16 Ocak 2020 Perşembe

Geçirmiş geçirmesine de, bu yeni parti eskiden sadece o sekülerlerin yaptığı her ne varsa, millete güzel güzel, yavaş yavaş yaptırmış. Hınzır yedirmiş, faizi inzivadaki mollaya kadar ulaştırmış, aileleri parçalayacak kanunlar çıkarmış, zinayı serbest bırakmış, içki satışını artırmış, kumar çeşidini çoğaltmış, eskiden İslam için kapanan kadınlar modaya uyup çarşıda pazarda arz-ı endam etmeye başlamış, sosyete dindarlık! di


Niyazi Acar
Çok eskilerde bir parti varmış, sekülermiş, kendilerine çağdaş derlermiş, hınzır eti yerlermiş, aile mefhumuna pek değer vermezlermiş, KUR'AN okuyanlara baskılar yaparlarmış , millet bunlardan bıkmış ve o çağdaşları eleştiren başka bir partiyi başa geçirmiş.
Geçirmiş geçirmesine de, bu yeni parti eskiden sadece o sekülerlerin yaptığı her ne varsa, millete güzel güzel, yavaş yavaş yaptırmış. Hınzır yedirmiş, faizi inzivadaki mollaya kadar ulaştırmış, aileleri parçalayacak kanunlar çıkarmış, zinayı serbest bırakmış, içki satışını artırmış, kumar çeşidini çoğaltmış, eskiden İslam için kapanan kadınlar modaya uyup çarşıda pazarda arz-ı endam etmeye başlamış, sosyete dindarlık! diye bir ekol oluşmuş, yılbaşını çılgınca kutlayan muhafazakar kesim peyda olmuş, KUR'AN okuyanlara baskılar ve baskınlar yapmaya başlamış. Kimsenin kimseye güveni kalmamış, cinayetler artmış, boşanmalar artmış, kadın kocasına, çocuk anne-babasına, öğrenci öğretmenine, cemaat imamına düşman edilmiş. Ekonomi deseniz, onu sormayın, eskiden jakoben dediklerini hasretle aratır olmuş, yönetenler itibar için zenginliğine zenginlik katarken, halk fakirleştikçe fakirleşmiş. Ama fakirleştik demek bile neredeyse yasaklanır olmuş...
Ne enteresan ki bu yeni parti hala o eskidekinin hikayelerini anlatarak milleti korkutup duruyormuş. Onlar gelirse ahlak bozulurmuş, din elden gidermiş, kuyruklar olurmuş falan falan...
Ve hikaye el'an devam ediyor. Bakalım sonu nasıl bitecek? Temel Çapkın

Falcıya fal baktıran, onun sözüne inanmasa bile, kırk gün kıldığı namaz kabul olmaz... Hadisi Şerif (Müslim

Osmanlı Hanedanının Serencamesi
Yıl 1922. 30 Ağustos’ta büyük zafer kazanılmış, 9 Eylül’de de Yunanlılar İzmir’den çekilmiştir. Artık yeni kurulan devlet de kendi iç işleriyle uğraşabilecek, birtakım düzenlemeler yapabilecekti.
Yapılan bu düzenlemelerden ilki 1 Kasım 1922’de Rıza Nur ve 80 arkadaşının verdiği bir kanun teklifi ile saltanatın kaldırılması olmuştur. Kanunda saltanatın kaldırılmasının yanı sıra, “bu gün ve gecenin bayram olarak kabulü” de yer alıyordu. Böylece 623 yıl süren Osmanlı saltanatı bir gecede kaldırılmış ve kaldırıldığı gün büyük bir coşkuyla kutlanması amacıyla bayram kabul edilmişti. Ankara’da durum böyleydi. Ya İstanbul’da, yani kaldırılan saltanatın başkenti olan şehirde durum nasıldı?
İstanbul’da bulunan son Osmanlı padişahı Vahdeddin için zor günler başlamıştı. Saltanatın kaldırılmasını takip eden günlerde, saltanat taraftarı olarak bilinen eski nazırlardan Ali Kemal Bey yakalanıp İzmit’e götürülür ve askerler tarafından linç edilir. Artık saat Vahdeddin’in aleyhine işlemektedir. Saraya her gün Vahdeddin hakkında da iyi düşünülmediğine dair haberler gelmektedir.
16 Kasım günü, yani saltanatın kaldırılışından 15 gün sonra, TBMM’de Vahdeddin’i vatan hami olarak kabul eden “Hıyanet-i Vataniye kanunu” kabul edilir.
17 Kasımda ise Vahdeddin bir İngiliz zırhlısıyla vatanı terk etmekten başka çare bulamaz. Çünkü artık hayatı tehlikededir. Eğer birkaç gün daha beklemiş olsaydı tutuklanıp yargılanacak ve belki de idam edilecekti.
Vatandan bir İngiliz zırhlısıyla ayrılması onun İngilizlerle işbirliği yaptığını göstermez. Çünkü o dönemde denizlerde emniyetle seyahat edebilmek için itilaf devletleri gemilerine binmek zaruriydi. Hatta Kurtuluş Savaşı sırasında, çeşitli konferans ve barış görüşmelerine giden Türk heyetleri, o zaman düşmanımız olan İtalyan gemilerini kullanırlardı.
Vahdeddin ise o zaman için en emniyetli vasıta olarak bir İngiliz gemisiyle ayrılmış, üstelik İngiltere’ye değil İtalya’ya gitmiştir. Bütün bunlar, Vahdeddin’in İngilizlerle işbirliği yapmayıp vatana ihanet etmediğinin önemli bir delilidir.
İşte böyle başlıyordu Osmanoğullarının gurbet yılları. Vahdeddin’in ülkeden ayrılışından iki yıl sonra, 4 Mart 1924 de çıkarılan bir başka kanunla Halifelik makamı da kaldırılıyor ve Osmanlı hanedanına mensup bütün fertlerin vatandaşlıklarının düşürülüp, sınır dışına çıkarılmasına karar veriliyordu. Osmanoğullarına vatanı terk etmeleri için 10 günlük süre veriliyordu ama uygulama hiç de bu şekilde olmamıştı.
Kanunun kabul edildiği gece, daha resmi gazete yayınlanmadan, İstanbul Valisi Haydar Bey ve Emniyet Müdürü Sadeddin Bey, Vahdeddin’den sonra halife seçilen Abdülmecid Efendiyi, yakınlarından birkaç kişiyi de yanına alarak birkaç saat içinde İstanbul’u terk etmeye zorlarlar.
Halife Abdülmecid, İstanbul’dan otomobille Çatalca’ya götürülüp, oradan İstanbul’dan gelen trene bindirilir. Bunda maksad, halkın durumu haber alıp trenin yolunu kesmesi ve Abdülmecit’in yurt dışına çıkarılmasını engellemeleri korkusuydu. Bundan sonrasını Abdülmecit Efendinin hususi kâtibi Nigar Bey’in hatıralarından okuyalım:
“Rumeli Demiryolları Şirketi’nin oradaki amiri meğer bir Musevi vatandaşımızmış. Efendimiz ve ailesi azasının dinlenmelerine elverişli başka bir yer bulunmadığı için, üst kattaki dairesini böyle habersiz gelen yüksek misafirlerinin istirahatına tahsis etti. Çoluk çocuğuyla i’zâz ve ikramlara koyuldu. İçten gelen bu saygı sevgi ve yardımlara Efendimiz tarafından takdirle teşekkür ettiğimiz zaman da;
‘-Osmanlı hanedanı Türkiye Yahudilerinin velinimetidir. Atalarımız İspanya’dan sürüldükleri, kendilerini koruyacak bir ülke aradıkları zaman, onları yok olmaktan kurtardılar, devletlerinin gölgesinde tekrar can, mal ve ırz emniyetine, din, dil hürriyetine kavuşturdular. Onlara bu kara günlerinde elimizden geldiği kadar hizmet etmek bizim için vicdan borcudur’ dedi ve gözlerimizi yaşarttı.”
Bunları söyleyen Musevi asıllı bir Osmanlı vatandaşıydı. Hem de Osmanlı hanedanının son temsilcisi, kendi soydaşları tarafından bir düşman gibi sınır dışı edilmek üzere iken.
Altı asır boyunca yaşadıkları idare ettikleri vatanlarını terk etmek zorunda kalan Osmanoğullarından, kimi İtalya’ya, kimi Fransa’ya, kimi de Filistin’e yerleşip oralarda yaşamaya başladılar. Hemen hepsi binbir zorluk içinde, fakirlik çekerek yaşadılar. İşte onların hayatlarından birkaç tablo:
Son halife Abdülmecid 1944 yılında Paris’de vefat etti. Nâşı Türkiye’ye kabul edilmediği için Medine’de defnedildi.
İtalya kralı Viktor Emmanuel, veliaht iken Truva harabelerini ziyaret etmek için Türkiye’ye gelir. Sultan II. Abdülhamid mihmandar olarak şehzade Vahdeddin’i vazifelendirir. İşte İtalya kralı Viktor Emmanuel ile Vahdeddin arasındaki eskiye dayanan böyle bir yakınlık vardır. Vahdeddin ülkeden ayrılınca tekrar İtalya’ya, Hicaz’a ve son olarak da İtalya’ya gider.
Vahdeddin İtalya’da iken büyük mali sıkıntı içine girer. Çünkü vatandan ayrılırken yanına sadece şahsi parasını almıştır. Hazinede bulunan ve Vahdeddin’in torunlarını bile lüks içinde yaşatmaya yetecek kadar değerli mücevherlere ve taşlara dokunmamıştır bile.
Yukarıda belirttiğimiz gibi Sultan Vahdeddin yurdu terkederken, yanına saraydan hiçbir değerli eşya almamıştı. Yakınları ona, hiç olmazsa atalarına başka ülke kralları tarafından hediye edilen ve kendilerine miras olarak kalan bazı değerli eşyayı yanma almasını teklif edince, Sultan Vahdeddin şu cevabı verir:
-“Haklısınız, bunlar hesabını kimseye vermekle mükellef olmadığımız şahsi malımızdır. Fakat ecdadım bu milletin hükümdarları olmasaydılar onlara bu hediyeleri kim verirdi? Bu yüzden bu kıymetli ve paha biçilmez eşyada benim kadar milletimin de hakkı vardır. Bu ihaneti kabul edemem.”
Son Osmanlı padişahı Vahdeddin, 1926 yılında İtalya’nın San Remo şehrinde vefat etti. Vasiyeti Şam’daki Selahaddin Eyyubi türbesine gömülmekti. Ama türbede yer olmadığı için Sultan Selim Camii’nin avlusundaki mezarlığa gömüldü. İşin en acı tarafı ise, hayatta çektiği acılar yetmiyormuş gibi, mezarının bulunduğu yerin daha sonraları park yeri haline getirilmiş olmasıdır.
Yurt dışında çok zorluklar çeken bir başka hanedan üyesi de Sultan V. Murat’ın oğlu Osman Fuad Efendi idi. İstanbul’da Merkez Komutanlığı, Trablus’da Osmanlı ordusu komutanlığı yapan Prens Osman Fuad, 76 yaşına geldiğinde, Paris’te 3. sınıf bir otel odasında kalmaktaydı. O zamana kadar pek çok Avrupa ülkesinde zorluk dolu yıllar geçirmişti.
Bir gün otel odasının kapısı çalınır. Gelen otelin müdiresidir.
-Yarın sabaha kadar iki haftalık otel borcunuzu kapatmanızı istiyorum. Aksi takdirde odanın boşaltmak zorunda kalacağız.
Odada küçücük bir yatak, bir lavabo ve iki iskemleden başka eşya yoktu. Yatak üzerinde pijaması ile oturan Prens Osman Fuad’ın ağzından tek laf çıkmamıştı. Sonra kendi kendine:
- Bu hal kimin akıma gelirdi. Prens Osman Fuad’ın bir gün gelip Paris’te 3. sınıf bir otel odasından kovulacağı.
Evet, V. Murad’ın oğlu 76 yaşındaki Prens Osman Fuad tek başına yaşıyordu bu basit otel odasında, arayanı soranı olmadan.
Diğer hanedan üyelerinin çektikleri sıkıntılar, maruz kaldıkları zorluklar bundan farklı değildi. Onlar da dünyanın dört bir yanına dağılmış aynı kaderi paylaşıyorlardı.
1950 yılında Demokrat Parti iktidara gelmişti. Adnan Menderes iktidarının ilk yıllarında Fransa’ya bir seyahat yapmıştı. Menderes bu seyahat sırasında, Türk büyük elçisine Fransa’da yaşayan Osmanlı hanedanı mensuplarının durumlarını anlatan bir rapor hazırlattı.
Raporu okuyan Menderes son derece üzülmüştü. Çünkü bu ülkeyi 623 yıl idare etmiş bir hanedanın mensupları Fransa’da sefalet iğinde yaşıyordu. Osmanoğullarına mensup kadınlardan bazıları Fransız ordusunda bulaşıkçılık yapıyordu. Bu milletin Osmanoğullarına vefa borcu böyle mi ödenmeliydi?
Menderes yurda döner dönmez zamanın Cumhurbaşkanı Celal Bayar’ın yanına gitti ve Fransa’daki büyükelçimizin hazırladığı raporu sunarak durumu arz etti:
- Bir kanun çıkararak Osmanoğullarının yurda dönmesine izin verelim. Pek çoğu sefil bir hayat yaşıyor. Bu insanlar buna layık değil. Buraya getirip hiç olmazsa kendi ordumuzda bulaşıkçı yapalım.
Bu teklif karşısında Celal Bayar biraz düşündü. Menderes haklı olabilirdi, fakat dönemin zihniyeti böyle bir şeye izin vermezdi. Ve sonunda Menderes’e cevap verdi:
-Bunu yapmamız mümkün değil.
Menderes hemen oradan bir kâğıt aldı. İstifa dilekçesini yazıp masanın üzerinde duran raporun yanına koydu. Bayar şaşkındı. Birşey söylemesine fırsat kalmadan Menderes odadan çıkıp gitmişti.
Menderes’in istifa haberi devlet erkânı arasında şok meydana getirdi. Yakınlarının ve bazı devlet erkânının araya girmesiyle Menderes istifasını geri almaya razı edildi. Bayar da bir kanun çıkartarak Osmanoğullarından sadece kadınların Türkiye’ye dönmelerine izin verdi. Yıl 1952...
1974 yılında çıkarılan bir kanunla da hanedana mensup erkeklerin de ülkeye dönmelerine izin verilmiştir. Ancak burada malları ve mülkleri yok pahasına satılan ve gittikleri ülkelerde kendi hayat düzenlerini oturtmuş olan bu insanlardan pek azı ülkeye geri dönmüştür.
Hanedan mensuplarının kimi Paris’te, kimi Amerika’da, kimi Bulgaristan’da öldü. Ama hiçbiri Türkiye’de gömülmedi. Cenazeleri Mısır’a, Medine’ye, Şam’a gönderilip, oralarda defnedildi. Bu insanlar buna layık mıydı? Vatana ihanet mi? Rejimi değiştirmek için isyan mı? Hayır! Tek suçlan Osmanlı soyuna mensup olmaktı.
İhsan ÇOMAK

Nebî (s.a.v.) misvak için: “Ölümün dışında, misvak her derdin devâsıdır.” buyurmuşlardır. Manevi faydalarının yanı sıra Diş ve Diş Etlerine de Doğal Şifa Kaynağı: MİSVAK TOZU

Erak ağacından elde edilen ve bu ağacın dalı olan misvağı bilmeyenimiz yoktur. Malum, asırlardır kullanılagelen ve Peygamberimizin de bilhassa kullandığı ve kullanmasını şiddetle tavsiye ettiği misvağın faydaları çoktur.
Çünkü Hz. Muhammed’in (s.a.v) misvak kullanımı üzerine öğütleri bulunmaktadır.
Misvak kullanmak sünnettir
Bir sünnet olan misvaklanmak, misvak kullanmak şifalı olduğu kadar kutsal bir davranıştır da aslında.
Misvak bakteri temizleme, ağız kokusunu önleme, dişlerin yapısını güçlendirme ve dişlere parlaklık verme etkisine sahiptir. .
Misvakların öğütülerek toz haline gelmesiyle elde edilen Misvak Tozunu kullanarak Allahın izniyle görülecek bazı faydaları şu şekilde belirtebiliriz:
Misvak; ağzı temizler, görmeyi keskinleştirir, diş etlerini güçlendirir, dişleri beyazlaştırır ve çürümeyi önler, hazmı kolaylaştırır, mideye sıhhat verir, balgamı keser, hasenatı artırır. Misvak kullanan, Allahü teâlâyı razı eder, melekleri sevindirir.
👉 özellikle Akciğer hastaları için balgam çıkartıcı özelliği vardır.
👉 Beyni kuvvetlendirir.
👉 Kan şekerini düşürücü özelliği vardır.
👉 Görme gücünü artırır.
👉 Dişlerin Çürümesini engeller.
👉 Ağız kokusunu giderir.
👉 Diş eti iltihaplanmalarını giderir.
👉 Kılcal damarların kanamasını durdurur.
👉İshali önler.
👉 . Rahim ve yumurtalık sinirlerini güçlendirir
👉 Şekeri düşürür.
👉Kılcal damarların kanamasını durdurur.
👉idrar söktürür ..
👉 Kalb ve damar hastalıklarının tedavisinde kullanılır..
Misvak, kalsiyum ve fosforlu topraklarda bol yetişir yani misvakta fosfor bulunur.
Fosfor beyni çalıştırır.
Dişlerini devamlı misvaklayarak dişlerini beyazlatanlar, beyinlerine de berraklık ve zindelik sağlamış olurlar.
Misvakta bulunan kalsiyum, potasyum gibi. minerallerin de zihin için önemi vardır.
Bu konuda Hz. Ali (r.a.): “Misvak kullanmak dimağı (beyni) kuvvetlendirir.” buyurmuşlardır....
Misvak kullanarak kılınan namaz, misvaksız kılınan namazdan 70 kat üstündür.
Cebrail aleyhisselam, misvak kullanmayı o kadar tavsiye etti ki, misvakın farz olacağından korktum.
Misvak erkeğin fesahatini (konuşma güzelliğini) artırır.
Oruç tutulurken misvak kullanılır mı?
Peygamber efendimiz Hz. Muhammed (s.a.v) oruç tutan kimselerin misvak kullanmasında bir sakınca olmadığını belirtmiştir. Ancak oruçluyken akşam değil sabah misvak kullanmayı tavsiye etmiştir.

Ve dahi nice şifâsı olan bu Misvak tozunu hiçbir şekilde kimyasal katkıya maruz kalmadan saf hali ile sizlere sunmaktayız.
“ Dişlerimin sağlığı çok önemli “ diyorsanız
Sizde Misvak Tozundan kullanmalı ve Florürlü macunların zararlarından korunmalısınız.
Sipariş için Özel mesajla bize ulaşabilirsiniz.

diş ağrısı


Görüntünün olası içeriği: 1 kişi, şunu diyen bir yazı 'Diş Ağrısı Sağlık Dişiniz Ağrıdığında, Yarım fincan suyun içerisine, yarım fincan sirke, biraz da tuz ekleyip karıştırın ve ağzınızda gargara yapın diş ağrınız hemen kesilecektir'

Kâinat/Evren ne kadar büyük? Kâinatın özet haritası | 7 kat sema ve daha da üzeri Burçlar, Yıldız takımları, Sema katları, Gök katları, Kâinat, Evren, Arş-ı ala, Alem-i Kebir, Alem-i Kürs, Burçlar kuşağı, Evren genişliyor mu? Zaman kavramı, Mekan kavramı, Kader, Büyütmek için üzerine tıklayın!

Züfer Kara - DÜNYA DIŞI MÜSLÜMAN ALEMİ
Kâinat/Evren ne kadar büyük? Kâinatın özet haritası |
7 kat sema ve daha da üzeri
Burçlar, Yıldız takımları, Sema katları, Gök katları, Kâinat, Evren, Arş-ı ala, Alem-i Kebir, Alem-i Kürs, Burçlar kuşağı, Evren genişliyor mu? Zaman kavramı, Mekan kavramı, Kader,
Büyütmek için üzerine tıklayın!
SEMA: Tavan, gök; yukarı, üst; her bir şeyin üst tarafı; yörünge; yukarı taraf anlamlarına gelir.
Allahü Teala yedi semâ (7 kat gök) yaratmıştır. Bunlardan dünya seması (bize en yakın göktür ve çizimde dairelerin en merkezindeki en küçük olanıdır.) yıldızlarla donatılmıştır:
"Gerçekten en yakın göğü(dünya semasını, uzayı) bir ziynetle ve yıldızlarla donatıp süsledik" (es-Saffat, 37/6).
"O (Allah) bunun üzerine iki günde (dönemde) yedi gök var etti. Yakın göğü de ışıklarla (yıldızlarla) donattı ve bozulmaktan korudu. Birbirleriyle ahenktar yedi göğü yaratan O dur" (el-Mülk, 67/3)
Yedi kat göğün üstünde bunları çepeçevre kuşatan "Alem-i Kürsî" ve Alem-i Kürsi'yi de kuşatan "Arş" bulunur:
"Allahın Kürsî'si gökleri ve yeri kuşatmıştır" (el-Bakara, 2/255).
Bütün bunların hepsi içindekilerle birlikte Yüce Allah'ın hükmü, idaresi ve tasarrufu altındadır.
Hz. Peygamber (s.a.s)'den gelen bilgilerde belirtildiğine göre, yedi semanın Kürsî içindeki büyüklüğü bir kalkanın içine atılmış yedi dirhem gibidir. Kürsî de Arş'ın içinde bir çölün ortasına atılmış bir demir halka gibidir. Ebu Zer'in rivayet ettiği bir hadisinde Hz. Peygamber (s.a.s) bunların büyüklüğünü şöyle bir benzetme ile açıklamıştır: "Nefsim yed-i kudretinde bulunan(varlığım kudretinde bulunan) Allah'a andolsun ki, yedi sema ve yedi arzın, Kürsi'nin yanındaki büyüklüğü, ancak dünyanın bir çölünün ortasına atılmış bir halka gibidir. Arş'ın Kürsi ye nisbetle büyüklüğü de bu halkaya nisbetle çölün büyüklüğü gibidir" (İbn Kesir, Tefsîrul-Kurânil-Azim, Beyrut 1385/1966, I, 550).
Yüce Allah Kitab-ı Kerim'inde gökte burçlar(yıldız takımları) yarattığını söyler (el-Hicr 15/16; el Furkan 25/61), "Ve's-sema-i zatil buruç" / burçları olan göğe andolsun ki... diye buyurur.
Cenab-ı Allah gökte burçlar yarattığını söylerken "es-Semavat" şeklinde değil de "es-Semâ" şeklinde zikreder. Semâ'nın lâm-ı tarifi ahid içindir. Bildiğiniz en yakın semâda (dünya semasında) demektir.
Burç; yüksek köşk, bina ve kale anlamlarına gelir. Semadaki burçlar ise; gökte durumlârı birbirlerine göre aynı kalan yıldız toplulukları demektir. Müfessirler(Kur'an'ı açıklayan alimler) ayetlerde geçen semadaki burçları tefsir ederlerken, bunları, büyük yıldızlar, ya da semânın kapıları diye tercüme etmişlerdir. Gökte yıldızların araştırılıp üzerlerinde düşünülmesi için burç taksimlerini İdris (a.s)'ın yaptığı söylenir.
Yerin haritasında şehir ve kasabalar ve bunlardaki yüksek binalar nasıl bir alamet ve işaret ise, gökteki yıldızlar içerisinde büyük yıldızlar ve yıldız takımları da böyle birer işarettir. Güneş'in bir yıl içinde görünürde içinden geçtiği farz edilen gök kuşağı ve bunun yanlarında bulunan takım yıldızları (Zodyak takım yıldızları)na "Burçlar Kuşağı" da denir. Burçlar kuşağı 30 derece uzunluğunda 12 bölgeye ayrılmıştır. Bu 12 burcun teşkil ettiği alana Burçlar Bölgesi denilir. Güneşin ilkbahardan itibaren bir yol boyunca sırasıyla takib ettiği takım yıldızlarına eskiden beri hamel (koç), sevr (boğa), cevza (ikizler), seretan (yengeç), esed (arslan), sünbüle (başak), mizan (terazi), akreb, kavs (yay), cedi (oğlak), delv (kova), hüt (balık) isimleri verilmiştir.
Orta çağdaki filozofların gökler ve yıldızlar hakkındaki bilgileri Kur'an'a ve bugünkü bilimin verilene ters düşer. Onlar, gökleri ve yıldızları Kevn-ü fesaddan ârî, ezelî ve edebî olarak düşünmüşlerdir. Tabiidir ki onlar bu düşüncelerinde eski Grek felsefesinin etkisi altında kalmışlardı.
Modern astronomi ve astrofizik, kâinatta kusursuz bir nizamın, yıldızlar, galaksi ve gezegenler arasında ince hesaplı, büyük bir bilgiyle işlenmiş fevkalade tanzim, tedbir ve dengelerin bulunduğunu göstermektedir. Semanın içindekiler, en küçük gezegenler ile yıldızlardan en büyük galaksilere kadar bir denge durumu biçiminde birbirlerinin çevrelerinde dönerek yol almakta ve birbirlerinden açılıp genişleyerek boşlukta yolculuklarını sürdürmektedirler. Kur'an-ı Kerim'de bu gerçek "Göğü kuvvet (enerji) ile kurduk ve muhakkak biz onu genişletenleriz" (ez-Zariyât, 51/47) denilerek dile getirilmektedir.
Yine Kur'an-ı Kerim'de Allah'ın gökleri yedi kat olarak yarattığını, bunların mükemmel bir düzen içerisinde yaratıldığını; yaratılışlarında düzensizlik, çatlak ve kusur olmadığını (el-Mülk, 67/3-4); göklerin ve yerin yaratılması, insanların yaratılmasından daha büyük ve hesaplı olduğu, insanların çoğunun bu büyük yaratılışın farkına varamayacakları (el-Müminûn, 23/57) bildirilir. Demek ki yıldızlar ve galaksiler... Yüce Allah'ın azametini ve kudretinin büyüklüğünü ilân etmeleri için yaratılmışlardır. Yine "O, yıldızları, kara ve denizin karanlıklarında yol bulasınız diye sizin için yaratandır" (el-En'âm, 6/97).
Dünyamızın son mürşid-i kamili olan Süleyman Hilmi Tunahan (k.s.) da, uzaya ve kainata dair çok dikkat çekici izahlar yapmıştır:
"Yumurtanın beyazı, sarısını kuşatıp etrafında bir daire oluşturduğu gibi, birinci kat sema da , dünya ile diğer gezegenleri ihata ederek kuşatmıştır. Bu dünya birinci kat semanın yanında bir yüzüğün Arabistan yarımadasında işgal ettiği yer kadar mekan tutar. Semadaki her üst kısımda bulunan tabaka da; genişlik ve azamet bakımından altta bulunan tabakaya göre o oranda azim ve büyüktür.
(Yani birinci kat sema, ikinci kat semaya kıyasla Arabistan yarımadasındaki bir yüzük kadardır,
ikinci kat sema, üçüncü kat semaya kıyasla Arabistan yarımadasındaki bir yüzük kadardır,Yedi kat semanın biribirlerine oranları hep bu şekildedir.)
Dünyaya en uzak yıldız ne kadar mesafede ise oradan birinci kat semaya da o kadar mesafe vardır. Gezegenler arasındaki mesafe ışık hızı ile ölçülür. Işık saniyede "üç yüz bin kilometrelik" muazzam bir mesafe kat eder. Yeryüzüne iki saniyede akis ettiğine göre, dünyaya en yakın yıldızın "altıyüzbin kilometre" ötede olduğu anlaşılıyor. Alem-i kebir içinde daha binlerce, milyonlarca ve milyarlarca sene ışığı henüz dünyamıza ulaşmayan bir çok yıldızlar vardır." der Süleyman Efendi Hazretleri...
7 kat semanın üzerindeki sema katlarına dair verdiği bilgileri de şöylece derleyebilriz:
7 kat semadan sonra gelen bu beş kat semada da aynı oran mevcuttur. Her biri, kendilerinden bir üstteki sema katına kıyasla, Arap yarımadasındaki bir kum tanesi misali küçük kalır. Bu katların vasıflarını anlamak çok derin islami ilimler gerektirir. Cennet ve cehennem şu anda fiilen mevcuttur ve Alem-i Arş-ı Azamdadır. Arş-ı Ala’dan sonraki Levh-i mahfuz, Kalem-i ilahi ve Alem-i emirde ZAMAN ve MEKAN kavramları yoktur. Bunlar maddi ve fiziki alemler değildir. Melekut alemleridir. Diğer alemler gibi bunlar da Allah’ın yarattıkları alemlerdir fakat o alemlerde zaman ve mekân diye bir şey bilinmez. Levh-i mahfuz, kader ile alakalıdır. Bu güne kadar olmuş ve olacak her şey orada yazılıdır ve mahfuzdur(korunmuştur.) Yeryüzünden Alem-i Emrin sonuna kadar olan ve asla akılla ölçülmeyecek kadar korkunç bir büyüklükte olan alanın/gök katlarının hepsine birden daire-i imkân denilir. İşte kâinat/evren daire-i imkandan ibarettir. Ama Alem-i Emrin üzerinde, yani kâinatın üzerinde de katlar vardır ve buraya Daire-i vücub denir. Yeryüzünden Alem-i Emrin sonuna kadar olan Kâinat, Daire-i vücubun yanında okyanustaki damla misali küçücüktür.

AYAĞA YAKILAN KINA NASIL YAPILIR? FAYDALARI NELERDİR? Biiznillah.. Ödem, kireçlenme lenfatik tıkanıklıklar, yorgunluklar, ayak soğukluğu.Kısacası tüm dolaşım sistemini açıp aktif hale getiriyor. Yeterli olması için en az 4 yeme

k kaşığı kına, 8 yemek kaşığı da elma sirkesi kullanın.
Uygun bir kapta, ikisini birlikte karıştırın.
Kıvamını tamamlamak için biraz kaliteli su ekleyin
Parmak araları ile beraber 2 ayak tabanına süreceğiz...
Ayak üstüne ve tırnaklara girmenize gerek yok.
Bu şekilde ayağınızın üzerine örtü örtmeden iyice kuruyuncaya kadar en az 1 saat bekleyin.
Kuruduktan sonra ayaklarınızı yıkamaya giderken yerler pislenmesin diye ayaklarınıza poşet giyebilirsiniz...
Ayaklarınızı sıcak su ile yıkadıktan sonra soğuk su ile ayaklarınızı tekrar yıkayınız...
Kına elma sirkesi ile birleştiğinde
4.000 sinir hücresini
4.000 refleks noktalarını ve
4.000 bölgenin zehirini tamamen vücudun dışına
çekip hızlı bir şekilde kusmasını sağlıyor.
Bedende neler mi değişiyor
Ödem kireçlenme lenfatik tıkanıklıklar yorgunluklar ayak soğukluğu.
Kısacası tüm dolaşım sistemini açıp aktif hale getiriyor.
İnanılmaz bir şekilde anında etkisini gösteriyor. ŞİFA OLSUN İNŞAALLAH 

15 Ocak 2020 Çarşamba

celp

celp
ج ل ب و ا و ه ي ج و ا ق ل ب ف ل ا ن ا ب ن ف ل ا ن ة ا ل ى ك ذ ا و ك ذ ا "Ey bu isimlerin hüddâmı, bu isimlerin size karşı olan hakkı ve nezdinizdeki hürmet ve saygısı için filânca kadının oğlu filanca kişinin kalbini şu ve şu şeye doğru heyecanlandırarak çekiniz." der. Ve bu nüshayı başının üstünde taşırsa istenilen kimsenin kalbi ve hatırı Allah’ın izniyle isteyene doğru sevgi ve muhabbetle çekilip gider.