2 Aralık 2019 Pazartesi

SÜLEYMAN HİLMİ TUNAHAN ( K.S.) NASİHATLERİ... (Sonuna kadar okuyunca büyük mürşidi Kamil olduğunu tasdik etmek kolaylaşıyor,buda bizim kurtuluşumuza sebeb olur,husûmetin hüsran olacağı gibi!)

SÜLEYMAN HİLMİ TUNAHAN ( K.S.) NASİHATLERİ...
(Sonuna kadar okuyunca büyük mürşidi Kamil olduğunu tasdik etmek kolaylaşıyor,buda bizim kurtuluşumuza sebeb olur,husûmetin hüsran olacağı gibi!)
* Memur olduğun zaman sana gelen vatandaşa sakın yüksekten bakma, yanına geleni ayakta bekletme. Yanında, daima bir sandalye bulundur ve oturtuver. Biraz dinlendirdikten sonra halini sor, işini hallet. Sakın ha, " Bugün git, yarın gel" deme! İşini, o gün bitir.
* Eğer memursan ve başında müdürün varsa, haset etmeden say, kıskanmadan sev.
* İnsanlar muhteliftir. Bazısı daha kabiliyetli, bazısı daha yakışıklıdır. " Ben niye onun yerinde olmayayım?" deme; elindekinden de olursun. " Allah bana verirse, arkadaşıma, komşuma iki versin" diye düşünürsen, seninki üç olur. Eğer arkadaşın veya komşun böyle düşünmüyorsa, onunki ikide kalır.
* Senden daha iyi hizmet edecek olan varsa, makamını ona ver. İşte vatanseverlik budur!
* Çalışkan ol, üretici ol. Zira Peygamber Efendimiz ( s.a.v.) " Çalışmak ibadettir." buyuruyor. Evladım, alın teri olmadan hiçbir şeyin kıymeti bilinmez. Tarlanı ek, mahsulünü al, komşuna ver, ağaç dik. Sadaka-i cariye, iyi evlat yetiştirmek, ilmi eser bırakmak ve ağaç dikmektir ki, ağaç dikmek en efdalidir.
* Bir dut ağacı 400 sene, ceviz 700 sene, kestane ağacı 900 sene, çınar ağacı 1500 sene yaşar. Ihlamur ağacı dik; çiçeği şifalıdır.
* Bursa'da Osman Gazi'nin ve Orhan Gazi'nin diktiği bin senelik çınarlar var. Ben bekarken, her sene bir ağaç dikerdim. Şimdi evliyim ve yengen için de her sene bir ağaç dikiyorum.
* Ben reklamı sevmiyorum; kendini methetmek gibi oluyor. Bu yüzden herkese söylemedim; fakat sen bil. Benim Fatih ve Bayezid Camii yanında birer tane çınar ağacım var. ( Şehzadebaşı Camiinin sol tarafında üç tane çınar, sağ tarafında üç tane ıhlamur ağacı vardır. Şu anda yarım asrı aşmış olan bu ağaçları, Süleyman Efendi'yle beraber, nasihatlerin muhatabı Osman Eslek dikmiştir.)
* Bildiğini öğret, temiz ol ve temizliğinle örnek ol.
*Münevver " aydın " kişi, münevvir "aydınlatan" kişi demektir. Öyleleri var ki, üç fakülte bitirir de, hasedinden, kıskançlığından dolayı hiçbir şey öğretmez. Gerçek münevver, bildiğini yapan ve öğreten kişidir.
* Temizlik, ibadettir ve imanın yarısıdır. Eğer sokakta birisi hata yapmışsa (yola pislik atmışsa) sen, onu ayağının ucuyla örtüver.
* Günde en az bir kişiye iyilik et, gönlünü al; çünkü cennetin yolu, gönül almaktan geçer. Gönül almak, cennetin firdevs kapısını açmaktır. Bir gönül kazanmak, kırk rekat nafile yapılan ibadete bedeldir. Bir gönül kırmak ise, kırk vakit namazın sevabını kaybettirir. Ben sabahları kalkarken " Ey Allah'ım! Bana, bugün bir kişiye iyilik yapmak nasip eyle" diye dua ederim.
* Evden çıktığında veya eve dönerken karşından gelen kişiye selam ver. Onun vermesini beklersen olmaz, evvela sen ver. İşte o zaman o da sana karşılığını verecektir. Veren el alan elden, sunan gönül alan gönülden azizdir." (Alıntı)
Selam ve dua ile.

HERHANGİ BİR SIKINTI HALİNDE OKUNACAK DUA. Müşkil vaziyette kalındığında o işin hal ve âsân olması için boy abdesti ile 1001 Salat-ı Münciye ve günde 500 Kelime-i Tevhid getiren kula, Mevlâ avuç açtırmaz müşkilini âsân eder. Ahbab Hoca

5insanlara-tesekkur-etmeyen-allahu-tealaya-da-sukretmez-fakire-hesap-sorulmazborc-ve-sikinti-uzerine-bir-hadis

Yüzyıllardır Kullanılan İncir Sütü...


Bilim'in Yeni keşfettiği, Doğal Tedavi Yöntemi Olarak . Kullanılan İncir Sütü... İncir Sütünün Faydaları; - İncir sütü nasırların üzerine her gün sürülürse nasırlar zamanla kaybolur. -Siğilleri de sökmek için aynı şekilde kullanılır. - İncir sütü diş eti yaralarında dişlere sürülür. - Katarakt başlangıcında incir sütü balla karıştırılır, sürme gibi göze Çekilirse kataraktı giderir. - Kulağın etrafına sürülürse, kulak içindeki kurdu öldürür. - Taze incir, hardal ile lapa haline getirilir kulağa konulursa, kulak Uğultusunu giderir. - Dahili böbrek taşı kaldırır. - Kuduz bir köpek tarafından ısırmalarda veya akrepsokmalarından Kaynaklanan yaralarda toksik özellik göstermesi sebebiyle kullanılır. - Arı sokmalarında oluşan siğilleri ortadan kaldırır. Yılan sokmalarında da etkilidir. - Omurga üzerinde hafif masaj ile uygulanarak sıtmadaki titreme giderilir. - Bal ile karıştırıldığında; nezle başlangıcında gözlerde donukluğu kaldırır. - Çemen unu ile karıştırıldığında; gut hastalığı (Romatizmal bir hastalıktır. Sıklıkla ayak başparmağındaki iltihapla kendini gösterir). -Cüzzam yaraları, kaşıntı ve çiller için lapa şekline getirilerek kullanılır. - Çemen unu ve sirke ile karıştırıldığında tüy dökücü olarak kullanılır. - Ezilmiş acı badem ile karıştırıldığında; bir içecek olarak alındığında müshil Etkisi g österir.   

Dabbetü’l-Arz Çıkar ve İnsanları Öldürür. Kim Ona Yakın Olursa Bir Daha Canını Kurtaramaz.

 Îmâm-ı Ahmed ve Beyhakî, İbn-i Sirin Hazretlerinden Rivâyet Ediyorlar; Âhir Zamanda Kıyâmet Alâmetlerinden Olan Dabbetü’l-Arz Çıkar ve İnsanları Öldürür. Kim Ona Yakın Olursa Bir Daha Canını Kurtaramaz. Gözünün Biri Kör Bir Adam Gelir:
▬ “Beni Onunla Buluşturun.”
Der. Buluştururlar. Dabbetü’l-Arz Onun Önüne Başını Uzatır. O da Onu Öldürür. Dabbetü’l-Arz’dan Çok Korkan İnsanlar, Gözünün Biri Kör Olduğu Hâlde Onu Öldüren Kimseye Sorarlar:
▬ “Bunu Nasıl Öldürebildin? Şimdiye Kadar Bu Kimin Yanına Vardıysa Onu Öldürdü.”
Derler. O da Şöyle Der:
▬ “Hayatım Boyunca Bilerek Bir Günâh İşlemedim. Bir Defa Gözümle Bir Günâh İşledim, Onu da Yerinden Çıkarmak Suretiyle Cezalandırdım.”
[Hayatül Hayevan]

HAVAS İLMİ NEDİR ??

Havas ilmi konusunda en geniş bilgiyi Taşköprizâde Ahmet Efendi vermektedir. O İlm-i Havassın, Esmâ-i Hüsnâyı ve kutsal kitapları okuyarak kazanılan hassalardan bahseden bir ilim olduğunu, bundan yararlanabilmek için her şeyden önce insanın kendini tamamen Allah’a verip dünyevî zevklerden uzaklaşması ve yalnız evrâd ile ilgilenmesi gerektiğini söyler. Böylesine sıkı bir riyâzat yapan kimsenin nesnelerin gizli özelliklerini öğrenebileceğine ve onları kullanabileceğine inanır. Yine ona göre ilimleri elde etmede etkili olan ya nefsin gücü (sihir) ya feleklerin yardımı (da’vet-i kevâkib) veya semâvî kuvvetlerle yeryüzü kuvvetlerinin mezcedilmesi (tılsım) yahut da nesnelerin gizli özelliklerinden istifadedir. Nesnelerin gizli özelliklerinden faydalanılarak kazanılan gizli ilimlerin gerçekleştirilmesi beş şekilde olur:
İlm-i havass : (okumak - öğrenmek suretiyle),
Nîrancât : ( yazmak – kağıda dökmek suretiyle),
Rukye : ( Fiil şeklinde),
 Azâim : (Bedensiz ruhlardan istifade etmek suretiyle),
İlmü’l istihzâr : ( Bedenleşmiş ruhların yardımı suretiyle).
Bu sahada söz sahibi kişilerden biride Kâtip Çelebi’dir. Kâtip Çelebi Havass İlmine konu olan varlıkları şöyle sınıflandırmaktadır:
Hurufi ilmine ait kaidelerin içinde yer alan isimlerin ve bu isimleri meydana getiren harflerin havassı.
Efsunlarda kullanılan dua ve ayetlerin havassı.
Burçların ve yıldızların havassı.
İklimlerin ve şehirlerin havassı.
Kara ve denizlerin havassıHalk arasında yaygın şöhrete sahip eserlerde daha çok harflerin, kelimelerin, isimlerin, duaların ve feleklerin kendine özgü hassalarının bulunduğu, bu hassaları bilen kişilerin söz konusu bilgiyi kullanmak suretiyle duyular ötesinden haberler verebildikleri ve nesnelere hükmettikleri ileri sürülmüş, böylece havas ilmi tek boyutlu hale getirilmiştir. Bu haliyle havas ilminin amacı eşyanın hakikatini araştırmakta olmaktan çıkıp hasmın yenilmesi, gizli hazinelerin bulunması, insanlar arasında sevgi ve nefret duygularının geliştirilmesi, şifa dağıtılması gibi hususlara dönüşmüştür.
Bu anlayış zaman zaman savaşa iştirak eden padişah ve kumandanları, korunmak amacıyla üzerine bazı ayet ve vefkler yazılı gömlekler (tılsımlı gömlek) giymeye, üzerinde çeşitli yazı ve şekiller bulunan madalyon, yüzük ve metal muskalar taşımaya sevk etmiştir.
Havas İlmi (İlm-i Havass)
Resim : Cem Sultan için hazırlanmış tılsımlı bir gömlek
Taşköprizade, Eflatun’un rakamları birbirlerini sevenler ve sevmeyenler şeklinde ikiye ayırdığını, birinci gruptakileri bir kağıda yazıp daha önce içine hiç su konulmamış bir kaba koyduktan sonra bu sudan iki kişiye içirilirse aralarında sevgi, aynı işlem ikinci gruptaki rakamlarla yapılırsa nefret ve düşmanlık hasıl olacağını söylediğini nakletmektedir.
Yine bu alanda Cabir b. Hayyân yazdığı eserlerinde havas ilmi kapsamına giren konular üzerinde durmuştur. Bunların yetmiş bir makaleden meydana gelen birincisinde nesnelerin özellikleri, ikincisinde tılsımların mahiyeti, çeşitleri ve hangi amaçlarla yapıldıkları, üçüncüsünde muhabbet işlemleri ve astroloji konuları, dört ve beşincisinde ise simyanın temel meseleleri ele alınmaktadır.
Havassa dair halk arasında en tanınmış eser; Ahmed b. Ali el Bûnî’nin “Şemsü’l-maârifi’l kübrâ” sıdır. Dört bölümden oluşan kitapta harflerin çeşitleri ve sırları, yıldız ve burçların tâli ve menzilleri, besmele, esma-i hüsnâ, ism-i a’zam, sûre ve duaların havassı, faydalı vefk ve tılsımlarla cefr ve kutsal taşların havassına yer verilmekte, ayrıca hassalardan faydalanmak suretiyle zehirlerden korunma, haşeratın uzaklaştırılması, düşmana galip gelme, hastalıklardan şifa bulma ve sevdiği bir kimseyi kendine bağlama gibi işlemlerin nasıl yapılabileceği izah edilmektedir.
Havâssü’l – Kur’ân : Esmâ-i Hüsnâ ile bazı sûre ve ayetlerin dileklerin kabulündeki tesirlerini ifade eden bir tabir ve bu konuda yazılan eserlerin ortak adıdır.
Havâssü’l- Kur’ân terkibi Kur’ân’dan bazı kelime, ayet ve sûrelerin belli bir tertibe göre okunması veya yazılması halinde niyet ve maksada uygun sonuçlar veren tesir ve özelliklerinden bahseden bir disiplini ve bunun literatürünü ifade eder.
Bazı müfessirler, Kur’ân-ı Kerîm’in gönderiliş amacının lafızlarının zahirinden (görünen-okunan şeklinden) anlaşılan manalarından ibaret olmayıp bunun ötesinde maksatların gözetildiğini düşünmüşler, zahiri bakımdan müphem(anlaşılmaz-şüpheli) veya müteşabih (benzerlik taşıyan) ifadelerin batınî (gizli) anlamlar taşıdığını, özellikle bazı sûrelerin başındaki hurûf-u mukattaanın yalnız birer ses sembolü değil,anlam birimi olarak da algılanması gerektiğini, bu sebeple Kur’ân-ı Kerîm’in Hurûfîlik ve ebced hesabı çerçevesinde de tefsir edilmesine ihtiyaç bulunduğunu ileri sürmüşlerdir.
İbn-i Haldun, ilm-i huruftan (harflerin ilmi) söz ederken bu ilmin başlangıçta Müslümanlarda bulunmadığını, aşırılığa kaçan mutasavvıfların ortaya çıkıp ruhun beden ve maddi alemle olan bağlantılarını çözerek yüce alemlere ulaşmaya kalkışmalarından sonra görüldüğünü anlatır.
Daha sonra bunların kendilerinden olağanüstü haller zuhur ettiğini ve maddî alem üzerinde tasarruf sahibi bulunduklarını anlatan eserler yazdıklarını, bu eserlerde harf ilminin yardımıyla harflerin bütün sırları taşıyan esmâ-i hüsnâ ve bazı ilâhî kelimelerle ruhların tabiat aleminde tasarruflarının sağlanacağını iddia ettiklerini söylemiştir.
Kur’ân-ı Kerîm’in sûre ve ayetlerinin kendilerine özgü havassının bulunduğunu ileri süren müfessirler, bu görüşlerine delil olarak onun şifa olduğunu bildiren ayetleri göstermektedirler.
Hadis literatüründe bazı rivâyetlerde Kur’ân’ın şifa olduğu;
-Mü’min sûresinin başından üç ayeti ve Ayetü’l Kürsi’yi sabahleyin okuyan kimsenin akşama kadar, akşam okuyanın sabaha kadar korunacağı,
-Akşamleyin Bakara suresinin son iki ayetini okuyanın sabaha kadar her türlü âfet ve şeytan şerrinden emin olacağı bildirilir.
Havas İlmi (İlm-i Havass)
Resim :  Mağribilerin hesabına göre hazırlanmış beşli bir vefk
Görüldüğü üzere Kur’ân’ın havassı ile ilgili rivayetlerin büyük bir bölümünü şifa ve sağlık konularının oluşturduğunu belirtebiliriz. Ancak; bir kısım müellifler de harflerle kozmos arasındaki münasebetten felek ve burçların havassından söz ederler. Bu çerçevede Kur’ân’ın havassından işaretler ortaya koyarak define arama ve bulma konusunda da çalışma yapan havass erbabı mevcut bulunmaktadır.
Bunlar; daha ziyade define araması yapan kişilere cinlerden ve tılsımların tesirinden korunabilmeleri için çeşitli çalışmalarının faydalı olacağını ifade ve iddia etmektedirler.
Tılsım : Bir alfabenin harflerine sayısal değerler verilerek, bazı istek ve arzulara ulaşmak yada istenmeyen kötü durumlardan kurtulmaya yönelik manevî çalışmalar yapıldığını “Havas” bölümünde anlattık. Bu tip çalışmalar, çok ilginç yöntemlere yol açmıştır.
Bunlardan bir tanesi de “Tılsım” denilen uygulamadır. Genel ifadesiyle tılsım, bir kelimenin yada bir cümlenin peş peşe gelen (ardışık) harflerinin değerini alıp, bu kelimenin yada cümlenin yerine geçiyor kabul edilip, bir sayı koymak demektir. Bu genel usule; Yahudiler ”Gematri”, Yunanlılar “İsopsephi”, Müslümanlar “Hisabü’l-cümel”, ismini verirler. Bu uygulamayı (tılsımı) Yahudiler çeşitli kurgulayıcı ve kahinlikle ilgili hesaplarda kullanmışlardır. Hahamların en çok kullandıkları dini işlerinden birisi tılsımcılıktır. Zira Yahudi dinsel kaynaklarında “Kabalacılık”, tılsımcılık, büyücülük önemli bir yer tutmaktadır.
Aynı yöntemleri yakın dönemden itibaren Yunanlılar de biliyor ve kullanıyorlardı. İmparator Neron döneminde yaşamış olan İskenderiye’li Leonidas (şair) bunlardan birisidir. Ünlü din savaşları döneminde Romalı kabalacılar da orduların galip gelebilmesi için tılsımlardan medet umuyorlardı.
Havas İlmi (İlm-i Havass)
Resim : Bir Tılsım Örneği
Müslüman müneccim ve tılsımcılar da bu yolla pek çok çalışmalar yapmışlardır. Her Arap harfi Allah’ın bir sıfatının baş harfi olduğundan, Arap alfabesinin sayısal uygulanışı “çok gizli” bir çalışma alanı oluşturmuştur. Mesela Elif (ﺍ) Allah’ın baş harfi, Be (ﺏ) Bakî’nin baş harfidir. Bu harflere bildiğimiz ebced rakamlarının dışında İlahî vasfı için apayrı rakamlar verilmiş ve bunlarla tılsım oluşturulmuştur. Örneğin; günlük kullanımda (1) değerini taşıyan Elif harfi, bu uygulamada Allah’ın adının ebced tablosuna göre hesaplanmış sayısı olan 66 değerine bağlanmıştır.
Çabuk zengin olmak için ve Allah’ın bütün ikramlarından yararlanmanın yolunu açmak için, özellikle definecilik alanında uğraşanlara şu aşağıdaki tılsım verilir.
Havas İlmi (İlm-i Havass)
Resim :  Zenginlik Tılsımı
İşte bu tılsım esasen, toplam değerleri 66 olan (soldan sağa-yukarıdan aşağıya ve köşelerden) büyülü bir karedir. (Aşağıdaki şekil)


21 26 19
0 22 24
25 18 23

Üstteki tılsımda verilen Allah’ın adının ebcedle hesaplanmış şeklidir.
Havas İlmi (İlm-i Havass)

Bu bölümde tılsımlar hakkında genel bir bilgi ve iki tane tılsım örneği verdik.
Definecilikte ise, gömülü olan emanetin korunup muhafazası, başkaları tarafından alınmaması amacıyla cinlerin define üzerine hapsedilmesi olayıdır. Yada bir başka ifadeyle; yapılan tılsım çözülmedikçe, definenin başına dikilen Cin’in, ebediyen orada bekçi olarak bağlı kalması demektir.
Yapılan tılsımın bir gereği olarak, cinlerle bağlanmış bir define üzerinde çalışma başlayacağı zaman, kazı işlemi henüz başlamadan tılsım işlemeye başlar. Bunun fark edilmesi bazen kazı öncesi, bazen de kazı esnasında defineye yaklaşıldığı zaman görülür. Burada iki durum vardır: birincisi emaneti vermek istemeyen bekçiler, çeşitli görüntü ve olağanüstü haller göstererek çalışanları kazı mahallinden uzaklaştırmaya çalışırlar. Bunu hayvan,ejderha vb. şekillerde görünerek yada kaza ve yaralanmalara sebep olarak önce ikaz ve daha sonra tam savaş haliyle ortaya koyarlar. İkinci bir durum da; emanete ulaşıp çıkardıkları halde, gözlere gelen manevi bir perde ile emanetin görünmez edilmesidir.
Olağanüstü hallerin (ışık, gürültü, canlı mahluklar, sis, yağmur, gök gürültüsü vb.) görülmesi yapılan tılsımın sonucudur.                                                                                                                            Konu ile alakasını bildiğimiz İlâhiyatçı kesim, bilimsel yaklaşımlarını ortaya koyarken tamamen Kur’ân ve Hadislere dayalı olarak bu mevzuları açıklama yoluna gidiyorlar.
Cin’in varlığında tereddüt olamayacağını, ancak etki alanlarının fazla abartıldığını ifade ediyorlar. Biz de Kitap ve Sünnetin hükümlerini geçen ilgili bölümlerde, sûre ve âyet numaraları ile verdik. İlâhiyatçılar bu hükümlerin dışında bir şey söylemenin mümkün olmadığını ısrarla belirtiyorlar.
Yine konu ile yakından alakalı bir başka kesim; Havass (gizli ilimler) ile uğraşanlar ise, bu işlerin izahının göründüğü kadar kolay olmadığını, metafizik varlıkların ve onların tesirlerinin kabulünün İslam’la çatışmadığını vurguluyorlar. Bu görüşlerini desteklemek amacıyla yine ilgili âyetlerden yola çıkarak yaşanmış olan pek çok olayı delil gösteriyorlar. Görüştüğümüz Gayr-i Müslim din adamları da cin ve onlarla ilintili olarak tılsım olayını kesinlikle reddetmiyorlar. Kendilerince doğru olan dinsel kabullerini ortaya koyuyorlar.

dâbbetü’l-arz

"Kıyâmet alametlerinden Hz. Mehdî’nin (r.a.) zuhuru, Hz. İsâ’nın (a.s.) nüzûlü ve diğerlerinin tezahür şekilleri gibi, dâbbetü’l-arz’ın çıkışı da İlâhî sırlardandır. Bu sebeple herkes bilemez, anlayamaz. Zira herkesin bildiği bir husus, sır olmaktan çıkar. İlahî sırları, Allah Teala’nın bildirdikleri, yani Resûlüllah Efendimiz (s.a.v.) ve O’nun sır olarak haber vermiş olduğu varisleri bilir. Bu sırların anahtarları onlardadır; kime perdeyi açarlarsa, o kişi de işin hakikatini anlar, başkaları anlayamaz. Çünkü başka türlüsü usûle muhalif olur."...ks..

RÜYA TABİRİ DENİNCE:İBN-İ ŞİRİN


Basralı Muhammed, kara kaşlı, kara gözlü, inci dişli, güleç yüzlü bir gençtir. Zevkli giyinir ve daima çiçek gibidir. Nasıl görür, nerede karşılaşır bilemiyoruz ama devlet adamlarından birinin karısı ona gönlünü kaptırır. Kadıncağız kara pus kara yas oturur, yemeyi içmeyi unutur.
Bu ani değişim yaşlı dadının gözünden kaçmaz. Hani ‘aşk insanı söyletir’ derler ya, yine öyle olur. Hanımefendi önceleri “yok bi şey”lerle geçiştirse de fazla dayanamaz, bülbül olup şakımaya başlar.
Nihayet “filanca yerdeki bezzaz” der ve büyük sırra kapı aralar.
Yaşlı dadı “üzüldüğün şeye bak” der, “ben de vali ya da nazırlardan biri sandımdı. / -Ne farkeder ki? / -Çok şey farkeder. / -Anlayamadım? / -Anlamasan da olur. Şimdi söyle bana, o genci getireyim mi sana?/ -Böyle bir şeyi yapabilir misin? / -Sen beni ne sanıyorsun?
İhtiyar kadın ertesi gün iki koca testiyi suyla doldurur, doldurur ama elleri kopar. Muhammed’in önünden geçerken beklenilen olur, genç bezzaz fırlayıp kalkar, yaşlı kadının testilerini kapar.
Kadın önde, Muhammed arkada yürür, konağa varırlar. İhtiyar dadı. “A be evladım” der, “oldu olacak şunları yukarıya bırak.” Bir kat çıkarlar, bir kat daha çıkarlar, bir kat daha... İhtiyar “şuraya” deyip onu bir odaya sokar, ardından kilitleyiverir, kapı olur mu sana duvar?
Muhammed olup biteni anlamaya çalışırken perdeler kıpırdar, ardından bir kadın çıkar. Genç bezzaz düştüğü tuzağı anlayınca kıpkırmızı kesilir, kapıyı sarsmaya, ağlayıp yalvarmaya başlar. Kadın “Şışşşt sakin ol” der, “yoksa bağırırım, uşaklar muhafızlar başına yığılırlar.”
-Ama ben... Su... Testi... O ihtiyar...
-Buna kim inanır? Üçüncü katta ve yatak odamdasın. Adama burada ne aradığını sorarlar?
Muhammed kapıdan çıkamayacağını anlayınca cama koşar ve zerre kadar tereddüt etmeden kendini aşağı atar. Yere oldukça sert düşer ve kısa süren bir baygınlık yaşar. O anda hayal meyal Yusuf Aleyhisselam’ı görür. Yüce Nebi onu muhabbetle kucaklar ve “biliyor musun” der, “senin başına gelenler de benim başıma gelenlere benziyor. Dilerim Cenab-ı Hakk seni de benim ilmimden hissedar yapar!”
Derler ki o günden sonra İbn-i Sirin rüya tabirinde derya olur, İmam-ı azam hazretleri bile gelip rüyasının tabirini ona sorar.
Şeytani, rahmani
İbn-i Sirin rüyaları “nefsani, şeytani ve rahmani” diye tasnif eder. Rüyasının tesirinde kalanlara “aldırma” der, “sen uyanık iken Allahü teâlânın emirlerini yapmaya bak.” Biri rüyasında insanların ağızlarını mühürlediğini söyleyince gülümser “hadise açık” der, “sen ramazan-ı şerifte müezzinlik yapmadın mı?”
Rüyasında domuzların boynuna inci takan birine “saman pazarında altın satıyorsun” buyurur, “bundan böyle ehil olmayan kimselere hikmet öğretmeye kalkışma!” İbn-i Sirin evinde her cuma paluze pişirtir, hem çoluk çocuk yerler, hem gelene geçene ikram ederler. Tam 41 çocuğu olur ama Abdullah’tan gayrisini kaybeder, büyük bir teslimiyetle boynunu büker, nur yüzlü bebelerini elceğizi ile defneder. Dil ile “alan da O (Celle Celalüh) veren de” demek kolaydır ama bunu hal ile söyleyebilene “yiğit” derler.
İbn-i Sirin’in annesi (Safiye Hatun), Hazret-i Ebûbekir’in azatlı kölesi, ablası (Hafsa Radıyallahü anha) ise sayılı muhaddislerden biridir. O da genç yaşlarda ilme sevdalanır, Hazret-i Aişe, Zeyd bin Sabit, Hasen bin Ali, Ebu Hureyre, Abdullah bin Abbas, Cündeb bin Abdullah, Samira bin Cündeb, İmran bin Husayn, Huzeyfe bin el Yemani, Ebû Said-i Hudri, Ebû’d-Derdâ ve Enes bin Malik gibi zirvelerden (Aleyhimürrıdvan) ders alır.
Mübarek, bidat sahiplerinden uzak durur ve gıybet edenlerden çok kaçar. Biri gelip Haccac hakkında konuştuğunda “Şüphesiz Allahü teâlâ hükmünde adildir. Başkasının haklarını Haccac’tan alacağı gibi, Haccac’ın hakkını da başkalarından alır. Yarın İzzet ve Celâl Sahibinin huzuruna çıktığında sana senin günahlarını soracaklar, Haccac’ınkileri değil” buyururlar.
İbn-i Sirin “filan şahıs, filandan daha âlimdir” hatta “şu Yahudi tabib, şu Yahudi tabibden daha bilgilidir” demekten bile çekinir. Ola ki diğeri incinebilir.
Mübarek “Sakın kimseye haset etmeyin” buyurur. “Eğer cehennemlikse neyine özeneceksin. Yok cennetlikse ona uymalı ve imrenmelisin.”
İbn-i Sirin birisine “Nasılsın?” diye sorar. Adam “ailesi kalabalık, cebinde meteliği olmayan ve borcundan ötürü insanlardan kaçan biri nasıl olursa” diye dert yanınca hemen evine koşar, bütün parasını getirip (bin dirhemdir) adamın önüne koyar. Biliyor musunuz, o büyükler insanların halini hatırını “laf olsun” diye sormazlar.
Beş ama ne?
Bir gün kefil olduğu bir tüccar yüzünden hapse düşer. Muhafız ona bir ikram yapar, zindanın kapısını açar. “Buyrun” der, “sabah dönmek üzere evinize gidebilirsiniz”. Büyük veli “sakın ha” der, “sen, sana denileni yap!”
Bir gün İmam-ı Azam Hazretleri İbn-i Sirin’e gelir. “Rüyamda Azrail Aleyhisselâmı gördüm” der, “canımı ne zaman alacaksın diye sordum bana beş parmağını gösterdi. Beş de ne? Söyleyin n’olur, beş ay mı, beş yıl mı, beş dakika mı?” İbn-i Sirin’in yüzüne ferahlatan bir tebessüm yayılır, “siz de biliyorsunuz ki” der, “beş şey vardır ki onu kimse bilemez. Ölüm de bunlardan biridir. Azrail âleyhisselam onu hatırlatmış olmalı...”
Ama şu var ki İbn-i Sirin dahi ölümden ve hesap gününden çok korkar. Söz kabirden, kefenden açıldığında yüzü kireç gibi olur ve kaskatı kesilir. Mübarek çok güzel can verir ve Hasan-ı Basri gibi bir zirveyle aynı kubbe altında yatmakla şereflenir.