14 Temmuz 2020 Salı

Silsile-i Aliyye Hazeratının (kaddesallahu esrarahum) ilk halkası bulunan Hz. Ebû Bekir Sıddîq’ın (radıyallahu an zâtihil athar) bir kölesi vardı. Ömrünün sonlarına doğru her akşam ona iftâr vaktinde yemek getirirdi. Âdetleri öyle idi ki; yemeği nereden, nasıl, kimden satın aldığını, onun san'atının / mesleğinin ne olduğunu o köleden sormayınca getirilen yemekten bir lokma ağzına koymazdı. Bu köle bir akşam yine yemek getirdi. Hz. Ebû Bekir Sıddîq (r.a.) sormadan, mubârek elini uzatıp, yemekten bir lokma aldılar. Köle dedi ki:


- Ey Efendi. Ne oldu ki, bu akşam sormadan yemeğe el uzattınız.

Sıddîq-ı Ekber (r.a.) hazretlerinin mubârek gözleri yaş ile dolup, buyurdu:

- Yâ Gulâm. Açlık bana sıkıntı verip, sabırsızlandırdı. Böylece bu hâl başıma geldi. Şimdi bana haber ver ki, bu akşam, yemeği nereden getirdin? Köle dedi ki:

- Câhiliyye devrinde, raks ederdim / oyun oynardım. Bir topluluğa raks etmiştim. Onlara hoş geldi. Bana dediler ki, şimdi bir nesnemiz yoktur. Va'd etmişlerdi ki, elimize birşey geçtikte sana iyilik ederiz. Ben bugün gördüm ki, onların elleri doludur. Va'dlerini / verdikleri sözü hâtırlattım. Bu yiyeceği bana verdiler. (Bazı eserlerde de kölenin; “Kehanette bulunmuştum, karşılığında bunu aldım” dediği nakledilmiştir. Netice değişmiyor, yani her iki durumda da yemek haram yolla kazanılmış bir para ile satın alınmıştır.)

Hz. Ebû Bekir Sıddîq (r.a.) bunu işitti. Çok üzüldü! Ağladı… Yemeği önünden kaldırttı. Parmağını boğazına o kadar soktu ki, kustu! O lokma karnından dışarı geldi. Kendine çok eziyyet verdi. Mübârek yüzü göğerdi / morardı ve karardı. Renginin-şeklinin değişikliğini görenler, bir mikdâr su içerse bu üzüntüden / mâruz kaldığı sıkıntıdan halâs olacağını-kurtulacağını söylediler. Sıcak su getirdiler. İçti, bir kere daha kay' etti / kustu. Gene rahâtsız oldu. Hâlini-vaziyetini inceledi ki, karnında bir şey kalmadı.

Dediler:

- Yâ Sıddîk, bu kadar kendinize sıkıntı ve zahmet, bir lokmadan dolayı mıdır?

Buyurdu ki:

- Evet. Rasûlullah (s.a.v.) hazretlerinden işittim. “Allahu tebâreke ve teâlâ hazretleri, yediği harâm olan kimselere Cennet’i harâm etmiştir.”

Sonra başını yukarı kaldırıp,

- Yâ ilâhe’l-âlemîn! Yediğim lokma için elimden geleni yaptım. O lokmaları kay' ettim. O lokmadan damarlarımda birşey kaldı ise afv et. Bu zaîf kulun, Cehennem azâbına dayanamam, diye duâ ve ilticada bulundu.

Bu zât o Ebû Bekir’dir (r.a.) ki, Rasûlullah (s.a.v.) hazretleri O’nun hakkında, “Ebû Bekir benim gözüm ve kulağım gibidir.” “Siz onun, midesine helâlden başkasını sokmadığını bilmiyor musunuz?” buyurmuşlardır.

***Sıddîq-ı Ekber yolunun müntesiplerine de herhalde O’na uymak yaraşır. Öyle değil mi? Tabii vüs’ati, tahammül ve kudreti nisbetinde… Elbetteki O’nun gibi olması, olabilmesi, olabilmemiz düşünülemez. Onun için de, hiç olmazsa O’nun yolunda-izinde olmaya gayret etmemiz lazımdır, bizim için bu kâfidir.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder