29 Aralık 2021 Çarşamba

Her bir Medineli bu muhteşem ve yüce insanı ağırlamanın iştiyakı içinde çırpınıyordu. Ensar, Resûlüllah’ı (sas) evlerinde misafir etmek ve ağırlamak için birbiriyle âdeta yarış hâlindeydi. Çünkü daha evvel Akabe’de elini tutmuş, O’nu (sas) muhafaza edeceklerine dair söz vermişlerdi. Hicret emriyle yurdundan ayrılan, kâinatın yüzü suyu hürmetine yaratıldığı âlemlere rahmet Yüce Peygamber (sas), kendisine biat edip söz veren Medinelilerin yurdunu şereflendirmişti.


Resûlallah (sas), Miraç Gecesi arş üstüne çıkan kademini acaba hangi evin eşiğine basacaktı? Her geçtiği mahalde insanlar önüne çıkıyor, yularından tutarak deveyi çevirmeye çalışıyor; “Bize teşrif buyur Yâ Resûlallah. İşte canlarımız, işte mallarımız emrine âmâdedir. Bizim malımız çok, çocuklarımız kuvvetli, sözümüz geçer. Bize misafir ol, seni biz koruyalım.” diyorlardı. Hazreti Peygamber (sas), bir tercih yaparak onları gücendirmemek için devesinin çökeceği yere en yakın eve misafir olacağını söyledi. Resûlüllah (sas), devesinin yularını dâhiyane bir düşünceyle serbest bıraktı ve kendisini ilâhî emre âmâde kıldı. Allah Resûlü’nden (sas) hep aynı söz sadır oluyordu: “Deveyi bırakın. O emredilmiştir.” Devenin önce bir yere çöktüğü, buradan hemen kalkıp biraz ileride tekrar çöktüğü görüldü. Beklenen dakikaların heyecanıyla tüm nefeslerin tutulduğu esnada, Allah-u Alem Cebrail’in çektiği Kusva adlı deve, Halid bin Zeyd’in evinin önüne çöktü.
Peygamber Efendimiz’in (sas) devesinin çöktüğü yer, bugün Mescid-i Şeriflerinin bulunduğu, o gün ise Neccaroğullarından iki yetime ait olan arsaydı. Allah Resûlü (sas), buraya akrabalarından en yakın kimin evinin olduğunu sordu. Devenin çöktüğü arsa, bizlerin Eyüp Sultan diye bildiği Halid bin Zeyd Ebû Eyyûb el-Ensâri’ye ait evin önündeydi. Efendimiz (sas), mescid ve hane-i saadetleri yapılıncaya kadar misafir kalacakları evi herkesi memnun edecek bir metotla belirledi. İşte o günden sonra sadece Medine’nin değil, Arabistan’ın ve dünyanın da kaderini değiştirecek tarih yazılmaya başlandı. Öncelikle Peygamberimiz (sas) tarafından Ensar ile Muhacir arasında muâhât yani kardeşlik bağı kuruldu. Resûlüllah (sas), Ensar’dan Ebû Eyyûb el-Ensâri Hazretleri ile Mekkeli muhacirlerden Mus’ab b.Umeyr’i kardeş yaptı.
Rivayetlere göre; Ebû Eyyûb el-Ensâri’nin evi aslında Peygamber Efendimiz’e (sas) aitti. Şöyle ki: Hicretten asırlar önce Yemen meliklerinden Tübbâ, ordusuyla sefere çıkmıştı. O zamanki ismi Yesrib olan Medine-i Münevvere’den geçerken, yanındaki âlimler, Mekke’den İsmailoğlulları’na mensup bir peygamberin çıkacağını, daha sonra bu şehre gelip yerleşeceğini haber verdiler. Aynı dönemde Medine’deki Yahudi âlimler de yakında bir peygamberin zuhur edeceğini ifade ediyorlardı. Âlimlerin sözleri, Melik Tübbâ’nın gönlünde Ahirzaman Nebisi’ne karşı büyük bir muhabbet uyandırdı. Ahirzaman peygamberi olarak gelecek o zâta yetişebilmek için çok yalvardı ve: “Ömrüm yetişseydi ona ya halife olurdum veya onunla akraba olurdum.” dedi. Demek ki Kitab-ı Mukaddes’te hem Hazreti Ebû Bekir’in hem de Hazreti Ali’nin evsafı vardı. Bu Yemen meliki onlardan biri olmayı can-ı gönülden istedi.
Melik Tübbâ, kendisini irşad eden âlimleri bu şehirde yerleştirdi. Şanlı Peygamber hicret ettiği zaman ikamet buyursun diye bir de ev yaptırdı ve: “Ahirzaman Nebisi’ne vakıftır.” dedi. Ayrıca O’na (sas) teslim edilmek üzere bir mektup yazıp mühürletti ve nesilden nesile vasiyet edilerek ulaştırılmasını istedi. İşte Resûlüllah’ın (sas) devesinin yakınına çöktüğü ve zamanla Ebû Eyyûb’a kalan ev, Melik Tübbâ’nın yaptırdığı bu ev idi. Hicretten sonra Efendimiz (sas), kendi mübarek haneleri inşa edilinceye kadar işte bu evi şereflendirdi.
Hicreti müteakip Fahr-i Âlem Efendimiz’e (sas) takdim edilen melikinin mektubunda ise şunlar yazmaktadır: “Melik-i Tübbâ Ümeyr bin Dürû’dan Allah’ın Resûlü ve nebisi olan Muhammed bin Abdullah’a. Emmâ ba’dü, ben sana, senin ve her şeyin Rabbine, İslâm ve iman şeriati hususunda Rabb’inden sana gelene iman ettim. Ve dedim ki; eğer sana erişirsem ne mutlu. Erişemezsem kıyamet gününde bana şefaatçi ol, beni unutma. Zira ben senin evvel ümmetindenim. Daha gelmeden, Allah, peygamber olarak göndermezden önce Sana biat ettim. Senin ve İbrahim Aleyihsselâm’ın milleti üzereyim.” Mektup okunduktan sonra Resûlüllah Aleyhisselâm, üç kere “Merhaba salih bir kardeş olan Tübbâ.” buyurdular.
Allah Resûlü (sas), evine yerleştiğinden dolayı Ebû Eyyûb, Mihmandar-ı Nebi unvanıyla anıldı. Yaratılmışların en hayırlısı olan iki cihan serveri, Mescid-i Nebi ve hane-i saadetleri yapılana kadar kutlu insan Halid bin Zeyd’in evinde yedi ay misafir kaldı. Bu ev İslâmiyet’in öğretildiği bir mektep durumundaydı. Hazreti Peygamber (sas) fakir fukaraya burada yemek verir, kendisine takdim edilen hediyeleri de yine bu evde fakirlere dağıtırdı. Ev sahiplerine her vesile ile dua eder; bolluk, huzur ve afiyete kavuşmalarını dilerdi. Böylece Ebû Eyyûb el-Ensâri, kendinden başka hiçbir Müslüman’ın ulaşamadığı mihmandarlık mertebesine yükseldi ve seçkin sahabeler arasında muallâ yerini aldı.
Peygamber Efendimiz (sas), bütün ısrarlara rağmen üst kata çıkmayarak ilk iki ay misafir kaldığı evin alt katında kaldı. Ama Ebû Eyyûb ve hanımı Ümmü Eyyûb, Resûl-i Ekrem (sas) aşağıda kalırken evin üst katında oturmaya tahammül edemediler. Bir gün üst katta testileri devrildi ve içindeki su döküldü. Ebû Eyyûb, eşiyle birlikte hemen tek yorganlarını örtüp ıslak zemini kapattı ve kurulamaya çalıştı. İki talihli insan Âlemlerin Sultanı’nın (sas) üzerine suyun sızmaması için âdeta çırpındı. Bu hâdiseden sonra çoğalan samimi ısrarları kıramayan Peygamberimiz (sas), o küçük mübarek evin üst katına yerleşti.
Ebû Eyyûb ve hanımı Ümmü Eyyûb’un evlerindeki yüce misafire karşı muhabbetleri öylesine derindi ki, ikram ettikleri yemek kaplarında parmak izlerini arar, O’nun (sas) gelişiyle çoğalan bereketten istifadeye çalışırlardı. Bir gün Allah Resûlü’nün (sas) ikram ettikleri yemeği yemediğini görüp, sebebini sordular. O (sas), yemeğin içinde sarımsak olduğunu, kendisine vahiy meleği geldiği için yemediğini; ama başkalarının yemesinde mahsur olmadığını beyan buyurdular. Ebû Eyyûb, müsaade edilmesine rağmen Resûlüllah’a (sas) tâbi olmak için bu hâdiseden sonra çiğ soğan ve sarımsak yememeye karar verdi.
Peygamber Efendimiz’in (sas) teşrifleriyle Hazreti Halid’in evine âdeta bereket yağdı. Bir defasında Allah Resûlü (sas) için yemek hazırlamışlardı. Ancak bir iki kişiye yetecek kadar olan yemek için Resûlüllah (sas) Ensar’dan otuz kişiyi davet etmesini emir buyurdu. Otuz kişi geldi, doyup gitti. Ardından altmış, yetmiş ve yirmi kişi daha çağırıldı. O gün hazırlanan yemek, yüz seksen sahabeyi doyurdu. Efendimiz (sas) kendi hâne-i saadetlerinin tamamlamasından sonra oraya geçti; ama Hazret-i Halid’e olan komşuluğu sürdü ve zaman zaman evini şereflendirdi.
Hazreti Peygamber’i (sas) hicretten sonra mübarek evinde misafir eden Ebû Eyyûb el-Ensârî Hazretlerinin Medine’deki evi, Kubbe-i Hadra’nın (Yeşil Kubbe) yanındaki Reisiye Minaresi’nin tam karşısındaydı. Günümüzdeki Mescid-i Nebevi’nin kıble yönüne düşen evin, minareyle arası yaklaşık 15 metre kadardı.

PEYGAMBERİMİZ (S.A.V.)’İN ERİŞİLMEZLİĞİ Peygamberimiz (s.a.v.)’in mucizeleri, diğer peygamberlerin mucizelerinden hem sayı bakımından sayılamayacak kadar çoktur ve hem de derece bakımından çok çok üstündür.


Resûlullah (s.a.v.)’in aklı, ma’rifeti ve ilmi hiç kimseye nasîp olmayacak derecede çok fazla idi. Bunun en açık delîli, ümmî iken (okur yazar değilken) ve hiç kimseden bir şey öğrenmediği hâlde, işleri, hâlleri, tavırları, sözleri, ahlâkı, ilmi ve fazîleti o derecede idi ki, hiç kimsenin aklı ve ilmi ona ulaşamazdı. Tevrât’ta, İncîl’de, diğer ilâhî kitâplarda ve suhuflarda bulunan sırları ve haberleri bilirdi. Hâlbuki ehl-i kitâbın âlimleriyle görüşmemiş, onlarla sohbet etmemiş ve onlardan bir şey öğrenmemişti. Geçmiş ümmetlerin hâllerini, keşf ehli hükemânın (alimlerin) hikmetlerini çok iyi bilirdi.
Sözleri tatlı idi. Her hareketi ve duruşu, davranışları ve işleri o şekilde idi ki, dahâ güzeli düşünülemezdi.
Resûlullah (s.a.v.)’in bedeninin kuvveti herkesten fazla idi. O zamanın en kuvvetli pehlivânı Rügâne’yi İslâm’a davet ettiğinde, onunla güreşmiş ve yenmişti. Rügâne’nin babası da o devrin pehlivânı idi. Câhiliyye devrinde onu da mağlup etmişti. Rügâne’nin babası üç defa güreşti. Resûlullah (s.a.v.) üç defasında da onu yendi.
Resûlullah (s.a.v.)’in mübârek yüzüne değen mendili asla ateş yakmazdı. Bir gün Enes bin Mâlik (r.a.)’e bir gurup insan misâfir oldular. Yemek yediler. Yemekten sonra câriyesine mendil getir, dedi. Câriyesi kirli bir mendil getirdi. Enes bin Mâlik (r.a.) o mendili ateşe attı. Bir müddet sonra mendili ateşten çıkardı. Mendil yanmamış, kirlerden temizlenip, süt gibi beyâz olmuştu. Misâfirleri bu ne hâldir diye sorunca, bu mendil Resûlullah (s.a.v.)’in mübârek yüzünü sildiği bir mendildir. Ne zaman kirlense, ateşe atarız, tertemiz olur ve asla yanmaz, dedi.
(Molla Cami, Şevahid-ün Nübüvve, s.253-256


Kuba Mescidi Hz. Peygamberin hicreti sırasında Medine’den önce son durağı olan Kuba’da yapılan mescid. ilk muhacirler, Resül-i Ekrem daha Medine’ye gelmeden Kuba’da Amr b. Avf oğullarına ait bir hurma kurutma yerini meseid haline getirmişlerdi. Ebü Huzeyfe’nin azatlısı Salim burada bir grup muhacire Kudüs’e yönelerek namaz kıldırıyordu. Resülullah Kuba’ya ulaşınca burayı genişleterek Kuba Meseidi’ni bina etti (ıbn Sa’d, III, 87; iV. 311). Salim’in imamlık yaptığı kişiler arasında Hz. Ebü Bekir, Ömer, Ebü Selerne el-Mahzümi, Zeyd ve Amir b. Rebia’nın da sayılması (Buhari, “Ai)kam”, 25). Hz. Peygamber ve EbüBekir’in burada kaldığı süre içinde veya bir süre daha onun bu göreve devam etmiş olduğunu göstermektedir. Mescid-i Beni Amr b. Avf olarak da anılan (Müsned, II, ıo; ibn Şebbe, 1,41) Mescid-i Kuba’nın arsasının kabilenin ileri gelenlerinden Külsüm b. Hidm’e ait olduğu ve KüIsüm’ün arsayı mescid yapılması için bağışladığı rivayet edilir.


Diğer bir rivayete göre ise meseidin arsası leyya adında bir kadına ait harman yeriydi. Resül-i Ekrem’i arsaya kıble yönünde bitişik evinde misafir eden kabilenin ileri gelenlerinden Sa’d b. Hayseme burada meseid yapılmasına öncülük etmiş olmalıdır. Çünkürivayette mescid ona izafe edilmektedir. Öte yandan münafıklar, “leyya’nın merkebini bağladığı yerde mi secde edeceğiz?” diyerek bunu Dırar Meseidi’ni yapmak için bahane saydılar (ıbn Şebbe, i, 54-55). Taberanl’nin bir rivayetine göre Kubalılar, Resülullah ‘tan bir mescid yapmasını talep edince Hz. Peygamber orada bulunan sahabeden birinin devesine binmesini istemiş, önce Hz. Ebü Bekir binmiş, deve kalkmamış, ardından Hz, Ömer binince deve yine kalkmamış, bu sırada Kuba’ya ulaşmış olan Hz. Ali binince deve kalkıp yürümüş, Resül-i Ekrem, Hz. Ali’ye devenin yularını serbest bırakmasını söylemiş ve mescidin onun etrafında dolaştığı arsaya yapılmasını istemiştir (el-Mu’cemü’l-kebir, II, 246). Meseidin ortalarına isabet eden bir mekan daha sonraları “mebrekü’n-naka” (devenin çöktüğü yer) olarak anılmıştır (Semh udi,lI, 23). Buharl’nin (“Mena1$ıbü’l-enşar”, 45) bir rivayetine göre Hz. Peygamber Kuba’da on geceden fazla kalmış ve Meseid-i Kuba bu sırada yapılmıştır. Bu rivavet, İbn Sa’d'ın Resülullah’ın Kuba’da on dört gece kaldığına dair rivayetine (et-TabaI!;at, i. 235) uygundur. Resül-i Ekrem’in burada dört gün gibi çok kısa bir süre kaldığına dair rivayetler de vardır.
Mescidin ilk hali kare şeklinde bir düzlüğü çevreleyen dört duvardan ibarettl. Arsa hazırlandıktan sonra temele ilk taşı bizzat Hz. Peygamber koymuş, ardından sırasıyla Hz, Ebu Bekir, Ömer, Osman ve diğerlerinin taşlarını koymalarını istemiştir (Taberani,II, 339). Bu uygulama devlet başkanlarının ilmi, dini ve milli nitelikli yapıların temeline ilk harcı koyma geleneğinin başlangıcı olarak görülmektedir (Abdülhay el-Kettani, ii, 301). Mescid-i Kuba yapılırken Resül-i Ekrem’in bir işçi gibi çalıştığı, taşıdığı ağır taşları ellerinden alıp yardımcı olmak isteyenlere bir başkasına yardım etmelerini söylediği (Taberani, XXiV. 317-318).Abdullah b. Revaha’nın, “Mescidin inşasına katılanlar, ayakta olsun oturarak olsun Kur’an okuyanlar, geceleri uykuyla geçirmeyenler kurtuluşa erdiler” diye şiirler okuduğu, her beytin son kelimesinin Resülullah tarafından tekrarlandığı rivayet edilmektedir (ıbn Şebbe, i, 52).
Hz. Peygamber, muhtemelen kıblenin Kabe’ye çevrilmesinden (623) sonra Kuba Mescidi’niyeniden inşa etmiştir (Semhudi. II, 16). Bu sırada ön duvar ve ona paralel dizilen yedi sütun üstüne bir tavan yapılmıştır. Meseidin güneyinde Külsüm b. Hidm ile Sa’d b. Hayseme’nin evleri bulunmakta ve Sa’d'ın evinden meseide bir kapı açılmaktaydı. Müslümanlar Resül-i.Ekrem’in misafir kaldığı bu evleri ziyaret eder, ardından Sa’d'ın evinin tarafında bulunan kapıdan mescide geçip “elüstüvanetü’l-muhalleka” denilen üçüncüsütunun doğu yanında onun namaz kıldığı yerde namaz kılarlardı. Daha sonra bu kapı kapatılıp meseidin batı duvarında bir kapı açılmıştır. Mescidin Ammar b. Yasir tarafından tamamlandığı ve bu sebeple onun islam’da ilk mescidi bina eden kişi olarak anıldığı söylenir (Nüreddin el-Halebl,II, 236).
Mescid-i Kuba, müslümanların hür ve güvenli bir ortamda yaptıkları umuma açık ilk mescid olması bakımından büyük önem taşımaktadır. Kur’an’da sözü edilen, “ilk günden takva üzerine kurulan mescidin” (et-Tevbe 9/108) Kuba Meseidi olduğu kabul edilir. Ancak bu mescidin Mescid-i Nebevi olduğu da rivayet edilmektedir. Mescidde, “üssise ayeti” diye adlandırılan ayetin (et – Tevbe 9/ i 08) nazil olduğu mekan olarak kabul edilen yere sonradan bir mihrap yapılmıştır.
Başta Buhari ve Müslim olmak üzere hadis kaynaklarında Meseid-i Kuba’nın faziletine dair bölümlere yer verilmiş, Hz, Peygamber’in Medine’de bulunduğu zamanlar cumartesi, bazan da pazartesi günleri ve ramazanın 17. günü Meseid-i Kuba’ya giderek namaz kıldığına dair rivayetler zikrediimiştir. Ayrıca onun meseidde sürdürülen öğretim faaliyetine nezaret ettiği, Kuba’da namaz kılmayı umreyle eş değerde gördüğü rivayet edilmektedir (ibn Mike, “İ~met”, 197; Tirmizi, “Meva~itü’ş-şalat”, 125). Hz. Ömer Meseid-i Kuba’yı ziyaret ettiğinde tozunu alır, buraya büyük hürmet gösterirdi


Peygamberimiz Efendimiz buyurdular ki: " Canlının yuvasını arzu ettiği gibi İman sahibi de Medine'yi öyle arzular. " Hadis-i Şerif, Sahih-i Buharî

 


27 Kasım 2021 Cumartesi

Dünya insanlığına, güneş sistemini bile gerçek haliyle anlatmadılar


Güneş sistemimizde, üzerinde hayat bulunan başka gezegenler de var. Bunların tamamı cüce gezegen ve sayıları yetmişten fazla... Çok azı Mars ile Jüpiter arasındaki asteroid kuşağında bulunuyor. Büyük çoğunluğu ise güneş sistemizin en dış halkası olarak görülen ve Kuiper kuşağı da denilen kısımda bulunuyor. Bunların bazılarında eskiden beri hayat vardı, var. Bazılarına sonradan başka gezegenlerden gelenler oldu. Bazıları askeri üs gibi kullanılıyor. Birkaçında da önceden hayat vardı ama şimdi yok. Yine de kullanılıyorlar. Söz konusu cüce gezegenlerin farklı farklı yapıları, atmosferleri, bitki örtüleri, insan türleri, hayvan türleri var. Bazılarında elleri, kolları, başları olsa da ayakları olmayan, ayakları yerine balık kuyruğu gibi kuyrukları olan ve daha çok suda vakit geçirerek yaşayan akıllı, irade sahip insan türleri de var. Cüce gezegenlerin bitki örtüleri de farklı farklı... Bazılarında bitki örtüsü yeşil, bazılarında sarı, bazılarında kahverengi, bazılarında mavi renkte. Allah'ın kudreti sonsuz. Tekrar edeyim. Dünyamızdaki hayvanlarda binbir türlü farklı renkler, uzuvlar, iç ve dış vücut özellikleri olduğu gibi, uzaydaki kat trilyonlarca insan türleri de hep benzeri şekilde birbirlerinden farklılık gösteriyor. Kelebek kadar güzel kanatları olan, mavi ışıklar yayarak uçuşan insan türleri bile var.

Hz. Osman (r.a.) buyurdu ki: “Beş vakit namazı muntazam zamanında kılan kimseye Allahü Teâlâ (c.c.) dokuz ikramda bulunur”; 1) Cenab-ı Hak onu sever. 2) Bedeni sıhhatli olur. 3) Melekler onu muhafaza ederler. 4) Evinde bereket olur. 5) Yüzü, salih kimselerin sîmâsı gibi olur. 6) Allah (c.c.) onun kalbini yumuşatır. 7) Sırat’ı şimşek gibi geçer. 8)Hak Teâlâ, onu cehennem ateşinden korur, 9) iyi kimselere komşu eder.

 


BEŞ ÖLÇÜ Mücâhid (r.a.) İbni Abbas (r.a.)’dan şu öğütleri ve ölçüleri nakleder: “— Şu beş şeyin çok sayıda görülmüş faydaları var: 1. Seninle alâkalı olmayan şeyi konuşma. Çünkü o lüzumsuzdur. 2. Seninle alâkalı sözü de yeri gelmedikçe söyleme. Çünkü nice kişiler kendileri ile ilgili sözü yersiz söylemeleri sebebi ile ayıplanmıştır. 3. Ağır başlı kişi ile ve cahil kendini bilmez ile münâkaşaya tutuşma. Şüphesiz ağırbaşlı olan sana darılır. Cahil de sana eziyet eder. 4. Mü’min kardeşin senden uzakta olduğunda, seni nasıl anmasını istiyorsan, sen de onu o şekilde an. Seni hoş görmesini istediğin şeyden sen de onu hoş gör. 5. Hayrını, şerrini bilip ona göre davran. .......Fazilet Takvimi.

 Şeyh Hasan-ül Harakanî ks.nin şöhretini duyan Gazneli Mahmut, adamlarıyla birlikte, biraz da onu imtihan maksadıyla Harakan'a gelir. Sultan, yanına geldiğinde Şeyh Harakanî, ona özel bir ilgi göstermediği gibi, ayağa da kalkmaz. Sultan pek çok sorular sorar ve şeyhi sınar. Aldığı tatminkâr cevaplar ve şeyhin mehabeti karşısında irkilir, endişesi sevgi ve saygıya dönüşür. Şeyhe bir kese altın ihsanda bulunmak isterse de Harakanî bunu reddeder. Bu sefer, ondan bir hatıra olsun diye herhangi bir eşyasını ister. Harakanî de Sultan'a bir gömleğini verir. Görüşme tamamlandıktan sonra Sultan, veda ederken Şeyh Harakanî onu ayakta uğurlar. Sultan, şeyhin kendisini yolcu ederken ayağa kalktığını görünce sorar: -Efendim, geldiğimizde ayağa kalkmadınız ama, yolcu ederken ayaktasınız. Sebebini öğrenebilir miyim? Şeyh Harakanî, şu karşılığı verir: -İlk gelişinizde padişahlık gururu ve bizi imtihan niyetiyle geldiniz ama şimdi dervişlerin haliyle ayrılıyorsunuz. Dervişlik devletine ve tevazu haline saygı gerekir.