Kalbdeki bu cevheri korumak için hırs ve tamahı bir kenara bırakmalıdır. Allahü teâlânın takdir ettiği rızık, dünyanın öbür ucunda olsa da geliyor, farkında değiliz. Allahü teâlâ, kim bilir hangi denizlerden bulutlar kaldırıyor, tepemize kadar getiriyor, yağmur yağdırıyor, toprağa da bitki verme hassasını veriyor. Buğdayı biz mi yetiştirdik? Bulutu biz mi getirdik? Üç paralık bir gelir için endişeye kapılıyoruz. Cenab-ı Hak toprağı kurutsa, yağmuru yağdırmasa, milyonlarımız olsa ne faydası olur? Allahü teâlâ toprağa ekini yetiştirme özelliğini vermemiş olsa, para ne işe yarar?
Allahü teâlâ, bütün mahlûkatını her an bol rızıkla rızıklandırmaktadır. Önce hava, oksijen vermektedir. Cenab-ı Hak oksijeni alsa, ne yaparız? Havanın vasfını değiştirse, ne iş yapabiliriz? Hangi gücümüz var? İçimizdeki kan damarlarını, içimizde dolaşan alyuvarları bir an çalıştırmasa veya damarlarımızdan herhangi biri tıkansa, vücudumuz felç olur, her şey biter. Şuurumuzun, bilgimizin dışında, o kadar çok servete sahip iken, üç kuruşluk bir dünya için mi endişeye kapılıyoruz? Yazık! Kalbdeki ihlâs cevherini, şu üç kuruşluk dünya için elden kaçırmayalım.
Kalbinde cevher olanları aramak, bulmak zorundayız. Çeşitli vasıtalarla bu mıknatısı, yani Ehl-i sünnet kitaplarını mümkün olduğunca çok gezdirmemiz lazım ki kalbinde cevheri olanlar yakalansınlar. Evet, kalbinde cevheri vardır, ama Amerika’da, Almanya’da veya Afrika’dadır, bir el beklemektedir. Dünyanın her yerine ulaşmak lazımdır. Aksi hâlde, vebali büyüktür.