29 Aralık 2021 Çarşamba

İmam-ı Bûsirî bir gün evine giderken yolda rastladığı güzel yüzlü yaşlı bir zat ona: -Yâ Bûsirî, Bu gece rüyanda Resûlüllah'ı gördün mü? Diye sorar. İmam-ı Bûsirî:


-Hâyır görmedim! Diye cevap verir. Bu konuşmadan sonra O yaşlı zat başka bir şey söylemeden ayrılır. Ne var ki İmam-ı Bûsirî'nin gönlüne, o anda Hazret-i Peygamberin aşk ve muhabbeti düşer. O gece, rüyasında Hazret-i Peygamberi görür ve içinin neşe ve huzurla dolduğunu fark ederek uyanır. Bunun üzerine Peygamber Efendimizi öven ve nice Peygamber âşıklarını sevgi deryasında yıkayan Mudariyye, Hemziyye gibi birçok övgüler yazar. Kasîde-i Bürde'nin 149. Beytinde bunu şöylece dile getirir:
Düşüncemi övgüsüne, yönlendirdiğimden beri,
Başı darda her insana, O Resulü buldum hâmi.
Daha sonraki yıllarda vücudunun yarısı felç olur. Yürüyemez ve hareket edemez duruma düşer. İşte o zaman bu Kasîde-i Bürde'yi yazıp bununla Cenâb-ı Hakk'tan şifâ dilemeye yönelir. Kasîdeyi tamamladığı gece rüyasında Hazret-i Peygamber'i görür. Hz. Peygamber Bûsîrî'den kendisi için yazdığı kasideyi okumasını ister; O
"Yâ Resûlallah! Ben sizin için çok kasideler yazdım, hangisini emredersiniz?" deyince, Hz. Peygamber kasidenin matla' beytini okuyarak bu kasideyi işaret eder. Bûsîrî kasidesini okurken Hz. Peygamber iki yana doğru sallanarak zevkle dinler. Tamamı 161 beyitten ibaret bulunan Kasîdenin 51. Beytinin birinci mısraını
Hakkında ilmin son hükmü; "O da bir insandır ancak,
olarak okuduktan sonra ikinci mısrasını hatırlayamayarak takılır kalır. Bunun üzerine Resûl-ü Ekrem Hazretleri: Oku yâ İmam! Diye buyurur. İmâm-ı Bûsirî: -İkinci mısrayı hatırlayamadım yâ Resûlüllah! der. Bunun üzerine mucize içinde mucize üzere Peygamber Efendimiz:
"Yaratmıştır O'nu Allah, en hayırlı kul olarak"
şeklinde ikinci mısrasını ikmal buyurarak beyti tamamlar. Kasîdenin tamamının okunmasından sonra Resûlüllah mübârek avuçları ile İmâm-ı Bûsirî'nin felçli uzuvlarını ovuşturur. Ne derin muhabbetin eseridir ki, İmâm-ı Bûsirî uyandığı zaman hastalığının zâil olduğunu görüp Allah'a şükreder. O gecenin sabahında sıhhatine kavuşmuş ve sürûr içinde camiye giderken yolda Şeyh Ebu'r- Recâ Hazretlerine rastlar. Ebu'r- Recâ ona:
- Yâ Bûsirî!. Fahr-i Âlem'i övdüğün kasîdeyi getir! der.
İmâm-ı Bûsirî; Resûlüllah Efendimizi övdüğüm kasîdelerim pek çok. Hangisini istiyorsunuz? Diye sorunca, Şeyh Ebu'r- Recâ:
Gönül yakan o hasret mi? Selemdeki komşuları,
Gözünden akan yaşlara, karıştırıyor kanları.
Diye başlayan kasîdeyi istiyorum. Çünkü sen onu Peygamber efendimizin huzurunda okurken işittim ve O'nun çok memnun olduğunu gördüm der. Bu kasideyi daha hiç kimsenin duymadığını zanneden İmâm-ı Bûsirî hayretler içinde kalır.
161 kıt'a dan meydana gelen Kasîde-i Bürde on bölüm üzere dizelenmiştir:
1 -- 12 Hz. Peygamber'e duyulan aşk ve özlem.
13 -- 28 Nefsin kötülüğü ve terbiye edilmesinin gereği.
29 -- 58 Hz. Peygamber'e övgü.
59 -- 71 Hz. Peygamber'in doğumu.
72 -- 87 Hz. Peygamber'in mucizeleri.
88 -- 104 Kur'ân-ı Kerîm'in yücelik ve erdemleri.
105 -- 117 Hz. Peygamber'in Mi'racı.
118 --139 Hz. Peygamber'in Cihadları.
140 --151 Hz. Peygamber'den şefâat dileme.
152 --161 Allah'a yakarış ve dua
Coşkun bir peygamber aşığı olan Bûsîrî'yi şöhretin zirvesine taşıyan bu kasideye kendisi "el-Kevâkibü'd-dürriyye fî medhi hayri'l-beriyye" adını verdiği halde, "Kaside-i Bürde" ismiyle tanınması gördüğü rüyâdan kaynaklanmaktadır. Dünyada en meşhur ve en çok okunan kasideler arasında yer alan bu eser, belli başlı bütün kültür dillerine tercüme edildiği gibi, Afrika, Güneydoğu Asya ve Balkanlardaki mahalli dillere de çevrilmiştir. Çeşitli bölge ve ülkelerde genellikle sünnet, nişan ve düğün merasimlerinde, mübarek gün ve gecelerde, ayrıca haftalık evrad olarak okunmakta, son münacât kısmı ise felçli hastalar üzerine yedi gün süreyle okunup Cenâb-ı Hakk'tan şifa niyaz edilmektedir.
KASÎDE-İ BÜRDE
Sonsuz salât ve selâmlar, eyleriz Mevlâm dâimâ
En hayırlı yarattığın, O mübarek Habîbine


ŞEFÂ'AT YÂ RESÛLALLAH Bâb-ı lutfun uşşâkına küşâde Vuslatın se'âdet yâ Resûlallah Merhamet kıl lutfet dil-i nâşâde Rahmetin selâmet yâ Resûlallah Bir nigehin câna minnet bilirim Kovsan bile hiç utanmam gelirim Ben uğruna cânımı da veririm Aşkıma alâmet yâ Resûlallah Ol ravza-i pâke sürsem yüzümü Hâk-i ıtırnâke sersem özümü Sırr-ı "levlâk"e erdirsem sözümü Sıdkıma delâlet yâ Resûlallah "Rahmeten-lil-âlemîn"sin lâ-cerem Hem "şefîu'l müznibîn"sin kıl kerem Erişmezse himmetin ben neylerem Fakîre inâyet yâ Resûlallah AŞKÎ âzâd kabul etmez kulundur Kulu Hakk'a ileten yol yolundur Mahrûm etme civârında bulundur Umarım şefâat yâ Resûlallah

 


Teheccüd kapısı hücrei saadetin dört girişinden biri olan teheccüd kapısı efendimizin teheccüd namazlarını kılmak için cıktıkları ve teheccüd mihrabına yakın olma hasebi ile teheccüd kapısı denmiştir,hucrei saadetin kuzey kısmına bakan kapının ,üzerinde zümer suresinin 73 ayetini okumaktayız, وَسِيقَ الَّذِينَ اتَّقَوْا رَبَّهُمْ إِلَى الْجَنَّةِ زُمَرًا حَتَّى إِذَا جَاؤُوهَا وَفُتِحَتْ أَبْوَابُهَا وَقَالَ لَهُمْ خَزَنَتُهَا سَلَامٌ عَلَيْكُمْ طِبْتُمْ فَادْخُلُوهَا خَالِدِينَ Vesîkallezînettekav rabbehum ilel cenneti zumerâ(zumeran), hattâ izâ câuhâ ve futihat ebvâbuhâ ve kâle lehum hazenetuhâ selâmun aleykum tıbtum fedhulûhâ hâlidîn(hâlidîne). Rab’lerine karşı takva sahibi olanlar (cehennemi gördükten sonra) zümre zümre cennete sevkedilirler. Oraya (cennete) geldikleri zaman onun (cennetin) kapıları açılır. Ve onun (cennetin) bekçileri, onlara: “Selâmun aleykum, siz temize çıktınız (aklandınız) ve öyleyse ebedi olarak ona (cennete) girin” derler

 


Salavat getirmenin fazileti hakkında İmam-ı Şarani Hazretleri şöyle buyuruyorlar: “-Büyük veli Aliyyül Havass’ın şöyle konuştuğunu duymuştum”: “Allah’tan bir şey isteyeceğiniz zaman,Allah Resulü(s.a.v.)’in adıyla o şeyi isteyiniz ve şöyle dua ediniz”: “Ey Allah’ım! Sevgili Peygamber’in Muhammed Mustafa(s.a.v.) hürmetine senden şunu isterim.” Şeklinde dileğinizi arz ediniz. Çünkü Allah’ın bir meleği vardır ki, bu isteğinizi anında Efendimiz (s.a.v.)’e bildirir ve O’na: “Filanca kişi, şu haceti için senin Allah katında aracı olmanı istemektedir.” der. Hazreti Peygamber Efendimiz (s.a.v.)’in dua ve istekleri Allah Teala tarafından geri çevrilmez

 NEBÎ (S.A.V.) İLE TEVESSÜL

Resûl-i Ekrem (s.a.v.) ile tevessül, ya’nî Resûlullah Efendimiz (s.a.v.)’i Allahü Teâlâ katında vesîle etmek, O’nun yardımını ve şefâatini istemek câizdir. Tevessül, ihtiyâç sâhibinin Allahü Teâlâ’dan, Resûlullah (s.a.v.)’in hürmetine, O’nun Allahü Teâlâ katındaki hürmetine veya O’nun bereketiyle Allahü Teâlâ’dan istemesidir. Bu üç hâlde de tevessül câizdir. Resûlullah (s.a.v.) yaratıldıktan sonra hayatta iken (s.a.v.) ile tevessül yapılabilir. Osman bin Huneyf (r.a.) şöyle rivâyet etti: “Bir a’mâ Resûlullah (s.a.v.)’e gelerek; “Yâ Nebîyyallah! Gözümü kaybettim. Bana duâ et” dedi. O zaman Resûlullah (s.a.v.) o şahsa; “Abdest al, iki rek’at
namaz kıl, sonra; Allahümme innî es’elüke ve eteveccehû
ileyke binebiyyike Muhammedin nebiyyirrahmeti yâ Muhammed! İnnî eteşeffeu bike fî reddi basarî Allahümme” de!” buyurdu. O şahıs buyurulanı yaptı. Allahü Teâlâ, ona gözünün görmesini tekrar ihsân etti. (Tirmizî) Tevessülün ikinci nev’i: Tevessülün, duâ isteme
ma’nâsında olmasıdır. Bu da birkaç hâldedir. Bunlardan birisi, Resûlullah (s.a.v.’in hayâtında olmuştur. Müslümanlar, başlarına herhangi bir sıkıntı geldiği zaman, durumu Resûlullah (s.a.v.)’e arz ederler, ondan yardım isterlerdi. Böyle haberler Buhârî ve Müslim’de mevcuttur. Şöyle anlatılır: “Cum’a günü birisi Mescid-i Nebevî’ ye
girdi. Resûlullah Efendimiz (s.a.v.), ayakta hutbe okuyorlar idi. O zât ayakta olarak Resûlullah (s.a.v.)’e döndü; “Ey Allah (c.c.)’nun Resûlü! Mallarımız, ekinlerimiz helâk oldu. Hiçbir çâremiz de yok. Bize yardım etmesi için Allahü Teâlâya duâ et” dedi. Resûlullah (s.a.v.), mübârek ellerini kaldırdı ve; “Allahım! Bize yardım et.Allahım! Bize yardım et” diye duâ etti. O sırada Resûlullah (s.a.v.)’in arka tarafında, semâda bir bulut ortaya çıktı. Semânın ortasına gelince, dağıldı ve yağmur yağmaya başladı. O sırada
güneş dahî görülmedi”
(İmâm-ı Sübkî, Şifâüs-sikâm fî ziyâreti hayr-il-enâm)


PEYGAMBER (S.A.V.) EFENDİMİZ’İN ŞEFAATLERİ “Benim kabrimi ziyaret eden kişiye şefaatim müstehâk olur.” (Hadîs-i Şerîf) Peygamberimiz (s.a.v)’in ve Allâh (c.c.)’un yanında üstün dereceye ulaşmış kişilerin, kıyamet gününde, mahşerde günahkâr müminlerin affedilmesi ve derecelerinin yükseltilmesi konusunda yüce Allâh’a duâ ve niyazda bulunacaklardır.


Allâh (c.c.) da bu duaları kabul buyuracaktır, işte buna şefaat denir. Ahirette de en büyük şefaati Peygamberimiz (s.a.v.) yapacaktır.
Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır:
“Kıyamet gününde ilk şefaat eden ve şefaati ilk kabul olan benim. Bununla beraber övünmem.”
Resûlullah (s.a.v.)’in şefaatleri beş kısımdır:
1. Makam-ı Mahmud ile bilinen büyük şefaat. Bu şefaat, kıyamet gününün dehşetinin hafifetilmesi ve mahşer halkının kısa zamanda hesap sıkıntısından kurtarılması hakkındaki şefaattir.
2. Günahkâr mü’minleri cehennemden çıkarmak için yapılan
şefaattir. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
“Allâh (c.c.) bana “Ya Muhammed, başını secdeden kaldır ve
ne istersen söyle, sözün dinlenecek, istediğin verilecektir.
Şefaat et, şefaatin kabul olunacaktır” buyuracaktır.
Ben de hemen:
Ya Rab, ümmetim, ümmetim, diye niyazda bulunacağım. Bunun üzerine “haydi git, gönlünde zerre ve hardal tanesi kadar imanı olan müslümânları cehennemden çıkar” denilecek.
Ben de gidip onları çıkaracağım.”
3. Günahkar oldukları için cehenneme müstahak olan
mü’minlere şefaat. Resûlullah (s.a.v.) Efendimiz’in şefaati ile
günahkârlar cehenneme girmekten kurtulacaklardır.
4. Hesaptan kurtulmak için şefaat. Resûlullah (s.a.v.)’in şefaati bereketiyle, bir kısım mü’minler hesaba çekilmek azabından
kurtulacaklardır.
Ebû Üsame (r.a.) rivayetine göre; Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuşlardır: “Rabbim bana ümmetimden yetmiş bin insanı ve bunlardan her bin kişiye mukabil yetmiş bin kişiyi de hesap görmeden ve azap çekmeden cennete dahil edeceğini vaad etmiştir.”
5. Derecelerin yükselmesi için şefaat. Yani cennette bulu-
nanlardan bazılarının derecelerinin daha da yükseltilmesi için,
Resûlullah (s.a.v.) şefaat edeceklerdir.
(Mehmed Çağlayan, Ehl-i Sünnet ve Akaidi, 260.s.)

MEDİNELİLERİN İSLAMİYETLE İLK TANIŞMASI

Mekke’de Hacc zamanı gelmiş; pazarlar, tezgâhlar kurulmuştu. Komşu şehirlerden Arab kabîleleri Mekke’ye gelmekteydi. Hz. Peygamber (s.a.v), gelen çeşitli Arab kabîle mensuplarıyla temas kurmaya çalışırken bir ara Medîneli Hazrec kabîlesinden bir grup ile Akabe mevkîinde karşılaştı.

Onlara: “Kimlerdensiniz?” diye sorunca: “Bizler Hazrec kabîlesinden bir grubuz” diye cevap verdiler. Hz. Peygamber (s.a.v.): “Oturmaz mısınız? Size bazı şeyler anlatacağım” dedi. Onlar da “Elbette” diyerek oturdular. Hz. Peygamber (s.a.v) onları Allâh (c.c.)’a imân etmeye ve müslüman olmaya dâvet edip Kur’ân-ı Kerîm’den ayetler okudu.
Medîneliler öteden beri, yahûdîlerle bir anlaşmazlık içine girdiler mi onların; şöyle dediğini duyarlardı: “Yakında bir Peygamber çıkacak ve nerdeyse de çıkmak üzeredir. O’na tabi olup O’nun izinden yürüyeceğiz ve Ad ile İrem kavimleri nasıl öldürüldü ise biz de O’nunla birlikte size karşı savaşıp sizi yok edeceğiz.” Bu sözü hatırlayan ve yahûdîlerden önce hak peygambere biât etmek isteyerek Hz. Peygamber (s.a.v.)’in davetine uydular, O’nu tasdîk ettiler ve kendilerine aktardığı İslam’ın prensiplerini kabul ederek şöyle dediler:
“Biz öyle bir topluluğun içinden geliyoruz ki aralarındaki
düşmanlık ve fitne, hiçbir milletin arasında yoktur. Umarız ki Allâhü Teâlâ senin vâsıtanla onların arasını bulur. Biz gidince onlara teklifte bulunacağız. Senin emrine uymaları çağrısında bulunacağız. Sana, uyacağımıza dair söz verdiğimiz bu dînin icâblarını onlara da aktaracağız. Eğer Allâh (c.c) onları bu dinin etrafında toplayacak olursa senden daha üstün bir kimse bulunmayacaktır.” Sonrada seneye de akabeye geleceklerine dair Hz. Peygamber (s.a.v)’e söz verdiler.
Bunlar altı kişi idiler. Medîne’ye varınca bu olayı halka anlattılar. Hz. Peygamber (s.a.v) hakkında bilgi verdiler ve onları imâna davet ettiler. İslâm dini, bir anda yayılmaya başladı. Öyle ki Medîne’de Hz. Peygamber (s.a.v.)’in adının anılmadığı bir ev kalmadı.
(El-Bidaye, 3.c., 231.s.)

Hurma Çekirdeği Çantamda, cüzdanımda, ceketimin ceplerinde hep hurma çekirdekleri… Bir gece yastık altından da bu kuru, odunsu, sert cisim çıkınca artık dayanamadım ve gecenin geç saati demeden annemin odasına daldım.


Ne zaman bu küçük odaya girsem ruhen rahatladığımı hissederim. Babamın vefatından sonra annem bu küçük odaya taşınmış, inzivaya çekilen dervişler gibi kendini buraya hapsetmişti. Vaktinin büyük kısmını ibadet ederek, namaz kılarak, kuran okuyarak geçirirdi. Odanın duvarları Kâbe ve Mescid-i Nebevi’nin fotoğraflarıyla süslüydü.
Annem kalorifer dibine serdiği yer yatağında bir cenin gibi kıvrılmış uyuyordu. Aslında uyanmıştı çünkü evin içindeki en ufak seslere dahi kulak kabartan annem, gecenin bu geç vakti kapısına dayanan birine duyarsız kalamazdı. Düşündüğüm gibi yatağında doğrulup oturdu.
“anne bu da neyin nesi, eşyalarıma bu odun parçalarını koymak zorunda mısın?” dedim sinirli bir şekilde.
Avucumdaki çekirdeğe mahmurlu gözlerle bakan annem o kadife gibi yumuşak sesiyle:
“peygamber efendimiz yermiş evladım, mübarek meyvenin çekirdeğidir, görünmez kazadan beladan korur seni hem evin betini bereketini artırır” dedi.
Onun bu sâfiyâne sözleri yüreğimi yumuşattı. Ona göre peygamberin yaptığı her şey kutsaldı. Mübarek ayaklarıyla bastığı kızgın kumlar kutsaldı. Bindiği kızıl tüylü deve kutsaldı, yediği hurmanın çekirdekleri kutsaldı, ama eğer peygamber bugün yaşasa deveye değil uçağa bineceğini, yolculuklarını deveyle değil arabayla yapacağını ve hurma çekirdeklerini oraya buraya tıkıştırmayacağını söylemedim, çünkü onun kalbinin peygamber sevgisiyle dopdolu olduğunu biliyordum. Hem söylesem ne değişecekti ki? O tüm bunları tevekkülle dinleyecek ama yine bildiğini okumaktan vazgeçmeyecek ve ceplerimde, cüzdanımda perşembe pazarından alınan İran, Tunus mahsulü hurma çekirdekleri ya da hac dönüşü hediye babından bırakılan Medine, Mekke hurma çekirdekleri dolaşmaya devam edecekti.
Bugün içimi közler gibi yakan duygu onu mübarek topraklara gönderememiş olmamdır. O zamanlar biraz birikmiş paramız vardı, ama annem bu para benim değil senindir, senin düğün parandır ve ben ölünce bu paraya çok ihtiyacın olacak demiş ve paraya dokunmamıştı.
Annemin ölümü de yaşadığı hayat gibi sessiz bir şekilde oldu. Bir sabah onu yer yatağında son nefesini vermiş olarak buldum. Odasının kapısını açtığımda ilk defa kapı sesine kulak verip yatağında doğrulmamış, o güzelim gözleriyle bana bakmamış ve o yüreğimi incelten kadife gibi yumuşak, ince sesiyle bana evladım dememişti.
Vasiyeti üzerine köy mezarlığında babamın yanına defnettik. Cenaze merasimi tıpkı yaşadığı hayat gibi tıpkı ölümü gibi sessiz, sade ve gösterişsiz oldu.
İnsanlar dağılınca mezarı başında bir tek ben kaldım. İşte yine başbaşa idik. Mezarın başına oturdum. Ellerimle ıslak, nemli toprağa dokundum. Avuçlarımdaki bir tutam toprağın kokusunu doyasıya içime çektim ve yanaklarımdan süzülen gözyaşlarıma hâkim olamayıp doyasıya ağladım. Tâ ki cebimde sert bir cisim hissedinceye kadar; hurma çekirdeği… Cebimdeki hurma çekirdeğini elime aldım ve gözyaşlarımı silerek zoraki gülümsedim; “İlahi anne, en hüzünlü anımda güldürdün ya beni, Allah da seni ebedi hayatta güldürsün” diyerek hurma çekirdeğini toprağa gömdüm.
İnsanlar atalarından kalan eşyalara sahip çıkmak isterler, bense bunun tam tersini düşünüyordum. Elimde ne varsa geçmişten kalan, biran önce elden çıkarmak istiyordum. Bu düşünceyle ata yadigârı evi satılığa çıkardım. Benim için çok büyüktü hem kendime küçük bir ev satın almak istiyordum. Aslında bu evi satmakla geçmişten; yani hatıra ve anılardan kurtulmak, bir bebek gibi yepyeni bir hayata doğmak istiyordum. Bu yeni hayatta dogmalar, batıl inançlar olmayacaktı. Başlayacağım yeni hayatta insan beynine ket vuran sakat düşünceler olmayacaktı. Çocukluğumun geçtiği bu evi satıp, bu mahalleyi terk ettikten yıllar sonra bile geçmişten hiçbir zaman kurtulamadığımı anladım. Hafızama kazınan, yüreğime işleyen geçmişin bu değerleri bir gölge gibi beni takip ediyordu, ben o gölgeyi göremiyor ama varlığını içten içe hissediyordum.
Mutat olarak yaptığım müşteri ziyaretleri yolumu yıllar sonra köyüme düşürdü. Uğradığım ilk yer ise mezarlıktı. Annemin mezarı başındaki ağacı görünce şok olmadım değil hani. Bir hurma ağacıydı ve ağaç itaatkâr bir hizmetkâr gibi mezarın üzerine eğilmişti.
“topraklarımız mümbit ve bereketlidir. Kuru dal parçasını diksen, yeşerip meyveye durduğunu görürsün” derdi annem.
Mevsim olarak tipik Akdeniz ikliminin hüküm sürdüğü bölgeydi burası; yazlar sıcak ve kurak, kışlar ılık ve yağışlı. Hurma ağacının bir zamanlar bu coğrafyada yetiştirildiğini hatta ticaretin yapıldığını duymuştum ama ağacına hiç rastlamamıştım. İşte benim diktiğim çekirdek bir ağaca dönüşmüş ve dallarında hurmalar salkım salkımdı. Dalından bir hurma kopardım ne kadar da iriydi. Tadına baktım ne kadar da lezizdi. O güne kadar tattığım hurmaların en lezizi diyebilirim. Parmaklarımla tuttuğum çekirdeğin üzerindeki gözeneklere, noktacıklara, kıvrımlara bakarken annemin sözleri aklıma geldi.
“bak evladım demişti annem bu hurma çekirdeğinin ortasında bir nokta, bu noktadan aşağıya doğru uzanan kuyruğu vardır. İşte bu Arapçada mim harfidir ve mim harfi Efendiler efendisini temsil eder.”
Gerçekten çekirdeğin ortasında bir nokta ve aşağı doğru uzanan bir kuyruğu vardı ama ben bu şekilleri bir şeye benzetemedim. Daha doğrusu herkes çekirdekte görmek istediği görüyordu. Her nedense çekirdeği atmayarak cüzdanımın bir köşesine yerleştirdim.
Bugün kız arkadaşımla buluşacağım. İki senedir çıkıyoruz ve artık evlenmeye karar verdik. Sabah erkenden kalktım. Banyo ve tıraştan sonra kendime nefis bir kahvaltı hazırladım. Dvd playere koyduğum klip eşliğinde kahvaltımı yaptım. Dışarıda ılık bir bahar günü bana tebessüm ediyordu. Çiçekçiden bir buket yaptırdım.
Buluşacağımız kafeterya yürüyerek on beş dakikalık mesafedeydi. Caddede yürürken kalabalığın arttığını gördüm. Önce bir polis arabası sonra iki, üç derken panzerler ve robocoplar… İleride yol kapalıydı. Yol girişine emniyet şeridi çelikmiş, motorlu Yunus ekipleri insanları olay mahallinden uzaklaştırmaya çalışıyordu. ”Bir kaza mı?” diye sordum yanımdaki adama. ”Terör hücre evi bulmuşlar” dedi adam benimle göz teması kurmadan. İçinde yaşadığım şehrin bir hesaplaşma, kamplaşma alanına dönüşmesi ne kötü…
Az sonra megafondan anons yükseldi: “Etrafınız sarıldı, teslim olun.” Saatime baktım, kahretsin böyle güzel günümü hiç kimse mahvedemez diyerek yan yola sapmıştım ki silahlar patladı, silah sesleri cadde boyunca yankılandı ve ben bana isabet eden kurşunla yere yığıldım. Elimdeki çiçekler asfalt üzerine saçılırken başım kaldırıma çarptı.
Asfalt üzerinde bilincim ve gözlerim açık bir vaziyette yatıyorum. Güneş gökyüzünde pırıl pırıl parlıyor ve gökyüzü tüm berraklığıyla bana tebessüm ediyor. İki serçe su birikintisinde yıkanıyor, parktaki akasya ağaçlarının dalları arasında sığırcık sürüsü, ağacın koyu gölgesi altında iki ihtiyar sohbet ediyor, bir polis bağırıyor, bir çocuk ağlıyor, bir ambulans, beyaz önlüklü insanlar.. bense tüm bunları tıpkı sessiz sinemalardaki gibi seyrediyorum ve gözlerim kapanıyor.
Bir dakika ya da daha az süre öyle kalıyor, öldüğümü düşünürken dış dünyanın sesleri tekrar kulaklarımda uğuldadı. Siren sesleriyle gözlerimi tekrar açıyorum. Çabuk çabuk olun dedi sağlık görevlisi elinde sağlık seti olduğu halde. Peşinden de iki görevli sedyeyi süratle ambulanstan indirdiler. Açılın, açılın dedi bir polis başıma toplanan kalabalığı dağıtarak. Yerde ilk müdahale yapılırken ellerimle kalbimin üzerindeki kurşun deliğinı sıkıca bastırıyorum. Mermi, ceketimi, gömleğimi delip geçmiş cüzdanım, kimliğim, kredi kartlarım ve ehliyetim paramparça olmuş ama kurşun çekirdeği tam da hurma çekirdeğinin ortasındaki o noktacık üzerinde takılıp kalmıştı.
Ölüm ile hayat arasına giren o kuru, odunsu, sert cisim...
Geçmiş peşimi hiçbir zaman bırakmadı demiştim ya, hatıralar ve anılardan hiçbir zaman soyutlanamadığımı geçte olsa anladım. O mucizevî olayı bir işaret kabul ederek ata yadigârı evi değerinin iki mislini ödeyerek geri satın aldım. İçini de bir güzel tamirattan geçirdim. Küçük Odayı tıpkı annemin döşediği gibi döşedim ne eksiz ne de fazla. Yatağımı kalorifer yanına serdim. İhtiyaçlarım hariç odadan pek nadir çıkıyorum. Kızımın deyimiyle tam bir keşiş hayatı yaşıyormuşum. Kızım bana eşimin tek yadigârı. Şimdi bu evde onunla birlikte yaşıyor ve haberi olmadan çantasına, ceplerine hurma çekirdekleri koyuyorum. Ve onun bir gece yarısı ansızın kapıma dayanmasını bekliyorum. Gecenin bir yarısı sinirlenerek elinde kuru, odunsu cisim olduğu halde kapıma dayansın ve bütün bunlar da neyin nesi oluyor baba diye sorsun. İşte o zaman ben de yatağımda doğrularak onu yanıma çağırayım ipek saçlarından okşayarak tüm hikâyeyi baştan sona anlatayım ve yastığımın altında sakladığım ortasında mermi çekirdeği olan o kuru hurma çekirdeğini ona hediye edeyim......
Alıntıdır