“Dünyâ hayâtı azdan daha azdır. Ona âşık olan, alçakların alçağıdır. O sihriyle bir topluluğu sağır ve kör eder. Böylece onlar ortalıkta şaşkın ve delîlsiz ortalıkta kalırlar.”
https://vimeo.com/tomorhoca
- Ana Sayfa
- İlahi – Kur`an -İslam – Din -Tasavvuf – Belgesel – Dua – Hadis – Tarih – Şiir – Vs… – بِسْمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
- Dini bilgiler
- Hatim duası Türkçe Hatim Duası
- Ahmet tomor hoca sohbetleri
- suleymaniye
- Ruhlar kabirde hep kalır mı?
- Şehitlik ve Fazileti
- İslami Eğitim
- ALLAH (C.C.) 'ÜN SIFATLARI
- Ahmet Tomor Hocaefendi Sohbetleri
- Veysel Gürler
- Umman'dan Şifâlar
- İSLAMİ BİLGİLER KİTAP SOHBET SEYRET MULTİMEDYA
- Safakat İslami Forumları
- sadakat.net
- Ehl-i Sünnet Hanefi
- HAVAS İLMİ-MÜCERREBAT-I İLAHİ ŞİFACILAR
- Sağlığımızın müthiş şifreleri Sayfadaki tüm bilgiler bilgi amaçlıdır kullanım tercihi size aittir önce araştırın inceleyin doktorunuza danışın saygılar
- Sayfa ve guruptaki bilgiler bilgi amaçlıdır araştırın araştırmadan doktorunuza danışmadan kullanmayın sakın saygılar hepinize m.ulaş
- MUHTASAR İLMİHAL | Fazilet
- İLİM BÖLÜMÜ
- İmam Suyuti Camius Sağir
- Dini Sorular Molla Cami dini sorular ve cevapları
- incemeseleler
- "Nazar, deveyi kazana, insanı mezara sokar."
- YAVRULARIMIZA ELİF CÜZÜ ÖĞRETELİM. BİZLERDE TEKRAR EDELİM...
- Hadis-i Şerif
- FAZİLET TAKVİMİ
- mektebun
- faydalı
- medine
- Zi tuva kuyusu...
- Ali Eren Hoca
- *FATİHA SURESİNİN SIRRI..*
- "Kişi sevdiği ile beraberdir."
- *FATİHA SURESİNİN SIRRI..*
5 Ağustos 2019 Pazartesi
TUT YAPRAĞININ MÜTHİŞ FAYDALARI Ateş düşürücü etkisi vardır Dut yapraklarından hazırlanan çayın tüketilmesi ateş düşürücü etkisini görmenize yetecektir. İdrar söktürücüdür Dut yaprağı çayının idrar söktürücü etkisi vardır ve vücudunuzdaki ödemi atmanıza yardımcı olur. Kan şekerini dengeler Dut yapraklarından oluşan çayı içmek aynı zamanda kan şekerinizi dengelemeye yardımcı olmaktadır. Kalp sağlığı açısından önemlidir Dut yaprağının kalp rahatsızlıklarına da iyi geldiği bilinmektedir. Dut yaprağının faydalarından kalp için yararlanmak isteyenlerin, dut yapraklarını, alıç çiçekleri ile birlikte kaynatarak, elde edilen karışımın suyunu içmeleri gerekmektedir. Soğuk algınlığı, boğaz ağrısı Dut yaprağının faydaları arasında boğaz ağrısı ve bronşit tedavisi de yer almaktadır. Dut yaprağının faydaları arasında yer alan öksürük giderici etkisinden yararlanmak için, dut yaprağının çayı yapılmalı ve bu çayın, sabah kahvaltısından ve akşam yemeğinden önce, aç karna içilmesi önerilmektedir. Karaciğere faydalıdır Dut yaprağının karaciğerdeki hücreleri temizlemesine yardımcı olduğu bilinmektedir. Egzama hastalığı Dut yaprağının egzama hastalığında destek amaçlı kullanıldığı bilinmektedir. Antioksidan kaynağıdır Dut yaprağı ölçülü miktarda tüketildiğinde vücuttaki serbest radikallerin gelişmesine engel olur. Dut yaprağında yer alan antioksidan miktarı serbest radikallerin gelişmesine engel olur. Ağrı kesici Ağrı kesici özelliği bulunmaktadır. Dut yaprağından yeterli miktarda fayda sağlamak için çayının tüketilmesi gerekir. Dut yaprağı çayı sağlık açısından oldukça önemlidir. Dut yaprağı çayının nasıl yapıldığını merak ediyorsanız sizler için hazırladığımız tarife göz atabilirsiniz. İşte dut yaprağı çayının yapılışı Dut yaprağı çayı nasıl yapılır? Malzemeler 4 adet kurutulmuş dut yaprağı 1 litre su İlk olarak suyu bir kabın içerisinde kaynatın. Kaynayan suyun içerisine 4 adet kurutulmuş dut yapraklarını ekleyin. Bu şekilde yaklaşık 2 saat boyunca demlenmesini sağlayın. Demleme işlemini gerçekleştirdikten sonra çayınızı akşam ve sabah olmak üzere günde iki bardak tüketebilirsiniz. Dut yaprağı çayını yemeklerden önce içmek daha faydalı olacaktır. Dut yaprağı kadar dutun da sağlığımıza bir çok faydası bulunmaktadır. Dutun faydalarından da kısaca bahsedebiliriz. İşte dutun sağlığımıza olan faydaları… Sindirimi düzenler Dut meyvesi de dut yaprağı gibi sindirimi düzenlemeye yardımcı olmaktadır. Karın bölgesinde oluşan aniden gelen kramplara ve kabızlık sorununa dut oldukça iyi gelir. Kansızlık tedavisinde kullanılır Dut içerisinde yüksek oranda demir barındırır. Dut tüketmek kansızlık sorununuzun giderilmesine yardımcı olacaktır. Vitamin deposu Dut içerisinde A,C,K vitaminlerinden bolca barındırmaktadır. Bu sayede antioksidan özelliği bulunmaktadır. Kalsiyım deposu Dut içerisinde yüksek oranda K vitamini barındırmasından dolayı kemik sağlığına oldukça iyi geldiği bilinmektedir. İçerisinde yer alan yüksek oranda K vitamini kemik erimesi rahatsızlığına da iyi gelecektir. Romatizmal ağrılarda Dut meyvesi, birçok hastalığa iyi geldiği gibi romatizmal ağrılara, böbreklerdeki ağrılara, kansızlık, stres, yorgunluk gibi rahatsızlıklara da iyi gelir. Egzama tedavisinde dut yaprağı Egzama türü şikâyetleriniz varsa dut yaprağını deneyebilirsiniz. Dut yaprağından lapa elde ederek egzama oluşan bölgede belli aralıklarla bekletmenin iyi geldiği söylenmektedir. alıntı
Hasta olmak istemiyorsak her yıl karaciğerimize 1 ay bakım yapalım hasta olmayız ve gıda alerjimiz kalmaz unutmayalım m.ulaş
GEÇİRGEN BAĞIRSAK VE MİDE PROBLEMLERİNİZ KALMASIN BASİTÇE ÇÖZÜN KURTULUN m.ulaş Geçirgen bağırsak ve mide problemlerimiz için yemeklerden 1 saat önce kantaron yağı için 1 yemek kaşığı üzerine sıcak su için 1 saat yiyip içmeyin 1 saat sonra yemeğinizi yiyin yumuşak karın bölgenizede kantaron yağı sürün sabah akşam 15 gün kadar tamamen düzeliyor kantaron yağınız yoksa şayet aynı şekilde sumakta kullanılıyor karın bölgemize sumak çayı srülür m.ulaş
ŞEFTALİ YAPRAĞI ÇAYININ MÜTHİŞ FAUDALARI
Şeftali çayının sağlık açısından birçok yararı bulunmaktadır. Bu yararlarından faydalanmak için ise, şeftali çayını düzenli olarak içmeniz gerekmektedir. Ancak belli bir kullanım fazlası ile birlikte yararlarından daha çok zararları görülmektedir. Bu yan etkilerinden korunmak için ise gün içerisinde 3-4 bardak içmekten kaçınınız.
1.Sindirim Sorunları (Detoksifikasyon)
Şeftali çayının içerisinde bulunan lifler ve potasyum sayesinde böbrekler ve karaciğer fonksiyonlarının daha iyi çalışmasını teşvik ederek bazı sağlık sorunlarından kurtulmanıza yardım etmektedir. Bu anlamda kabızlık, gastrit, kolit ve mide ülseri gibi yaygın sindirim sorunlarının önlenmesi sağlanmaktadır. Bunların yanı sıra vücuttan toksik atıkları kaldırılarak, bağırsak hareketlerini kolaylaştırır. Bu da sizlerin daha sağlıklı bir sindirim sistemine sahip olmanızı sağlamaktadır.
2.Bağışıklık Sistemi
Şeftali çayı içerisinde çinko, askorbik asit ve C vitaminini bulundurmaktadır. Bu antioksidan etkileri yaraların iyileşmesini sağlamanın yanı sıra pnömoni, soğuk algınlığına, ishal yönetiminde yardımcı olmaktadır. Böylece enfeksiyonlara karşı mücadelede ve bağışıklık sistemini güçlendirmede yararlı olmaktadır. Bunun yanı sıra sıtma sorunlarına da iyi gelmektedir.
3.Kanser
Şeftali çayı, içerisinde antioksidanları bulundurmaktadır. Vücudumuzda özgür dolaşma hakkı bulunan serbest radikaller, kontrolsüz bir biçimde birleşmeleri ile birlikte tümörleri meydana getirmektedir. Antioksidanlar ise bu anlamda serbest radikallerin birleşerek tümöre dönüşmesine engel olmaktadır. Bu da kanser oluşumunu yok etmektedir.
Ayrıca klorojenik asit gibi antioksidanların yanı sıra, oral ve akciğer kanseri riskinin azaltılmasında bir rol oynamakta olduğu vitamini de içermektedir.
Ayrıca klorojenik asit gibi antioksidanların yanı sıra, oral ve akciğer kanseri riskinin azaltılmasında bir rol oynamakta olduğu vitamini de içermektedir.
4.Kalp Sağlığı
Lutein ve likopen, ciddi kalp hastalıkları riskini engellemeye yardımcı olmaktadır. Bunlar ise şeftali çayının içerisinde bol miktarda bulunmaktadırlar. Elektrolit seviyeleri karbonhidrat metabolizmasını etkilemesinin yanı sıra stabilize ederek potasyum içeriğine yardımcı olmaktadır. Tüm bu etkenler ile birlikte ise, kişilerin kalp sağlığı korunmakta ve daha sağlıklı yaşamlara sahip olmaktadırlar.
4.Göz Sağlığı
Şeftali çayının beta-karoten A vitamini öncüsü olmaktadır ve bu kapsamda görme kaybı ve gece körlüğü gibi sağlık sorunlarını önlemektedir. Lutein ve zeaksantin ile birlikte retina korunarak iyi bir işlem görmektedir. Göz sağlığınızı korumak için düzenli olarak şeftali çayı içiniz.
5.Kemik ve Diş Sağlığı
Şeftali çayının içerisinde bulunan kalsiyum, fosfor ve flor dişler ve kemiklerimizi için oldukça iyi bir kaynak olmaktadır. Bitkisel çay, kemik ve dişleri güçlendirmek için osteoporoz riskini en aza indirmek ve diş boşlukları önlemek için oldukça faydalıdır.
6.Stres Giderici Özellikleri
Şeftali çayı, magnezyum içeriği sayesinde stres ve anksiyete gibi sağlık sorunlarında rahatlama sağlamaktadır. Şeftali çayı sinirleri yatıştırıcı özelliğinin yanı sıra depresyon belirtilerini yönetmede de yardımcı olmaktadır.
7.Kilo Kaybı
Şeftalinin içerisinde bulunan doğal şekerler kalori ve yağ oranının düşük olması ve fenolik bileşiklerin sahip olmasından dolayı ne kan şekeri seviyelerini etkiler ne de obezite riskini artırarak vücutta yağ olarak birikir. Bu da düzenli kullanımı ile birlikte sahip olduğunuz kilonuzu korumaya ve zamanla da kilo vermenize yardımcı olmaktadır. Ancak bunun için sadece çay içmek yeterli olmayacaktır. Kilo kaybetmek istiyorsanız, şeftali çayının yanı sıra aynı zamanda yemek düzeninize de dikkat etmeniz gerekmektedir.
8.Diğer Faydaları
Şeftali çayı tüketimi ile birlikte yazımızda sizlere vermiş olduklarımıza ek olarak bazı faydalarını da içermektedir. Bu kapsamda bronşit, öksürük, uykusuzluk, yüksek tansiyon ve kötü nefes gibi sorunları azaltma da için etkili olabilir.alıntı
İtiraf-itiraf! Enver Paşa, II. Abdülhamid Han ile görüşmeye gittiği zaman, onun devlet ve milleti felaketlere sürükleyenlere bedduasına şahit olmuş ve çıkışta Talat Paşa'ya ağlaya ağlaya şu itirafta bulunmuştur: ''Başımıza ne geldiyse bu adama yaptıklarımızdan geldi ve daha ne gelecekse o yüzden gelecek." Kaynak:Necip Fazıl Kısakürek, Ulu Hakan Abdülhamid,
Rüştü Şahin
AYASOFYA’NIN KRONOLOJİSİ…
Istanbul'un fethinde Ayasofya harap halde idi. Fatih şehre fetih günü olan 27 Mayıs günü girmedi. Osmanlı âdetine göre, bir şehir fethedilince fethi yapan padişah veya kumandan, o şehre Cuma günü girer, o zamana kadar oranın cami haline çevrilen en büyük kilisesinde Cuma namazı kılardı. Fatih Sultan Mehmed de, şehre 30 Mayıs Cuma günü girdi. Cuma namazını Akşemseddin Hazretleri kıldırdı. O andan itibaren Ayasofya kilisesi, câmi oldu.
18. asırda mozaiklerdeki bazı insan resimlerinin yüzleri hafif beyaz badana ile kapatıldı. 19. asra kadar her padişahın zamanında, câminin ibâdet yapılan kısmına ve diğer bölümlerine, havlu ve bahçesine birbirinden nefis Türk mimarî eserleri eklendi ve câmi tamamen bir Türk sanat âbidesi haline geldi. 1847-49 yıllarında Sultan Mecid, İtalya'dan getirttiği mimar Fossati'ye esaslı bir tamir yaptırdı.
Cumhuriyetin ilanından sonra, Ayasofya'nın restorasyon ve tamiri düşünüldü. Namaz kılınan kısmı, dışı, havlu ve bina etrafını ihyâ ve müze haline sokmak faaliyetlerine girişildi. Câmi kısmının tamirini yapabilmek için, 1935 başlarında ibâdet kısmı geçici olarak ibâdete kapatıldı. Bu geçici kapatılma tarihine kadar, Ayasofya 481 sene Kur'an ve Ezan sesleri ile yankılanmıştı.
MÜZE YAPILIŞI…
Yıl 1931… ABD’deki Bizans Enstitüsü adına Thomas Wittemore, Câminin mozaiklerini temizlemek ve tamir etmek için izin istedi ve ona bu izin verildi. 1932 de işe başlandı.
1934’de Abidin Özmen Milli Eğitim Bakanı yapıldı. Bu Bakan İstanbul'a geldi, o sırada Ayasofya'yı da gezdi, çalışmaları ve mozaikleri inceledi. Câminin ibâdet mahalli dışındaki kısımlarının perişanlığını gördü. Buraların ihyâ edilip müze halinde halka açılmasının uygun olacağını Mustafa Kemal’e açtı. O da konunun uzmanlarca incelenmesini emretti. Abidin Özmen, İstanbul Müzeleri Müdürü Aziz Ogan başkanlığında sekiz dokuz kişilik bir komisyon kurup konuyu onlara havale etti. Bu işgüzar komisyon hazırladığı raporda şöyle diyordu:
“Caminin ibâdet yapılan kısmı ibâdete kapatılmalı, buraya Bizans eserleri konularak Bizans müzesi yapılmalıdır. Ayasofya'nın asırlarca Osmanlı eseri haline getirilmiş olduğu da göz önüne alınarak, uygun bir yerinde Türk eserleri de teşhir edilmelidir.”
Sadece Türkiye’nin değil İslam âleminin göz bebeği olan Ayasofya’nın ibâdete kapatılarak Bizans Eserleri Müzesi olması fikrini ortaya atan işte bu komisyondur. Heyetin içinde, "ibâdet kısmının ibâdete açık kalması gerektiğinde" ısrar eden tek kişi, ne hazindir ki Alman Profesör olan Erckhard Ungar'dır!
Bakan Abidin Özmen, Kasım 1934 başlarında Mustafa Kemal’e mûtad bir akşam sofrası sohbetinde, Ayasofya’nın müze olması meselesini anlatıyor. Mustafa Kemal hemen işe başlanması emrini veriyor. Ayasofya Câmii, Vakıflar’a bağlı bulunduğundan, yapılacak şeyler de bu kuruma düşüyordu.
İSLAM ÂLEMİNİ SEVİNDİRECEK HABER(!)
Mesele, Millî Eğitim Bakanlığı’nın 14.11.1934 tarih ve 94.041 sayılı tezkeresinde şu cümlelerle ifade ediliyordu:
"... eşsiz bir mimarlık san'at âbidesi olan İstanbul'daki Ayasofya Câmii’nin târihî vaziyeti itibariyle müzeye çevrilmesi, bütün “şark (doğu) âlemini sevindireceği" ve insanlığa yeni bir ilim müessesesi kazandıracağı…”
"Bütün şark (doğu) âlemini sevindireceği" sözleri, aslında Ayasofya'nın ibâdet kısmının kapatılmayacağını gösteriyordu. Çünkü şark âlemi denilen tabii ki Japonya, Çin, Hindistan değil "İslam Âlemi" idi. İslam âleminin en mukaddes mâbedlerinden biri sayılan Ayasofya’nın müzeye çevrilmesi, Müslüman dünyasını nasıl sevindirecekti?
Ayasofya’nın ibâdet mahallinin bile müzeye çevrilmesi konusunda, sonradan neler olacağından habersiz olan Bakan Abidin Özmen "İbâdete kapatmak mı? Böyle münasebetsizlik olur mu hiç? Ayasofya câmidir, aynı zamanda da müze olacaktır. Maksad budur” diyecekti.
O sırada İçişleri Bakanı olan Şükrü Kaya, Mustafa Kemal’in yakını idi. O da Ayasofya’nın ibâdete kapatılması hakkında, "Kesinlikle söz konusu değil! İbâdet bölümünü Bizans Müzesi yapmak fikrine Atatürk fena halde kızdı" demekteydi.
Ayasofya Müzesi idaresinde bulunan "Ayasofya Hatıra Defteri"nde, Bakan Abidin Özmen, bu fikrin doğuş ve gelişmesini, aynen bu şekilde hatıra olarak kaydetmiş. Yani bu hatırada da ibâdete kapatılacağına dair tek kelime yok.
Bakanlar Kurulu, Ayasofya ile ilgili tâmiratı görüşüp (24.11.1934) Millî Eğitim Bakanlığı’na talimat veriyor. Bakanlık da Ayasofya etrafındaki Vakıf binalarını ve Fatih Medresesini yıkıyor.
Böylece, Ayasofya Câmii 1 Şubat 1935 tarihinde halka Ayasofya Müzesi adıyla açılıyor.
Yıl 1931… Ayasofya henüz câmidir. ABD’deki Bizans Enstitüsü adına Thomas Wittemore, câminin mozaiklerini temizlemek ve tamir etmek için hükümetten izin istiyor. Kendisine bu izin veriliyor. O da 1932 de bu işe başlıyor.
Çalışmalarda esas hedef Ayasofya’nın ibâdet edilen, namaz kılınan kısmıdır. Çalışmalar hızla orada devam ediyor. Ortalığın toz toprak içinde kalması yüzünden, kıymetli halılar, seccadeler kaldırılıyor, duvarlardaki Allah, Muhammed, Hülefa-i Râşidîn, Hasan, Hüseyin isimlerinin bulunduğu levhalar indiriliyor.
Thomas Wittemore ismindeki Hıristiyan, altındaki mozaikleri araştırmak istediğini söyleyerek, kubbenin göbeğindeki "Nur" ayet-i kerimesini de kazımak istemişse de ona müsaade edilmiyor ve hele şükür Kazasker İzzet Efendi'nin bu nefis istifi yok edilmekten kurtuluyor.
Toz-toprak içinde ibâdet edilemez denilerek, çalışmaların yapılabilmesi için "TAMİRAT BİTENE KADAR” bahanesiyleAyasofya’daibâdet sözde geçici olarak durduruluyor.
ABD’deki Bizans Enstitüsü adına Ayasofya’da çalışan Thomas Wittemore, çalışmaları hakkındaki raporunda hiç olmazsa şu insaflı cümleleri kullanır:
"Yedi yıllık çalışmalarımız boyunca -Bizans’tan kalma- mozaiklerde hiçbir kasıtlı bozma ve yüzlerin zedelenmesi izlerine rastlamadık. Zelzeleler ve geçen zaman, binayı mozaik resim sanatının birçok şaheserinden mahrum bırakmıştır. Fakat mevcud olanlar, Ayasofya'yı kullandıkları beş asır boyunca Türkler tarafından muhafaza edilmiştir."
Mayıs 1945… Şükrü Saraçoğlu Başbakan olur. Yeni Sabah Gazetesi sahibi Celaleddin Saracoğlu, Saraçoğlu’na "Ayasofya'nın daha ne kadar ibâdete kapalı kalacağını" sormuş, Saracoğlu da "Biraz nefes alalım, hepsini düzenleyeceğiz ve tabii ibâdete de açılacaktır" demişti. Bu sözleriyle, en salahiyetli bir ağız olarak, Ayasofya'nın "ibâdete kapalı olmayacağını" söylemiş oluyordu.
Ancak zaman geçmiş, tamirler bitmiş, fakat câmi bir türlü ibâdete açılmamaktadır. Açıkçası, tek parti idaresinin Ayasofya'yı ibâdete açmaya niyeti yoktur.
Millî Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel’in Özel Kalem Müdürü İsmail Hakkı Uludağ, Ayasofya meselesi hakkındaki bir soruya, gülerek gerçekleri açıklayan şu cevabı veriyor:
"Hasan Ali, imkân bulsa câminin ibâdet kısmını da ilk raporda belirtildiği gibi, Bizans Müzesi yapar!"
Nitekim câminin ibâdet kısmı dâhil her tarafı sonunda müze yapılmıştır.
DÜZMECE KARARNÂME…
Ayasofya'nın, ibâdete açılmasını önlemek için, 1947’de ufak bir broşür yayınlandı. Bu broşürün 64-65. sahifelerine, Ayasofya'nın müze yapılmasına dair Milli Eğitim Bakanlığı ile Vakıflar Umum Müdürlüğü arasında geçen yazışmalar geçirilmiş, aslında olmadığı halde, altına da şu satırlar eklenmiştir:
"İcra Vekilleri Heyetince (Bakanlar kurulunca) 24.11.1934 de görüşülerek, Ayasofya camiinin müzeye çevrilmesi tasvip ve kabul olunmuştur."
Tarihin altına, "Reis-i Cumhur Atatürk" ismi, daha altına da, kararnamelerde olduğu gibi, Hükümeti teşkil eden bakanların isim ve soyadlarının ilk harfleri konmuştur. Bu yazının başına da, başlık olarak "KARARNAME" kelimesi oturtulmuştur.
İşte bu uydurma "KARARNAME", Ayasofya'nın "İcra Vekilleri Heyeti kararı ile" müze yapıldığına herkesi inandırmıştır! Halbuki bu tamamen uydurmadır.
Uydurmadır çünkü, aynı gün çıkarılan soyadı kanunundaki imzalar ile bu imzalar birbirini tutmamaktadır.
Kararnamelerde usül ve kaide şudur: Kararnameler "İcra Vekilleri Heyetince" (Bakanlar Kurulunca) görüşülüp karara bağlanınca bir numara verilir. Resmi Gazetede ilan edilir. Kavânîn (kanunlar) külliyatında yani Sicilli Kavânîn, Düstur ve Kanunlarımız’da da aynı tarih ve numara ile yer alır. Müdevvenât Müdürlüğünde, T.B.M.M' de, Başbakanlıkta da muntazaman arşivlenir. Aranınca da bulunur.
Bu sözde "KARARNAME"nin ise numarası yoktur, Resmi Gazetede yayınlanmamıştır, kararnamelerin bulundurulduğu resmi dairede yoktur, Sicilli Kavânîn, Düstur, Kanunlarımız gibi eserlerde de yoktur.
Bunlar da gösteriyor ki, önce geçici olarak(!) ibâdete kapatılan Ayasofya şu kaidenin zebunu olmuştur:
"Türkiye'de geçici kararlar, az sonra dâimîleşir!"
SİYÂSÎLERİMİZİN AYASOFYA TAVIRLARI…
Ayasofya’nın ibâdete açılması meselesi senelerce unutuldu, uyutuldu ve küllendirildi. Zaman zaman bu küller bazı heyecanlı Müslümanlar tarafından eşelenmek istendiyse de hiç bir netice alınamadı.1950’den önce Ayasofya’nın ibâdete açılmasını istemek gibi bir şey zaten düşünülemezdi. Demokrat Parti zamanında ise, söz sahibi bazı din büyükleri câmi kürsülerinden zaman zaman Menderes’e hitaben milletin bu isteğini dile getirdilerse de, 10 sene devam eden bu iktidar bu isteklere kulak tıkadı.
1960, 27 Mayıs ihtilali ise zaten 1950’nin geri gelmesi gibi idi. Ondan sonraki Demirel hükümetleri zamanı da Müslümanların oyalandığı zamanlardı.
ECEVİT…
Ecevit-Erbakan koalisyon hükümeti…Bu hükümet, aynen Ayasofya meselesi gibi külllenmiş olan Kıbrıs davamızı bir çırpıda hallediverip milletin minnetini kazanınca Ayasofya'yı da ibâdete açarlar diye zayıf bir ümit belirdi. Ancak, Ecevit İstanbul'daki bir basın toplantısında, bir gazetecinin "Ayasofya'nın cami kısmını ibâdete açacak mısınız?" sorusuna, “Ayasofya'da bir takım resimler vardır, Müslümanlar resimlerin bulunduğu yerde namaz kılmazlar" diye cevap verecek, böylece Ayasofya hakkında da İslamiyet hakkında da, hiçbir bilgiye sahip olmadığını ve bu meseleyle uzaktan yakından ilgisi olmadığını ortaya koymuş olacaktı.
Çünkü, Ayasofya’nın ibâdet edilen kısmında hiçbir mozaik resim panosu yoktur. Şimdiki hali, fetihten 1846'ya kadar da aynen böyle idi. Müminler, fetihten beri câmiin bu hali ile içinde namaz kılmışlardır. Ecevit bunu da bilmiyordu.
DEMİREL…
Yine yıllar geçti. Demirel Hükümeti konuyu ucundan, kıyıcığından ele aldı. İbâdet kısmını değil de, "Hünkâr Mahfelini" ibâdete açtı!
Hünkâr mahfeli, mihrabın üst solunda dar ve uzunca bir dehlizdir. Padişah Ayasofya'da namaz kılacağı zaman buraya maiyetiyle câmi dışından, özel kapıdan girer. Burası en fazla yirmi otuz kişi alır. Demirel burayı ve buraya giriş veren zemin kat kısmını ibâdete açtı. Bu giriş yeri de ancak kırk-elli kişi alabilir.
Giriş kapısının yanına ahşap bir mihrap oturtuldu. Üstelik açılış bir cuma günü yapıldı. O kadarcık da olsa bu sevinçli haberi alan müminler, açılan yeri doldurdular ve cemaat taştı. Orada son cemaat yeri olmadığından, içeri giremeyenler, giriş kapısı dışında, yerlere gazeteler sererek namaza durdular. Sırtları mihraba, yani namazı kıldıran imama dönük olarak, imamın ardında değil önünde, sözde Ayasofya’da namaz kılmış oluyorlardı!
İyi de… Ayasofya ya bizimdir, ya değildir. İbâdete açılacaksa niçin esas namaz mahalli açılmıyor da, kenarında köşesinde, gizleniliyormuş gibi yapılıyordu?
12 EYLÜL VE SONRASI…
Gelen gideni aratır ya… 12 Eylül 1980 darbesinden sonra, namaza açılmış olan bu küçük yer ibâdete tekrar kapatıldı! Ayasofya kısa bir müddet kavuştuğu ezan sesinden yeniden mahrum kalıyordu.
Demirel Hükümeti, Mukaddes Emanetler Dairesi’nde asırlar boyunca gece-gündüz, aralıksız okunmakta olan ve 1924'de kaldırılmış bulunan Kur'an-ı Kerim okunmasını yeniden da başlatmıştı. 12 Eylül 1980 müdahalesinden sonra, bu da durduruldu.
Özallı seneler ise, üzerinde Demokles’in –pardon 12 Eylül’ün- kılıcının sallandığı senelerdi. O seneler de işte şöyle-böyle geldi geçti. Ondan sonra da koalisyonlar falan…
Bugünkü vaziyeti ise aşağıda yazacağız…
PAPA’YA SESSİZLİK, MÜSLÜMANA COP…
Bugün Müslümanlar, Ayasofya’nın içinde namaz kılmaya kalksalar, -zaman zaman yaşandığı gibi- kafalarına copların ineceği daha baştan bellidir. Gözaltıları, tutuklanmaları ve mahkemelerde süründürülmeleri de cabası.
Bir de bunun tersi var:
Temmuz 1967'de, Efes'e gelip kendi dinince Hacı olan Papa 6. Pol (Paul), Efes'ten İstanbul'a geçti, Ayasofya'ya girdi, câmi kısmında diz çöktü. Yanında o zamanın Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil olduğu halde, nezaketen müsaade istemiş fakat onun cevabını bile beklemeden istavroz/haç çıkarmış, kendine göre ibâdetini tamamlamış, sonra da yere kapanıp zemini öpmüştü.
Gazetelerde yeri öpmesinin resimleri çıkmış ve bu hareketi haber olmuştu. Bu Papa İstanbul'da Ayasofya'dan başka hiçbir yerde, ne yeri öpmüş ne de haç çıkarmıştır.
Ayasofya'da bunu yapmakla, burasını bir câmi değil kilise olarak kabul ettiğini gösteriyordu. Çünkü bir Hıristiyan kendi inancına göre asla bir câmide dini vazifesini yerine getiremez. Onun inancı bunu yasaklamaktadır.
Ne acı ki, bir Müslüman 481 yıldır öz be öz kendi malı, kendi sınırları içinde câmii olarak kullandığı bir mâbette bir defa bile ibâdet etmeye kalkınca suç işlemiş sayılsın ve başına gelmedik şey kalmasın. Buna karşılık, kiliselikten çıkarılmış olan bu yerde Hıristiyan âleminin başının burada ibâdet etmesi serbest olsun!..
Hangi hükümet olursa olsun, gelen her hükümetten artık bu tatsız, mantıksız anlayışa son vermesini, Ayasofya’yı ibâdete açmasını istemek hakkımız değil midir?
Kaynak: İslam Mecmuası, 1987
DİĞER AYASOFYALAR…
Bilinen Ayasofya’dan başka 3 Ayasofya daha var.
Birisi İstanbul Sultanahmed’deki Küçük Ayasofya.
Birisi Bursa İznik’’teki Ayasofya.
Birisi Trabzon’daki Ayasofya.
Bilinen Ayasofya ile beraber toplam 4 Ayasofya var.
Bunlardan İstanbul’daki Küçük Ayasofya ibâdete açık.
İznik’deki Ayasofya, 2007’de restore edilerek müze yapılmıştı. Kasım 2011’de yeniden câmi olarak ibâdete açıldı. “Ayasofya Müzesi” yazılı tabela kaldırılarak yerine “Ayasofya (Orhan) Camii” tabelası konuldu.
18. asırda mozaiklerdeki bazı insan resimlerinin yüzleri hafif beyaz badana ile kapatıldı. 19. asra kadar her padişahın zamanında, câminin ibâdet yapılan kısmına ve diğer bölümlerine, havlu ve bahçesine birbirinden nefis Türk mimarî eserleri eklendi ve câmi tamamen bir Türk sanat âbidesi haline geldi. 1847-49 yıllarında Sultan Mecid, İtalya'dan getirttiği mimar Fossati'ye esaslı bir tamir yaptırdı.
Cumhuriyetin ilanından sonra, Ayasofya'nın restorasyon ve tamiri düşünüldü. Namaz kılınan kısmı, dışı, havlu ve bina etrafını ihyâ ve müze haline sokmak faaliyetlerine girişildi. Câmi kısmının tamirini yapabilmek için, 1935 başlarında ibâdet kısmı geçici olarak ibâdete kapatıldı. Bu geçici kapatılma tarihine kadar, Ayasofya 481 sene Kur'an ve Ezan sesleri ile yankılanmıştı.
MÜZE YAPILIŞI…
Yıl 1931… ABD’deki Bizans Enstitüsü adına Thomas Wittemore, Câminin mozaiklerini temizlemek ve tamir etmek için izin istedi ve ona bu izin verildi. 1932 de işe başlandı.
1934’de Abidin Özmen Milli Eğitim Bakanı yapıldı. Bu Bakan İstanbul'a geldi, o sırada Ayasofya'yı da gezdi, çalışmaları ve mozaikleri inceledi. Câminin ibâdet mahalli dışındaki kısımlarının perişanlığını gördü. Buraların ihyâ edilip müze halinde halka açılmasının uygun olacağını Mustafa Kemal’e açtı. O da konunun uzmanlarca incelenmesini emretti. Abidin Özmen, İstanbul Müzeleri Müdürü Aziz Ogan başkanlığında sekiz dokuz kişilik bir komisyon kurup konuyu onlara havale etti. Bu işgüzar komisyon hazırladığı raporda şöyle diyordu:
“Caminin ibâdet yapılan kısmı ibâdete kapatılmalı, buraya Bizans eserleri konularak Bizans müzesi yapılmalıdır. Ayasofya'nın asırlarca Osmanlı eseri haline getirilmiş olduğu da göz önüne alınarak, uygun bir yerinde Türk eserleri de teşhir edilmelidir.”
Sadece Türkiye’nin değil İslam âleminin göz bebeği olan Ayasofya’nın ibâdete kapatılarak Bizans Eserleri Müzesi olması fikrini ortaya atan işte bu komisyondur. Heyetin içinde, "ibâdet kısmının ibâdete açık kalması gerektiğinde" ısrar eden tek kişi, ne hazindir ki Alman Profesör olan Erckhard Ungar'dır!
Bakan Abidin Özmen, Kasım 1934 başlarında Mustafa Kemal’e mûtad bir akşam sofrası sohbetinde, Ayasofya’nın müze olması meselesini anlatıyor. Mustafa Kemal hemen işe başlanması emrini veriyor. Ayasofya Câmii, Vakıflar’a bağlı bulunduğundan, yapılacak şeyler de bu kuruma düşüyordu.
İSLAM ÂLEMİNİ SEVİNDİRECEK HABER(!)
Mesele, Millî Eğitim Bakanlığı’nın 14.11.1934 tarih ve 94.041 sayılı tezkeresinde şu cümlelerle ifade ediliyordu:
"... eşsiz bir mimarlık san'at âbidesi olan İstanbul'daki Ayasofya Câmii’nin târihî vaziyeti itibariyle müzeye çevrilmesi, bütün “şark (doğu) âlemini sevindireceği" ve insanlığa yeni bir ilim müessesesi kazandıracağı…”
"Bütün şark (doğu) âlemini sevindireceği" sözleri, aslında Ayasofya'nın ibâdet kısmının kapatılmayacağını gösteriyordu. Çünkü şark âlemi denilen tabii ki Japonya, Çin, Hindistan değil "İslam Âlemi" idi. İslam âleminin en mukaddes mâbedlerinden biri sayılan Ayasofya’nın müzeye çevrilmesi, Müslüman dünyasını nasıl sevindirecekti?
Ayasofya’nın ibâdet mahallinin bile müzeye çevrilmesi konusunda, sonradan neler olacağından habersiz olan Bakan Abidin Özmen "İbâdete kapatmak mı? Böyle münasebetsizlik olur mu hiç? Ayasofya câmidir, aynı zamanda da müze olacaktır. Maksad budur” diyecekti.
O sırada İçişleri Bakanı olan Şükrü Kaya, Mustafa Kemal’in yakını idi. O da Ayasofya’nın ibâdete kapatılması hakkında, "Kesinlikle söz konusu değil! İbâdet bölümünü Bizans Müzesi yapmak fikrine Atatürk fena halde kızdı" demekteydi.
Ayasofya Müzesi idaresinde bulunan "Ayasofya Hatıra Defteri"nde, Bakan Abidin Özmen, bu fikrin doğuş ve gelişmesini, aynen bu şekilde hatıra olarak kaydetmiş. Yani bu hatırada da ibâdete kapatılacağına dair tek kelime yok.
Bakanlar Kurulu, Ayasofya ile ilgili tâmiratı görüşüp (24.11.1934) Millî Eğitim Bakanlığı’na talimat veriyor. Bakanlık da Ayasofya etrafındaki Vakıf binalarını ve Fatih Medresesini yıkıyor.
Böylece, Ayasofya Câmii 1 Şubat 1935 tarihinde halka Ayasofya Müzesi adıyla açılıyor.
Yıl 1931… Ayasofya henüz câmidir. ABD’deki Bizans Enstitüsü adına Thomas Wittemore, câminin mozaiklerini temizlemek ve tamir etmek için hükümetten izin istiyor. Kendisine bu izin veriliyor. O da 1932 de bu işe başlıyor.
Çalışmalarda esas hedef Ayasofya’nın ibâdet edilen, namaz kılınan kısmıdır. Çalışmalar hızla orada devam ediyor. Ortalığın toz toprak içinde kalması yüzünden, kıymetli halılar, seccadeler kaldırılıyor, duvarlardaki Allah, Muhammed, Hülefa-i Râşidîn, Hasan, Hüseyin isimlerinin bulunduğu levhalar indiriliyor.
Thomas Wittemore ismindeki Hıristiyan, altındaki mozaikleri araştırmak istediğini söyleyerek, kubbenin göbeğindeki "Nur" ayet-i kerimesini de kazımak istemişse de ona müsaade edilmiyor ve hele şükür Kazasker İzzet Efendi'nin bu nefis istifi yok edilmekten kurtuluyor.
Toz-toprak içinde ibâdet edilemez denilerek, çalışmaların yapılabilmesi için "TAMİRAT BİTENE KADAR” bahanesiyleAyasofya’daibâdet sözde geçici olarak durduruluyor.
ABD’deki Bizans Enstitüsü adına Ayasofya’da çalışan Thomas Wittemore, çalışmaları hakkındaki raporunda hiç olmazsa şu insaflı cümleleri kullanır:
"Yedi yıllık çalışmalarımız boyunca -Bizans’tan kalma- mozaiklerde hiçbir kasıtlı bozma ve yüzlerin zedelenmesi izlerine rastlamadık. Zelzeleler ve geçen zaman, binayı mozaik resim sanatının birçok şaheserinden mahrum bırakmıştır. Fakat mevcud olanlar, Ayasofya'yı kullandıkları beş asır boyunca Türkler tarafından muhafaza edilmiştir."
Mayıs 1945… Şükrü Saraçoğlu Başbakan olur. Yeni Sabah Gazetesi sahibi Celaleddin Saracoğlu, Saraçoğlu’na "Ayasofya'nın daha ne kadar ibâdete kapalı kalacağını" sormuş, Saracoğlu da "Biraz nefes alalım, hepsini düzenleyeceğiz ve tabii ibâdete de açılacaktır" demişti. Bu sözleriyle, en salahiyetli bir ağız olarak, Ayasofya'nın "ibâdete kapalı olmayacağını" söylemiş oluyordu.
Ancak zaman geçmiş, tamirler bitmiş, fakat câmi bir türlü ibâdete açılmamaktadır. Açıkçası, tek parti idaresinin Ayasofya'yı ibâdete açmaya niyeti yoktur.
Millî Eğitim Bakanı Hasan Âli Yücel’in Özel Kalem Müdürü İsmail Hakkı Uludağ, Ayasofya meselesi hakkındaki bir soruya, gülerek gerçekleri açıklayan şu cevabı veriyor:
"Hasan Ali, imkân bulsa câminin ibâdet kısmını da ilk raporda belirtildiği gibi, Bizans Müzesi yapar!"
Nitekim câminin ibâdet kısmı dâhil her tarafı sonunda müze yapılmıştır.
DÜZMECE KARARNÂME…
Ayasofya'nın, ibâdete açılmasını önlemek için, 1947’de ufak bir broşür yayınlandı. Bu broşürün 64-65. sahifelerine, Ayasofya'nın müze yapılmasına dair Milli Eğitim Bakanlığı ile Vakıflar Umum Müdürlüğü arasında geçen yazışmalar geçirilmiş, aslında olmadığı halde, altına da şu satırlar eklenmiştir:
"İcra Vekilleri Heyetince (Bakanlar kurulunca) 24.11.1934 de görüşülerek, Ayasofya camiinin müzeye çevrilmesi tasvip ve kabul olunmuştur."
Tarihin altına, "Reis-i Cumhur Atatürk" ismi, daha altına da, kararnamelerde olduğu gibi, Hükümeti teşkil eden bakanların isim ve soyadlarının ilk harfleri konmuştur. Bu yazının başına da, başlık olarak "KARARNAME" kelimesi oturtulmuştur.
İşte bu uydurma "KARARNAME", Ayasofya'nın "İcra Vekilleri Heyeti kararı ile" müze yapıldığına herkesi inandırmıştır! Halbuki bu tamamen uydurmadır.
Uydurmadır çünkü, aynı gün çıkarılan soyadı kanunundaki imzalar ile bu imzalar birbirini tutmamaktadır.
Kararnamelerde usül ve kaide şudur: Kararnameler "İcra Vekilleri Heyetince" (Bakanlar Kurulunca) görüşülüp karara bağlanınca bir numara verilir. Resmi Gazetede ilan edilir. Kavânîn (kanunlar) külliyatında yani Sicilli Kavânîn, Düstur ve Kanunlarımız’da da aynı tarih ve numara ile yer alır. Müdevvenât Müdürlüğünde, T.B.M.M' de, Başbakanlıkta da muntazaman arşivlenir. Aranınca da bulunur.
Bu sözde "KARARNAME"nin ise numarası yoktur, Resmi Gazetede yayınlanmamıştır, kararnamelerin bulundurulduğu resmi dairede yoktur, Sicilli Kavânîn, Düstur, Kanunlarımız gibi eserlerde de yoktur.
Bunlar da gösteriyor ki, önce geçici olarak(!) ibâdete kapatılan Ayasofya şu kaidenin zebunu olmuştur:
"Türkiye'de geçici kararlar, az sonra dâimîleşir!"
SİYÂSÎLERİMİZİN AYASOFYA TAVIRLARI…
Ayasofya’nın ibâdete açılması meselesi senelerce unutuldu, uyutuldu ve küllendirildi. Zaman zaman bu küller bazı heyecanlı Müslümanlar tarafından eşelenmek istendiyse de hiç bir netice alınamadı.1950’den önce Ayasofya’nın ibâdete açılmasını istemek gibi bir şey zaten düşünülemezdi. Demokrat Parti zamanında ise, söz sahibi bazı din büyükleri câmi kürsülerinden zaman zaman Menderes’e hitaben milletin bu isteğini dile getirdilerse de, 10 sene devam eden bu iktidar bu isteklere kulak tıkadı.
1960, 27 Mayıs ihtilali ise zaten 1950’nin geri gelmesi gibi idi. Ondan sonraki Demirel hükümetleri zamanı da Müslümanların oyalandığı zamanlardı.
ECEVİT…
Ecevit-Erbakan koalisyon hükümeti…Bu hükümet, aynen Ayasofya meselesi gibi külllenmiş olan Kıbrıs davamızı bir çırpıda hallediverip milletin minnetini kazanınca Ayasofya'yı da ibâdete açarlar diye zayıf bir ümit belirdi. Ancak, Ecevit İstanbul'daki bir basın toplantısında, bir gazetecinin "Ayasofya'nın cami kısmını ibâdete açacak mısınız?" sorusuna, “Ayasofya'da bir takım resimler vardır, Müslümanlar resimlerin bulunduğu yerde namaz kılmazlar" diye cevap verecek, böylece Ayasofya hakkında da İslamiyet hakkında da, hiçbir bilgiye sahip olmadığını ve bu meseleyle uzaktan yakından ilgisi olmadığını ortaya koymuş olacaktı.
Çünkü, Ayasofya’nın ibâdet edilen kısmında hiçbir mozaik resim panosu yoktur. Şimdiki hali, fetihten 1846'ya kadar da aynen böyle idi. Müminler, fetihten beri câmiin bu hali ile içinde namaz kılmışlardır. Ecevit bunu da bilmiyordu.
DEMİREL…
Yine yıllar geçti. Demirel Hükümeti konuyu ucundan, kıyıcığından ele aldı. İbâdet kısmını değil de, "Hünkâr Mahfelini" ibâdete açtı!
Hünkâr mahfeli, mihrabın üst solunda dar ve uzunca bir dehlizdir. Padişah Ayasofya'da namaz kılacağı zaman buraya maiyetiyle câmi dışından, özel kapıdan girer. Burası en fazla yirmi otuz kişi alır. Demirel burayı ve buraya giriş veren zemin kat kısmını ibâdete açtı. Bu giriş yeri de ancak kırk-elli kişi alabilir.
Giriş kapısının yanına ahşap bir mihrap oturtuldu. Üstelik açılış bir cuma günü yapıldı. O kadarcık da olsa bu sevinçli haberi alan müminler, açılan yeri doldurdular ve cemaat taştı. Orada son cemaat yeri olmadığından, içeri giremeyenler, giriş kapısı dışında, yerlere gazeteler sererek namaza durdular. Sırtları mihraba, yani namazı kıldıran imama dönük olarak, imamın ardında değil önünde, sözde Ayasofya’da namaz kılmış oluyorlardı!
İyi de… Ayasofya ya bizimdir, ya değildir. İbâdete açılacaksa niçin esas namaz mahalli açılmıyor da, kenarında köşesinde, gizleniliyormuş gibi yapılıyordu?
12 EYLÜL VE SONRASI…
Gelen gideni aratır ya… 12 Eylül 1980 darbesinden sonra, namaza açılmış olan bu küçük yer ibâdete tekrar kapatıldı! Ayasofya kısa bir müddet kavuştuğu ezan sesinden yeniden mahrum kalıyordu.
Demirel Hükümeti, Mukaddes Emanetler Dairesi’nde asırlar boyunca gece-gündüz, aralıksız okunmakta olan ve 1924'de kaldırılmış bulunan Kur'an-ı Kerim okunmasını yeniden da başlatmıştı. 12 Eylül 1980 müdahalesinden sonra, bu da durduruldu.
Özallı seneler ise, üzerinde Demokles’in –pardon 12 Eylül’ün- kılıcının sallandığı senelerdi. O seneler de işte şöyle-böyle geldi geçti. Ondan sonra da koalisyonlar falan…
Bugünkü vaziyeti ise aşağıda yazacağız…
PAPA’YA SESSİZLİK, MÜSLÜMANA COP…
Bugün Müslümanlar, Ayasofya’nın içinde namaz kılmaya kalksalar, -zaman zaman yaşandığı gibi- kafalarına copların ineceği daha baştan bellidir. Gözaltıları, tutuklanmaları ve mahkemelerde süründürülmeleri de cabası.
Bir de bunun tersi var:
Temmuz 1967'de, Efes'e gelip kendi dinince Hacı olan Papa 6. Pol (Paul), Efes'ten İstanbul'a geçti, Ayasofya'ya girdi, câmi kısmında diz çöktü. Yanında o zamanın Dışişleri Bakanı İhsan Sabri Çağlayangil olduğu halde, nezaketen müsaade istemiş fakat onun cevabını bile beklemeden istavroz/haç çıkarmış, kendine göre ibâdetini tamamlamış, sonra da yere kapanıp zemini öpmüştü.
Gazetelerde yeri öpmesinin resimleri çıkmış ve bu hareketi haber olmuştu. Bu Papa İstanbul'da Ayasofya'dan başka hiçbir yerde, ne yeri öpmüş ne de haç çıkarmıştır.
Ayasofya'da bunu yapmakla, burasını bir câmi değil kilise olarak kabul ettiğini gösteriyordu. Çünkü bir Hıristiyan kendi inancına göre asla bir câmide dini vazifesini yerine getiremez. Onun inancı bunu yasaklamaktadır.
Ne acı ki, bir Müslüman 481 yıldır öz be öz kendi malı, kendi sınırları içinde câmii olarak kullandığı bir mâbette bir defa bile ibâdet etmeye kalkınca suç işlemiş sayılsın ve başına gelmedik şey kalmasın. Buna karşılık, kiliselikten çıkarılmış olan bu yerde Hıristiyan âleminin başının burada ibâdet etmesi serbest olsun!..
Hangi hükümet olursa olsun, gelen her hükümetten artık bu tatsız, mantıksız anlayışa son vermesini, Ayasofya’yı ibâdete açmasını istemek hakkımız değil midir?
Kaynak: İslam Mecmuası, 1987
DİĞER AYASOFYALAR…
Bilinen Ayasofya’dan başka 3 Ayasofya daha var.
Birisi İstanbul Sultanahmed’deki Küçük Ayasofya.
Birisi Bursa İznik’’teki Ayasofya.
Birisi Trabzon’daki Ayasofya.
Bilinen Ayasofya ile beraber toplam 4 Ayasofya var.
Bunlardan İstanbul’daki Küçük Ayasofya ibâdete açık.
İznik’deki Ayasofya, 2007’de restore edilerek müze yapılmıştı. Kasım 2011’de yeniden câmi olarak ibâdete açıldı. “Ayasofya Müzesi” yazılı tabela kaldırılarak yerine “Ayasofya (Orhan) Camii” tabelası konuldu.
SÖZÜMÜZÜ TOPARLARKEN…
Fethin sembolü, Fatih’in hatırası Ayasofya, maalesef hâlâ ibâdete kapalı. İbâdete açılarak, Fatih’in vakfiyesinin hakkının verilmesi şart. Beş vakit namaza, vaaza, hutbeye, cumaya yani Müslümanların hizmetine açılması şart.
Ancak, asla İSAM Başkanı Prof. Dr. M. Akif Aydın’ın söylediği şekilde değil.
M. Akif Aydın, Zaman gazetesinden Nuriye Akman’a 03.10.2010 tarihinde verdiği bir mülakatta şöyle diyordu: “Ayasofya'yı ibâdete açalım ama iki dinin mensupları da gelsinler burada kendi ibâdetlerini yapsınlar. Hafta boyu Müslümanlar, hafta sonu da Hıristiyanlar kendi dillerince Allah'a yakarsınlar.”
Fener Rum Patriği Bartholomeos da “Bizim için Anadolu Kudüs kadar kutsaldır” derken acaba neyi îmâ ediyordu?
Ertuğrul Günay da bakanlığı zamanında, “Anadolu’daki bütün kültürlerin eserlerini restore edeceğiz, koruyacağız” diyerek, Bartholomeos gibi içinde “Anadolu” kelimesi geçen bir cümle kullanıyordu.
Enteresandır, Anadolu’daki yıkık hatta kalıntısı bile kalmayan eski kiliseler onarıldı. Bazıları da ayinlere açıldı.
a- İzmir’in Çeşme ilçesine bağlı Alaçatı beldesindeki tarihî Pazaryeri Câmii restorasyon bahanesiyle kilise hâline getirildi. Caminin içinde kilise işaretleri, ikonlar, heykeller aslına uygun olarak yeniden yerleştirildi. Hristiyanlık sembollerinin yoğun olduğu alan bir perde ile kapatıldı. 2011 yılında bir Pazar günü namazdan sonra Patrik Bartholomeos’un yönetiminde câmide, evet câmide âyin yapıldı.
b- Bir tek Ermeni’nin yaşamadığı Van’ın Akdamar adasındaki ören hâline gelmiş Ermeni kilisesi, devlet parasıyla onarılıp âyine hazır hale getirildi. Televizyonlarda, uyurken verilen görüntüsüyle zihinlerde yer eden Kültür Bakanı Atilla Koç, bu kilisenin kurdelasını “Hayırlı olsun” diyerek kesmişti.
c- Konya’nın Sille mahallesinde harap hâlde bulunan kilise onarıldı.
Türkiye’de kiliseler büyük masraflar yapılarak tamir edilirken, Yunanistan, Bulgaristan, Ermenistan, bütün Osmanlı camilerini yıktı.
Kiliseler Hıristiyan âyinine açık ama Ayasofya Müslüman ibâdetine kapalı.
Görünüş o ki Heybeliada Ruhban Okulu da yakında açılacak. Ayasofya ne olacak?
Hıristiyan âlemine, “İzin verseniz de kendi sınırlarımız içindeki Ayasofya’yı ibâdete açabilir miyiz” diyemiyoruz. Hiç olmazsa bunu bari diyebilsek.
Ayasofya’nın yeniden ibâdete açılması, Türkiye’nin gerçek anlamda bağımsız, hür bir ülke olduğunun yegâne göstergesidir.
Ayasofya, şu şartlarla Fâtih tarafından vakfedilmiştir:
“Ayasofya, kıyamete kadar câmi olarak vakfedilmiştir. Bunu, Allâh’a, âhirete, O’nun heybetine inanan hiçbir mahluk, sultan olsun, hâkim olsun, bir mütegallibe (güç-kuvvet sahibi) olsun, değiştiremez. Vakıf şartlarını kim değiştirirse, Allâh’ın, meleklerin, bütün insanların lâneti onların üzerine olsun. Yüzlerine bakan ve onlara şefaat eden hiçbir kimse bulunmasın.”
Vakfın dînî hükmü şudur:
“Bir yer, ne şartla vakfedildiyse kıyamete kadar o iş için kullanılır. Vakfedenin istediği şart, Allâh'ın emri gibidir…”
ÖZET:
Bütün İslam âleminin göz bebeği olan Ayasofya’yı ibâdete kapalı tutmak, Müslümanlara revâ görülen dâimî bir işkencedir. Bütün camilerimiz, -ibâdet esnasında namaz kılanların önünde-arkasında ve arasında dolaşılmamak şartı ile- Müslüman-hıristiyan, dinli-dinsiz herkesin ziyaretine zaten açıktır. Gaye müze olması ise, bu mânâda bütün câmiler zaten birer müze gibidir. Hatta, müze olarak tutulan Ayasofya gibi belirli saatlerde değil, bütün câmiler sabah ezanından yatsıya kadar ve her gün ziyarete açıktır. Üstelik de ücretsizdir.
İbâdete kapalı tutulmasına sebep olarak, “Ayasofya'yı paralı ziyaret ettirmekle devlete gelir sağlıyoruz" denilebilir. Şu bilinmelidir ki, Ayasofya çok büyüktür. Özellikle yabancıların ziyaret ettiği mozaikler, panolar sanat eserleri, ibâdet kısmı dışındadır. Koridorlarda, dehlizlerde, üst kat galerilerindedir. Gayet kolayca, câmiin ibâdet kısmına parasız, diğer kısımlarına paralı girilip gezilebilecek imkân sağlanabilir.
Ayasofya'nın ibâdet edilen kısmı, bugünkü hali ile halısız, rahlesiz, insansız, ibâdetsiz, soğuk bir görünüm arz etmektedir. Aşırı tavırlı olmayan birçok yabancı sanat ve ilim adamları bile Ayasofya'nın bugünkü hale getirilmesinin büyük hata olduğunu ifade eden makaleler yazmışlardır.
ŞİMDİKİ DURUM…
Sene 2013… Ayasofya’nın ibâdete açılması için imza kampanyası sürdürülüyor. Oysa Sayın Başbakan’ın tavrı daha başka. Başbakan’ın bu meseleyle ilgili tavrının nasıl olduğuyla ilgili haber şöyle:
“Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, partisinin Kızılcahamam kampında milletvekillerinin sorularını yanıtladı. Başbakan Erdoğan'a sorulan sorular arasında Ayasofya'nın ibâdete açılmasına ilişkin bir çalışma olup olmadığı da vardı. Erdoğan bu soruya, "Sultanahmet çok boş. Sultanahmet dolarsa Ayasofya'yı da gündeme alabiliriz" şeklinde cevap verdi.”
Sayın Başbakan’ın bu cevabı maalesef ümit kırıcı ve bütün beklentileri sona erdirici olmuştur. Bu konuda söylenecek sözler var:
1- Sultanahmed Câmii’nin, Cuma ve bayram namazlarında dolması kastediliyorsa, Sultanahmed cuma ve bayramlarda olup taşıyor. Bu durumda Ayasofya hemen açılmalı.
Yok öyle değil de vakit namazlarında dolması bekleniyorsa, bu durumda Ayasofya kıyamete kadar ibâdete açılmaz. Çünkü Sultanahmed Câmii vakit namazlarında kıyamete kadar dolmaz.
Merak konusu… Türkiye’de bundan sonra herhangi bir yerde câmi yapılmak istendiğinde, yapılmadan önce, hükümet oranın yakınında bir câmi olup olmadığına, eğer varsa o câminin dolup dolmadığına bakıp, yeni bir câminin yapılmasına ona göre mi izin verecektir?
Yoksa bu dolup dolmama meselesi sadece Ayasofya hakkında mı?
Eğer öyleyse niçin?
2- Bi kere, Ayasofya cemaatsiz kaldığı için kapanmamıştır ki, Sultanahmed câmii taşıp da cemaatin namaz kılacağı başka bir câmi olmadığı için Ayasofya’nın ibâdete açılması düşünülsün…
3- Van Akdamar adasındaki Ermeni kilisesi, Trabzon’daki Sümela Manastırı ve devlet bütçesinden milyarlar harcanarak tamir edilip âyine açılan yukarıda bazılarını zikrettiğimiz diğer kiliseler, Hıristiyanlar âyin yaptıkları yerlere sığmadığı için mi açılmıştır?
Tabii ki hayır!.. Hiç bir ermeninin yaşamadığı Van’ın Akdamar adasındaki ermeni kilisesi 1.5 milyon dolar harcanarak tamir edilip, senede sadece bir defa ayin yapmaları için Ermenilerin kullanımına verildi. Trabzon’daki Sümela Manastırı da öyle.
Bu kiliseler tamir edilip ayine açılmadan önce, "Diğer kiliseler çok boş. Onlar dolarsa Akdamar’ı ve Sümela’yı gündeme alabiliriz" denilmemişti.
4- Ayasofya’nın açılması isteği karşısında, "Sultanahmet çok boş. Sultanahmet dolarsa Ayasofya'yı da gündeme alabiliriz" deniliyor ama “Açarız” denilmiyor.
Dikkat! “Gündeme alırız” denilmiyor, “Alabiliriz” deniliyor. “Gündeme alabiliriz” demek, “Almayabiliriz de “ demektir.
“Gündeme alırız” denilse bile, “İbâdete açarız” demek değildir. Sadece, açılıp açılmayacağını konuşabiliriz demektir…
Özet:
500 veya 1000 sene sonra Sultanahmed Câmii vakit namazlarında dolar da cemaat namaz kılacak yer ararsa, eh o zaman Ayasofya sadece gündeme a-lı-na-bi-lir.
Diyelim ki, gündeme geldi. Peki açılabilir mi?
Kesin değil. A-çı-la-bi-lir de a-çıl-ma-ya-bi-lir de…
Öyleyse, "Sultanahmet çok boş. Sultanahmet dolarsa Ayasofya'yı da gündeme alabiliriz" sözünden şunu mu anlayalım?
Ayasofya ibâdete açılabilir.
Ne zaman?
Bir Çarşamba günü.
Hangi Çarşamba?
Balığın kavağa çıktığı Çarşamba günü. Yani çıkmaz ayın son Çarşambası…
Böyle mı?...
(A.E.)
https://m.facebook.com/story.php?story_fbid=2206126722783493&id=100001585612381
Fethin sembolü, Fatih’in hatırası Ayasofya, maalesef hâlâ ibâdete kapalı. İbâdete açılarak, Fatih’in vakfiyesinin hakkının verilmesi şart. Beş vakit namaza, vaaza, hutbeye, cumaya yani Müslümanların hizmetine açılması şart.
Ancak, asla İSAM Başkanı Prof. Dr. M. Akif Aydın’ın söylediği şekilde değil.
M. Akif Aydın, Zaman gazetesinden Nuriye Akman’a 03.10.2010 tarihinde verdiği bir mülakatta şöyle diyordu: “Ayasofya'yı ibâdete açalım ama iki dinin mensupları da gelsinler burada kendi ibâdetlerini yapsınlar. Hafta boyu Müslümanlar, hafta sonu da Hıristiyanlar kendi dillerince Allah'a yakarsınlar.”
Fener Rum Patriği Bartholomeos da “Bizim için Anadolu Kudüs kadar kutsaldır” derken acaba neyi îmâ ediyordu?
Ertuğrul Günay da bakanlığı zamanında, “Anadolu’daki bütün kültürlerin eserlerini restore edeceğiz, koruyacağız” diyerek, Bartholomeos gibi içinde “Anadolu” kelimesi geçen bir cümle kullanıyordu.
Enteresandır, Anadolu’daki yıkık hatta kalıntısı bile kalmayan eski kiliseler onarıldı. Bazıları da ayinlere açıldı.
a- İzmir’in Çeşme ilçesine bağlı Alaçatı beldesindeki tarihî Pazaryeri Câmii restorasyon bahanesiyle kilise hâline getirildi. Caminin içinde kilise işaretleri, ikonlar, heykeller aslına uygun olarak yeniden yerleştirildi. Hristiyanlık sembollerinin yoğun olduğu alan bir perde ile kapatıldı. 2011 yılında bir Pazar günü namazdan sonra Patrik Bartholomeos’un yönetiminde câmide, evet câmide âyin yapıldı.
b- Bir tek Ermeni’nin yaşamadığı Van’ın Akdamar adasındaki ören hâline gelmiş Ermeni kilisesi, devlet parasıyla onarılıp âyine hazır hale getirildi. Televizyonlarda, uyurken verilen görüntüsüyle zihinlerde yer eden Kültür Bakanı Atilla Koç, bu kilisenin kurdelasını “Hayırlı olsun” diyerek kesmişti.
c- Konya’nın Sille mahallesinde harap hâlde bulunan kilise onarıldı.
Türkiye’de kiliseler büyük masraflar yapılarak tamir edilirken, Yunanistan, Bulgaristan, Ermenistan, bütün Osmanlı camilerini yıktı.
Kiliseler Hıristiyan âyinine açık ama Ayasofya Müslüman ibâdetine kapalı.
Görünüş o ki Heybeliada Ruhban Okulu da yakında açılacak. Ayasofya ne olacak?
Hıristiyan âlemine, “İzin verseniz de kendi sınırlarımız içindeki Ayasofya’yı ibâdete açabilir miyiz” diyemiyoruz. Hiç olmazsa bunu bari diyebilsek.
Ayasofya’nın yeniden ibâdete açılması, Türkiye’nin gerçek anlamda bağımsız, hür bir ülke olduğunun yegâne göstergesidir.
Ayasofya, şu şartlarla Fâtih tarafından vakfedilmiştir:
“Ayasofya, kıyamete kadar câmi olarak vakfedilmiştir. Bunu, Allâh’a, âhirete, O’nun heybetine inanan hiçbir mahluk, sultan olsun, hâkim olsun, bir mütegallibe (güç-kuvvet sahibi) olsun, değiştiremez. Vakıf şartlarını kim değiştirirse, Allâh’ın, meleklerin, bütün insanların lâneti onların üzerine olsun. Yüzlerine bakan ve onlara şefaat eden hiçbir kimse bulunmasın.”
Vakfın dînî hükmü şudur:
“Bir yer, ne şartla vakfedildiyse kıyamete kadar o iş için kullanılır. Vakfedenin istediği şart, Allâh'ın emri gibidir…”
ÖZET:
Bütün İslam âleminin göz bebeği olan Ayasofya’yı ibâdete kapalı tutmak, Müslümanlara revâ görülen dâimî bir işkencedir. Bütün camilerimiz, -ibâdet esnasında namaz kılanların önünde-arkasında ve arasında dolaşılmamak şartı ile- Müslüman-hıristiyan, dinli-dinsiz herkesin ziyaretine zaten açıktır. Gaye müze olması ise, bu mânâda bütün câmiler zaten birer müze gibidir. Hatta, müze olarak tutulan Ayasofya gibi belirli saatlerde değil, bütün câmiler sabah ezanından yatsıya kadar ve her gün ziyarete açıktır. Üstelik de ücretsizdir.
İbâdete kapalı tutulmasına sebep olarak, “Ayasofya'yı paralı ziyaret ettirmekle devlete gelir sağlıyoruz" denilebilir. Şu bilinmelidir ki, Ayasofya çok büyüktür. Özellikle yabancıların ziyaret ettiği mozaikler, panolar sanat eserleri, ibâdet kısmı dışındadır. Koridorlarda, dehlizlerde, üst kat galerilerindedir. Gayet kolayca, câmiin ibâdet kısmına parasız, diğer kısımlarına paralı girilip gezilebilecek imkân sağlanabilir.
Ayasofya'nın ibâdet edilen kısmı, bugünkü hali ile halısız, rahlesiz, insansız, ibâdetsiz, soğuk bir görünüm arz etmektedir. Aşırı tavırlı olmayan birçok yabancı sanat ve ilim adamları bile Ayasofya'nın bugünkü hale getirilmesinin büyük hata olduğunu ifade eden makaleler yazmışlardır.
ŞİMDİKİ DURUM…
Sene 2013… Ayasofya’nın ibâdete açılması için imza kampanyası sürdürülüyor. Oysa Sayın Başbakan’ın tavrı daha başka. Başbakan’ın bu meseleyle ilgili tavrının nasıl olduğuyla ilgili haber şöyle:
“Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, partisinin Kızılcahamam kampında milletvekillerinin sorularını yanıtladı. Başbakan Erdoğan'a sorulan sorular arasında Ayasofya'nın ibâdete açılmasına ilişkin bir çalışma olup olmadığı da vardı. Erdoğan bu soruya, "Sultanahmet çok boş. Sultanahmet dolarsa Ayasofya'yı da gündeme alabiliriz" şeklinde cevap verdi.”
Sayın Başbakan’ın bu cevabı maalesef ümit kırıcı ve bütün beklentileri sona erdirici olmuştur. Bu konuda söylenecek sözler var:
1- Sultanahmed Câmii’nin, Cuma ve bayram namazlarında dolması kastediliyorsa, Sultanahmed cuma ve bayramlarda olup taşıyor. Bu durumda Ayasofya hemen açılmalı.
Yok öyle değil de vakit namazlarında dolması bekleniyorsa, bu durumda Ayasofya kıyamete kadar ibâdete açılmaz. Çünkü Sultanahmed Câmii vakit namazlarında kıyamete kadar dolmaz.
Merak konusu… Türkiye’de bundan sonra herhangi bir yerde câmi yapılmak istendiğinde, yapılmadan önce, hükümet oranın yakınında bir câmi olup olmadığına, eğer varsa o câminin dolup dolmadığına bakıp, yeni bir câminin yapılmasına ona göre mi izin verecektir?
Yoksa bu dolup dolmama meselesi sadece Ayasofya hakkında mı?
Eğer öyleyse niçin?
2- Bi kere, Ayasofya cemaatsiz kaldığı için kapanmamıştır ki, Sultanahmed câmii taşıp da cemaatin namaz kılacağı başka bir câmi olmadığı için Ayasofya’nın ibâdete açılması düşünülsün…
3- Van Akdamar adasındaki Ermeni kilisesi, Trabzon’daki Sümela Manastırı ve devlet bütçesinden milyarlar harcanarak tamir edilip âyine açılan yukarıda bazılarını zikrettiğimiz diğer kiliseler, Hıristiyanlar âyin yaptıkları yerlere sığmadığı için mi açılmıştır?
Tabii ki hayır!.. Hiç bir ermeninin yaşamadığı Van’ın Akdamar adasındaki ermeni kilisesi 1.5 milyon dolar harcanarak tamir edilip, senede sadece bir defa ayin yapmaları için Ermenilerin kullanımına verildi. Trabzon’daki Sümela Manastırı da öyle.
Bu kiliseler tamir edilip ayine açılmadan önce, "Diğer kiliseler çok boş. Onlar dolarsa Akdamar’ı ve Sümela’yı gündeme alabiliriz" denilmemişti.
4- Ayasofya’nın açılması isteği karşısında, "Sultanahmet çok boş. Sultanahmet dolarsa Ayasofya'yı da gündeme alabiliriz" deniliyor ama “Açarız” denilmiyor.
Dikkat! “Gündeme alırız” denilmiyor, “Alabiliriz” deniliyor. “Gündeme alabiliriz” demek, “Almayabiliriz de “ demektir.
“Gündeme alırız” denilse bile, “İbâdete açarız” demek değildir. Sadece, açılıp açılmayacağını konuşabiliriz demektir…
Özet:
500 veya 1000 sene sonra Sultanahmed Câmii vakit namazlarında dolar da cemaat namaz kılacak yer ararsa, eh o zaman Ayasofya sadece gündeme a-lı-na-bi-lir.
Diyelim ki, gündeme geldi. Peki açılabilir mi?
Kesin değil. A-çı-la-bi-lir de a-çıl-ma-ya-bi-lir de…
Öyleyse, "Sultanahmet çok boş. Sultanahmet dolarsa Ayasofya'yı da gündeme alabiliriz" sözünden şunu mu anlayalım?
Ayasofya ibâdete açılabilir.
Ne zaman?
Bir Çarşamba günü.
Hangi Çarşamba?
Balığın kavağa çıktığı Çarşamba günü. Yani çıkmaz ayın son Çarşambası…
Böyle mı?...
(A.E.)
https://m.facebook.com/story.php?story_fbid=2206126722783493&id=100001585612381
Miraç hadisesinde, Mescid-i Haram'dan Mescid-i Aksa'ya kadar olan kısmı inkar eden mürted olur. Kur'an'ı, peygamberimizi ve Allah tealayı yalanlamış olur. Küfrüne hükmolunur, nikahı boş olur, Katli vacip olur. Bu gibi durumlarda fetvayı fertler değil, kadılar verir. İcrayı da İslam devletinin cellatları yapar. Fert fert herkes birbirini tekfir etme ve cezalandırma hakkını kendinde bulamaz.
Akincibay Arslan
Miraç hadisesinde, Mescid-i Haram'dan Mescid-i Aksa'ya kadar olan kısmı inkar eden mürted olur. Kur'an'ı, peygamberimizi ve Allah tealayı yalanlamış olur. Küfrüne hükmolunur, nikahı boş olur, Katli vacip olur. Bu gibi durumlarda fetvayı fertler değil, kadılar verir. İcrayı da İslam devletinin cellatları yapar. Fert fert herkes birbirini tekfir etme ve cezalandırma hakkını kendinde bulamaz.
Miraç hadisesinde Mescid-i Aksa'dan sema katlarına kadar olan kısımları inkar eden dinden çıkmaz ama dalalet ehlinden olur. Küfre çok yaklaşır ve feci bir sona gitmesinden korkulur
Lakin bu yaşadığımız devirde, şu son zamanlarda, manzara biraz farklı.. Bütün ikaz ve nasihatlere ve ispatlara rağmen burnunun dikine gidenlerin, hadisleri inkar edenlerin, Kur'an'ı kendi bozuk fikirlerine göre yorumlamak isteyenlerin, alimleri tanımayanların hem cahil, hem küstah, hem egoist, hem de art niyetli oldukları, samimiyetle gerçeği aramadıkları, çoğunun dini meseleleri bir eğlence ya da bir farkındalık ve gösteriş oluşturma aracı olarak kullandıkları görülüyor.
Bunlara ilimle, ispatla bir şey anlatmak için harcanan zamana yazık olduğunu acı acı görüyorsunuz. Bunların yaşam tarzlarına, alış verişlerine, sözlerine sadık olup olmadıkların, işlerini düzgün yapıp yapmadıklarına baktıkça da her türlü münafıklık alametinin bir arada üzerlerinde bulundurduklarını görüyorsunuz.Ve bunlara yasal olarak yetkilendirilmiş Mematiler gerekiyor. Bence boşuna kıymetli vaktinizi heba etmeyin. Çok çok on küsur sene sonra bu ülkenin ceza kanunları bu gibi İslamcıları arz üzerinden derhal kaldırıp nizam-ı alemi tesis edebilecek şekilde olacak.
----- Hadis- i Şerif : “Bütün Âdemoğulları günahkârdır, günahkârların en hayırlıları ise tövbe edenlerdir.” (İbn Mâce)
1951-1952 yıllarında İspanya Hükümeti, Türkiye’den çok yüksek miktarda odun kömürü satın almak istiyor. O güne kadar İspanya’ya yapılan ihracat kalemleri arasında yer almayan bu talebin bir de özel şartı var. Kömürler İskenderun’dan Saroz Körfezi’ne kadar Akdeniz ve Ege sahillerinde doğada kendiliğinden yetişen delice ağacından elde edilmesi isteniyordu. İstek dönemin Hükümeti tarafından yüksek getirisinden sevinçle karşılanıyor,ülkemizde bol miktarda bulunan delice kömürü ihraç edilmeye başlanıyordu. Görgü tanıklarının anlattıklarına göre,limanların üzeri gemi yüklemeleri sebebiyle kara bir bulut ile kaplanıyor göz gözü görmüyordu. O yıllarda Ankara’da görev yapan ABD Ticaret Ateşesi,dönemin Dışişleri Bakanı’na ihraç edilen kömürün İspanya tarafından nasıl değerlendirildiği ya da nerelerde kullanıldığını araştırıp araştırmadıklarını soruyor. Aldığı cevap,getirisinin önemli olduğu nerede kullanıldığının Türkiye’yi ilgilendirmediği şeklinde oluyor.Bunun üzerine ataşe konuyu kendisi araştırıyor ve otoyollarda dolgu malzemesi olarak kullanıldığı bilgisine ulaşıyor.Bununla yetinmeyip ABD’de tanıdığı mühendislerden bilgi alıyor ve otoyolda kömür dolgunun bir yararı olmadığını öğreniyor. Öğrendiklerini Bakan’a iletiyor,Türkiye’nin rahatsız olmadığını,gelirden dolayı memnun olduklarını söylüyor, konu kapanıyor. Delice ağacının zeytin aşılamak için en uygun ağaç olduğunu bilenler Türkiye’ye oyun oynamışlardı. Sonuç olarak İspanya dünyanın en büyük zeytinyağı ihracatçısıdır ve ne tesadüf ki aynı yıllarda Türkiye margarinle tanışmıştır ...Dipçe:Aşılanmamış zeytin ağacına delice denir....
BÖBREKLERİMİZİ İYİ TANIYALIM HAYATİ ORGANIMIZ OLAN BÖBREKLERİMİZİ İYİ KORUYALIM YOKSA GERİ DÖNÜŞÜ OLMAYAN SÜRECE GİRERİZ DİKKATLİ OLALIM OKUYUP BİLİNÇLENELİM m.ulaş Böbreke zararlı yemekler ve bazı hayat alışkanlıklarıyla hayatınızla oynamayın. Böbreği korumak, hayatı korumakla beraberdir. Böbrek kişi vücudunda ki en önemli madde dönüştürücü aza olup, kalp ile aynı derecede önemlidir. Böbrekten bir problem çıkmışsa. Çok hızlı şekilde vücudun diğer azaları da zayıflama başlar. Böbreği korumak, böbrek sağlığına değer vermek aynı zamanda hayatını korumak demektir. Çevremizde bir çok kişiler böbrek problemleri cinsel problemlerine bağlayıp, kendi hastalığını ve rahatsızlıkları gizler (çok kişilerle karşılaşıyoruz, gözden, dilden, damardan elden teşhislerde böbrekte rahatsızlıklar oluştuğunu belli eden belirterler var. ama, “sizde bu tür böbrekler alakalı rahatsızlık var mi” diye sorsanız hayatta kabul etmez, "MR çektirdim normla, bişey çıkmadı" diyerek konuyu değiştirir. böbrek zayıflığını cinsel zayıflığı diye yanlış taraftan düşündüğü için. ) yada cinsel zayıflığı görüldüğünden Cinsel zayıflığını böbrek zayıflığı, yada böbrek iktidari zayıfladığından diye düşünerek böbrek güçlendirici ilaçlar kullanmaya başlar. Sonuçta kendi iktidarını iyi yönetemeyen böbreke dahada basınç ve yük artmış olur. Böyle yanlış düşüncelerin ortaya çıkmasındada çevremizdeki hızlı para kazanmayı düşünerek, sonucu ve akıbetini ile ilgilenmeyen Doktur ve hekimlerin de sorumluluğuda vardır tabii. Erkek yada kadınların cinsel hayatındaki yada şu cinsellik taraftan küçücük bir zayıflığı yada kişidin kişine göre değişerek normal olan durumları söz konusu ederek böbrek güçlendirici hormonlu ilaçlar tavsiye ederek satıp, böbreki dahada yoruldurur. Sonunda böbreğin süzüş iktidari bozulup ve zayıflama durumlar ortaya çıkar. Yukarıdakiler böbrek hizmetini tanıma ve böbrek fonksiyonunu anlamamaktan kaynaklanan sonuçtur. Eskiden bu konu haklında sizlerle medeni usulda böbrekin rolünü anlatış, koruma bilgileri paylaşımı yaptım. Bugün dostlar böbreki işten çıkartan bir kaç türlü yiyecek ve içeceklerle ortaklaşacağız. Böbreğin görevi evimizdeki su temizleyici ile aynı. O vücudumuzdaki gereksiz ve çıkırındı maddeleri süzüp, vücut dışarı atar. Vücuttaki protein, tuz ve su maddeleri korur, vücuttaki sulu, sıvı miktarının dengesini sağlar. Eğer böbrekte bir problem görülürse, vücuttaki fazla su be atılması gereken maddeleri dışarı atamamakla bitmez, aksine vücuttaki besin maddeleri ve mineral maddeleri kaçağını meydana getirir. Vücudun nemli ve kuru dengesi bozulur. Vücudun Asit ve alkali dengesini bozar. Ağır olduğunda hayat’ı tehlikeye sokar. En önemli olan, böbreğin hücre düzeni bozulursa, teker eski haline dönemez, tedavisinde de yoktur. O sebebten böbreği korumak çok önemlidir. Bu dört türlü yemek böbreklere zarar verir. 1. deniz ürünleri ile beraber bira kullanmak. Deniz ürünleri ile beraber bira kullandığında, kolayca idrarın asit miktarı yükselmesinden kaynaklı kan hastalıkları meydana gelir. Daim deniz ürünleri tüketmek vücutta aşırı miktarsa idrar asiti şekillendirir. Bunun böbreğe olan baskısı büyük olup, kolayca böbreğe zarar verir. 2. Kavurulmuş tavuk eti ile soğuk içecekler. Tavuk eti ve soğuk içecekler sevmeyen kişi olmayabilir. Araştırmalardan ispat edilmesine göre, yağda kavrulmuş yemeklerler ile soğuk ve tatlı içecekler beraber tüketildiğinde, böbrek hastalığı kaynaklı ölüm meydana getirir. Çünkü yağda kavrulmuş yiyecek terkibinde çok miktarsa tuz be fosfor olup, yağda pişirirken buna yağ katılır. İçeceklerde ise çok miktarda şeker var. Bu maddeleri böbrek zayıf kişiler asla vücut dışarı atamazlar. Uzun müddet vücutta toplandığında, kolayca kalp hastalıkları, yüksek tansiyon ve diabet hastalıkları meydana getirir. O sebebten eğer sizde kalp hastalığı yada yüksek tansiyon hastalığı varsa, ilk önce ilaç almaya acile etmeden bu sebeplerden hastalığın kaynağını araştırın, eğer böbrek kaynaklı kalıp hastalığı yada böbrek kaynaklı yüksek tansiyon varsa, kalp be yüksek tansiyon için ne kadar ilaç kullandıysanız bile, ilaç işe yaramaz ve aynı zamanda böbreğim yükü ve baskı daha da artar. Böbreki iyileştirmeden bu tür hastalıklar tedavi edilmez. 3. Alkol ile koyu demli çay. Normalde alkolün kendisi böbreki işten çıkartmaya yeter ve aşar. Çok kişiler alkol içtikten sonra koyu demli çay içilirse sarhoşluğu gideri diye düşünür. Normalde kuyu demli çay gerçekten sarhoşluğu giderir mi gidermez mi bu kokuda bir doğru olan araştırma bilgileri yok. Ama böbreke zarar vermesi hakkında net şekilde araştırma delilleri vardır. Çünkü koyu demli çay terkibinde çay alkalisi ve teofilin olup, idrarı sıkıştırma etkisine sahiptir. Demek idrar sikiştirme yoluyla, alkol terkibindeki etil alkohol parçalanıp direk böbreğe gelir. Keskin zehir olarak bilinen etil alkohol böbreği aşiri gıdıklayarak böbreğin dengesini bozarak işten çıkartır. 4. Enerjik içecekler Şimdiki pazarlardaki enerjik içeceklerin çoğunu “ruhlandırır, yorgunluğu atar” gibi güzel reklamlarla pazarlamasını yapıyorlar. Aman bunun hiç bir delili, ispatlı yoktur. Bü tür içecekler sadede tad tadıyıcı sezgisi ihtiyacını tamamlayıp huzurlandır. Bu tür içeceklerde çok miktarda kalsiyum, sodyum, magnezyum gibi elektrolit maddeler mevcuttur. Bu maddeler sadede böbrek yoluyla halledilir. Bu sebebten böbreğin yükünü ve basıncısını dahada arttırır. Böbreğin basıncı artması hiç iyi değildir. Böbreğin tüm hastalıkları bu sebeplerden başlanır. Alıntıdır
Mustafa Ulaş
KAYAKORUĞU OTUNUN FAYDALARI OKUYUN
Deri Cilt iltihaplı sivilcelerde ve iltihaplarında, egzamada ve nasır tedavisinde kullanılır. Yeşil kısımları ezilip lapası zeytinyağı ile karıştırılarak merhem elde edilir ve sorunlu bölgeye sürülür.
Mide ekşimesi ve ülsere karşı faydalıdır miyomlara faydalı
Damar sertliğine faydalıdır. Saygılar.m.ulaş
Mide ekşimesi ve ülsere karşı faydalıdır miyomlara faydalı
Damar sertliğine faydalıdır. Saygılar.m.ulaş
Mehmet Panaz
Gayrimeşru bir şeye ya Allah ve besmele çekmek şer'an küfürdür. Tecdidi-iman ve nikahı gerektirir! şakası dahi olmaz.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)