14 Temmuz 2020 Salı

🌹 *Evimizde üç şeye çeki düzen vereceğiz:* ▪ Televizyona, ▪ internete, ▪ telefona...


🌹 *Evimizde üç şeyi yasaklayacağız:*
Gıybet,
tartışma,
küskünlük.

🌹 *Evimizde üç şeye devam edeceğiz:*
Cemaatle namaza,
Kur’an tilavetine,
haftalık sohbete.

🌹 *Evimizde üç şeyi çoğaltacağız:*
Dua,
istiğfar,
zikir.

🌹 *Evimizde üç şeyi azaltacağız:*
Çok yemeyi,
çok uyumayı,
çok konuşmayı.

🌹 *Evimizde üç huyu terk edeceğiz:*
Eleştiriyi,
kınamayı,
iğnelemeyi.

🌹 *Evimizde üç huyu kazanacağız:*
Yumuşak huyluluk,
kolaylaştırıcılık,
bağışlayıcılık.

🌹 *Evimizde üç şeyi ihmal etmeyeceğiz:*
Helalleşmeyi,
özür dilemeyi,
teşekkür etmeyi.

🌹 *Evimizde üç bağlantıyı kesmeyeceğiz:*
Akrabalarla,
komşularla,
gariplerle.

🌹 *Evimize üç şeyi sokmayacağız:*
Faizi,
haksız kazancı,
haram katkılı gıda maddelerini.

🌹 *Evimize üç duanın girmesine gayret edeceğiz:*
Ana-babalarımızın duası,
gariplerin duası,
salihlerin duası.

🌹 *Evimizde üç şeyi teşvik edeceğiz:*
Sabrı,
şükrü,
•kanaati...
•••Rabbim bu güzellikleri yaşamayı evlerimizi nurlu huzurlu evler haline getirmeyi cümlemize nasip etsin inşaallah
Selam, dua ve muhabbetlerimle...

(Alıntıdır)

Mükemmel hoca nasıl olunur ?

Mükemmel hoca nasıl olunur ?

• Güleryüzlü derse başlayan,
• Talebeye değer veren,
• İlmi hazinesi geniş olan,
• Talebeye alaka gösterip, onları seven,
• Dersi sohbet ortamında işleyen,
• Talebeye eşit davranan,
• Talebeyi başarılarından dolayı takdir eden ve mükafatlandıran,
• "Susunuz" demeden herkesi susturabilen,
• Talebeye söz hakkı veren,
• Onları hayata bağlayan,
• Talebeyi idealist yapan, onlara hedef gösterebilendir

İstanbul şözleşmesi için

İstanbul şözleşmesi için gururla imzaladım.Bu günde imzalarım, Yarında imzalarım sonuna kadar arkasındayım..!
Biz seni oradan tanırız #Davutoğlu...

HZ. MEVLANA KS. MÜZİK EŞLİĞİNDE NEY İLE DEĞİL... HAYY İLE ALLAHÜTEALAYI ZİKREDEREK DÖNMÜŞTÜR. ŞİMDİ TAKLİT EDENLER BİDAT İŞLİYOR

Silsile-i Aliyye Hazeratının (kaddesallahu esrarahum) ilk halkası bulunan Hz. Ebû Bekir Sıddîq’ın (radıyallahu an zâtihil athar) bir kölesi vardı. Ömrünün sonlarına doğru her akşam ona iftâr vaktinde yemek getirirdi. Âdetleri öyle idi ki; yemeği nereden, nasıl, kimden satın aldığını, onun san'atının / mesleğinin ne olduğunu o köleden sormayınca getirilen yemekten bir lokma ağzına koymazdı. Bu köle bir akşam yine yemek getirdi. Hz. Ebû Bekir Sıddîq (r.a.) sormadan, mubârek elini uzatıp, yemekten bir lokma aldılar. Köle dedi ki:


- Ey Efendi. Ne oldu ki, bu akşam sormadan yemeğe el uzattınız.

Sıddîq-ı Ekber (r.a.) hazretlerinin mubârek gözleri yaş ile dolup, buyurdu:

- Yâ Gulâm. Açlık bana sıkıntı verip, sabırsızlandırdı. Böylece bu hâl başıma geldi. Şimdi bana haber ver ki, bu akşam, yemeği nereden getirdin? Köle dedi ki:

- Câhiliyye devrinde, raks ederdim / oyun oynardım. Bir topluluğa raks etmiştim. Onlara hoş geldi. Bana dediler ki, şimdi bir nesnemiz yoktur. Va'd etmişlerdi ki, elimize birşey geçtikte sana iyilik ederiz. Ben bugün gördüm ki, onların elleri doludur. Va'dlerini / verdikleri sözü hâtırlattım. Bu yiyeceği bana verdiler. (Bazı eserlerde de kölenin; “Kehanette bulunmuştum, karşılığında bunu aldım” dediği nakledilmiştir. Netice değişmiyor, yani her iki durumda da yemek haram yolla kazanılmış bir para ile satın alınmıştır.)

Hz. Ebû Bekir Sıddîq (r.a.) bunu işitti. Çok üzüldü! Ağladı… Yemeği önünden kaldırttı. Parmağını boğazına o kadar soktu ki, kustu! O lokma karnından dışarı geldi. Kendine çok eziyyet verdi. Mübârek yüzü göğerdi / morardı ve karardı. Renginin-şeklinin değişikliğini görenler, bir mikdâr su içerse bu üzüntüden / mâruz kaldığı sıkıntıdan halâs olacağını-kurtulacağını söylediler. Sıcak su getirdiler. İçti, bir kere daha kay' etti / kustu. Gene rahâtsız oldu. Hâlini-vaziyetini inceledi ki, karnında bir şey kalmadı.

Dediler:

- Yâ Sıddîk, bu kadar kendinize sıkıntı ve zahmet, bir lokmadan dolayı mıdır?

Buyurdu ki:

- Evet. Rasûlullah (s.a.v.) hazretlerinden işittim. “Allahu tebâreke ve teâlâ hazretleri, yediği harâm olan kimselere Cennet’i harâm etmiştir.”

Sonra başını yukarı kaldırıp,

- Yâ ilâhe’l-âlemîn! Yediğim lokma için elimden geleni yaptım. O lokmaları kay' ettim. O lokmadan damarlarımda birşey kaldı ise afv et. Bu zaîf kulun, Cehennem azâbına dayanamam, diye duâ ve ilticada bulundu.

Bu zât o Ebû Bekir’dir (r.a.) ki, Rasûlullah (s.a.v.) hazretleri O’nun hakkında, “Ebû Bekir benim gözüm ve kulağım gibidir.” “Siz onun, midesine helâlden başkasını sokmadığını bilmiyor musunuz?” buyurmuşlardır.

***Sıddîq-ı Ekber yolunun müntesiplerine de herhalde O’na uymak yaraşır. Öyle değil mi? Tabii vüs’ati, tahammül ve kudreti nisbetinde… Elbetteki O’nun gibi olması, olabilmesi, olabilmemiz düşünülemez. Onun için de, hiç olmazsa O’nun yolunda-izinde olmaya gayret etmemiz lazımdır, bizim için bu kâfidir.

Bilmediğimiz yerlerde yemek yemek zorunda isek ne yapmalıyız?

Bilmediğimiz yerlerde yemek yemek zorunda isek ne yapmalıyız?

Dışardan yemeğe mecbur olduğumuzda, haram, mekruh ve şüphelilerden uzak durup, helâlliği kesin olan gıdalarla yetinmeye gayret etmemiz lazım. “Genel tavrımız itibariyle de ifrat ve tefritten sakınmamız, her hususta itidâl yolunu tutmamız gerektiğini unutmamalı… Vera' ve takvâ güzergâhından ayrılmamamaya çaba sarf etmeliyiz.
“Her işin hayırlısı ortasıdır malum. Aksi halde vesveseden kurtulamaz, hayatı da kendimize zindan ederiz. Bununla beraber tabii ki yediğimiz-içtiğimiz gıdalarda dikkatli ve hassas davranmamız icap eder. Mesajınızda da işaret ettiğiniz gibi, yediklerimizle ibadetlerimizin, kısacası bedenimizle ruhumuzun alakası muhakkaktır. Müsbet yönde de menfi yönde de biri öbürüne tesir eder.
“Huccetü’l-İslâm İmam Gazâlî (k.s.), Vera'yı (verâ ahlâkını) dört kısma ayırır:
“Birincisi, kişiyi adâlet vasfından düşürmeyen mertebesidir ki, açıkça haram olduğu bilinen şeylerden uzak durmaktır.
“”İkincisi, şüpheli (haram ya da mekruh olma ihtimâli) olan şeylerden uzaklaşmaktır, bu sâlih kimselerin takvâsıdır.
“”Üçüncüsü, harama düşme korkusuyla bazı helâl şeylerden uzak durmaktır ki, bu da müttakî kimselerin takvasıdır.
“”Dördüncüsü: Allah’tan başka her şeyi kalbinden çıkarıp atmaktır ki, bu da sıddîqların takvâsıdır. [İhyâu Ulûmiddîn, 2, 96]
“”Görüldüğü üzere İmam Gazali hazretleri ölçüyü vermiş, bundan ötesi de artık kendi ellerimizde… Uyduğumuzda kazançlı çıkar, uymadığımızda zararını görürüz. Bu dünyada günahlardan, haram-mekruh ve şüphelilerden tam olarak kaçınamayacağımıza göre, kavlî-fiilî-amelî tevbe ve istiğfarı hiç eksik etmemeli, manevi bünyemizi de daima temiz tutmaya çaba sarf etmeliyiz. Nitekim bir hadis-i şerifte şöyle buyrulmuştur:
“”Mü’min bir günah işlediği zaman, kalbinde (manevî kirden-pastan) siyah bir nokta oluşur. Kişi tevbe eder, günahtan uzaklaşır, istiğfar ederse, kalbi -tekrar- cilalanmış olur. Eğer böyle yapmayıp, günah işlemeye devam ederse, kalbindeki siyah lekeler de artmaya devam edecektir.'Hayır, yaptıkları günahlar sebebiyle onların kalpleri oldukça paslanmıştır/artık cilalanma özelliğini kaybetmiştir.' [Mutaffifîn suresi, 14] ayetinin işaret ettiği paslanma budur." [İbn Mâce, Sünen, Zühd, 29)

VERÂ : Helâl ve haram olduğu bilinmeyen şüpheli şeylerden sakınarak

VERÂ : Helâl ve haram olduğu bilinmeyen şüpheli şeylerden sakınarak helâle, harama dikkat etmeye verâ denir. Künûz-ul-Hakâyık'ta geçen hadîs-i şerîflerde; "Hiçbir şey verâ gibi olamaz." ve "Dîninizin direği verâdır." buyrulmuştur. Ebû Hüreyre hazretleri, kıyâmet günü, Allah'ın huzûrunda kıymetli olanların verâ ve zühd sâhipleri olduklarını beyân etmiştir.

İmâm-ı Rabbânî, bir kimse, şu on şeyi kendine farz bilmedikçe, tam verâ sâhibi olamaz deyip bunları şöyle saymıştır: Gıybet etmemeli, mümine sû-i zân etmemeli, kimseyi kötü bilmemeli, kimse ile alay etmemeli, yabancı kadınlara, kızlara bakmamalı, doğru söylemeli, kendini beğenmemek için, Allah'ın, kendisine yaptığı ihsânları, nîmetlerini düşünmeli, malını helâl yere harc edip, haramlara vermemeli, nefsi, keyfi için mevki-makam istemeyip, bunları insanlara hizmet yeri bilmeli, beş vakit namazı, vaktinde kılmayı birinci vazîfe bilmeli, Ehl-i sünnet âlimlerinin bildirdiği îmân ve işleri iyi öğrenip, kendini bunlara uydurmalı.

Hasan-i Basrî hazretleri, zerre kadar verâ sâhibi olmak, bin nâfile oruç ve namazdan daha hayırlıdır demiştir.