Yukarıda saydığımız engellerin faydaları açıktır. İnsanı günahtan korur. Hangi sebepten olursa olsun zinayı terketmekle insan günahtan kurtulmuş olur. Ancak asıl fazilet ve büyük mükafat , maddi şartlar müsait olduğu halde sadece Allah korkusundan dolayı günahlardan vazgeçmektir.
Hele bütün şartlar uygun olup da şehvet galeyana geldiği sırada sadece Allah korkusu yüzünden zinadan kaçınmak, en büyük fazilet ve en büyük derecedir. Bu derece sıddıkların dereces idir.
Peygamberimiz buyuruyor ki:
“Aşık olduğu halde utandığı için bunu gizliyen ve arkasından bu yüzden ölen kimse şehittir.“
Peygamberimiz buyuruyor ki:
“Kıyamet günü yedi gurup kimse, arşın gölgesi altında olacaklardır. Bu yedi guruptan birisi de genç, asil ve mevki sahibi bir kadının zina davetini,”Ben Allah’tan korkarım” diyerek reddeden kimsedir.”
Yüce Allah Kur’an-ı Kerim’de, Hz. Yusuf’un bütün imkanlar mevcut iken Zeliha’ya yaklaşmamasını övmekte ve şehvet hususunda şeytan ile yapılan bu mücadeleyi herkes için örnek teşkil etmiştir.
Çok yakışıklı bir delikanlı olduğu söylenen Süleyman b. Yesar diyor ki:
“Bir gün hanımın biri yanıma gelip yakınlık istedi. Kadını reddettim ve ondan uzaklaştım. O gece rüyamda Yusuf’u (A.S.) gördüm. Ben kendisine “Sen Yusuf musun?” diye sordum. O da: “Evet , ben azmeden Yusuf, sen de azmetmeyen Süleymansın” dedi.
Peygamberimiz buyuruyor ki:
“Bir zamanlar üç arkadaş yola çıktılar. Akşam oldu, bir mağaraya girdiler.
Mağaranın ağzına bir taş düştü çıkış yolunu kapadı. İçerde kalan üç arkadaş kendi aralarında “Yapmış olduğumuz iyi amellerle Yüce Allah’a yalvarmaktan başka hiçbir kuvvet bizi buradan çıkaramaz, dediler ve birincisi dua etmeye başladı:
“Allahım, bilirsin çok yaşlı bir anne ve babam vardı. Akşamları onların yemeğini yedirip ihtiyaçlarını görmeden önce hiç kimseye bakmazdım. Bir akşam ot ve ağaç toplamak için gittiğim merada geciktim. Vaktinde yetişemediğim için onlar uyuya kalmışlardı.
Akşam içecekleri sütü sağdım.
Onları uyur bulduğum için onlardan önce ailemin diğer fertlerine yedirmeği uygun bulmadım. Elimde sütleri baş uçlarına sabaha kadar bekledim. Oysa çocuklar ayaklarıma dolanıp süt istiyorlardı. Sabah olunca ana-babam uyandılar, sütlerini içirdim sonra diğer işlerime baktım. Allahım, bunu senin rızan (hoş nutluğun) için yaptım. Şayet rızana uygun düştüyse bizi bu taştan kurtar.” dedi. O anda taş biraz kaydı ve bir ışık deliği açıldı.
Ancak çıkmak için yeterli değildi.
İkincisi:
Allahım, amcamın çok sevdiğim bir kızı vardı. Onunla münasebet kurmak istedim fakat kabul etmedi. Bir yıllık kıtlık olup darda kalınca bana geldi.
Ben de bana teslim olması şartıyle yüzyirmi altın verdim. Tam temasa geçeceğim sırada: “Allah’tan kork, nikahsız olarak mührü bozma” dedi. Bu sözü üzerine ben de çok sevdiğim halde ona yaklaşmaktan vazgeçtim. Allah ‘ım bunu senin rızan için yaptım. Eğer rızana uygun ise bizi burdan kurtar.” dedi. Taş biraz daha açıldı fakat yine açıklık çıkmaları için yeterli değildi.
Üçüncüsü:
“Allahım ben ücretli işçi çalıştırır ve ücretlerini öderdim. Ancak bir tanesi ücretini azımsayıp almadı. Ben de onun parasını değerlendirdim onun namına çoğaldı. Aradan uzun bir süre geçtikten sonra adam geldi ve hakkını istedi. ben de: “İşte şu gördüğün deve, inek, koyun ve köleler senindir. Al götür.” dedim. Adam inanmadı “Benimle alaymı ediyorsun. Hakkımı ver” dedi. Ben “Hayır alay etmiyorum. Bu mallar senin yevmiyenden meydana gelmiştir. Al götür” dedim. Adam da hepsini alıp götürdü. Allahım bu işi rızan için yaptım. Eğer rızana uygun düştüyse bizi buradan kurtar” dedi ve taş kayıp açıldı. Onlar da çıkıp yollarına devam
ettiler.”
Ebu b. Abdullah diyor ki:
“Bir kasap komşusunun cariyesine aşık olmuştu. Bir gün cariyeyi köye birinin evine gönderdiler. Kasap cariyenin arkasından gidip uygun bir yerde ona sarıldı. Cariye: “Senin beni sevmenden daha çok ben seni seviyorum. Fakat Allah’tan korkuyorum.” dedi.
Kasap:
“Sen Allah’tan korkuyorsun da ben niçin korkmayayım” dedi ve tövbe edip geri döndü. Yolda bayılacak derecede susadı. O sırada bir peygamberlerin elçisine rastladı ve ciğerlerinin hararetten yanmakta olduğunu söyledi. Elçi “Gel dua edelim. Belki bir parça bulut gelir de gideceğimiz yere kadar başımızın üzerinde gölge olur.” dedi. Kasap: “Benim makbule geçecek bir ibadetim yok. Sen dua et ben de amin derim” dedi. Öyle yaptılar ki bulut geldi yollarının sonuna kadar onları güneşten korudu. Ayrıldıkları sırada
bulut kasabın gittiği tarafa yöneldi. Elçi kasaba: “Hani taatim yok diyordun. Oysa senin taatin varmış . Çünkü bulut seninle geliyor. Bunun hikmeti nedir bana anlat” dedi. Kasap durumunu anlatınca elçi şöyle dedi:
“Kabul edilen tövbenin derecesi her mevkiden üstündür.”
Ahmet Ebu Said diyor ki:
“Kufe de yanımızda yakışıklı bir genç vardı. Beş vakit namazını camide kılar, ibadetini ihmal etmezdi. Güzel bir kadın bu gence aşık oldu. Bir gün camiye giden gencin yoluna çıkar:
Sana söyleyeceklerim var. Dinle sonra git” der. Genç dinlemez Camiye gider. Camiden dönerken kadın yine yoluna çıkar. “Sana söyleyeceklerim var, beni dinle” der. Delikanlı: “Seninle konuşmam şüphe uyandırır. Böyle işlerden hoşlanmam der.” Kadın: “Ben seni biliyorum. Fakat seni seviyorum. İkimizi de Allah’a havale ediyorum.” dedi. Genç eve dönünce namaz kılamadı. Oturup kadına Allah’a dönmesi için mektup yazdı. Kadın ölünceye kadar ibadete devam etti.
Kaynak : Kimyay-ı Saadet – İmam Gazali