allah’u Teâlâ onu sever. Ben de, onu çok severim, buyurdu.
Hazreti Ali (Radiyallahu anhu):
– Senin önünden giremem! Çünkü Resûl (Aleyhis-selâm) cennetin kapıları üzerinde «Ebû Bekir Habîbullah» yazılıdır, buyurdu.
Hazreti Ebû Bekir (Radiyallahu anhu):
– Senin önüne nasıl geçebilirim? Çünkü Resûl (Aleyhis-selâm) Hayber gazâsında, bayrağı sana verip: Bu bayrak Melik-i Câlibin, Ali bin Ebî Tâlib’e hediyesidir, buyurdu.
Hazreti Ali (Radiyallahu anhu):
– Senin önüne nasıl geçebilirim. Çünkü Resûl (Aleyhis-selâm): Ya Ebû Bekir! Sen, benim gören gözüm ve bilen gönlüm yerindesin, buyurdu.
Hazreti Ebû Bekir (Radiyallahu anhu):
– Senin önüne geçemem! Çünkü Resûl (Aleyhis-selâm) buyurdu ki: Kıyamet günü, Ali cennet hayvanlarından birine binmiş olarak gelir. Cenâb-ı Hakk buyurur ki: « Ya Muhammed! Senin baban İbrâhim Halîl ne güzel babadır. Senin kardeşin Ali bin Ebî Tâlib ne güzel kardeştir.» buyurur.
Hazreti Ali (Radiyallahu anhu):
– Senin önüne geçemem. Çünkü Resûl Aleyhis-selâm buyurduki:
– Kıyâmet günü, cennet meleklerinin reisi olan Rıdvân adındaki Melek cennete girer. Cennetin anahtarını getirir. Bana verir. Sonra Cebrail (Aleyhis-selâm) gelip, yâ Muhammed! Cennetin ve cehennemin anahtarlarını, Ebû Bekir Sıddîk’a ver, Ebû Bekir, istediğini cennete, dilediğini cehenneme göndersin der.
Hazreti Ebû Bekir (Radiyallahu anhu):
– Senin önünden giremem! Çünkü Resûl (Aleyhis-selâm) buyurdu ki:
– Ali kıyâmet günü benim yanımdadır. Havz ve Kevser yanında benimledir. Sırat üzerinde benimledir. Cennette, benimledir. Allah’u Teâlâ’yı görürken, benimledir.
Hazreti Ali (Radiyallahu anhu):
– Senden önce giremem! Çünkü Resûl (Aleyhis-selâm) Ebû Bekir’in imânı, bütün mü’minlerin imanları yekûnu ile tartılsa, Ebû Bekir’in imanı ağır gelir, buyurdu. (Mir’at-ı Kainat, cild 1, Sayfa: 656)
Hazreti Ebû Bekir (Radiyallahu anhu):
– Senin önüne nasıl geçebilirim? Çünkü Resûl (Aleyhis-selâm) Ben ilmin şehriyim, Ali bunun kapısıdır, buyurdu. (Mir’at-ı Kainat, Cild 1, Sayfa: 701)
Hazreti Ali (Radiyallahu anhu):
– Senin önünden nasıl yürüyebilirim? Çünkü Resûl (Aleyhis-selâm) Ben sadıklığın şehriyim. Ebû Bekir, bunun kapısıdır buyurdu.
Hazreti Ebû Bekir (Radiyallahu anhu):
– Senin önüne geçemem! Çünkü Resûl (Aleyhis-selâm) buyurdu ki:
– Kıyâmet günü, Ali bir güzel ata bindirilir. Görenler, acaba bu hangi Peygamberdir? derler. Allah’u Teâlâ bu Ali bin Ebî Tâlib’tir buyurur.
Hazreti Ali (Radiyallahu anhu):
– Senin önünden gidemem! Çünkü Resûl (Aleyhis-selâm) Ben ve Ebû Bekir, bir topraktanız. Tekrar bir olacağız, buyurdu.
Hazreti Ebû Bekir (Radiyallahu anhu):
– Senin önünden gidemem! Çünkü, Resûl (Aleyhis-selâm) buyurdu ki:
– Allah’u Teâlâ ey Cennet! Senin dört köşeni dört kimse ile bezerim. Biri, peygamberlerin üstünü Muhammed’dir. Biri Allah’tan korkanların üstünü Ali’dir. Üçüncüsü kadınların üstünü Fâtımatü’z-Zehra’dır. Dördüncü köşesindeki temizlerin üstünü Hasan ve Hüseyin’dir.
Hazreti Ali (Radiyallahu anhu):
– Senin önünden nasıl girebilirim? Çünkü, Resûl (Aleyhis-selâm) buyurdu ki: Sekiz cennetten şöyle ses gelir:
Ey Ebû Bekir! Sevdiklerinle birlikte gel. Hepiniz cennete girin!
Hazreti Ebû Bekir (Radiyallahu anhu):
– Senin önünden gidemem! Çünkü Resûl (Aleyhis-selâm): Ben bir ağaca benzerim. Fâtıma bunun kökü, Ali gövdesi, Hasan ve Hüseyin meyvesidir, buyurdu.
Hazreti Ali (Radiyallahu anhu):
– Senin önüne geçemem. Çünkü Resûl (Aleyhis-selâm) buyurdu ki:
– Allah’u Teâlâ Ebû Bekir’in bütün kusûrlarını afv etsin. Çünkü O, kızı Aişe’yi bana verdi. Hicrette bana yardımcı oldu. Bilâl-i Habeşî’yi, benim için alıp azâd etti.
Resûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem)’ın bu iki sevgilisi, kapıda böyle konuşurlarken, kendileri içeriden dinliyordu. Hazreti Ali (Radiyallahu anhu)’nin sözünü kesip içeriden buyurdu ki:
– Ey kardeşlerim! Ebû Bekir ve Ali! Artık içeri girin! Cebrail (Aleyhis-selâm) gelip dedi ki,
– Yerdeki ve yedi kat göklerdeki melekler sizi dinlemektedir. Kıyâmete kadar birbirinizi övseniz, Allah’u Teâlâ’nın yanındaki kıymetinizi anlatamazsınız.
İkisi bir birine sarılıp, birlikte Resûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem)’ın huzuruna girdiler. Resûlullah (Sallallahu aleyhi vesellem):
– Allah’u Teâlâ, ikinize de yüzbinlerce rahmet etsin. İkinizi sevenlere de yüzbinlerce rahmet etsin ve düşmanlarınıza da, yüzbinlerce lânet olsun! buyurdu.
Hazreti Ebû Bekir Sıddîk dedi ki:
– Ya Resûlullah! Ben, Ali kardeşimin düşmanlarına şefaat etmem.
Hazreti Ali (Radiyallahu anhu)’de dedi ki:
– Ya Resûlullah! Ben de, Ebû Bekir kardeşimin düşmanlarına şefâat etmem ve başını kılıç ile bedeninden ayırırım.
Ebû Bekir (Radiyallahu anhu):
– Ben senin düşmanlarına Kevser havzından su vermem, buyurdu.
Hazreti Ali (Radiyallahu anhu)’de:
– Ben senin düşmanlarını Sırat üzerinden geçirmem buyurdu.
Share this - Lütfen : Paylaş

Boy uzatmak için bir kaşık çemen tohumunu bir bardak zeytin yağına karıştırıp 10 gün saklayın.Alınmış karışımı oynaklara sürtmek

kim her abdestin sonunda innâ enzelnâ hü fi leyletil kadr' suresini iki kere okursa Şehitler divanına yazılır hadis-i şerif.

Boy uzatmak için bir kaşık çemen tohumunu bir bardak zeytin yağına karıştırıp 10 gün saklayın.Alınmış karışımı oynaklara sürtmek

“ABDÜLHAMİDHAN’DA KİLİSE YAPTI DİYEN AKP’LİLER ” Abdülhamidhanın bu kiliseyi hangi maksatla yaptığını iyi ögrenin...!!! HAYALLERİ ZORLAYAN OLAY


Salih Can
inden sonra Bulgaristan bize pamuk ipliği ile bağlı, dâhilî idâresinde serbest bir prenslik haline getirilmişti. Onun da Yunanistan gibi ilk fırsatta istiklâlini ilân edeceği belliydi. Bu ihtimali bertaraf etmek için Sultan Abdülhamîd, o dâhiyâne siyâsetiyle şu tedbire başvurmuştu:
Bulgarlar da Yunanlar gibi ortodoks mezhebine mensubdular. Ancak asırlardan beri din adamı yetiştirmedikleri gibi kendilerine mahsus kiliseleri de yoktu. Sultan Abdülhamîd, onları dînî bakımdan Yunanlılar'dan ayırmayı düşündü. Bunun için İstanbul'da Balat'taki Rum ortodoks patrikliğinin karşısına bunların Rum patrikliğine muâdil ve onunla aynı hukûka sahip “erksahlık” adıyla Bulgar kilise riyâsetini te'sis etti. Patrikhâne demek olan bu müessesenin binasını, Berlin'de ve gizlice çelik parçalar halinde îmâl ettirip yine gizlice İstanbul'a getirtti. Ve ustaları sabaha kadar çalıştırıp bir gecede monte ettirdi. Sabahleyin rum papazları gözlerini açtıklarında, karşılarında kendilerine rakip bir patrik binâsını, levhası asılmış olduğu halde görünce, dehşete kapıldı. (Hâlâ yerinde duran Bulgar erksahlığı, Türkiye'de ilk prefabrik binâdır.)
Bu surette Bulgar kilisesi, Sultan Abdülhamid'in bu siyâsî manevrası ile teessüs etmiş oldu. Bunun bir ihtiyaç olduğu ortaya çıkınca, Bulgar ve Rumlar'ın müştereken oturdukları yerlerde kavga başladı. Rum papazların idâresinde ayin yapan bu gibi kiliseleri Bulgar erksahlığına bağlamak için mücâdele ederek Bulgarlar'ı ve buna karşı çıkan Rumlar'ı da yıllarca oyalayan Sultan Abdülhamid Han, her iki tarafa da bir mâvi boncuk vermek kabîlinden mes'eleyi devamlı bir sûrette te'hir ederek kedi-köpek gibi bu iki kavmin birbirlerine karşı gerginliğini sağlamıştı.
Gâfil İttihatçılar, iş başına gelince, “kiliseler kanunu” denilen bir kanun çıkardılar. Rum ve Bulgarlar'ın müştereken yaşadıkları yerlerdeki kiliseleri onlar arasında taksimi için nüfûs ekseriyetini esas aldılar. Sayım yaptılar. Hangi taraf çoğunlukta ise kiliseyi hükûmet kuvvetlerini kullanarak o tarafa teslim edip kilisesiz kalan tarafa da iki sene içinde devlet parasıyla yeni bir kilise yaptırarak aralarındaki ihtilâfı bertaraf ettiler.
Bu surette kiliseler kavgası sona erince, Bulgarlar ve Yunanlar, birkaç yıl içinde dost oldukları gibi, ezelî düşmanımız Sırplar'ı da yanlarına alarak Balkan Harbi'ni başlattılar.
Bir Mazlum Padişah Sultan II Abdülhamid

İstimdat،istimdat!

Evliyanın, peygamberin yardım etmesi de ancak Allahın izni ile olur. O izin vermezse nasıl yardım edebilir? O izin verince de kim mani olabilir?
Evliya, enbiya yaratıcı değildir. Allahü teâlâ istenilen şeyi onların hürmetine yaratır. Yani onlar vesiledir, sebeptir. Cenab-ı Hak, her şeyi yoktan yarattığı hâlde, yaratmasına bazı şeyleri sebep kıldı. Mesela Âdem aleyhisselamı ana babasız yarattı; fakat çamuru vesile kıldı. Bütün çocukları yaratan da Allah’tır. Ama çocukların yaratılması için, ana babayı vesile kıldı. Hz. Âdem’i yarattığı gibi, herkesi de ana babasız yaratabilirdi. Fakat ana babayı vesile kıldı. Onun adeti böyledir.
Âdem aleyhisselam, çok duâ etti ise de kabul olmadı. Resulullah efendimizi vesile ederek, Onun hürmeti için duâ edince duâsı kabul oldu. Allahü teâlâ buyurdu ki: (Ya Âdem, habibimin ismi ile, her ne isteseydin kabul ederdim, O olmasaydı seni yaratmazdım.) [Hakim, Beyhekî]
Bu husustaki hadis-i şeriflerden birkaçın meali de şöyledir:
(Ya Rabbi, senden isteyip de, verdiğin zatların hatırı için, senden istiyorum.) [İbni Mace]
(Çölde yalnız kalan kimse, bir şey kaybederse, "Ey Allahın kulları bana yardım edin" desin; çünkü Allahü teâlânın, sizin göremediğiniz kulları vardır.) [Taberânî]
(Hayvanı kaçan, "Ey Allahın kulları bana yardım edin, Allah da size acısın" desin!) [Hısn-ül hasin]
(Halil-ür-rahman gibi kırk kişi her zaman bulunur. Onların bereketiyle yağmur yağar, yardım görülür ve zafere kavuşulur. Onların yerine yeni birisi gelmedikçe, içlerinden biri ölmez.) [Taberani]
(Herhangi bir işinizde, sıkışıp şaşırınca, kabirdekilerden yardım isteyin!) [Hadis-i erbain]
(Kabirdekiler olmasa, yeryüzündekiler yanardı.) [Deylemi]
Abdülhak-ı Dehlevi hazretleri buyuruyor ki: İnsan ölürken ruhunun ölmediğini ayetler ve hadisler açıkça bildiriyor. Ruhun şuur sahibi olduğu, ziyaret edenleri ve onların yaptıklarını anladıkları da bildiriliyor. Evliyanın ruhları, diri iken olduğu gibi, öldükten sonra da, yüksek mertebededir. Allahü teâlâya manevî olarak yakındır. Evliyanın, öldükten sonra da kerameti olur. Keramet sahibi olan, ruhlardır. Ruh ise, insanın ölmesi ile ölmez. Kerameti yapan, yaratan, yalnız Allah’tır. Her şey Onun kudreti ile olmaktadır. Her insan, Onun kudreti karşısında, diri iken de, ölü iken de hiçtir. Bunun için, Allahü teâlânın, dostlarından biri vasıtası ile, bir kuluna ihsanda bulunması şaşılacak bir şey değildir. Diriler vasıtası ile çok şey yaratıp verdiğini, herkes, her zaman görmektedir. İnsan diri iken de, ölü iken de bir şey yaratamaz. Ancak Allahü teâlânın yaratmasına vasıta, sebep olmaktadır. (Mişkat)
Bekara 154. ve Al-i İmran 169. ayet-i kerimelerinde Allah yolunda ölenlerin [şehidlerin] ölü olmadığı, diri olduğu bildiriliyor.
(Peygamberlerin vücudunu toprak çürütemez.)
(Ben öldükten sonra da, diri iken olduğu gibi anlarım.)
(Buharî)deki (Siz beni kâfir ölülerinden daha iyi işitemezsiniz.) hadis-i şerifleri, mümin ve gayr-ı müslim her ölünün işittiğini açıkça bildirmektedir.
Allahü teâlâ, (Ölüye işittiremezsin.) buyuruyor. Bu ayet-i kerimede, diri olup, gözü, kulağı ve beyni olan kâfirler ölülere benzetilmektedir. Yani (Ölü kalbleri [Kâfirleri] imana kavuşturamazsın.) demektir. Allahü teâlâ, (Ölülere, sağırlara işittiremezsin.) buyurduktan sonra, ancak iman eden müslümanlara işittirebileceğini bildiriyor. (Rum 52,53)
(Fatır) suresinin (Diri ile ölü [Mümin ile kâfir] bir olmaz. Allah dilediğine işittirir. Sen kabirdekilere [inatçı kâfirlere] işittiremezsin. [İmana kavuşturamazsın] ) mealindeki 22. ayet-i kerimesinde de kâfirler ölülere benzetilmiştir. (Hac) suresinin 46. ayet-i kerimesinde mealen, (Kâfirlerin gözleri değil, göğüslerindeki kalbleri kördür) buyurularak, hakkı görmedikleri için kâfirlere kör denildiği bildiriliyor. (Bekara 18), (Maide 71), (Araf 64) ve daha birçok ayet-i kerimelerde, kâfirler ölülere benzetilmiş; onların kör, sağır ve dilsiz oldukları yani hakkı görmedikleri, işitmedikleri, söylemedikleri, yani hidayete kavuşmadıkları, bildirilmektedir. Bu ayet-i kerimelerde geçen işitmek, kabul etmek demek olduğu (Beydavi) ve diğer tefsirlerde bildirilmektedir.
(Hadika)da (Ölülerden, ruhlardan bir şeyi isterken, yani sebeplere yapışırken bu işleri sebeplerin değil, Allahü teâlânın yaptığına inanmalı) buyuruluyor. Sebebe yapışan kimse, dileğini Allahü teâlâdan bekliyor. Allahü teâlâdan çocuk isteyen kimsenin, sebeplere yapışması, evlenmesi gerekir. Evlenmeden (Ya Rabbi bana çocuk ver) demek, doğru değildir. Sebeplere yapışarak duâ etmelidir!