12 Ağustos 2020 Çarşamba

Cennete Gitmek istersiniz Değilmi !

 

Görüntünün olası içeriği: gökyüzü, ağaç, açık hava ve doğa
Ilim Irfan Sofrası

Cennete Gitmek istersiniz Değilmi !!

Allah Rasulü s.a.v. bir gün sahabilerine sordular:
– Hepiniz cennete girmek istersiniz değil mi?
Sahabiler :
– Evet Ey Allah’ın Rasulü ! Elbette isteriz, dediler.
Bu cevap üzerine Allah Rasulü s.a.v. buyurdular:
– O zaman uzun yasama ümidinizi biraz kisaltin. Ecellerinizi gözlerinizin önünde tutun ve Allah’tan hakkıyla hayâ edin.
Onlar:
– Biz hepimiz Allah’tan hayâ ediyoruz, dediler.
Efendimiz s.a.v. buyurdular:
– Öyle değil! Allah’tan hayâ etmek kabirleri ve kabirlerde sizi bekleyen imtihanları unutmamanızdır. Başınızı ve başınızda taşıdığınız düşünceleri , midenizi ve midenize gireni, size nimet olarak verilen azalarınızı muhafaza etmenizdir. Kim ahireti dilerse dünya hayatının aldatıcı süsünü terk etmeli, ahiret hayatini dünya hayatına tercih etmelidir. işte Allah’tan hakkıyla hayâ etmek böyle olur. işte Allah’ın dostluk ve himayesine böyle ulaşılmış olur. ..

Hadisi şerif.... Sadaka verenin rızkı artar ve duası kabul olur!) [İbni Mace]

 Görüntünün olası içeriği: ‎şunu diyen bir yazı '‎Dünyayı Titreten 3ר Tek Müslüman Devlet Osmanlıdır. Osmanlı Geri Gelmedikçe Kafirler Dize Gelmeyecektir.‎'‎

SİNİZÜTÜNÜZ BURUN POLİPLERİNİZ BURUN İÇİ ET OLUŞUMUNUZUN AT KESTANESİ İLE YOK OLUYOR Sağlığımızın müthiş şifreleri

 

SİNİZÜTÜNÜZ BURUN POLİPLERİNİZ BURUN İÇİ ET OLUŞUMUNUZUN AT KESTANESİ İLE YOK OLUYOR Sağlığımızın müthiş şifreleri

1 tane at kestanesini kurutun ezin un gibi yapın çok az çay kaşığı ucu kadar bu tozu burun deliklerinize hızla çekin yakacak ve akacak lavaboda olun çok akıtıyor ödemi temizliyor kırmızı kantaronla burun içine ve dışınada sürün tamamen onarsın şifa olsun

M.ulaş

HERKES ÜZERİNDE MUHÂFIZ MELEKLER VARDIR Resûlullah Efendimiz (s.a.v.) buyurdular:

 

HERKES ÜZERİNDE MUHÂFIZ MELEKLER VARDIR
Resûlullah Efendimiz (s.a.v.) buyurdular:

“Her mü'mine onu gücünün yetmeyeceği tehlikelerden korumak üzere yüz altmış melek vazifelendirilmiştir. Bunlardan yedi melek, sıcak günde bal kâsesini sineklerden korur gibi gözü zararlardan korur. Eğer siz şeytanları görebilseydiniz, her yerde onları ellerini ve ağızlarını açmış oldukları halde insanlara zarar vermek için beklediklerini görürdünüz. Eğer kul kendi başına bırakılsaydı, şeytanlar onu kapıverirlerdi.

Câbir bin Abdullah (r.a.) rivâyet etti: Âdem Aleyhisselâm yeryüzüne indirildiğinde Cenâb-ı Hakk'a:

“Yâ Rabbi, Şeytanla aramda düşmanlık kıldın. Eğer bana yardım etmezsen ona güç yetiremem” diye ilticâ etti. Cenâb-ı Hak: “Senin her doğan evladına -korumak üzere-bir melek vazifelendiririm” buyurdu.

Hazret-i Âdem: “Yâ Rabbi, artır” dedi.

“İşledikleri bir suçu bir günah olarak yazarım, işledikleri bir iyi amelin sevabını ise on sevaptan dilediğim kadar katlayarak yazarım” buyurdu. Hazret-i Âdem yine:

“Yâ Rabbi, artır” deyince,

“Ruh cesedde olduğu müddetçe tevbe kapısını açık tutarım” buyurdu. (İhyâu Ulûmiddîn)

NÜKTE: İYİLİĞİ BAŞA KAKMAMALIDIR

Zengin bir adam bir kış günü konağının karşısında oturan bir fakire acıyarak bir kat elbise almış. Ama her gün konağa gelen dost ve müsafirine bazen pencereden onu göstererek:

“Üzerindeki elbiseyi görüyorsunuz ya, ben alıverdim. Eğer almasaydım, zavallı soğuktan donardı!” dermiş. Bazen onu çağırtıp, “Efendiler üzerindekini görsün! Seyredenlere de, ‘Nasıl, beğendiniz mi? İyi etmemiş miyim?” der, ettiği iyiliği başına kakar, dururmuş.

Bir gün, yine elbiseyi misafirlere göstermek için adamı çağırmış. Fakir adamın ise artık canına tak dediğinden, elbiseyi üzerinden çıkarıp zenginin odasında bir köşeye koyduktan sonra:

“Efendim! Beni her vakit bulamazsınız, elbiseler burada dursun. Siz istediğiniz vakit, istediğiniz gibi seyrettiriniz!” demiş.

Rivayete göre (selef-i sâlihin: geçmişteki iyi insanlar / sâlihler) diyorlardı ki: “Biz bir harama girme endişesiyle yetmiş helâli terk ederdik.” [Ebu Tâlib el-Mekkî, Kûtu’l-Kulûb, 2, 434] Hadis-i şerifte ifade buyrulduğu gibi, “Helâl bellidir, haram da bellidir. Bu ikisinin arasında ise bazı şüpheli şeyler var ki, kim onlardan uzak durursa dinini ve ırzını / namusunu-şerefini korumuş olur.” [Buhari, Sahih, İman, 39; Müslim, Sahih, Müsakat, 109]

 

UNUTKANLIĞIN BİR SEBEBİ VE BAZI ÇÂRELERİ
Unutkanlığın en büyük manevî sebebi, işlenilen günahlardır. Bu sebeple, kişi işlediği günahlara tevbe etmeli ve bir daha işlememeye gayret etmelidir.
Tâbiîn’den Dahhâk bin Müzâhim (r.a.) demiştir ki:
“Kur’ân-ı Kerîm’i öğrenip de unutan herkes, onu mutlaka işlediği bir günah sebebiyle unutmuştur. Zîrâ Allâhü Teâlâ, Şûrâ Sûresi’nin 30. âyet-i kerîmesinde (meâlen): “Ve size musîbetten her ne şey isâbet ederse kendi ellerinizin kazandığı şey sebebiyledir” buyurmuştur. Kur’ân-ı Kerîm’i unutmak ise en büyük musîbetlerdendir.”
Hanefî ulemâsından ve İmâm-ı A’zam Hazretlerinin talebelerinden olan Vekî bin Cerrâh’a (rah.) dostlarından bir zât gelmiş, hâfızasının zayıf olmasından (unutkanlıktan) şikâyette bulunmuştu. Vekî Hazretleri de ona günâhlardan kaçınmasını tavsiye etmişti. O zât bu tavsiyeyi şöyle ifâde etmiştir: “Ben hâfızamın fenâlığından hocam Vekî’e şikâyet ettim. Bana günâhları terk etmek yolunu gösterdi ve sebebini şöyle îzah etti ki: “İlim bir fazl-ı ilâhîdir, Allâh’ın fazlını ise günahkâr elde edemez.”
Bir kimse, söyleyeceği bir şeyi unuttuğu zaman Peygamber Efendimize (s.a.v.) salevât okursa, ya unuttuğunu hatırlar veya unutup da söyleyemediği şeyin sevâbından daha çok sevab kazanır.
Bir şeyi unutmak istemeyen kimse, “Elhamdü lillâhi müzekkiri’l-hayri ve fâilihî.” duâsını çok okumalıdır.
Kişi bir şey söylediği veya söz verdiği zaman “İnşâallâh” demelidir. Zîrâ Allâhü Teâlâ, Kehf Sûresi’nin 23 ve 24. âyet-i kerîmelerinde (meâlen): “Ve bir şey hakkında ‘Ben elbette ki bunu yarın yapacağım’ deme. Ancak ‘İnşâallâh’ (Allâhü Teâlâ dileyecek olursa) yaparım, de…” buyurmuştur. (Âdâb ve Fazîletleriyle Duâlar, Fazilet Neş.)
Görüntünün olası içeriği: yazı

Çok güzel bir kıssa Ebu Cafer-i Seylâni Hazretleri anlatıyor: Mâneviyat yoluna baş koyduğum ilk günlerde rüyamda Allah’ın sevgilisini gördüm. Bütün büyükler ile (Ehlullah'la) halka olmuşlar, oturuyorlardı. Gökten, elinde leğen ve ibrik ile bir melek indi. Yemeğe hazırlık olmak üzere, yıkamaları için herkesin eline su döktü. Tam sıra bana gelince, birisi, "O bizlerden değildir. Ona su dökme" diye seslendi. Melek de, "Ya öyle mi?" diyerek ibrik ve leğeni alarak başka tarafa yöneldi. Ben o zaman Allah’ın Rasûlü’ne döndüm ve yalvararak, "Ya Rasûlellah! Ben her ne kadar bunlardan değilsem de, bunları sevenlerdenim" dedim. Bunun üzerine Rasûlüllah tebessüm ederek, "Bizleri seven de bizdendir. Bunun da eline su dökün" diye emr etti. Melek tekrar bana yöneldi, "Elime su döküldü ben de heyecan ile uyandım." (Halkadan Pırıltılar)

 

EHLULALLAH’A GÖRE ALLAH’I SEVMENİN ALAMETLERİ

Allah’ı seven daima onu düşünür ve onu zikr eder halde olmalı.
Ona olan sevgisi maddi ihsanı ile artıp, ona sıkıntı vermesi ile eksilmemeli.
Kuran’a Enbiya ve Evliya’ya ve Allah’ın bütün mahlûkatına şefkatli olmalı.
Allah’a kulluk kolay gelmeli, Allah’ı sevenleri sevmeli.
Ölümden nefret etmemeli, Mevlası’na kavuşmaya vesile olduğu için onu bir bayram bilmeli...
Hz. Üstazım Süleyman Hilmi Tunahan (k.s.) buyuruyor ki:

“Rasûlüllah’ın nûru, ilk sırr-ı zerre-yi zuhur olarak ‘evvelu mâ halakallah’dır. Diğer zâhir olan zat ve sıfat, sair peygamberler, veliler, alâ merâtibihim bu aslu’l-usûle, bu hakikati’l-hakaika bağlı olarak halk olunmuşlardır. Artık Muhabbet hakkında arîz ve amîk (geniş ve derin) tefekkür ve teemmül lazımdır.”

BİR KIT’A

Sen hem Allah’a isyan ediyor, hem de Onu sevdiğini mi söylüyorsun?

Bunun olmayacak bir şey olduğu apaçıktır.

Eğer senin sevgin gerçek olsa idi, elbette ki Ona itaat ederdin.

Çünki seven sevdiğine mutlaka itaat eder.


Yusuf-i Hemedani’ye (k.s.) itiraz eden zahiri âlimlerin akıbetleri…

Bu mübarek zat bir gün va’z ederken coşmuştu. Cemaatına ne güzel şeyler anlatıyor, dilinden adeta bal akıyordu. Cemaatı ise mest olmuş zevk ile onu dinliyordu. Bunu çekemeyen 2 zahiri âlim, cemaatın içinden kalkmış, “Sus! Sen bid’atçıdan başka bir şey değilsin!” diyerek sözünü kesmişler ve cemaat arasında buz gibi bir havanın esmesine sebep olmuşlardı. Bunun üzerine o da onlara öyle bir bakış baktı ki, ama ne bakış! Ve sonra da “Asıl sizler bir daha konuşmamak üzere susunuz!” dedi ve o 2 hasetçi âlim o anda ruhlarını teslim ettiler. (Tabakatü’l-Kübra Tercümesi, C. 2, S. 606)

Evliyaullah’dan Süveyd-i Sincarî Hazretleri buyuruyor ki:

“Her kim Allah’ın veli kullarına dil uzatırsa, Allahu Teala onun, ölüm halinde ve son nefesinde dilini bağlar ve tevhidi söyleyemeden bu âlemden gider...”

… Ve başından geçen bir hadiseyi de sözlerine misâl olarak naklediyor. (Tabakatü’l-Kübra Tercümesi, C. 2, S. 681)

Muhammedü’l-Mağribi Hazretleri ise, “Allahu Teala, bir kulun ölümü anında imanını alarak onu bu âlemden imansız çıkarmak isterse, ölmeden evvel onu bir veliye sataştırır” buyuruyor. (Tabakatü’l-Kübra Tercümesi, C. 4, S. 653)


AŞK VE MUHABBETİN KARŞILIĞI

Hz. İsa aleyhisselâm bir gün benizleri solmuş 3 kişiye rastladı ve sizler kimlersiniz, diye onlara sordu.

Birincisi: “Ben Cehennem’den çok korkan biriyim ya İsa” dedi.

İkincisi: “Ben de Cennet’e âşık biriyim ya İsa” dedi.

Üçüncüsü ise, “Ben de Allah’a âşık biriyim ya İsa” deyince, o da; “Öyle ise sizler mukarreblerdensiniz (yani Allah’a yakın kullardansınız)” buyurdu.

Yahya bin Muaz Hazretleri buyuruyor ki: “Allah’a sevgiden meydana gelen hardal danesi kadar bir ibadet, sevgisiz 70 sene ibadetten daha hayırlıdır...”

Üstazım Süleyman Hilmi Tunahan (k.s.) Hazretleri de, "Rahmân’ın cezbelerinden küçücük bir cezbeye mazhar olabilmek, yetmiş yıllık ibadetten daha hayırlıdır” (Keşfû’l-Hafâ 1, 332; Benzer hadis: Fahruddin er-Râzi, Tefsir-i Kebir Mefâtihu’l-Gayb, Akçağ Yayınları, 21, 168) hadis-i şerifini zikrederler, ardından da “Sâlih ve âbit kulların ibadetlerinden çok daha hayırlıdır...” diye açıklamada bulunurlardı.

Yunus Emre de bu noktaya işaret ederek; “Hamdım, yandım, piştim” demiyor mu?

Ravzu’l-Faik isimli kitapta geçen bir hadis’te Rasûlumüz, “Kim Allah’ı seviyor ise, beni sevmelidir. Kim beni seviyor ise, Ashabımı sevmelidir. Kim Ashabımı seviyor ise, Kur’an-ı Kerim’i sevmelidir. Kim Kur’an’ı seviyor ise, mescitleri sevmelidir” buyurarak, gerçek sevgi ile sahte sevginin hangileri olduğunu bize en güzel şekilde resm etmişlerdir. Çünki mescitler Kur’an-ı Kerim’de, Allah’ın, adını içlerinde yükseltmeye izin verdiği, temiz tutulmalarını ise, emrettiği mübarek yerlerdir.


MUHABBET NE İLE OLUR?

Muhabbet bir kandile benzer; nasıl ki bir kandilin yanmasında;

Asılacak bir bağ, kablo.
Asılacak bir yer-mekân.
Yakacak bir kibrit veya düğme.
Sönmemesi için cam kafes veya ampul.
Yanması için yağ veya cereyan-elektrik.
Yanacak bir fitil veya öz lazımsa...
…ve bunlardan müteşekkil bir kandil ya da ampul gerekli ise, kalpte varlığı iddia olunan muhabbetin de gerçekten var olması için, o kalpte de 7 şeyin olması lazımdır:

Kişinin niyetinin halis olması…
Allah’tan korkusunun tam olması…
Sevap ve mükâfatı ancak ondan beklemesi…
Allah’a sadık bir kul olması…
Allah’a tam dayanıp tevekkül etmesi…
Tevhidi daima söylemesi…
Allah ve Rasûlüne âşık bir kul olması. (Ravzu’l-Faik)


İSYANA MÂNİ OLAN DÖRT ŞEY

Ehlullaha/Allah dostlarına göre dört şey isyan etmeye / günah işlemeye engel olur.

: Allah’ı tam ve kâmil manada bilip tanıyabilmektir.
: Allah’a eksiksiz-kusursuz, tam bir iman.
: Yani Allah’tan tam korkmak, korkabilmek.
: Allah’ı tam sevmek, tam muhabbet etmek.


İNSANI BİD‘ATE GÖTÜREN SEBEPLER
İnsanı, bid‘atlere ve bid‘atçiliğe götüren sebepleri şöyle özetleyebiliriz:
• Sünneti bırakıp uydurma söz ve amellere tutunmak,
• Aklın sâhasını aşan mevzûlarda akla güvenip mantığına göre hareket etmek,
• Temel İslâmî ilimleri bilmediği halde, âyetleri-hadisleri kendi kanaat-görüş ve tahminlerine göre tefsir ve te’vile (yorumlamaya) kalkışmak,
• Nefsinin arzu ve isteklerine meşru‘luk kılıfı bulmaya çalışmaktır.
***
İmâm Birgivî ve Hâdimî rahımehümallah, bid‘atlerin en çirkini olarak şunları saymışlardır:
• Namazda ta‘dîl-i erkânı terk etmek.
• Cemaatle namaz kılarken imamı geçmek. (Meselâ rükû ve secdelerde ondan evvel yatıp kalkmak.)
• Safları düzeltmeden namaza durmak.
• Kur’ân-ı Kerim okurken ve zikir yaparken lahn yapmak (sesi dalgalandırmak), sallanıp raks etmek.
• Hutbe okunurken salât ü selâm getirmek, “âmîn” demek.
• İsrafçıya ve mescitte dilenene sadaka vermek. Sol el ile yemek içmek.
• Hatim için ve gösteriş maksadıyla ziyâfet vermek.
Bu sayılanlara zamanımızdaki bir takım bid‘atleri de ilâve edebiliriz...
Sözün özü; her bid‘at bir sünneti yok ettiğinden, kaybolan ve işlenmeyen bir sünnetin ihyâsı da dinimizce büyük ehemmiyet arz etmektedir. Nitekim Peygamber Efendimiz (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır:
“Benden sonra ölüp kaybolmuş bir sünnetimi kim diriltir ve yaşatırsa, onu yapanların sevâbından bir şey eksilmeksizin o, onların sevâbı kadar sevap alır. Kim de Allâh’ın râzi olmadığı sapıklık, bir bid‘at ihdâs ederse, onu yapanların günâhından bir şey eksilmeksizin o da, onların günâhı kadar günah alır.”(3)


Müslüman için Besmele hayatının her safhasında olduğu gibi, yeme ve içmesinde de tabii çok çok önemlidir. Samimi olarak çekilen Besmele ile şeytanî ve sair süflî varlıkların zarar ve zulmetleri dağılır. Ama bütün bunlar latîf / son derece şeffaf şeyler olduğu için, kelime ve kavramlarla, tarif ve tasvirlerle anlatıp anlamak, kısacası bu gözlerimizle görüp izah etmek muhâldir. Mü’min bunun böyle olduğuna inanır, hisseder ve manevi hayatında da gayet net bir şekilde yaşar.

Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) buyurmuşlardır ki:

“Bir kimse evine girerken ve yemeğe başlarken, Allah’ın ismini zikrederse (Eûzübillâhi mineşşeytânirracîm Bismillâhirrrahmânirrahîm derse), Şeytan (yardımcılarına), ‘Sizin için burada gecelemek de yok, yemek de yok’ der. Fakat evine girerken Allah’ın adını anmazsa, Şeytan, ‘Geceleyecek yere de, yemeğe de kavuştunuz’ der”. [Râmûzü’l-Ehâdîs, C. 1, S. 44/4]

“Şeytan, Besmele çekilmemiş yemeği kendisine helâl görür. Bir a’râbî Rasûlullah (s.a.v.) ile yemekteydi. Onun Besmelesiz uzanan elini tuttu ve ‘Yemin ederim ki, şeytanın eli de onun eliyle beraber elimin içindeydi’ buyurdu”. [Râmûzü’l-Ehâdîs, c. 1, s. 102/5]

Hüsn-i hâtime (Hayırlı ve güzel ölüm) Âhiretimizi kurtarabilmenin yegâne sermâyesi olan şu fânî dünya hayâtında hatırdan çıkarmamamız gereken en mühim duâlardan biri de, hüsn-i hâtime ile ölebilmeyi dilemektir. Âyet-i kerîmede Rabbimiz, “Ey imân edenler! Allah’tan, O’na lâyık bir takvâ ile korkun ve ancak Müslüman olarak can verin!” [Âl-i İmrân suresi, 102] buyurmaktadır. Her mü’minin, bir ömür boyunca gösterdiği gayretler, son nefesi güzelce verebilme saâdetine kavuşmak içindir. Zira peygamberlerin (aleyhimüsselâm) dışında kimse teminat altında değildir. Evliyâullâh bile dâimâ son nefes endişesi taşımışlardır. Her ne kadar kimin ne hâl üzere öleceği meçhûl ise de, umûmiyetle her insanın yaşadığı hâl üzere öldüğü bir gerçektir. Bu sebeple son nefesimizi imân ile verebilmek için sırât-ı müstakîm üzere bulunup dâimâ Cenâb-ı Hakk’a duâ ve istiğfâr hâlinde yaşamamız icâp eder. Âyet-i kerîmede bildirildiği üzere Yûsuf aleyhisselâm şöyle duâ ederdi: تَوَفَّنِي مُسْلِمًا وَأَلْحِقْنِي بِالصَّالِحِينَ Meali: “…(Allâh’ım!) Canımı Müslüman olarak al ve beni sâlih kullarının arasına ilhâk eyle!..” [Yûsuf suresi, 101] Cenab-ı Hakk’ın akl-ı selîm sâhipleri diye övdüğü sâlih kullarının duâsı ise yine Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle bildirilmektedir: رَبَّنَا فَاغْفِرْ لَنَا ذُنُوبَنَا وَكَفِّرْ عَنَّا سَيِّئَاتِنَا وَتَوَفَّنَا مَعَ الأبْرَارِ Meali“…Ey Rabbimiz! Artık bizim günahlarımızı bağışla! Kötülüklerimizi ört! Rûhumuzu sâlihlerle birlikte al!” [Âl-i İmrân suresi, 193] Mûsâ aleyhisselâm’ın mûcizesi karşısında henüz yeni imâna ermiş sihirbazların Firavun’un işkence ile öldürme tehditlerine aldırış etmeyip, Cenâb-ı Hakk’a o canhıraş niyazlarında, zulümden kurtulmayı değil de, bir imân zaafına uğramadan Müslüman olarak canlarını teslîm edebilmeyi dilemeleri, bizler için ne büyük bir îkaz ve ibret örneğidir. Bizler de hüsn-i hâtimeyle ölmek için gayret edelim, sebeplere ve vesilelere yapışalım. Yâ Rabbenâ! Sonumuzu sevdiklerinin sonu gibi eyle. Hüsn-i hâtime ile sona erdir. Amin

 

Üstazım Süleyman Hilmi Tunahan (k.s.) Hazretleri anlatmıştı: Bir sabah Rasûlüllah Efendimiz namaz kılıyordu; cehri olarak okurken Sure-i Naziat’ta Firavn aleyhillânenin sözlerinin geçtiği ayete gelince, ceamaat arasında bulunan Hz. Ömer gayr-i ihtiyari, "Ben o zaman olsa idim, kafasını koparırdım" diyerek fırladı. Ve bunu herkes duydu, namazı bitirip selam veren Peygamberimiz, "Kalk Ya Ömer! Namazını iade et" buyurdu. Hemen Cebrail (a.s) gelip "Ya Muhammed! Rabbinin selamı var. Ömer'in namazı iade etmesi gerekmez buyuruyor" dedi. İşte Ashap Allah’ın düşmanlarına böyle düşman idiler.


Allah’ın düşmanlarına dost olmamalı

Ebu’l-Mevahib-i Ledüniyye Hazretleri buyurmuş ki: “Bir kimse zalimler ile arkadaşlık eder ise, kendi de er geç onlar gibi zalim olur. Daha başka zararlarda görür. Şöyle ki:

1. Zalimi görmek bile insana gaflet verir ve zamanla insanı Allah'tan uzaklaşıtırır.

2. Zalimle olmak ise nefse hoş gelir, ama bu beraberlik kulu Allah’a ibadetten uzaklaştırır.

3. Ve nihayet bu hallere devam, insanı şeytanla arkadaşlık edip oturmaya kadar götürür. (Tabakatü’l-Kübra Tercümesi, C. 1, S. 1411)


Hoş bir hikâye

Meşhur Türk Hükümdarlarından Gazneli Mahmud bir gün Ebu Hasan-ı Harakani'ye, Beyazıd-ı Bestami nasıl bir veli idi diye sormuştu. Hasanı Harakani de, "O öyle bir veli idi ki, onu gören her kâfir mutlak mü’min olurdu" buyuruyor. Bunun üzerine Gazneli hemen itiraz ediyor ve "Nasıl olur? O Hazret-i Muhammed'den de mi daha büyükttü ki, Rasûlüllah'ı gören Ebu Cehiller, müşrikler mü’min olmadılar da Beyazıd-ı Bestami'yi gören kâfirler mü’min olacak?" Hasan Harkani bunun üzerine:

"Ya Mahmud! Ebu Cehiller, müşrikler, Allah’ın Rasûlü ve Habibi Muhammed’i göremediler ki iman etsinler... Onlar ancak ve ancak Ebu Talib'in yetimi ve Hazret-i Amine'nin öksüzü Muhammed'i görebildiler ve bunun için de iman edemediler" buyurdu.

Bu şahane cevap karşısında Gazneli diyecek bir şey bulamadı ve kabul eyledi. Nitekim Hz. Allah A’raf Suresi’nin 198. ayetinde onlar hakkında şöyle buyurmuyor mu?

“Eğer o müşrikleri doğru yola çağırsanız duymazlar ve onları görürsün ki, sana bakıyorlar, halbuki onlar seni görmezler (kördürler).” (Ruhu’l-Beyan'dan)