40, 50 ,60 ,70… YAŞIN İKRAMLARI!
Bu ikramlara layık olmak için biraz silkelenelim!
Resûlullâh Efendimiz (s.a.v.) buyurdular:
“Bir kimse Müslüman olarak kırk yaşına vardığında Allâh ondan üç türlü belâyı kaldırır: delilik, cüzzâm ve baras (alaca).
Bir kul Müslüman olarak elli yaşına erdiğinde günahlarını hafifletir.
Bir kul Müslüman olarak altmış yaşına geldiğinde Allâh ona inâbeyi (gafletten zikre dönmeyi) ihsân eder.
Bir kul Müslüman olarak yetmiş yaşına erdiğinde semâda meleklerine sevdirir.
Bir kul Müslüman olarak seksen yaşına geldiğinde sadece hasenatı, sevapları yazılır, günah yazılmaz.
Bir kul Müslüman olarak doksan yaşına erdiğinde geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlar, ve “Esîrullâh fi’l-arz: yeryüzünde ALLAH’ın esîri” diye isimlendirilir, âilesine şefaat hakkı verilir.”
“Dünyâ hayâtı azdan daha azdır. Ona âşık olan, alçakların alçağıdır. O sihriyle bir topluluğu sağır ve kör eder. Böylece onlar ortalıkta şaşkın ve delîlsiz ortalıkta kalırlar.”
https://vimeo.com/tomorhoca
- Ana Sayfa
- İlahi – Kur`an -İslam – Din -Tasavvuf – Belgesel – Dua – Hadis – Tarih – Şiir – Vs… – بِسْمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
- Dini bilgiler
- Hatim duası Türkçe Hatim Duası
- Ahmet tomor hoca sohbetleri
- suleymaniye
- Ruhlar kabirde hep kalır mı?
- Şehitlik ve Fazileti
- İslami Eğitim
- ALLAH (C.C.) 'ÜN SIFATLARI
- Ahmet Tomor Hocaefendi Sohbetleri
- Veysel Gürler
- Umman'dan Şifâlar
- İSLAMİ BİLGİLER KİTAP SOHBET SEYRET MULTİMEDYA
- Safakat İslami Forumları
- sadakat.net
- Ehl-i Sünnet Hanefi
- HAVAS İLMİ-MÜCERREBAT-I İLAHİ ŞİFACILAR
- Sağlığımızın müthiş şifreleri Sayfadaki tüm bilgiler bilgi amaçlıdır kullanım tercihi size aittir önce araştırın inceleyin doktorunuza danışın saygılar
- Sayfa ve guruptaki bilgiler bilgi amaçlıdır araştırın araştırmadan doktorunuza danışmadan kullanmayın sakın saygılar hepinize m.ulaş
- MUHTASAR İLMİHAL | Fazilet
- İLİM BÖLÜMÜ
- İmam Suyuti Camius Sağir
- Dini Sorular Molla Cami dini sorular ve cevapları
- incemeseleler
- "Nazar, deveyi kazana, insanı mezara sokar."
- YAVRULARIMIZA ELİF CÜZÜ ÖĞRETELİM. BİZLERDE TEKRAR EDELİM...
- Hadis-i Şerif
- FAZİLET TAKVİMİ
- mektebun
- faydalı
- medine
- Zi tuva kuyusu...
- Ali Eren Hoca
- *FATİHA SURESİNİN SIRRI..*
- "Kişi sevdiği ile beraberdir."
- *FATİHA SURESİNİN SIRRI..*
29 Mart 2019 Cuma
Öfke aklı örter!
İslam büyükleri hep öfkeden sakınmayı, öfkeli iken karar vermemeyi öğütlemişlerdir. Çünkü öfke aklı örter. Akılsız verilen kararlar insanın zararına olur. Öfke ile alınan kararlar insanın dünyasını ve ahiretini karartır. Allah adamları öfkeyi, ortalığı yakıp kül eden ateşe benzetmişlerdir.
İmamı Gazali hazretleri buyurdu ki: “Bil ki öfke, bir ateş kıvılcımıdır. Muhakkak ki öfke ateşi, küllerin altına gizlenen ateş közleri gibi, kalplerin kıvrımlarında gizlidir. Taşın, demirin ateş çıkarması gibi, bu öfke ateşini de inatçı ve zâlim olan kişinin kalbinde gizlenen gurur ve azamet dışarıya çıkarır. Öfke ateşi kimde galip gelirse, o kimse şeytana yakın olur. Nitekim şeytan şöyle demiştir: “Beni ateşten, onu ise çamurdan yarattın!” (A’raf/12)
Muhakkak ki çamurun durumu vâkar içinde sükûnettir. Ateşin durumu ise alevlenmek ve parlamak, hareket ve ızdıraptır. Kin ve hased, öfkenin doğurduğu kötü neticelerdir. Helâk olan kimseler bu iki kötü hasletten dolayı helâk olmuşlardır. Fesada uğrayanlar da onlardan dolayı fesada uğramışlardır.
Madem kin, hased ve öfke, kulu felâkete sevkeden âmil ve sebeplerdendir, öyleyse insan, öfkenin tehlikeli durumlarını, çirkin taraflarını bilmeye muhtaçtır ki öfkeden sakınıp, korunsun!
Eğer varsa, kalbinden silip söküp atsın. Eğer kalpte yerleşmiş ise, tedavi etmek sûretiyle sökülmesine çalışsın; zira şerri tanımayan bir kimse şerrin içine girebilir. Şerri tanıyana da, şerrin bertaraf edilmesinin ve uzaklaştırılmasının yolunu bilmedikçe sadece tanımak yeterli olmaz.
Kur’an-ı kerimde, “O zaman inkâr edenler, kalplerine öfke ve gayreti, o cahiliye öfke ve gayretini koymuşlardı, Allah da elçisine ve mü’minlere huzur ve güvenini indirdi.” (Fetih/26)
Görüldüğü gibi Allahü teâlâ, kâfirleri haksız öfke ve gayretlerinden dolayı zemm ve mü’minleri de Allah tarafından kendilerine gönderilen vâkar ve sekinetten dolayı medhetmektedir.
Hz. Ebu Hüreyre rivayet eder: “Bir zatın Hazreti peygambere ‘Ey Allahın Resûlü! Bana yapabileceğim bir ameli tavsiye et! Fakat az olsun!’ demesi üzerine Peygamber efendimiz, ‘Öfkelenme!’ buyurmuştur. Kişi aynı suali, başka bir zaman yine sordu. Resulullah efendimiz yine ‘Öfkelenme!’ cevabını verdi.”
Mehmet Oruç
İmamı Gazali hazretleri buyurdu ki: “Bil ki öfke, bir ateş kıvılcımıdır. Muhakkak ki öfke ateşi, küllerin altına gizlenen ateş közleri gibi, kalplerin kıvrımlarında gizlidir. Taşın, demirin ateş çıkarması gibi, bu öfke ateşini de inatçı ve zâlim olan kişinin kalbinde gizlenen gurur ve azamet dışarıya çıkarır. Öfke ateşi kimde galip gelirse, o kimse şeytana yakın olur. Nitekim şeytan şöyle demiştir: “Beni ateşten, onu ise çamurdan yarattın!” (A’raf/12)
Muhakkak ki çamurun durumu vâkar içinde sükûnettir. Ateşin durumu ise alevlenmek ve parlamak, hareket ve ızdıraptır. Kin ve hased, öfkenin doğurduğu kötü neticelerdir. Helâk olan kimseler bu iki kötü hasletten dolayı helâk olmuşlardır. Fesada uğrayanlar da onlardan dolayı fesada uğramışlardır.
Madem kin, hased ve öfke, kulu felâkete sevkeden âmil ve sebeplerdendir, öyleyse insan, öfkenin tehlikeli durumlarını, çirkin taraflarını bilmeye muhtaçtır ki öfkeden sakınıp, korunsun!
Eğer varsa, kalbinden silip söküp atsın. Eğer kalpte yerleşmiş ise, tedavi etmek sûretiyle sökülmesine çalışsın; zira şerri tanımayan bir kimse şerrin içine girebilir. Şerri tanıyana da, şerrin bertaraf edilmesinin ve uzaklaştırılmasının yolunu bilmedikçe sadece tanımak yeterli olmaz.
Kur’an-ı kerimde, “O zaman inkâr edenler, kalplerine öfke ve gayreti, o cahiliye öfke ve gayretini koymuşlardı, Allah da elçisine ve mü’minlere huzur ve güvenini indirdi.” (Fetih/26)
Görüldüğü gibi Allahü teâlâ, kâfirleri haksız öfke ve gayretlerinden dolayı zemm ve mü’minleri de Allah tarafından kendilerine gönderilen vâkar ve sekinetten dolayı medhetmektedir.
Hz. Ebu Hüreyre rivayet eder: “Bir zatın Hazreti peygambere ‘Ey Allahın Resûlü! Bana yapabileceğim bir ameli tavsiye et! Fakat az olsun!’ demesi üzerine Peygamber efendimiz, ‘Öfkelenme!’ buyurmuştur. Kişi aynı suali, başka bir zaman yine sordu. Resulullah efendimiz yine ‘Öfkelenme!’ cevabını verdi.”
Mehmet Oruç
Hased eden, İblis’i sevindirir!
Hased eden, İblis’i sevindirir!
Hased eden İblis’i (Şeytan’ı) sevindirmiş olur. Çünkü İblis, Müslüman kardeşinin ilimde, takvâda malda, üstünlüğünü gördüğünde bunu hased etmeyip bu halinden dolayı memnun olup sevinirse onun iyiliklerine, sevaplarına ortak olacağını bilir; bunun için üzülür; hased ederse bunlardan mahrum kaldığı için sevinir.
Bu bakımdan İblis, insanın, Allah’ın kuluna verdiği din ve dünya nimetinden dolayı başkasını hased ederse çok sevinir. Hased etmezse üzülür. Sevmek sevmemek önemlidir; kişinin tarafını gösterir. Bir bedevi Peygamberimize gelerek dedi ki: “Kişi dindar olan bir kavmi sever, fakat onlar gibi olamazsa!” diye sordu. Efendimiz, “Kişi sevdiği ile beraberdir” buyurdular.
Hazreti Enes buyurdu ki: ‘Müslümanlar, Peygamberimizin bu müjdesine Müslüman olduktan beri o gün sevindikleri kadar hiçbir zaman sevinmiş değillerdi.’ Hazreti Enes bildirir: ‘Biz Resulullah Efendimizi, Hz. Ebu Bekir ve Ömer’i sever, fakat onların ameli gibi amel edemeyiz! Arzu ederiz ki onlarla beraber olalım!’ Hz. Ebu Musa şöyle demiştir: Ben ‘Kişi namaz kılanları, oruçluları sever, onlar gibi amel sahibi olamazsa’ diye sordum. Cevap olarak Hazreti Peygamber (Aleyhissalatu vesselam )şöyle dedi: “O, sevdiğiyle beraberdir.”
Buyuruldu ki: Eğer âlim olmaya gücün yetiyorsa âlim ol! Eğer buna gücün yetmiyorsa öğrenci ol! Eğer buna da gücün yetmiyorsa onları sev! Eğer onları sevmeye gücün yetmiyorsa bari onlara buğzetme!
İblis hased ettirerek, Müslümanların birbirlerini sevmelerine mani olmak ister. Sonra bununla da yetinmez, Müslümanı Müslümana düşman eder. Müslüman günahkâr oluncaya kadar yakasını bırakmaz.
Buyuruldu ki:
Şu beş kişi ile, hiçbir yerde bir araya gelmeyin:
1- Hasetçi ve cimri ile,
2- Yalancı ile,
3- Ahmakla,
4- Kötü alışkanlığı olanla,
5- Günah işleyip de, marifetmiş gibi herkese anlatanla.
Süfyan-ı Sevrî hazretleri buyurdu ki: “Hasetçinin hâlinden biri de anlayışsız olmaktır. Kim aklının iyi çalışmasını istiyorsa kimseye hased etmesin. Bazan ben, komşularımın veya başkalarının yanında hasedi uyandırmasın diye yeni elbise giymekten vazgeçerim.”
Mehmet Oruç
Hased eden İblis’i (Şeytan’ı) sevindirmiş olur. Çünkü İblis, Müslüman kardeşinin ilimde, takvâda malda, üstünlüğünü gördüğünde bunu hased etmeyip bu halinden dolayı memnun olup sevinirse onun iyiliklerine, sevaplarına ortak olacağını bilir; bunun için üzülür; hased ederse bunlardan mahrum kaldığı için sevinir.
Bu bakımdan İblis, insanın, Allah’ın kuluna verdiği din ve dünya nimetinden dolayı başkasını hased ederse çok sevinir. Hased etmezse üzülür. Sevmek sevmemek önemlidir; kişinin tarafını gösterir. Bir bedevi Peygamberimize gelerek dedi ki: “Kişi dindar olan bir kavmi sever, fakat onlar gibi olamazsa!” diye sordu. Efendimiz, “Kişi sevdiği ile beraberdir” buyurdular.
Hazreti Enes buyurdu ki: ‘Müslümanlar, Peygamberimizin bu müjdesine Müslüman olduktan beri o gün sevindikleri kadar hiçbir zaman sevinmiş değillerdi.’ Hazreti Enes bildirir: ‘Biz Resulullah Efendimizi, Hz. Ebu Bekir ve Ömer’i sever, fakat onların ameli gibi amel edemeyiz! Arzu ederiz ki onlarla beraber olalım!’ Hz. Ebu Musa şöyle demiştir: Ben ‘Kişi namaz kılanları, oruçluları sever, onlar gibi amel sahibi olamazsa’ diye sordum. Cevap olarak Hazreti Peygamber (Aleyhissalatu vesselam )şöyle dedi: “O, sevdiğiyle beraberdir.”
Buyuruldu ki: Eğer âlim olmaya gücün yetiyorsa âlim ol! Eğer buna gücün yetmiyorsa öğrenci ol! Eğer buna da gücün yetmiyorsa onları sev! Eğer onları sevmeye gücün yetmiyorsa bari onlara buğzetme!
İblis hased ettirerek, Müslümanların birbirlerini sevmelerine mani olmak ister. Sonra bununla da yetinmez, Müslümanı Müslümana düşman eder. Müslüman günahkâr oluncaya kadar yakasını bırakmaz.
Buyuruldu ki:
Şu beş kişi ile, hiçbir yerde bir araya gelmeyin:
1- Hasetçi ve cimri ile,
2- Yalancı ile,
3- Ahmakla,
4- Kötü alışkanlığı olanla,
5- Günah işleyip de, marifetmiş gibi herkese anlatanla.
Süfyan-ı Sevrî hazretleri buyurdu ki: “Hasetçinin hâlinden biri de anlayışsız olmaktır. Kim aklının iyi çalışmasını istiyorsa kimseye hased etmesin. Bazan ben, komşularımın veya başkalarının yanında hasedi uyandırmasın diye yeni elbise giymekten vazgeçerim.”
Mehmet Oruç
“Sakın amellerinizi yok etmeyin!”
“Sakın amellerinizi yok etmeyin!”
İbadette sabır üç türlüdür!
İmam-ı Gazali hazretleri, ibadette sabrın; ibadet öncesi, ibadet esnası ve ibadet sonrası olmak üzere üç kısım olduğunu bildirmektedir:
1- İbadet öncesi sabır: Bu, niyetin düzgün olması, ihlaslı olması, riyanın karışmaması için gösterilen sabırdır. Bu tür sabır, niyetin ve İhlasın, riya âfetlerinin, nefis desiselerinin hakikatini bilen bir kimse için zor bir sabırdandır. Nitekim Peygamber efendimiz, “Ameller ancak niyetlere bağlıdır.“ buyurmuştur.
Allahü teâlâ sabrı, amelin üzerine takdim ederek şöyle buyurmuştur: “Ancak sabredip salih ameller işleyenler müstesnadır.“ (Hûd/1l)
2- İbadet esnası sabır: Kulun amel, ibadet esnasında Allah’tan gafil olmamasıdır; yaptığı şeyin ne olduğunun farkında olmasıdır. Bunun için ibadet yapılırken adab ve sünnetlerini yapmada tembellik etmemelidir. Amelin sonuna kadar edebe riayet etmelidir. Bu bakımdan gevşekliğe davet edenlere karşı, ameli bitirinceye kadar sabretmelidir. Bu sabır, sabrın şiddetlilerindendir. Nitekim şu ayet-i celîle’den bu mânâ kastedilmiştir:
“Böyle salih amel işleyenlerin mükafatı ne güzeldir. Onlar ki sabrederler ve yalnız Rablerine tevekkül ederler.“ (Ankebût/58-59)
3- Amel sonrası sabır: Kişinin ameli ifşa etmesi sağda solda söylemesi, riya ve gösteriş karıştırmasıdır. Ameline beğenme gözüyle bakmaktan, ameli iptal edip, boşa çıkartacak eserini yakacak her harekete sabretmeye ihtiyaç vardır. “Sakın amellerinizi iptal etmeyin!” (Muhammed/33, “ Sakın sadakalarınızı minnet etmek ve başa kakmak sûretiyle iptal etmeyin!” Bakara/264)
Bu bakımdan sadaka verdikten sonra minnet etmeye ve başa kakmaya sabretmeyen bir kimse muhakkak amelini boşa çıkarmıştır. İbâdetler farz ve nafile diye iki kısma ayrılırlar. Kişi bütün bunlara karşı sabretmeye muhtaçtır. Allahü teâlâ bunları şu ayet-i celîlede derlemiştir:
“Muhakkak ki Allah adaleti, ihsanı ve akrabaya vermeyi emreder.” (Nahl/90).
Bu bakımdan ayette bahsi geçen adalet farzdır, ihsan ise nafile ibadettir. ‘Akrabalara vermek’ ise mürüvvet ve sılayı rahimdir. Bütün bunlar sabra muhtaçtır.
Mehmet Oruç
İbadette sabır üç türlüdür!
İmam-ı Gazali hazretleri, ibadette sabrın; ibadet öncesi, ibadet esnası ve ibadet sonrası olmak üzere üç kısım olduğunu bildirmektedir:
1- İbadet öncesi sabır: Bu, niyetin düzgün olması, ihlaslı olması, riyanın karışmaması için gösterilen sabırdır. Bu tür sabır, niyetin ve İhlasın, riya âfetlerinin, nefis desiselerinin hakikatini bilen bir kimse için zor bir sabırdandır. Nitekim Peygamber efendimiz, “Ameller ancak niyetlere bağlıdır.“ buyurmuştur.
Allahü teâlâ sabrı, amelin üzerine takdim ederek şöyle buyurmuştur: “Ancak sabredip salih ameller işleyenler müstesnadır.“ (Hûd/1l)
2- İbadet esnası sabır: Kulun amel, ibadet esnasında Allah’tan gafil olmamasıdır; yaptığı şeyin ne olduğunun farkında olmasıdır. Bunun için ibadet yapılırken adab ve sünnetlerini yapmada tembellik etmemelidir. Amelin sonuna kadar edebe riayet etmelidir. Bu bakımdan gevşekliğe davet edenlere karşı, ameli bitirinceye kadar sabretmelidir. Bu sabır, sabrın şiddetlilerindendir. Nitekim şu ayet-i celîle’den bu mânâ kastedilmiştir:
“Böyle salih amel işleyenlerin mükafatı ne güzeldir. Onlar ki sabrederler ve yalnız Rablerine tevekkül ederler.“ (Ankebût/58-59)
3- Amel sonrası sabır: Kişinin ameli ifşa etmesi sağda solda söylemesi, riya ve gösteriş karıştırmasıdır. Ameline beğenme gözüyle bakmaktan, ameli iptal edip, boşa çıkartacak eserini yakacak her harekete sabretmeye ihtiyaç vardır. “Sakın amellerinizi iptal etmeyin!” (Muhammed/33, “ Sakın sadakalarınızı minnet etmek ve başa kakmak sûretiyle iptal etmeyin!” Bakara/264)
Bu bakımdan sadaka verdikten sonra minnet etmeye ve başa kakmaya sabretmeyen bir kimse muhakkak amelini boşa çıkarmıştır. İbâdetler farz ve nafile diye iki kısma ayrılırlar. Kişi bütün bunlara karşı sabretmeye muhtaçtır. Allahü teâlâ bunları şu ayet-i celîlede derlemiştir:
“Muhakkak ki Allah adaleti, ihsanı ve akrabaya vermeyi emreder.” (Nahl/90).
Bu bakımdan ayette bahsi geçen adalet farzdır, ihsan ise nafile ibadettir. ‘Akrabalara vermek’ ise mürüvvet ve sılayı rahimdir. Bütün bunlar sabra muhtaçtır.
Mehmet Oruç
Osmanlı’nın Altı Buçuk Asır Ayakta Kalmasının 7 Sırrı
Osmanlı Devleti’nin asırlarca ayakta kalması, yine mirasının günümüze de hükmediyor olması elbette tesadüf değildir. Geçmişin tecrübeleri üzerine kurduğu muazzam medeniyetin satır araları, topluluklara ve devletlere asırlarca hükmetmenin sırları zaman geçtikçe daha iyi anlaşılıyor… Bu haftaki keşfet bölümümüzde Osmanlı Devleti’nin asırlara direnen devlet yapısındaki 7 sırrını sizler için derledik.
1- İtaat, Hürmet, Gayret
Osmanlı Devleti üç esastan oluşan temel üzerine kurulmuş ve onu idare eden padişahlar da devletlerini bu temeller üzerinde yükseltmişlerdir. Sonuna kadar da itaat, hürmet ve gayret esaslarından taviz vermeden devletlerini devam ettirmişlerdir.
2- Liyakat
Devlet idaresinde ehliyetsiz ve hıyaneti sabit kişilere iş vermemişlerdir. Kaht-ı rical ve mecburiyetler devrinde ise bunu en az zararla atlatma yolunu takip etmişlerdir.
3- İnsanı Yaşat ki Devlet Yaşasın
İdareleri altındaki halkları, gerek Müslümanlar, gerekse Müslüman olmayanlar olsun hiç kimseyi köle gibi değil, bir emanet olarak görmüşlerdir. Bu husus da devletin uzun ömürlü olmasına zemin hazırlamıştır.
4- Yıkıcı Değil Yapıcıydı
Osmanlı Devleti asla sömürgeci değil, imar ve inşacı bir devlet olmuştur. Fethettikleri toprakların halkını, yer üstü ve yer altı zenginliklerini sömürmediler, buralardaki zenginlikleri toplayıp, devlet merkezlerine getirmediler. Her yerin zenginliğini yine aynı yerdeki insanların menfaati için kullandılar. Fakir olan yerlere de merkezden yüzyıllarca yardım gönderdiler.
5- Gelişmiş İdarî Yapı
Osmanlı Devleti, merkeziyetçi bir devlet olmasına rağmen, yerinde idare ve kalkınma modelini geliştirmiştir. Bu sebeple, merkeze bağlılıkla beraber mahallî idare sistemini güçlendirmiş, fakat kontrolden uzak tutmamıştır.
6- Irk Değil Din Birliği
Padişahlar İslâm dini mensubu olarak merkezî idarede Hanefî mezhebini, mahallî ihtiyaçlara cevap verebilecek şekilde de Şafiî, Hanbelî ve Malikî mezheplerinin uygulamalarını tatbik etmişlerdir. Bu husus da devlete olan güven ve bağlılığı artırmıştır. Ayrıca Osmanlı, ırkların üstünlüğüne dayalı bir devlet değildi. İslâm dini ve ahkâmı çerçevesinde herkesin yeri tayin edilmişti. Müslüman olanla Müslüman olmayanın hukuku belli ve tanzim edilmişti.
7- Devletin Tek Hâkimi Padişah
Ülke içinde Batılı manada soylu sınıfların olmaması, devletin bölünmesi ve erimesini önlemiştir. Devlet içinde birtakım sınıfların birleşip devleti parçalamasına müsaade edilmemiştir. Devlet idare etme hakkı Osmanlı hanedanına aittir ve bu ailenin dışındaki herkes bu idareye tâbidir. Ayrıcalıklı bir sınıf asla yoktur.
Not: Osmanlı Devleti’nin 600 seneyi aşan devlet yapısının sırlarını 7 maddede sınırlandırmak bu büyük devlete haksızlık olur. Biz konuyu, sizler için 7 ana maddede özetledik. Daha ayrıntılı bilgiyi Yedikıta Dergisi’nin 47. sayısındaki (Temmuz 2012) “Osmanlı’nın Altı Buçuk Asır Ayakta Kalmasının Sırları” makalesinden öğrenebilirsiniz.
Ebu Hureyre (r.a.) anlatıyor: “Bir adam Rasûlüllah’a (s.a.v.) gelerek;
Ebu Hureyre (r.a.) anlatıyor: “Bir adam Rasûlüllah’a (s.a.v.) gelerek;
- “Mahvoldum” dedi. Rasûlüllah;
- “Seni mahveden şey nedir?” buyurdu. Adam:
- “Ramazanda eşimle cinsî yakınlıkta bulundum” dedi. Rasûl-i Ekrem;
- “Bir köle azad et” buyurdu. Adam;
- “Köle bulamam” dedi. Rasûlüllah (s.a.v.);
- “Peşpeşe iki ay oruç tut” buyurdu. Adam;
- “Buna da gücüm yetmez” deyince, Rasûl-i zî-şân (s.a.v.);
- “Altmış yoksulu doyur” buyurdu.
Buna da gücü yetmeyince, bir sepet içinde hurma getirildi. Allah’ın Rasûlü ona, bunları yoksullara tasadduk etmesini söyledi.
Adam, Medine’de kendilerinden fakir kimse olmadığını söyleyince, Rasûlüllah (s.a.v.) gülümsedi ve şöyle buyurdu:
- “Git; bunları ailene yedir "buyurdu.
(Essevkânî- Neylul'etvar)
- “Mahvoldum” dedi. Rasûlüllah;
- “Seni mahveden şey nedir?” buyurdu. Adam:
- “Ramazanda eşimle cinsî yakınlıkta bulundum” dedi. Rasûl-i Ekrem;
- “Bir köle azad et” buyurdu. Adam;
- “Köle bulamam” dedi. Rasûlüllah (s.a.v.);
- “Peşpeşe iki ay oruç tut” buyurdu. Adam;
- “Buna da gücüm yetmez” deyince, Rasûl-i zî-şân (s.a.v.);
- “Altmış yoksulu doyur” buyurdu.
Buna da gücü yetmeyince, bir sepet içinde hurma getirildi. Allah’ın Rasûlü ona, bunları yoksullara tasadduk etmesini söyledi.
Adam, Medine’de kendilerinden fakir kimse olmadığını söyleyince, Rasûlüllah (s.a.v.) gülümsedi ve şöyle buyurdu:
- “Git; bunları ailene yedir "buyurdu.
(Essevkânî- Neylul'etvar)
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)