“Dünyâ hayâtı azdan daha azdır. Ona âşık olan, alçakların alçağıdır. O sihriyle bir topluluğu sağır ve kör eder. Böylece onlar ortalıkta şaşkın ve delîlsiz ortalıkta kalırlar.”
https://vimeo.com/tomorhoca
- Ana Sayfa
- İlahi – Kur`an -İslam – Din -Tasavvuf – Belgesel – Dua – Hadis – Tarih – Şiir – Vs… – بِسْمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
- Dini bilgiler
- Hatim duası Türkçe Hatim Duası
- Ahmet tomor hoca sohbetleri
- suleymaniye
- Ruhlar kabirde hep kalır mı?
- Şehitlik ve Fazileti
- İslami Eğitim
- ALLAH (C.C.) 'ÜN SIFATLARI
- Ahmet Tomor Hocaefendi Sohbetleri
- Veysel Gürler
- Umman'dan Şifâlar
- İSLAMİ BİLGİLER KİTAP SOHBET SEYRET MULTİMEDYA
- Safakat İslami Forumları
- sadakat.net
- Ehl-i Sünnet Hanefi
- HAVAS İLMİ-MÜCERREBAT-I İLAHİ ŞİFACILAR
- Sağlığımızın müthiş şifreleri Sayfadaki tüm bilgiler bilgi amaçlıdır kullanım tercihi size aittir önce araştırın inceleyin doktorunuza danışın saygılar
- Sayfa ve guruptaki bilgiler bilgi amaçlıdır araştırın araştırmadan doktorunuza danışmadan kullanmayın sakın saygılar hepinize m.ulaş
- MUHTASAR İLMİHAL | Fazilet
- İLİM BÖLÜMÜ
- İmam Suyuti Camius Sağir
- Dini Sorular Molla Cami dini sorular ve cevapları
- incemeseleler
- "Nazar, deveyi kazana, insanı mezara sokar."
- YAVRULARIMIZA ELİF CÜZÜ ÖĞRETELİM. BİZLERDE TEKRAR EDELİM...
- Hadis-i Şerif
- FAZİLET TAKVİMİ
- mektebun
- faydalı
- medine
- Zi tuva kuyusu...
- Ali Eren Hoca
- *FATİHA SURESİNİN SIRRI..*
- "Kişi sevdiği ile beraberdir."
- *FATİHA SURESİNİN SIRRI..*
5 Şubat 2020 Çarşamba
NAMAZI GECİKTİREN GENÇ Manifaturacılık yapan bir genç vardı. İşlerinin çokluğunu bahane ederek, namazlarını hep son vaktine bırakırdı. Dükkânın yakınındaki camide, vaktin çıkmasına az zaman kala namazlarını yetiştirirdi. Bir gece, kan ter içinde kalmıştı. Rüyasında ölmüş, hesap için mizan başına getirmişlerdi. (İbadetlerimi yaptım, haram işlemedim, hesabım kolay geçer) diye ümit ediyordu. Melekler önce iman ve doğru itikat aradılar, hemen önlerine geldi. Sonra namaza sıra geldi; fakat aradılar, bir türlü bulamadılar. - Ben hiçbir namazımı kazaya bırakmadım, mutlaka bulmanız lazım,diye feryat ediyordu. Nihayet melekler, - Kusura bakma, sana ait bir tek namaz bulamadık. Şimdi seni cehenneme atacağız, diyerek yüksek bir dağa çıkardılar. Genç çırpınarak, - Hayır, bunda bir yanlışlık var, ben hiç namazlarımı bırakmadım, dediyse de dinlemediler, dağın tepesinden, aşağıda olan cehenneme fırlattılar. O şiddetli korkuyla, dizlerinin bağı çözüldü, birden karşılarına nur yüzlü bir zat çıktı, düşerken havada yakalayıp, -Ben senin kıldığın namazlarım, dedi. Genç heyecanla, - Ben çok perişandım, az sonra cehenneme düşecektim, niye bu kadar geç kaldın? diye sordu. O da, - Sen de beni hep son vakte bırakırdın, dedi. Genç o günden sonra vakti girer girmez namazlarını kılmaya başladı. ALLAH CÜMLEMİZİ NAMAZLARINI TADİL-İ ERKAN İLE DOSTDOĞRU İLK VAKTİNDE KILAN KULARINDAN EYLESİN...!
3 Şubat 2020 Pazartesi
SAKIN HA
Mehmet Panaz
SAKIN HA OLA BU YASALARI ÇIKARANLARA SEVGİ BESLEMEYİN GÖNÜL BAĞI KURMAYIN, BUĞZ EDİN,, PARTİ PURTİYE GÖRE DEĞİL İMANIN ŞARTLARINA GÖRE HESABA ÇEKİLECEĞİZ.
Yahudiler için toprak satın almak isteyen Emanüel Karasu ya Cennet mekan Abdülhamit han hz. nin cevabı : #DEFOLEYSEFİL#
Mehmet Panaz
Yahudiler için toprak satın almak isteyen Emanüel Karasu ya Cennet mekan Abdülhamit han hz. nin cevabı :
#DEFOLEYSEFİL#
#DEFOLEYSEFİL#
.."Bir gece #İmam-iA'zam# hazretleri Rasulullah efendimizi rüyasında görür.rüyada peygamberimizi dizine yatırmış etlerini vücudunu lime lime edip ayırmaktadir.gider rüyasını İbn-i Sîrîn hazretlerine tabir ettirir.İbn-i Sîrîn hazretleri de şöyle açıklar "ey imam sen dinin meselelerini tek tek ayırıp tek tek aciklayacaksin fetva vereceksin".nitekim İmam-i azam hazretleri bütün dini meseleleri tek tek ele almış ayet ve hadis ışığında 83 bin meselede fetva vermiştir.Hazreti Allah kendisinden razı olsun BİZLERİ şefeatine nail eylesin.Âmin"
Mustafa Arabacı
.."Bir gece #İmam-iA'zam# hazretleri Rasulullah efendimizi rüyasında görür.rüyada peygamberimizi dizine yatırmış etlerini vücudunu lime lime edip ayırmaktadir....
Devamını GörİMAMI AZAM EBU HANİFE (Numan Bin Sabit) (Kendi zamanının en ağı zulüm gören alimi) Rivayet o ki Halife Cafer El Mansur (emrine ram olmadığı takdirde öldürmek maksadıyla), Ebû Hanife’yi huzura davet etti. Zehirli bir süt ikram etti. Ebû Hanife yanına oturduğu halifeye sütün midesine dokunduğunu ifade ederek içmek istemedi. Halife ısrar ediyordu. Hanefî mezhebinin kurucusu o büyük âlim sütü içti ve ayağa kalktı. Halife hayret içinde sordu: “Nereye?” İmam, mütevekkil bir eda ile döndü ve taşı gediğine k
Hayati Şipleme
İMAMI AZAM EBU HANİFE (Numan Bin Sabit)
(Kendi zamanının en ağı zulüm gören alimi)
(Kendi zamanının en ağı zulüm gören alimi)
Rivayet o ki Halife Cafer El Mansur (emrine ram olmadığı takdirde öldürmek maksadıyla), Ebû Hanife’yi huzura davet etti. Zehirli bir süt ikram etti. Ebû Hanife yanına oturduğu halifeye sütün midesine dokunduğunu ifade ederek içmek istemedi. Halife ısrar ediyordu. Hanefî mezhebinin kurucusu o büyük âlim sütü içti ve ayağa kalktı. Halife hayret içinde sordu: “Nereye?” İmam, mütevekkil bir eda ile döndü ve taşı gediğine koydu: “Senin gönderdiğin yere!” Kitabü’l-Mihen’de nakledilen bu hadiseye pek de şaşırmamak lazım; zira Ebû Hanife, hayatının çok büyük bir kısmını devlet zulmü altında yaşadı. Emevî döneminde de Abbasî devrinde de çekmediği cefa, görmediği eza kalmadı. Neden?
Emevî yönetimi Ebû Hanife’ye kadılık görevi teklif ederek o büyük âlimi icraatına (biraz da zulmüne) ortak etmek istedi. Irak Valisi (Ömer bin Hübeyre) tarafından yapılan teklifin aslî maksadını anlayan Ebû Hanife, görevi kabul etmeyince gözaltına alındı ve kırbaçlatıldı. Öyle ki, kırbaçlama işini yapan zindancı bile bir gün bu zulme “Yeter!” deyip isyan edecekti.
Devir değişip Abbasîler iktidara gelince Ebu Hanife hazretleri çok sevindi. Ona göre hak yerini bulmuş, Emevî zulmü sona ermişti. Maalesef bu umut çok sürmedi, güç zehirlenmesi ile malul Abbasî yöneticileri de benzer bir siyasete devam etti. Pek çok âlim ve âbide zulmetmeye başladılar. Abbasî halifesi, Ebû Hanife’yi yanına almak istemiş, ona hediyeler göndermişti. Büyük imam, kamu imkânları ile alınan hediyelerin hiçbirini kabul etmedi ve meşru görmedi. Buna da çok içerledi Halife Ebû Cafer el-Mansur. Musul isyanını bahane ederek halkı katletmek için fetva isteyen halifeye menfi cevap veren Ebû Hanife için tekrar zindana girmekten başka çare kalmadı.
Hanefi mezhebinin ve İslam tarihinin muhteşem mütefekkiri Ebû Hanife, ne Emevî zulmüne ortak oldu, ne Abbasî baskısına boyun eğdi; ama bu mehip duruşunu özgürlüğüyle, canıyla ödedi. Ona zulmedenler kendilerini “halife-i ruy-i zemin” olarak tanıtıyor; ama siyasî kaygılar nedeniyle o koca İmam’a cevr u cefa etmekte bir sakınca görmüyordu. Ebû Hanife, arkasında onlarca eser bıraktı, milyonlarca insana ilham kaynağı oldu ve hep hayırla yâd edildi.
Ya ona bu zulmü reva görenler...?
Emevî yönetimi Ebû Hanife’ye kadılık görevi teklif ederek o büyük âlimi icraatına (biraz da zulmüne) ortak etmek istedi. Irak Valisi (Ömer bin Hübeyre) tarafından yapılan teklifin aslî maksadını anlayan Ebû Hanife, görevi kabul etmeyince gözaltına alındı ve kırbaçlatıldı. Öyle ki, kırbaçlama işini yapan zindancı bile bir gün bu zulme “Yeter!” deyip isyan edecekti.
Devir değişip Abbasîler iktidara gelince Ebu Hanife hazretleri çok sevindi. Ona göre hak yerini bulmuş, Emevî zulmü sona ermişti. Maalesef bu umut çok sürmedi, güç zehirlenmesi ile malul Abbasî yöneticileri de benzer bir siyasete devam etti. Pek çok âlim ve âbide zulmetmeye başladılar. Abbasî halifesi, Ebû Hanife’yi yanına almak istemiş, ona hediyeler göndermişti. Büyük imam, kamu imkânları ile alınan hediyelerin hiçbirini kabul etmedi ve meşru görmedi. Buna da çok içerledi Halife Ebû Cafer el-Mansur. Musul isyanını bahane ederek halkı katletmek için fetva isteyen halifeye menfi cevap veren Ebû Hanife için tekrar zindana girmekten başka çare kalmadı.
Hanefi mezhebinin ve İslam tarihinin muhteşem mütefekkiri Ebû Hanife, ne Emevî zulmüne ortak oldu, ne Abbasî baskısına boyun eğdi; ama bu mehip duruşunu özgürlüğüyle, canıyla ödedi. Ona zulmedenler kendilerini “halife-i ruy-i zemin” olarak tanıtıyor; ama siyasî kaygılar nedeniyle o koca İmam’a cevr u cefa etmekte bir sakınca görmüyordu. Ebû Hanife, arkasında onlarca eser bıraktı, milyonlarca insana ilham kaynağı oldu ve hep hayırla yâd edildi.
Ya ona bu zulmü reva görenler...?
Fuat Kara paylaşımından ALINTIDIR..
ALLAH İLE KUL ARASINA GİRİLMEZ SÖZÜ DOĞRU DEĞİLDİR..!!! Cenâb-ı Hak buyuruyor ki, “Ey mü’minler! Allah’tan korkun ve ona (yaklaşmaya) vesîle-vâsıta-sebep arayın.”(7) Yani bana doğrudan değil, bir vâsıta, bir vesîle (aracı) ile gelin. Nitekim varlığını-birliğini, eşi-benzeri olmadığını, ibâdete hakkıyla lâyık olanın sadece kendisi olduğunu bizzat değil, bilvâsıta yani peygamberleriyle bildiriyor, öğretiyor… Ve ondan sonradır ki, kulunu mükellef tutuyor.
ALLAH İLE KUL ARASINA GİRİLMEZ SÖZÜ DOĞRU DEĞİLDİR..!!!
Cenâb-ı Hak buyuruyor ki, “Ey mü’minler! Allah’tan korkun ve ona (yaklaşmaya) vesîle-vâsıta-sebep arayın.”(7) Yani bana doğrudan değil, bir vâsıta, bir vesîle (aracı) ile gelin. Nitekim varlığını-birliğini, eşi-benzeri olmadığını, ibâdete hakkıyla lâyık olanın sadece kendisi olduğunu bizzat değil, bilvâsıta yani peygamberleriyle bildiriyor, öğretiyor… Ve ondan sonradır ki, kulunu mükellef tutuyor.
Ama o Allâh’ın kullarından bazıları da tutturmuşlar, “Allah’la kul arasına girilmez” nakaratını, zaman zaman tekrarlayıp duruyorlar. Halbuki bu söz, Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat itikadına aykırıdır, temelden zıttır; Vehhâbilerin inanç esasları arasındadır. Onlar derler ki; “Tevessül, küfür ve şirktir. Peygamberlerden ve onların vârisleri olan kâmil ve mükemmil mürşidlerden, meleklerden, rûhânilerden medet ummak, şefaat-yardım dilemek küfürdür. Bu cümleden olarak tasavvuf bid’attir… Tasavvuf büyüklerini vesîle edinmek, onlara bağlanmak şirktir. Hatta, kabirleri ziyaret etmek de dalâlettir, küfürdür…”
Oysa Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat inancına göre, bütün bunlar meşru’ şeylerdir. Ve Müslümanları bu şekilde küfür ve şirkle itham etmek, -Allah korusun- insanı, “Kim bir Müslümanı tekfir ederse, muhakkak ki kendisi kâfir olur” hükmünün altına sokar.
Halbuki meseleyi basite irca edecek olursak görürüz ki; en başta Allah Teala ile kulu ve Resûlü arasına, bir melek olan Cebrâil (a.s.) giriyor. Resûlüllah Efendimiz (s.a.v.) de, Allah Teâlâ ile diğer kulları arasına giriyor, vâsıta oluyor. Tarîkat şeyhleri gene öyle… Daha da aşağıya doğru inecek olursak, cemaatle kılınan namazda her imam, Allah ile kulları arasına giriyor.
Sözün özü;
Sünnet-i İlâhi böyle; yani Allâh’ın âdeti, kâinatta hüküm süren İlâhi kanunlar bu şekilde cereyan ediyor. Hatta dünya işlerimizde bile vâsıtasız nereye gidebiliyor, ne kadar mesafe alabiliyoruz? Doğrudan hangi yüksek makama çıkabiliyoruz?.. Dünya ise âhiretin enmûzecidir (örneğidir) mâlumunuz.
Ve yine, “Bir şeyin en büyük rüknünü-dayanağını inkâr etmek, o şeyin tamamını inkârdır.” Meselâ bir insan, “namaz inkâr edilmez ama, kıyâmın aslı yoktur” dese, bu adam namazın tamamını yani aslını inkâr etmiş olur.
Binaenaleyh İslâm’da vâsıta da, namazda kıyam gibidir, dinin en büyük rüknüdür. Şayet peygamberler (aleyhimüsselâm) gelmemiş olsaydı, insanların, hayvanlardan ne farkı kalırdı? Hatta, onlardan daha beter, daha sapık olurlardı. Canlı misâlleri ise, her an hepimizin gözleri önünde… Allah Teâlâ, ümmet-i Muhammed’i sapıtmaktan veya sapıttırılmaktan muhâfaza buyursun.
Meşhur hadîs âlimlerimizden İmam Hâkim’in Müstedrek’inde tahric ettiği ve sahih olduğunu kaydettiği bir hadîs-i şerifte, atamız Âdem aleyhisselâmın, hatasının afvı için Cenâb-ı Hakk’a; “Yâ Rabbî, eğer beni hâlen mağfiret etmemiş isen, Muhammed (s.a.v.) hakkı için afvımı diliyorum…” diyerek iltica ettiği ve bu vesileyle bağışlandığı bildirilmiştir. Yani
Demek ki bu mesele, ilk insan ve ilk peygamberden bu yana varolagelmiştir. Bu itibarla inkârı mümkün değildir.
Bu meseleyi, Hıristiyanlıktaki “ruhban” meselesi ile de asla karıştırmamak lâzım. Zira İslâm’da zaten ruhban sınıfı yoktur. Çok iyi düşünülmesi gereken bir mevzû… Çünkü, gâye ile vâsıtanın birbirine karıştırılmasıümmet için peygamber, müridler için mürşid, cemaat için imam, hatta talebe için hoca gâye değil, birer vâsıtadırlar. Hiçbir mü’min, vesîleyi ma’bûd olarak kabul etmez. Hiçbir zaman ona ibâdet ediyorum demez. gibi bir durum ortaya çıkıyor. Halbuki Bilakis her zaman, “iyyâke na’büdü ve iyyâke nesteıyn” diyerek, yalnız Allâh’a ibâdet ettiklerinin ve yalnız ondan yardım istediklerinin şuurundadırlar.
Ve yine, “İlâhî ente maksûdî ve rızâke matlûbî”diyerek, maksatlarının Allah azze ve celle, isteklerinin de, onun rızâsı olduğunu daima ifade ederler.
Hâsılı mü’minler, vâsıtaların ancak, Allah Teâlâ’ya vuslatın keyfiyetini gösteren birer kılavuz olduklarına inanırlar. Bu itibarla, ikide bir, “Allah’la kul arasına girilmez” mücerred sözünün arkasına saklanıp, hâlis-muvahhid mü’minlere, “putperest-müşrik!” diyecek kadar ileri gidenlerin tuzağına düşmemek lâzım. Zira onlar, “putperest” değil, bilakis “Hüdâperest”tirler.
Sûret-i Hakk’tan gözükerek, bu iddiayı ortaya atanların delilleri de pek gülünç. İşi, döndürüp dolaştırıp hemen Hıristiyanlıktaki ruhban sınıfı meselesine getiriveriyorlar. Oysa, yukarıda da temas ettiğimiz gibi, İslâm’da böyle bir sınıfın mevcudiyeti bahis konusu bile değildir. Bu sebeple, “Delilleri iddialarından bozuk, örümcek ağından daha zayıf” tabirlerini kullanmak, inanıyoruz ki çok yerinde olur. Çünkü, bunlara mukabil bizim ortaya koyduğumuz deliller; âyet, hadîs ve Allah dostları olan âlimlerin icmâıdır.
Ancak, “Bazan göz, herhangi bir illetten dolayı Güneş’in ışığını göremez, inkâr eder… Ve yine ağız, bazan bir hastalıktan dolayı, yediği-içtiği gıdaların tadını alamaz” sözü uyarınca; inkârcı, inatçı ve bid’atçiler tarafından çeşitli eserlerde, yalan-yanlış sözler sarf edilmiş olabilir.
Kanaatimizce bunların eğrilik ve doğruluğunu araştırmak da, “tedkik mumu”nu hiç söndürmediğini düşündüğümüz siz ilim ve fikir adamlarına düşer. Binaenlayeh mahut söz, İslâm’a yapılan en büyük iftiralardan ve sokulmak istenen en büyük bid’atlerden birisidir.
Maaleesef bazı aydınlarımız ve de devlet büyüklerimiz, bu söze, -mal bulmuş mağribî gibi demiyeyim- bir mârifetmiş gibi yapışıp, çeşitli vesilelerle dillerine ve kalemlerine pelesenk edip duruyorlar. Ve yine üzülerek müşahede ediyoruz ki, bir tahkik (aslını-esasını araştırıp soruşturma) lüzumunu dahi hissetmiyorlar.
Kısacası her Müslümanın, lüzumuna inandığı bir mesele ile alakalı olarak bildiklerini, dilinin döndüğü kadar söylemesi, elinin tuttuğu kadar yazması icap ettiğine inandığım için, bu hususlarda bir şeyler yazmaya gayret ettim. Mutlaka benim de kusurlarım vardır, olmuştur. Bu sebeple son sözüm, eskilerin tabiriyle, “Huz mâ safâ, da’ mâ keder” olacak. Yani; doğruları alın, hatalı olanları terk edin.
Cenâb-ı Hak, ümmet-i Muhammed’i dosdoğru olan kurtuluş yolundan, Ehl-i Sünnet câmiasından ayırmasın, yapmakta olduğumuz hayırlı iş ve yararlı hizmetlerde başarılı kılsın, bütün amel ve ibadetlerimiz rızâsına uygun eylesin.
Selâm, hidâyete tâbi olanların üzerine olsun… Fatih, 1987 –
Halis ece ( Rahmetli )
DİPNOTLAR;
(*) Bu makale 1987 yılında yazar Yılmaz Öztuna’ya cevap olarak hazırlanmıştır.
(1) Kur’ân-ı Kerim, Ahzâb sûresi, 33/4.
(2) Bilindiği gibi masonlukta gizlilik esastır. Bu zat da masonluğun bütün sırlarını fâş ettiği (açığa vurduğu) için masonlar tarafından “bed-nâm (kötü şöhretli)” diye vasıflandırılmıştır.
(3) Bununla mücerred insanı, yani geçmişte yaşamış birini kastediyor. Masonlar hep sembolizm esası üzerine yani temsîli, mecâzi sözlerle, teşbih ve tasvirlerle fikirlerini ifade ederler. Ve bunları muhâtabın-dinleyenin anlamasını isterler.
(4) Tabii yazının hazırlandığı 80’li yıllar kastediliyor. Mâlum bugün artık ne SSCB (Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği) ne de komünizm var. Yerlerinde yeller esiyor.
(5) Masonlukla ilgili kısmın kaynağı; eski İstanbul milletvekili merhum Kemâl Kacar Bey’in, Farmasonluk (Franc Maçonnerie) hakkında, 30.11.1978 Perşembe günü A.P. Millet Meclisi Grubu’nda yaptığı konuşma metnidir. Haşmet Matbaası, İstanbul 1978.
(6) Buharî ve Müslim Ebû Hüreyre’den (r.a.) rivâyet etmişlerdir. el-Mektûbat, İmâm-ı Rabbânî, 1, 171.
(7) Kur’ân-ı Kerim, Mâide sûresi, 5/35.
Ama o Allâh’ın kullarından bazıları da tutturmuşlar, “Allah’la kul arasına girilmez” nakaratını, zaman zaman tekrarlayıp duruyorlar. Halbuki bu söz, Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat itikadına aykırıdır, temelden zıttır; Vehhâbilerin inanç esasları arasındadır. Onlar derler ki; “Tevessül, küfür ve şirktir. Peygamberlerden ve onların vârisleri olan kâmil ve mükemmil mürşidlerden, meleklerden, rûhânilerden medet ummak, şefaat-yardım dilemek küfürdür. Bu cümleden olarak tasavvuf bid’attir… Tasavvuf büyüklerini vesîle edinmek, onlara bağlanmak şirktir. Hatta, kabirleri ziyaret etmek de dalâlettir, küfürdür…”
Oysa Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat inancına göre, bütün bunlar meşru’ şeylerdir. Ve Müslümanları bu şekilde küfür ve şirkle itham etmek, -Allah korusun- insanı, “Kim bir Müslümanı tekfir ederse, muhakkak ki kendisi kâfir olur” hükmünün altına sokar.
Halbuki meseleyi basite irca edecek olursak görürüz ki; en başta Allah Teala ile kulu ve Resûlü arasına, bir melek olan Cebrâil (a.s.) giriyor. Resûlüllah Efendimiz (s.a.v.) de, Allah Teâlâ ile diğer kulları arasına giriyor, vâsıta oluyor. Tarîkat şeyhleri gene öyle… Daha da aşağıya doğru inecek olursak, cemaatle kılınan namazda her imam, Allah ile kulları arasına giriyor.
Sözün özü;
Sünnet-i İlâhi böyle; yani Allâh’ın âdeti, kâinatta hüküm süren İlâhi kanunlar bu şekilde cereyan ediyor. Hatta dünya işlerimizde bile vâsıtasız nereye gidebiliyor, ne kadar mesafe alabiliyoruz? Doğrudan hangi yüksek makama çıkabiliyoruz?.. Dünya ise âhiretin enmûzecidir (örneğidir) mâlumunuz.
Ve yine, “Bir şeyin en büyük rüknünü-dayanağını inkâr etmek, o şeyin tamamını inkârdır.” Meselâ bir insan, “namaz inkâr edilmez ama, kıyâmın aslı yoktur” dese, bu adam namazın tamamını yani aslını inkâr etmiş olur.
Binaenaleyh İslâm’da vâsıta da, namazda kıyam gibidir, dinin en büyük rüknüdür. Şayet peygamberler (aleyhimüsselâm) gelmemiş olsaydı, insanların, hayvanlardan ne farkı kalırdı? Hatta, onlardan daha beter, daha sapık olurlardı. Canlı misâlleri ise, her an hepimizin gözleri önünde… Allah Teâlâ, ümmet-i Muhammed’i sapıtmaktan veya sapıttırılmaktan muhâfaza buyursun.
Meşhur hadîs âlimlerimizden İmam Hâkim’in Müstedrek’inde tahric ettiği ve sahih olduğunu kaydettiği bir hadîs-i şerifte, atamız Âdem aleyhisselâmın, hatasının afvı için Cenâb-ı Hakk’a; “Yâ Rabbî, eğer beni hâlen mağfiret etmemiş isen, Muhammed (s.a.v.) hakkı için afvımı diliyorum…” diyerek iltica ettiği ve bu vesileyle bağışlandığı bildirilmiştir. Yani
Demek ki bu mesele, ilk insan ve ilk peygamberden bu yana varolagelmiştir. Bu itibarla inkârı mümkün değildir.
Bu meseleyi, Hıristiyanlıktaki “ruhban” meselesi ile de asla karıştırmamak lâzım. Zira İslâm’da zaten ruhban sınıfı yoktur. Çok iyi düşünülmesi gereken bir mevzû… Çünkü, gâye ile vâsıtanın birbirine karıştırılmasıümmet için peygamber, müridler için mürşid, cemaat için imam, hatta talebe için hoca gâye değil, birer vâsıtadırlar. Hiçbir mü’min, vesîleyi ma’bûd olarak kabul etmez. Hiçbir zaman ona ibâdet ediyorum demez. gibi bir durum ortaya çıkıyor. Halbuki Bilakis her zaman, “iyyâke na’büdü ve iyyâke nesteıyn” diyerek, yalnız Allâh’a ibâdet ettiklerinin ve yalnız ondan yardım istediklerinin şuurundadırlar.
Ve yine, “İlâhî ente maksûdî ve rızâke matlûbî”diyerek, maksatlarının Allah azze ve celle, isteklerinin de, onun rızâsı olduğunu daima ifade ederler.
Hâsılı mü’minler, vâsıtaların ancak, Allah Teâlâ’ya vuslatın keyfiyetini gösteren birer kılavuz olduklarına inanırlar. Bu itibarla, ikide bir, “Allah’la kul arasına girilmez” mücerred sözünün arkasına saklanıp, hâlis-muvahhid mü’minlere, “putperest-müşrik!” diyecek kadar ileri gidenlerin tuzağına düşmemek lâzım. Zira onlar, “putperest” değil, bilakis “Hüdâperest”tirler.
Sûret-i Hakk’tan gözükerek, bu iddiayı ortaya atanların delilleri de pek gülünç. İşi, döndürüp dolaştırıp hemen Hıristiyanlıktaki ruhban sınıfı meselesine getiriveriyorlar. Oysa, yukarıda da temas ettiğimiz gibi, İslâm’da böyle bir sınıfın mevcudiyeti bahis konusu bile değildir. Bu sebeple, “Delilleri iddialarından bozuk, örümcek ağından daha zayıf” tabirlerini kullanmak, inanıyoruz ki çok yerinde olur. Çünkü, bunlara mukabil bizim ortaya koyduğumuz deliller; âyet, hadîs ve Allah dostları olan âlimlerin icmâıdır.
Ancak, “Bazan göz, herhangi bir illetten dolayı Güneş’in ışığını göremez, inkâr eder… Ve yine ağız, bazan bir hastalıktan dolayı, yediği-içtiği gıdaların tadını alamaz” sözü uyarınca; inkârcı, inatçı ve bid’atçiler tarafından çeşitli eserlerde, yalan-yanlış sözler sarf edilmiş olabilir.
Kanaatimizce bunların eğrilik ve doğruluğunu araştırmak da, “tedkik mumu”nu hiç söndürmediğini düşündüğümüz siz ilim ve fikir adamlarına düşer. Binaenlayeh mahut söz, İslâm’a yapılan en büyük iftiralardan ve sokulmak istenen en büyük bid’atlerden birisidir.
Maaleesef bazı aydınlarımız ve de devlet büyüklerimiz, bu söze, -mal bulmuş mağribî gibi demiyeyim- bir mârifetmiş gibi yapışıp, çeşitli vesilelerle dillerine ve kalemlerine pelesenk edip duruyorlar. Ve yine üzülerek müşahede ediyoruz ki, bir tahkik (aslını-esasını araştırıp soruşturma) lüzumunu dahi hissetmiyorlar.
Kısacası her Müslümanın, lüzumuna inandığı bir mesele ile alakalı olarak bildiklerini, dilinin döndüğü kadar söylemesi, elinin tuttuğu kadar yazması icap ettiğine inandığım için, bu hususlarda bir şeyler yazmaya gayret ettim. Mutlaka benim de kusurlarım vardır, olmuştur. Bu sebeple son sözüm, eskilerin tabiriyle, “Huz mâ safâ, da’ mâ keder” olacak. Yani; doğruları alın, hatalı olanları terk edin.
Cenâb-ı Hak, ümmet-i Muhammed’i dosdoğru olan kurtuluş yolundan, Ehl-i Sünnet câmiasından ayırmasın, yapmakta olduğumuz hayırlı iş ve yararlı hizmetlerde başarılı kılsın, bütün amel ve ibadetlerimiz rızâsına uygun eylesin.
Selâm, hidâyete tâbi olanların üzerine olsun… Fatih, 1987 –
Halis ece ( Rahmetli )
DİPNOTLAR;
(*) Bu makale 1987 yılında yazar Yılmaz Öztuna’ya cevap olarak hazırlanmıştır.
(1) Kur’ân-ı Kerim, Ahzâb sûresi, 33/4.
(2) Bilindiği gibi masonlukta gizlilik esastır. Bu zat da masonluğun bütün sırlarını fâş ettiği (açığa vurduğu) için masonlar tarafından “bed-nâm (kötü şöhretli)” diye vasıflandırılmıştır.
(3) Bununla mücerred insanı, yani geçmişte yaşamış birini kastediyor. Masonlar hep sembolizm esası üzerine yani temsîli, mecâzi sözlerle, teşbih ve tasvirlerle fikirlerini ifade ederler. Ve bunları muhâtabın-dinleyenin anlamasını isterler.
(4) Tabii yazının hazırlandığı 80’li yıllar kastediliyor. Mâlum bugün artık ne SSCB (Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği) ne de komünizm var. Yerlerinde yeller esiyor.
(5) Masonlukla ilgili kısmın kaynağı; eski İstanbul milletvekili merhum Kemâl Kacar Bey’in, Farmasonluk (Franc Maçonnerie) hakkında, 30.11.1978 Perşembe günü A.P. Millet Meclisi Grubu’nda yaptığı konuşma metnidir. Haşmet Matbaası, İstanbul 1978.
(6) Buharî ve Müslim Ebû Hüreyre’den (r.a.) rivâyet etmişlerdir. el-Mektûbat, İmâm-ı Rabbânî, 1, 171.
(7) Kur’ân-ı Kerim, Mâide sûresi, 5/35.
BİD’AT EHLİNE;( İSLAM’DA GÜNCELLEME) İSTEYENLERE KARŞI NASIL DAVRANMALIYIZ..??? Sual: Peygamber efendimiz, (Allah’ın kulları, kardeş olun) buyurduğuna göre, birbirlerinin hatalarını görmeyip Ehl-i sünnet ile bid’at ehli niçin birleşmiyor? CEVAP
BİD’AT EHLİNE;( İSLAM’DA GÜNCELLEME) İSTEYENLERE KARŞI NASIL DAVRANMALIYIZ..???
Sual: Peygamber efendimiz, (Allah’ın kulları, kardeş olun) buyurduğuna göre, birbirlerinin hatalarını görmeyip Ehl-i sünnet ile bid’at ehli niçin birleşmiyor?
CEVAP
Bu hadis-i şerifin manası, (Kardeş olmanızı sağlayacak şeyleri yapın) demektir. Buna göre, bid’at sahiplerinin, hak yolda bulunan müslümanlarla kardeş olabilmeleri için, bid’ati terk etmeleri ve sünneti kabul etmeleri gerekir. Bid’ate devam edip de, Ehl-i sünnet olanları kendileri ile kardeş olmaya çağırmaları, açık sapıklık ve çirkin bir hiledir. (Umdet-ül-kari)
CEVAP
Bu hadis-i şerifin manası, (Kardeş olmanızı sağlayacak şeyleri yapın) demektir. Buna göre, bid’at sahiplerinin, hak yolda bulunan müslümanlarla kardeş olabilmeleri için, bid’ati terk etmeleri ve sünneti kabul etmeleri gerekir. Bid’ate devam edip de, Ehl-i sünnet olanları kendileri ile kardeş olmaya çağırmaları, açık sapıklık ve çirkin bir hiledir. (Umdet-ül-kari)
Bid’at ehli ile görüşmeyi yasaklayan hadis-i şeriflerden birkaçı:
(Bid’at ehline sert davran! Allahü teâlâ, onlara düşmandır.) [İbni Asakir]
(Bid’at ehline sert davran! Allahü teâlâ, onlara düşmandır.) [İbni Asakir]
(Onlardan kaçın! Sizi dalalete, fitneye düşürmesinler.) [Müslim]
(Hasta olurlarsa, ziyaretlerine gitmeyin!) [Ebu Davud]
(Karşılaşınca, onlara selam vermeyin!) [İbni Mace]
(Onlarla birlikte bulunmayın, birlikte yiyip içmeyin!) [Ukayli]
(Onların cenazelerine gitmeyin, onlarla birlikte namaz kılmayın!) [İbni Hibban]
(Ben onlardan değilim, onlar da benden değildir. Onlara karşı cihad etmek, kâfirlerle cihad etmek gibidir.) [Deylemi]
(Bid’at ehli, bid’atini Allah rızası için terk etmedikçe, hiçbir ameli kabul olmaz.) [İ.Neccar]
Yani itikadda veya amelde veya sözde yahut ahlakta bid’at olan bir şeyi yapmaya devam edenin bu cinslerden ibadetleri sahih olsa da, hiçbiri kabul olmaz. İbadetlerinin kabul olması için, bu bid’ati terk etmesi gerekir.
İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
Bugün kalbler kararmış olduğundan, bazı bid’atler güzel görünse de, hepsinden kaçınmak gerekir. Kıyamette hepsinin zararlı olduğu anlaşılacaktır. Hadis-i şerifte, (Her bid’at sapıklıktır) buyuruldu. [Kur’an-ı kerimde ise, (Hoşlanmadığınız şey sizin iyiliğinize; sevdiğiniz şey de, kötülüğünüze olabilir. Siz bilmezsiniz, Allah bilir.) [Bekara 216] buyuruldu.
Bugün kalbler kararmış olduğundan, bazı bid’atler güzel görünse de, hepsinden kaçınmak gerekir. Kıyamette hepsinin zararlı olduğu anlaşılacaktır. Hadis-i şerifte, (Her bid’at sapıklıktır) buyuruldu. [Kur’an-ı kerimde ise, (Hoşlanmadığınız şey sizin iyiliğinize; sevdiğiniz şey de, kötülüğünüze olabilir. Siz bilmezsiniz, Allah bilir.) [Bekara 216] buyuruldu.
Bid’atin zararı büyüktür. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki:
(Bid’at işleyenin hiçbir ibadeti kabul olmaz.) [Deylemi]
(Bid’at işleyenin hiçbir ibadeti kabul olmaz.) [Deylemi]
(Allah bid’at ehlinin amelini, bid’ati bırakıncaya kadar kabul etmez.) (İbni Mace]
(Allah, bid’at ehlinin tevbesini, bid’ati bırakıncaya kadar kabul etmez.) [Taberani]
(Bir bid’at çıkarınca, bir sünnet kaldırılmış, eksiltilmiş olur.) [İ.Ahmed]
(Bid’atten sakının; her bid’at dalalettir ve her dalalet ehli de ateştedir.) [İbni Asakir]
(Bid’atler yayıldığı zaman ilmi olanlar bunu açıklasın. Eğer açıklamayıp ilmini gizlerse, Allah’ın, Muhammed aleyhisselama indirdiğini gizlemiş olur.) [İbni Asakir]
(Bid’atler çıkınca âlim ilmini açığa çıkarsın! İlmini açıklamayana lanet olsun!) [Deylemi]
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)