14 Mart 2022 Pazartesi

Gönlüne Ayranı Sokan Kişi Medine halkı arasında anlatılan şu hikâye çok meş

 Gönlüne Ayranı Sokan Kişi

Medine halkı arasında anlatılan şu hikâye çok meşhurdun Anadolu tarafından sadık bir Hak ve Peygamber aşığı gelip Medine’ye yerleşmiş. Orada evlenmiş, uzun müddet ikâmet ettiği için Hücre-i Şerifte bir hizmet ile şereflenmiş. Bir zaman geçtikten sonra humma hastalığına tutulmuş. Hummanın ateşi ile yanıp tutuşurken bir gün hatırına gelmiş ki «şimdi Anadoludaki vilayetimde olsaydım ve şu filan yoğurttan bir tas ayran içseydim…» Bu düşünceleri içinden geçirmiş, ama lisanıyla ne kendi kendine ne de başkasına bir şey dememiş. O gece Resulullah sallallahu aleyhi ve sellem (âlem-i ruhaniyette) Şeyhül-Harem’e şöyle buyurmuşlar: «Burada bizim filan hizmetimizi, hacılar ile gelecek olan filan adama ver» demiş. Şeyhül-Harem hürmet ve edeb ile “Ya Resulallah, o hizmete ümmetinizden Medine’de oturan filan kimse bakmaktadır…» deyince Efendimiz şöyle buyurmuşlar: «O kimseye bizden selam eyle, varsın vilayetinde ayran içsin!» Ertesi gün Şeyhül-Harem hasta olan o zatın evine gitmiş, Peygamberin emrini tebliğ etmiş… O da yaptığı hatayı anlamış ve «emir yüce yerden, işittim ve itaat ettim, baş üstüne…» diyerek Anadoludaki beldesine dönmüş…
Bu kıssadan bize hisseler düşer. Önce bir gönülde iki muhabbet olmaz. Eğer bir kimse Medine’ye yerleşip Resulullah sallallahu aleyhi ve selleme komşu (mücavir) olmak isterse kendisini başka şeylerin sevgisinden temizlemesi gerekir. Eğer dünya lezzetlerinden geçebilecekse gelsin, yoksa bir sene Medine’de misafir olsun, sonra memleketine dönsün. Her ne kadar misafirin kusuru var ise de mazurdur. Bu meselede İmamı Azam Efendimizin sözü üzere hareket etmek lâzımdır. Buyurmuşlar ki: «Bizim için hayırlı olan şudur: Medine’de olup da gönlümüz Bağdad’da olmaktansa, biz Bağdad’da olalım da gönlümüz Medine’de olsun…»
Yüce Allah gönlümüzden diğer bütün muhabbetleri çıkartsın ve kendi aşkıyla Resulünün muhabbetini doldursun. Amin…
Bu hikâye tayyabetül ezkar muellifi Derviş Ahmed Pesk âri efendiden alınmıştır. Rabbim şefaatlerine nail etsin, amin…


sıvale bahcesi Medinenin avali semtindeki bahçeler hurmalıklari meyveleri hoş kokulu çiçek ve berrak sulariyla meşhurdur, bunlardan biride sıvale bahçesi dir,kuba mescidinin500metre dogu tarafina düser ,bugünkü adıyla sivale diye bilinen bir bahcederki zamanında aşeri mubaşerreden ve İslam’ı kabul eden ilk 8 kişiden biri olan abdurrahman bin avf hazretlerine aitti,vadi buthan üzerinde bulunan bu bahce 1400 yildir mekanını kaybetmemiştir ,nadr ogullarından alınan harb ganimeti sadece muhacirlere dagıtılıcak, ganimetten ,hazreti aburrahman bin avfa Hazretlerinin payına düşen bir bahçede burasi olucaktir,bugün eşrafta şerif hüseyinin torunlarına ait olan bu bahçede serif hüseyin zamanında devlet erkanını bu bahçede bugün olmuyan kasrında ağırlamıştir...

 


“Pilavcı Baba” hikayesi Pilavcı Yahya baba, II. Bâyezid Han

 “Pilavcı Baba” hikayesi

Pilavcı Yahya baba, II. Bâyezid Han zamanında, Edirne Bâyezid Külliyesi’nin aşçılarından biridir. Arkadaşları hoşaf, kebap, sebze, bakliyat pişirir. Ama onun ihtisası pilavdır. Mübarek işe girişti mi, ibadet ettiğini sanırsınız. Pirinçleri salâvat getire getire ayıklar, yağını tekbirlerle eritir. Tuzunu Besmele ile suyunu Fatihalarla salar. Zaman zaman gözünü yumar enbiyâyı evliyayı aracı yapar, Allah’tan bereket arzular.
Onun pilavı herkese yeter, hattâ artar. Ancak o tek pirinç tanesine bile kıyamaz; artanı Tunca nehrine atar. Balıklar onun geleceği saati bilir, köprü basında toplanırlar. Kilerci, bakar pilav artıyor; pirinci aşçıya az vermeye baslar. Ama Yahya Baba bir kere bile “Bu pirinç yeter mi?” demez. Kilerci şaşkındır. Her gün pirinç miktarını biraz daha kısar ama pilav azalmaz aksine çoğalır. Yine herkes doyar, Tunca’nın balıkları bile nasibini alırlar. Kilerci, bunu izâh edecek tek kelime bilir: “Bu Bir Keramet!” Çok dener ve emin olunca Padişaha çıkar. “Bu Yahya Baba boş değil Sultanım der, hâlbuki biz ona amele muamelesi yapıyoruz.”
Bâyezid-i Veli gönül ehlidir ve aşçı ile tanışmak ister. Kilerci ile bir plan yaparlar. O gün Yahya Baba’ya çok az, hattâ gülünç denilebilecek kadar az pirinç verilir. O her zaman ki gibi okur. Âlemlerin Rabbi’nden Halil İbrahim bereketi diler. Pilavı çok lezzetli olur, üstelik kazanlara sığmaz. Yahya Baba yine artanları yüklenir, Tunca’nın yolunu tutar. Tam kepçeyi daldırıp balıklara atarken Padişah ortaya çıkar. “Ne oluyor bre der. Yoksa devlet malını israf mı edersin?” Yahya Baba tutulur kalır. Ancak balıklar kafalarını sudan çıkarıp; “Ayıp olmuyor mu sultanım? Derler. Koca devletin artığını bize çok mu görüyorsun?” Yahya Baba öylesine mahcub olur ki, anlatılamaz. Utancından secdeye kapanır, Allah’a sığınır. Bâyezid-i Veli onun kalkmasını bekler, ama geçmiş ola… Mübarek çoktan ruhunu teslim edip, kavuşmuştur Rahmet-i Rahmân’a

⚠️ HUTBE OKURKEN HULEFA-İ RAŞİDİN'İN İSİMLERİNİ ZİKRETMEK, EHL-İ SÜNNET'İN ŞİARINDANDIR. 👉 İmam-ı Rabbani kuddise sirruh Hazretleri bir mektubunda şöyle buyurmuştur: 👉"İşittiğimize göre bu beldenin hatibi, kurban bayramı hutbesinde Hulefa-yı Raşidin (Hz. Ebu-bekir, Hz. Ömer, Hz. Osman ve Hz. Ali radıyalla-hü anhüm) Efendilerimizin mübarek isimlerini zikretmeyi terk etmiş. 👉Yine işittik ki orada hazır bulunan cemaat, kendisine itiraz edince hatasını kabul etmemiş ve unutmasından ve günah işlemesinden dola-yı mazeret de beyan etmemiş. 👉Bilakis onlara isyan ve inat ile karşılık vermiş. Hatta demiş ki: "Hulefa-yı Raşidin'nin isimleri zikredilmese ne lazım gelir ki?" 👉Yine işittik ki, bu beldenin ahalisi ve ileri gelenleri, bu hususta gevşek davranmışlar. Bu insafsız ve edebsiz hatibe, şiddetli ve sert şekilde karşılık vermemişler. Bir kere değil binlerce kere ah olsun. 👉Hulefa-yı Raşidin'in isimlerini zikretmek, her ne kadar hutbenin şartlarından değilse de Ehli-Sünnet vel-Cemaatin alamet ve şiarındandır. (Prensiplerindendir). 👉Hz. Allah, Ehli-Sünnet vel-Cemaat erbabının gayretlerini kabul buyursun. Bu hususu bilerek kasden ve inatla terk eden kimsenin kalbinde muhakkak bir hastalık, batınında ise pislik (inanç noktasında sıkıntı) vardır..." ▪️ [MEKTUBAT-I İMAM-I RABBANİ, C.2,- M.15] (ALINTIDIR)

 


HADİS-İ ŞERİF : Bir mü'min sabah namazını cemaatle kılıp, öğleden önce vefat ederse, günahları affedilmiş olarak vefat eder. Öğle namazını cemaatle kılıp, ikindiden önce vefat ederse, şehid olarak vefat eder. İkindi namazını cemaatle kılıp, akşam namazından önce vefat ederse Allahüteala ondan razı olmuş halde vefat eder. Akşam namazını cemaatle kılıp, yatsı namazından önce vefat ederse, cennet ona aşık olarak vefat eder. Yatsı namazını cemaatle kılıp, fecirden önce vefat ederse, hesapsız olarak cennete girer. (mevize-i hasene sayfa.144)

 


GECEYE NOT: Destek vererek güçlendirdiğiniz kişinin ilk bırakacağı siz olursunuz. Büyüklerimiz boşuna dememiş; "Körün gözleri açıldığında ilk kıracağı bastonu olurmuş"..

 ‘’Kim Müslümanların aleyhinde gıda maddelerini stok ederse, Allah da ona iflas ve cüzam hastalığıyla vurur.’’

İhtikâr iflastır. Faiz iflastır. Biâti bozmak iflastır. Beyi’de hile yapmak iflastır.
-Mufassal Medeni Ahlak s.747

Hâtemü’n-Nübüvve: Hazreti Muhammed’den (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) sonra yeni bir peygamber gönderilmeyeceğini, O’nun peygamberlerin sonuncusu ve mührü olduğunu bildirmektedir. Hazreti Muhammed’in (Sallallâhu Aleyhi ve Sellem) iki kürek kemiği arasında bulunan ve nübüvvetini alâmetlerinden biri olan BEN. Yani Peygamberlik mührü ve nişanesi anlamına gelmektedir. Rasûl-i Ekrem’in nübüvvetinin delili olduğu gibi, O’nun son peygamber olduğunu da ifade etmektedir. Hâkim’in Vehb ibni Münebbih’den naklettiği bir rivayette; Allah (Celle Celâluhû) hiçbir peygamber göndermemiş olsun ki, onun sağ elinde peygamberlik BEN’i olmasın. Ancak bizim peygamberimiz bunun istisnasıdır. O’nun peygamberlik BEN’i, kürek kemikleri arasındadır. Bu durum Peygamberimize sorulduğunda cevaben: “Kürek kemiklerim arasındaki bu ben benden önceki peygamberlerin beni gibidir. Şu kadar var ki benden sonra ne bir nebi ne de rasûl gelmeyecektir.” buyurmuşlardır.