5 Ağustos 2022 Cuma

⚠️Yapılan ibadetlerin sevabını “Allah'ım, falana kavuştur” demek, meşrudur. İşte seleften delili... ▪️İbn Mes’ûd (radiyallâhu anhu) bir câriye satın aldı. Bedelini ödeyeceği zaman câriyenin sahibini bulamadı. Onu bir sene aradı. Bulamayınca da fakirlere onun adına birer ikişer dirhem sadaka vermeye başladı. Verirken de “Allah'ım, bu falan kişi adınadır. Ama (kendisinin adına verilmiş olmasını) kabul etmezse benim adıma olsun. Câriyenin bedelini kendisine öderim” dedi. Şunu da söyledi: “Yitik malı bulduğunuzda siz de böyle yapın” dedi. (Buhârî, Kitâbü't-talâk, 22) Selefin işlenen salih amellerin sevabını başkasına bağışlama usûlü böylece öğrenilmiş olmaktadır. Bunu bilmek gerek. Bu cidden önemlidir. Ben derim ki: Bu durumda, yapılan ibadetlerin sevabını “Allah'ım, falana kavuştur” demeye ihtiyaç yoktur. Şöyle denebilir: “Ben, falan kişi adına oruç tutuyorum. Sevabını da ona bağışlıyorum. Bu sevabı benden ona gönder.” Seleften nakledilen usûl, İbn Mes’ûd (radiyallâhu anhu)’un dediği şekildedir. Muhammed Enverşâh el-Keşmîrî, Feydu'l-Bârî alâ Sahîhi'l-Buhârî, 5/593-594.

 BÜYÜK ZÂTLARDAN DUA İSTEMEK

Ali bin Ebû Harrâre anlattı: “Annem yirmi seneden beri yatalak idi. Bir gün bana; ‘Oğlum, İmâm Ahmed bin Hanbel’e (rah.) git, bana dua etmesini iste’ dedi. Gittim, kapısını çaldım. O, kapıyı açmadan, ‘Kimdir o?’ dedi. Ben, ‘Bir hemşehrinizim, validem yatalak bir hasta olup sizden hayır dua talep etmektedir’ dedim.
İçeriden, ‘Biz, duaya sizden daha muhtacız’ dediğini işittim. Geri dönmek için davranmıştım ki kapıdan yaşlı bir hanım çıktı ve: ‘Şimdi, senin annene dua ettiğini duydum’ dedi. Hemen evime döndüm, kapıyı çaldım. Annem ayakları üzere kalkmış, yürüyerek kapıyı bana açtı ve ‘Allâhü Teâlâ, bana sıhhat ve afiyet ihsân etti’ dedi.”
ÂŞÛRÂ GÜNÜNÜN FAZİLETİ
Âşûrâ günü yani Muharrem ayının onuncu gününde infâkta bulunanlara ve ibadet edenlere, Allâhü Teâlâ büyük sevaplar ihsan eder. Peygamberimiz (s.a.v.) “Her kim Âşûrâ günü çoluk-çocuğuna cömert davranırsa, Allâhü Teâlâ senenin tamamında ona rızık genişliği verir.” buyurmuştur. Tâbiîn’in büyüklerinden Süfyân-ı Sevrî (r.a.) “Biz bunu elli sene tatbik ettik, rızık genişliğinden başka bir şey görmedik.” demiştir.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.), Medîne-i Münevvere’ye hicret buyurduğunda Yahûdîlerin Âşûrâ günü oruç tuttuklarını gördü ve “Bu ne orucudur?” diye sordu.
“Bugün büyük bir gündür. Bugün Allâh’ın (Azze ve Celle), İsrâîloğullarını Firavun’dan kurtardığı gündür. Mûsâ (a.s.), (Allâh’ın bu lütfuna şükür için) oruç tutmuştur (biz de tutarız).” dediler.
Peygamber Efendimiz sallallâhü aleyhi ve sellem; “Biz, Mûsâ (aleyhisselâm’ın sünnetini ihyâ)ya sizden daha lâyıkız.” buyurdu ve o gün oruç tuttu. Ashâbına da tutmalarını emreyledi. Böylece Âşûrâ orucu vacip oldu. Ancak Ramazan orucu farz kılındıktan sonra Âşûrâ günü oruç tutmak, vacip olmaktan çıkmış, Muharrem ayının 9. günü ile birlikte tutmak sünnet olmuştur.
05 Ağustos 2022
Fazilet Takvimi

⚠️ Ashâb-ı Kirama Hürmetsizliğin Taşıdığı Tehlikeler - 2 [Ali Eren] ▪️Hazreti Muâviye’ye gelince…

 

⚠️ Ashâb-ı Kirama Hürmetsizliğin Taşıdığı Tehlikeler - 2
[Ali Eren]
▪️Hazreti Muâviye’ye gelince…
Sağlam isnad ve rivâyetlerle gelen hadislerde Peygamberimiz (sa.v.) Hazreti Muâviye için şu şekilde duâ etmiştir:
“Allahım! Ona kitabı ve hesabı öğret. Onu azaptan koru.” (Ahmed b. Hanbel, 4/ 127, no: 17283)
“Allahım! Onu doğru yolu (hidâyeti) gösteren ve doğruya (hidâyete) eren biri eyle.” (Tirmizî, 3442, Ahmed b. Halbel, 4/146, no: 18055)
Biz Müslümanlar Hazreti Resûlüllah’ın (s.a.v.) diğer duaları gibi bu duâsının da kabul edildiğine inanırız.
Hazreti Muâviye’nin aleyhinde olanlar şunu bilmiyorlar mı:
Hazreti Muâviye faaliyetlerinde tek başına değildi. Tahmînen ashab-ı kiramın yarısı onun tarafındaydı. İslamın birçok meseleleri de bize onlar vasıtasıyla ulaşmıştır.
Eğer onlar kâfir ve fâsık iseler, İslam dininin yarısı bize kâfir ve fâsıklar vâsıtasıyla ulaşmış demek olur ki, o zaman bu dinin yarısına güvenilemez…
Onun için, böyle sözleri ancak maksadı dini ortadan kaldırmak olan zındıklar söylerler.
Bu meseleye samimi düşünceyle bakmayanlar, Hazreti Ali-Hazreti Muâviye çekişmesinin, maddî ve dünyevî çıkar ve menfaat düşüncesine bağlı olduğunu söylüyorlarsa da güvenilir âlimlerimiz öyle söylemiyor.
İmam Gazâlî (rah. a) Hazretleri, Hazreti Ali ile Hazreti Muâviye arasındaki anlaşmazlığın hilâfet meselesinden değil, Hazreti Muâviye’nin yakın akrabası olan Hazreti Osman’ın katillerine kısas yapılmasının gecikmesinden kaynaklandığını söylemektedir. İbni Hacer (rah. a.) da ehl-i sünnetin benimsediğinin bu görüş olduğunu kaydetmektedir.
Hanefî âlimlerinin büyüklerinden Şeyh Ebû Şekûr Es-Sâlimî de Hazreti Ali-Hazreti Muâviye arasındaki mücadelenin hilafet yüzünden olduğunu söylemekle beraber, Hazreti Muâviye’nin bunu şu hadis-i şeriften dolayı yaptığını izah eder:
Peygamberimiz (s.a.v.) Hazreti Muâviye’ye, “İnsanların idaresini ele aldığında onlara yumuşak davran.” (Ahmed b. Hanbel, 4/ 101 no. 17057)
Hazreti Muâviye (r.a.) bu hadis-i şeriften kendisinin halife olacağı kanaatına varmıştı.
Gerçi Hazreti Muâviye halifelik düşüncesinde hatalıydı. Çünkü dönem henüz Hazreti Ali’nin halifeliği dönemiydi.
Ama halifelik düşüncesine Peygamberimiz’in sözüyle vardığı için, erken davranma yanlışından dolayı aleyhinde bulunmak da câiz olmaz.
Evet, gerçekten onun nasibinde insanların yönetimini ele almak vardı. Nitekim öyle olmuş, Hazreti Hasan (r.a.) Efendimiz bazı şartlarla hilafeti Hazreti Muâviye’ye teslim etmiştir.
Hazreti Ali İle Hazreti Muâviye arasındaki anlaşmazlık, önce Hazreti Osman’ın katillerine kısas yapılmasının geciktirilmesi ile başlamış, sonra halifelik meselesi devreye girmiştir.
***
Hazreti Ali kim, Hazreti Muâviye kimdir?
Her ikisinin Peygamberimiz’e yakınlığı nedir?
Hazreti Ali (r.a.) Peygamberimiz’in damadı ve amcasının oğludur. Üstünlüğü tartışılmaz.
Hazreti Muâviye, Peygamberimiz’in kayın biraderidir. Onun için, kitaplarımızda ondan “Mü’minlerin dayısı” diye bahsedilir. O, Kur’an âyetlerini yazan iki dâimî vahiy kâtibinden biridir.
Onu vahiy kâtipliğine Cebrâil Aleyhisselam’ın tavsiyesi ile Resûlüllah Efendimiz bizzat kendisi getirmiştir.
Hazreti Muâviye güvenilmez biri olsaydı, Allah kelâmının kayda geçirilme vazifesi hiç ona teslim edilir miydi?
Hâşâ, ya âyetleri yanlış yazsaydı?
Böyle bir şey düşünülemez, zaten böyle bir ihtimal de yoktur.
Bugün Hazreti Muâviye’nin aleyhinde bulunanlar, okudukları âyetlerin, onun yazdığı âyetler olduğunu düşünmezler mi?
Hazreti Ali-Hazreti Muâviye meselesinde biz Müslümanların iki taraf arasına girmememiz gerekir. Bu konudaki tavrımızın nasıl olacağını, Peygamberimiz bildiriyor:
“Ashabım arasındaki kavgadan uzak durun.” (İbni Esir, En-Nihâye: 2/445)
“Ashabım anıldığında dilinizi tutun.” (Taberânî, El-Kebîr, 2/96, no: 1467)
“Ashabım hakkında Allah’tan korkun” (Ahmed b. Hanbel b. Hanbel, 4/ 87, no. 16926)
İmam Şâfiî Hazretleri’nin şu sözü pek meşhurdur:
“Allah bizim ellerimizi onların kanlarına bulaşmaktan korudu, biz de dillerimizi onların aleyhinde konuşmaktan koruyalım.”
Aynı sözü Ömer b. Abdülaziz Hazretleri’nin de söylediği rivâyet edilmektedir.
***
Netice:
Bütün bunlardan anlaşılmaktadır ki, en doğru hareket ashab-ı kiramı sadece hayırla anmak, onların hatalarını konuşmamaktır.
Birçok ehl-i sünnet âlimi Yezid’e bile lânet etme hususunda çekingen davranmışlardır. Çünkü Ebûcehil, Nemrut ve Firavun gibi kâfir olarak öldüğü kesin olarak bilinen kimseler hâriç, hiç kimse hakkında lânet okumak câiz değildir.
Yezid’in kâfir olarak öldüğüne dair de kesin bir bilgi yoktur.
Öbür taraftan, lâneti hak eden bir kimseye bile lânet etmemek günah da değildir.
Esasen kişinin dilini lânete alıştırmaması icap eder.
Kaldı ki, İslamda lânet okumak diye bir ibâdet de yoktur.
***
Zamanımızda, 1400 sene önceki meseleleri tekrar ele alarak, Müslümanların zihinlerini bulandırmak isteyen bazı kimseler var. Ehl-i sünnet içinde bulunan bu kimseler, Peygamberimiz’den sonraki hilâfet meselesini tekrar kurcalamakta, konuşma ve yazılarında da kaynak olarak ehl-i sünnet kaynaklarını değil, şiî / râfizî kaynaklarını esas almaktadırlar.
Ashab-ı kiram arasında geçen hâdiseleri devamlı canlı tutmakta, bunu da ehl-i sünnetin görüşüne uymayan bir üslupla anlatarak Müslümanları adeta şiîleştirmeye çalışmaktadırlar.
Bunun neticesi olarak, ortada fitneler meydana gelmektedir. Biz bu durum karşısında elimizden geldiği kadar üzerimize düşen vazifeyi yapmaya çalışıyoruz. Nitekim bu makâlenin yazılmasının sebebi de budur.
Çünkü Sevgili Peygamberimiz şöyle buyuruyor:
“Fitneler meydana çıktığında bilen bildiğini söylesin. Allah’ın, meleklerin ve bütün insanların lâneti bunu yapmayanların üzerine olsun. Allah (c.c.) böyle kimselerin farz, nâfile hiçbir ibâdetini kabul etmez.”( El Câmi’ li-Ahkâmi’r-Râvî. 2/165. No: 1393)
▪️Not: Bu makâle, İmam-ı Rabbânî (kuddise sirruh) Hazretleri’nin Mektûbâtı’nın birinci cilt, 251. mektubu esas alınarak hazırlanmıştır…

“GÖKTEN TAŞ YAGMASINI BEKLEYİN” ▪️Hz. Ali (ra) anlatıyor: Resûlullah Efendimiz (SAV) bir gün: "Ümmetim on beş şeyi yapmaya başlayınca onlara büyük belâlar iner!" buyurdu. Yanındakiler: "Ey Allah'ın Resûlü! Bunlar nelerdir?" diye sordular. Resûlullah Efendimiz (SAV) şöyle buyurdu: 1- Millî servet, fakir fukaraya uğramadan sadece zengin ve mevki sahibi kimseler arasında gidip gelen bir metâ haline gelirse, 2- Emanet, ganimet ve fırsat bilinip hıyanet edildiği zaman, 3- Zekât (ödemeyi ibadet bilmeyip bir angarya ve ceza telâkki ettikleri zaman. 4- Kişinin karısının kötü emirlerine itaat ettiği zaman, 5- Anne hukuku sıkça çiğnendiği zaman, 6- Baba hukuku sıkça çiğnendiği zaman. 7- Arkadaşın kötü emirlerine itaat arttığı zaman, 8- Mescitlerde (rızay-ı İlâhî gözetmeyen husûmet, alış-veriş, eğlence ve siyaset vs. ile ilgili) sesler yükseldiği zaman. 9- Kavme, onların en alçağı reis olduğu zaman; 10- Zorba kişiye zararı dokunmasın diye hürmet edildiği zaman; 11- Şarap meşrû sayılarak içildiği zaman, 12- İpek (haram bilinmeyip erkekler tarafından) giyildiği zaman; 13- Şarkıcı kadınlar arttığı zaman; 14- Türlü çalgı âletleri arttığı ve sıkça çalınır olduğu zaman, 15- Bu ümmetin sonradan gelen nesilleri, önceden gelip geçenlere (çeşitli ithamlar ve bahanelerle) hakaret ettiği zaman artık kızıl rüzgârı, zelzeleyi, yere batışı veya suret değiştirmeyi ya da gökten taş yağmasını bekleyin." (Kütüb-ü Sitte, 14/494; Tirmizî, Fiten 38, (2210 )

Peygamber Efendimiz sallallahй aleyhi ve sellem buyurdular: "Mumine zarar veren veya onu aldatan, melundur (Allah'in rahmetinden uzaktir)."

 


⚠️ Dini, Siyasete ve Ticarete Alet Etmek. ▪️Bir kadın, İmâm-ı Azam Efendimizin dükkanından alış verişe gelmişti. Dükkandan kumaş alırken, kumaşı raftan indiren tezgahtar kadının duyacağı şekilde: "Allahümme salli alê seyyidinê Muhammedin ve alê êli Muhammed." Demişti. Bunu duyan İmâm-ı Azam Efendimiz, derhal tezgahtarın işine son verdi ve: "Kumaş satarken Rasûlüllah s.a.v Efendimizin mübarek ismini söyleyip ticaretine alet eder duruma düşmekten Allah'a sığınırım." Demişti. ▪️Bu derece hassasiyet ancak öyle büyük bir imamda bulunabilirdi... ▪️Bu devirde dini, siyaset ve ticarete alet edenleri basiret sahipleri görebilir ve insanları uyarır. Kafa gözüyle bakıp kalbi de mühürlü olanlar ise ne görebilir ne de uyarana uyabilir. ▪️Ya Rabbi, bizler ki, bir metre uzağı görmekten aciz kullarınız. Bizi basiret ehli'nin gönlünde ve izinde olanlardan eyle. Huzuruna da onlarla kabul eyle.. (Amin)

PEYGAMBERİMİZE YAKIN OLMAK İSTEYEN, * Medine-i Münevvere’yi ziyaret etme sırrına ermek isteyenlere Eyüp Sultan Camii, İlim tahsilinde sıkıntı ve zorluk çekenlere Fatih Camii, Maddi sıkıntı ve borç içerisinde olanlara Beyazıt Camii, Manevi fütuhat, ruhani terakki ve evliyaullahın ruhlarına mülaki olmak isteyenlere Süleymaniye Camii, Maddi ve manevi meselelerinde hüküm ve karar bekleyenler için Sultanahmet Camii, İşlerinde feth ü fütuhat isteyenlere Sultan Selim Camii, İdaresinde muktedir olmak isteyenlere Ayasofya Camii işaret ve tavsiye edilmiş. Ayrıca İstanbul’un Medine’sinin Eyüp Sultan Hazretleri Camii, Mekke’sinin Fatih Sultan Camii, Kudüs’ünün Sultanahmet Camii, Kerbela’sının Sümbül Efendi Camii olduğunu öğreniyoruz. Gönenli Mehmet Efendi Hocamızın işaret ettiği sırlar.

Sazlı Cazlı Müzik Aletleriyle ilahi Mevlit Okuyan Hocalardan Uzak Durun…!