2 Aralık 2019 Pazartesi

RÜYA TABİRİ DENİNCE:İBN-İ ŞİRİN


Basralı Muhammed, kara kaşlı, kara gözlü, inci dişli, güleç yüzlü bir gençtir. Zevkli giyinir ve daima çiçek gibidir. Nasıl görür, nerede karşılaşır bilemiyoruz ama devlet adamlarından birinin karısı ona gönlünü kaptırır. Kadıncağız kara pus kara yas oturur, yemeyi içmeyi unutur.
Bu ani değişim yaşlı dadının gözünden kaçmaz. Hani ‘aşk insanı söyletir’ derler ya, yine öyle olur. Hanımefendi önceleri “yok bi şey”lerle geçiştirse de fazla dayanamaz, bülbül olup şakımaya başlar.
Nihayet “filanca yerdeki bezzaz” der ve büyük sırra kapı aralar.
Yaşlı dadı “üzüldüğün şeye bak” der, “ben de vali ya da nazırlardan biri sandımdı. / -Ne farkeder ki? / -Çok şey farkeder. / -Anlayamadım? / -Anlamasan da olur. Şimdi söyle bana, o genci getireyim mi sana?/ -Böyle bir şeyi yapabilir misin? / -Sen beni ne sanıyorsun?
İhtiyar kadın ertesi gün iki koca testiyi suyla doldurur, doldurur ama elleri kopar. Muhammed’in önünden geçerken beklenilen olur, genç bezzaz fırlayıp kalkar, yaşlı kadının testilerini kapar.
Kadın önde, Muhammed arkada yürür, konağa varırlar. İhtiyar dadı. “A be evladım” der, “oldu olacak şunları yukarıya bırak.” Bir kat çıkarlar, bir kat daha çıkarlar, bir kat daha... İhtiyar “şuraya” deyip onu bir odaya sokar, ardından kilitleyiverir, kapı olur mu sana duvar?
Muhammed olup biteni anlamaya çalışırken perdeler kıpırdar, ardından bir kadın çıkar. Genç bezzaz düştüğü tuzağı anlayınca kıpkırmızı kesilir, kapıyı sarsmaya, ağlayıp yalvarmaya başlar. Kadın “Şışşşt sakin ol” der, “yoksa bağırırım, uşaklar muhafızlar başına yığılırlar.”
-Ama ben... Su... Testi... O ihtiyar...
-Buna kim inanır? Üçüncü katta ve yatak odamdasın. Adama burada ne aradığını sorarlar?
Muhammed kapıdan çıkamayacağını anlayınca cama koşar ve zerre kadar tereddüt etmeden kendini aşağı atar. Yere oldukça sert düşer ve kısa süren bir baygınlık yaşar. O anda hayal meyal Yusuf Aleyhisselam’ı görür. Yüce Nebi onu muhabbetle kucaklar ve “biliyor musun” der, “senin başına gelenler de benim başıma gelenlere benziyor. Dilerim Cenab-ı Hakk seni de benim ilmimden hissedar yapar!”
Derler ki o günden sonra İbn-i Sirin rüya tabirinde derya olur, İmam-ı azam hazretleri bile gelip rüyasının tabirini ona sorar.
Şeytani, rahmani
İbn-i Sirin rüyaları “nefsani, şeytani ve rahmani” diye tasnif eder. Rüyasının tesirinde kalanlara “aldırma” der, “sen uyanık iken Allahü teâlânın emirlerini yapmaya bak.” Biri rüyasında insanların ağızlarını mühürlediğini söyleyince gülümser “hadise açık” der, “sen ramazan-ı şerifte müezzinlik yapmadın mı?”
Rüyasında domuzların boynuna inci takan birine “saman pazarında altın satıyorsun” buyurur, “bundan böyle ehil olmayan kimselere hikmet öğretmeye kalkışma!” İbn-i Sirin evinde her cuma paluze pişirtir, hem çoluk çocuk yerler, hem gelene geçene ikram ederler. Tam 41 çocuğu olur ama Abdullah’tan gayrisini kaybeder, büyük bir teslimiyetle boynunu büker, nur yüzlü bebelerini elceğizi ile defneder. Dil ile “alan da O (Celle Celalüh) veren de” demek kolaydır ama bunu hal ile söyleyebilene “yiğit” derler.
İbn-i Sirin’in annesi (Safiye Hatun), Hazret-i Ebûbekir’in azatlı kölesi, ablası (Hafsa Radıyallahü anha) ise sayılı muhaddislerden biridir. O da genç yaşlarda ilme sevdalanır, Hazret-i Aişe, Zeyd bin Sabit, Hasen bin Ali, Ebu Hureyre, Abdullah bin Abbas, Cündeb bin Abdullah, Samira bin Cündeb, İmran bin Husayn, Huzeyfe bin el Yemani, Ebû Said-i Hudri, Ebû’d-Derdâ ve Enes bin Malik gibi zirvelerden (Aleyhimürrıdvan) ders alır.
Mübarek, bidat sahiplerinden uzak durur ve gıybet edenlerden çok kaçar. Biri gelip Haccac hakkında konuştuğunda “Şüphesiz Allahü teâlâ hükmünde adildir. Başkasının haklarını Haccac’tan alacağı gibi, Haccac’ın hakkını da başkalarından alır. Yarın İzzet ve Celâl Sahibinin huzuruna çıktığında sana senin günahlarını soracaklar, Haccac’ınkileri değil” buyururlar.
İbn-i Sirin “filan şahıs, filandan daha âlimdir” hatta “şu Yahudi tabib, şu Yahudi tabibden daha bilgilidir” demekten bile çekinir. Ola ki diğeri incinebilir.
Mübarek “Sakın kimseye haset etmeyin” buyurur. “Eğer cehennemlikse neyine özeneceksin. Yok cennetlikse ona uymalı ve imrenmelisin.”
İbn-i Sirin birisine “Nasılsın?” diye sorar. Adam “ailesi kalabalık, cebinde meteliği olmayan ve borcundan ötürü insanlardan kaçan biri nasıl olursa” diye dert yanınca hemen evine koşar, bütün parasını getirip (bin dirhemdir) adamın önüne koyar. Biliyor musunuz, o büyükler insanların halini hatırını “laf olsun” diye sormazlar.
Beş ama ne?
Bir gün kefil olduğu bir tüccar yüzünden hapse düşer. Muhafız ona bir ikram yapar, zindanın kapısını açar. “Buyrun” der, “sabah dönmek üzere evinize gidebilirsiniz”. Büyük veli “sakın ha” der, “sen, sana denileni yap!”
Bir gün İmam-ı Azam Hazretleri İbn-i Sirin’e gelir. “Rüyamda Azrail Aleyhisselâmı gördüm” der, “canımı ne zaman alacaksın diye sordum bana beş parmağını gösterdi. Beş de ne? Söyleyin n’olur, beş ay mı, beş yıl mı, beş dakika mı?” İbn-i Sirin’in yüzüne ferahlatan bir tebessüm yayılır, “siz de biliyorsunuz ki” der, “beş şey vardır ki onu kimse bilemez. Ölüm de bunlardan biridir. Azrail âleyhisselam onu hatırlatmış olmalı...”
Ama şu var ki İbn-i Sirin dahi ölümden ve hesap gününden çok korkar. Söz kabirden, kefenden açıldığında yüzü kireç gibi olur ve kaskatı kesilir. Mübarek çok güzel can verir ve Hasan-ı Basri gibi bir zirveyle aynı kubbe altında yatmakla şereflenir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder