1 Aralık 2019 Pazar

Sınavda Başarılı Olmak İçin OKUYAN KAZANIR

Sınavda Başarılı Olmak İçin OKUYAN KAZANIR (
Sınav oncesi :
Allahümme rabbizitni ilmen ve fehmen ve imanen
Anlamı: Allahım zihnimi aç, ilmimi artır, fehmimi aç, imanımı genişlet.
Sınava girecek olanlar için küçük bir dua
21 adet kuru üzüme besmele ile her bir tanesine Fatiha Suresi’ni okuyorsunuz. Sınav öncesi aç karna o taneleri yiyoruz. Allah’a dua ediyoruz, inşallah başarılı oluyoruz. Birde Ashab-ı Keyf’in isimlerini bir kağıda yazıp üzerimizde girersek sınava önce Allah’ın izniyle bildiğiniz tüm bilgiler aklımızda canlanır İnşallah…
Ayrıca Ya Fettah ve Ya Mukaddim Esma-i Şerif’leri Ebced değerleri kadar okumanızı tavsiye ederim sınavdan önce. Başarılar…

NAZAR DEĞMESİ

30 Kasım 2019 Cumartesi

Allahim bizi Cheyennem atesinden muhafaza eyle

Görüntünün olası içeriği: 1 kişi, yazı

•Efendimizin (sallallâhu aleyhi vesellem) faziletlerinden: ☘ Güneş ve Ay ışığında gölgesi yere düşmezdi. ☘ Önünden gördüğü gibi arkasından da görürdü. ☘ Üstüne sinek ve başka hiçbir böcek konmazdı. ☘ Çamaşırları, ne kadar çok giyse de hiç kirlenmezdi. ☘ Taş üstüne basınca izi kalır, kum üstüne basınca iz bırakmazdı. ☘ Cebrâil aleyhisselâm, efendimiz aleyhisselâtû vesselâm’a 24 bin kere gelmiştir. ALLAHÜMME SALLİ ALÂ SEYYİDİNA MUHAMMEDİN VE ÂLÂ ALİ SEYYİDİNA MUHAMMED ..!

Cuma Suresinde, "Alış-verişi bırakın!" Emri vardır..
"Alış verişi bırakın!" Nidası vardır..
Bizden önceki nesili kesseler Cuma suresindeki bu emri çiğnetemezlerdi çünkü!
Denemediler mi sanıyorsunuz?
Neler neler denediler..
Ama biz öyle bir nesille karşı karşıyayız ki karalanan cumamızda "zombi misali" sağa sola koşarak sözde alış veriş yaparız..
İnanın kimsenin üç kuruşuna ihtiyacı yok bu firmaların.
Kapitalizm vs söylemleri sadece işi görünen ve "bilinmesi istenen" yüzü.. "ÖZ İNANCIMIZ ÇALINIYOR!" Asıl mevzu budur.. Keşke geçen hafta ve bu haftanın cuma namazı istatistiği çıkarılsa o zaman ne dediğimi anlardınız.
Bugün fare kapanındaki peynir misali Cuma suresindeki ayeti çiğnettiler bu topluma, yarın daha büyüğü ile gelecekler..
Testi başarı ile tamamladı benim güzel ülkem.
Bakalım sırada ne var..
Daha hangi mabedi süslü yalanlarla çiğnetecekler.
En zoruma giden de bazı islami görünen firmaların "mübarek cuma indirimi" yapmaları.
İşte bu kadar akılsız ve şuursuzsunuz!
Sonra ne oldu bu nesile diye dövünür dururuz..
Ne olacaktı ki?
Onlar alacağını aldı..
Bu topluma "Alış verişi bırakın!" Ayetini çiğnetti.. Peki size ne kaldı?
Yama yaptık dünyamızı kırparak dinimizden, sonunda dinde gitti, dünyada gitti elimizden!

"İMAM-I RABBANÎ HAZRETLERİ..!."

Fotoğraf açıklaması yok.
"İMAM-I RABBANÎ HAZRETLERİ..!."
•İmâm-ı Rabbânî Müceddid-i Elf-i Sânî kuddise sırruh hazretleri, Hindistan’ın Serhend beldesinde H. 971 (M. 1563) yılı âşûre günü dünyaya geldi. 63 yıl yaşadı. 17 Safer 1034 (M. 11 Aralık 1624) senesinde vefât etti. Mübârek nesepleri 28. vâsıta ile Hz. Ömer’e (r.a.) ulaşmaktadır.
Ezelî takdir olarak kendilerinin nasibi olduğundan, Tarîkat-ı Aliyye-i Nakşibendiye-i Müceddidîn kolunun 23. halkasını teşkil ederler. Bununla beraber Kadiriye, Çeştiye ve Sühreverdiye tarîkatlarından da irşâda salâhiyetlidir.
Kezâ bu dört tarîkattan başka Bedriye, Kübreviye v.s. gibi birçok tarîkatların her birerinden peder-i âlileri Abdülehad hazretleri vâsıtasıyla istifâde ve istifâza etmişler, zamanla bu tarîkatların şeyhi, imamı olup herbirinin dervişlerini fıtrat ve usûlüne göre irşad buyurmuşlardır. Kendilerinin kemâlâta ermeleri ise, Şeyh Muhammed Bâkibillah hazretlerinin hizmetlerinde vâki olmuştur. Hatta onun huzûrunda derecesi o kadar yükselmiştir ki, şeyhi, bütün müridlerin kemâlâtı ile alâkadar olmayı ona havâle ettiği gibi, kendileri dahî istifade etmek için onun meclisinde bulunur ve şöyle derlerdi:
“Şeyh Ahmed öyle bir güneştir ki, iki cihan onun feyz ve fazileti ile aydınlanmıştır.”
Abdullah Dehlevî hazretleri, talebelerinden birisine yazdıkları mektuplarında, “İmâm-ı Rabbânî’yi sevenler mü’min ve takvâ sahibidirler; sevmeyenler ise, şâkî ve münâfıktırlar. Bütün İslâm âlemine İmâm-ı Rabbânî’nin şükrünü edâ etmek vâciptir” buyururlar.
Ravzatü’s-Selâm isimli eserde şöyle denilir:
“Şeyh Ahmed Fârûkî hazretleri, kendilerinden sonra bu cihanda, iki büyük hârika bırakmışlardır.
Bunlardan birincisi, başta Mektûbât’ı olmak üzere, te’lif buyurdukları eserleridir... Meşâyihten hiç biri onun eserlerindeki ma‘rifet ve hakîkatleri te’liflerinde yazmamışlardır.
Bıratıkları ikinci kıymetli şey de evlatlarıdır ki, kendi terbiyeleri sayesinde, onları da kemâl derecesine yükselterek her birini kendisi gibi bir merd-i kâmil eylemişlerdir.
Pek kıymetli eserlerinden ‘Risâle-i Meâd’da buyururlar ki, “Bir sabah zikir halkasında oturmuş idim... Şu şekilde nidâ ve ilham olundum:
‘Seni ve kıyâmet gününe kadar seninle bana tevessül edenleri mağfiret eyledim.”
Muhakkık İmâm Süyûtî (rh.) ‘Cem‘u’l-Cevâmi‘’ isimli kitabında, “Ümmetimden ‘Sıla’ nâmında / isminde biri gelir. Onun şefâati ile çok kimseler Cennet'e girer.” [Ayrıca bkz. Ebu Nuaym el-Isfahanî, el-Hilye, Beyrut, 1409, 2, 241]
“Sıla”, şerîatla tarîkatı vasleden birleştiren demektir. Sûfiyye ulemâsı , hadîs-i şerifte geçen “sıla” nâmı ile İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin mübârek vücud-i şeriflerine işaret buyurulduğunu ifade ederler.
Onun zamanında ve ondan sonra gelen birçok ulemâ-umerâ ve meşâyih ondan istifâde ve istifâza eylemişlerdir. El’an himmetleri sârî, feyzi cârîdir. Nitekim İmâm-ı Rabbânî (k.s.) hazretlerinin ekmel müridlerinden Şeyh Bedreddin Serhendî (k.s.) “Hadarâtü’l-Kuds” isimli eserinde der ki:
“Bir gün rüyamda Hızır aleyhisselâm’ı görüp kendi-lerinden inâbe etmek arzusundu bulunduğumu arz ettim. Bana şöyle buyurdular:
‘Sen öyle bir zâta müntesipsin ki, onun irşâdı, sana ve bu âleme yeter.”
Nakledilir ki, devrin allâmesi Abdülhakim Siyalkutî, ilk zamanlar İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin büyüklüğünü kabul etmeyenlerden biriydi. Bir gece İmâm-ı Rabbânî hazretlerini rüyâda gördü. Hz. Şeyh kendisine, “(Ey Rasûlüm!) Sen ‘Allah’ de, sonra onları bırak, daldıkları bataklıkta oynayadursunlar!” (En’âm sûresi, 6/91) meâlindeki âyet-i kerîmeyi okudular.
Abdülhakim Siyalkutî, ondan bu âyet-i kerîmeyi dinledikten sonra gönlüne İlâhî bir aşk ve şevk, İmâm-ı Rabbânî hazretlerine karşı da bir muhabbet peydâ olup kalbi “Allah-Allah-Allah...” diyerek Cenâb-Hak’ı zikretmeye başladı. Uyandıktan sonra baktı ki, kalbi Allah’ı zikretmeye devam ediyor... İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin de sûreti gözlerinin önünden gitmiyor. Böylece Hz. Şeyh’in mürîdi oluyordu.
Nihayet Şeyh hazretlerinin yüksek hizmetlerinde bulunarak çok ulvî derecelere kavuşmuştur. İmâm-ı Rabbânî hazretlerini, Hind ulemâsından ilk önce “Müceddid-i Elf-i Sânî: İkinci bin yılın müceddidi” olarak vasıflandıran da bu zât olmuştur.
Yine keşif ehlinin büyük bir çoğunluğu tarafından, da “Müceddid-i Elf-i Sânî” olarak tavsif olunmuştur. Nitekim Muhammed Hâcegî (k.s.), ekmel halîfesi Muhammed Bâkibillah hazretlerine şöyle diyor:
“Hind tarafından bir kimse çıkacak, asrın imamı olacak. Ancak, onun gönül açıklığı senin elinde olacaktır. Ona koş; zira ehlüllah, onun gelmesini beklemektedir.”
Bunun üzerine Muhammed Bâkibillah (k.s.) hazretleri Buhârâ’dan kalkıp Hindistan’ın yolunu tuttu. İmâm-ı Rabbânî Müceddid-i Elf-i Sânî hazretleri ile buluştu ve ona, “Geleceği müjdelenen kişi sensin” dedi.
Muhammed Bâkibillah (k.s.), İmâm-ı Rabbânî hazretlerine hitâben şöyle diyor:
“Serhend’e geldiğim zaman, baktım ki biri, ‘zamanın kutbu’ diye anlatılıyor. Bu vasfın ve bu sûretinle seni görünce, zamanın kutbunun, bahsedilen kişinin sen olduğunu anladım.”
Bir başka ifadelerinde de hâdiseyi şöyle izah ediyorlar: “Serhend’e vardığımda bir rüyâ gördüm... Gâyet azametli bir ışık vardı. Bu ışık o kadar yükselmişti ki, başı semâya vâsıl olmuş; âlemin şarkı ve garbı onun nûru ile dolmuştu. Halk lambalarını getiriyor, ondan ışık alıyordu. İşte bu mânâ, senin makamını anlatır, dedim.”
Hadîkatü’l-Evliyâ’da İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin şöyle buyurduğu nakledilmiştir:
“Kıyâmet gününe kadar Tarîkat-ı Muhammediye’me dâhil ve sâlik olacak mürîdân ve dervişânın hepsine, Hz. Allah tarafından muttali‘ kılındım; hepsinin isimleri bana bildirildi. Bu tarîkata sâlik olanların hepsinin cehennem ateşinden kurtulacaklarını Cenâb-ı Hak bana tecellî ettirmiştir.”
İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin te’lifatla çokça meşgul olmasının sebebini ise, “Berekât” müellifi Muhammed Hâşim-i Keşmî hazretleri şöyle zikretmektedir:
“İmâm-ı Rabbânî’nin (k.s.) ilimlerinin çokça yazılmasının iki sebebi vardır. Birincisi, Peygamberimiz (s.a.v.) Efendimiz’in kendilerine, “Kelâm ilminde müctehidsin” buyurmalarıdır. İkincisi, Hz. Ali’nin (r.a.) ona, “Sana semâvât ilimlerini öğretmek için geldim” buyurarak bu ilimleri kendisine tâ‘lim etmeleridir.
“Ayrıca bu sebeplerden başka, bu ilimlerin çokça yazılmasına daha büyük ve hayret verici bir sebep de, bu fakîrin (M. H. Keşmî) Hz. İmâm’ın bir talebesinden duyduğum sözdür. O kıymetli talebesi Hz. İmâm’ın şöyle buyurduklarını nakletmişti:
“Bize, bütün yazılarımızı âhir zamanda geleceği va‘d edilen Mehdî’nin (aleyhirrahmeti vettahiyyeti verrıdvân) okuyacağı ve hepsini makbul bulacağı bildirildi. Bu kadar yazı yazmamızın sebebi budur.”
Bu yazıları yazmalarının bir başka sebebi de, Cenâb-ı Hakk’ın kendilerine verdiği nimetleri ızhar ve tâlipleri teşvik içindi. Nitekim Mektûbat’ın bir çok yerinde bu hususa temas ederler ve buyururlar ki, “Bu gibi sözleri yazmaktan maksadım, Allah Teâlâ’nın nimetini bildirmek ve bu yolun tâliplerini teşvik etmek içindir. Yoksa -hâşâ- kendimi başkalarından üstün görmek için değildir. Kendini diğer insanlardan üstün gören, ne kendisini ne de Allah Teâlâ’yı gerektiği gibi tanımamıştır.”
***
İMÂM-I RABBÂNÎ HZ.NİN YAŞADIĞI DEVİR, HİZMET VE MÜCÂDELELERİ
Emîr Timurlenk (r.aleyh) sülâlesinden gelen Ekber Şah, Bâbür Şâh’ın torunu ve Humayun Şâh’ın oğludur. Hicrî 949 (m. 1543) tarihinde doğmuş, 14 yaşında babasından mîras kalan tahta oturmuştur. Hicrî 1014 (M. 1605) tarihinde ölmüştür.
Ekber Şah, 1582 yılında bütün dinleri birleştirme iddiası ile “İlâhî Din” nâmı altında topladığı bir takım hezeyanları, din olarak herkese kabul ettirmek istedi. Kendisinin, Allâh’ın mutlak vekili-halîfesi olduğunu telkin ediyordu. Bu dinde abdest yoktu... Et yemek yasaktı... Ama kaplan eti yenebilirdi. Müslümanlar’a inat olsun diye; domuz eti kutsaldı, şarap da mubahtı!..
Ekber Şah, oğlu Murad’ın ta‘lim ve terbiyesini de Cizvit papazlara hâvâle etmişti. Hatta bir ara kendisi Zerdüşt dinine girmişti. Oğlu Murad, 1599’da uyuşturucu müptelâlığından öldü.
İslâmiyet’ten başka her dine az çok musâmahalı davranan Ekber Şah devri, böyle karmakarışıktı.
İşte İmâm-ı Rabbânî Müceddid-i Elf-i Sânî Ahmed el-Fârûkî es-Serhendî (k.s.) hazretleri, o devirde Hindistan’ın Serhend şehrinde dünyaya geldi (H. 971, M. 1563). Yukarıda da ifade ettiğimiz üzere mübârek nesepleri, yirmi sekizinci vâsıta ile Hazret-i Ömer’e (r.a.) ulaşmaktadır. Ezelî takdir olarak kendilerinin nasibi olduğundan Tarikat-ı Aliyye-i Nakşibendiye’nin 23. halkasını teşkil ederler.
İmâm-ı Rabbânî hazretleri, Ekber Şah’ın mânevî tahrîbâtını gene onun metodlarına mutâbık olarak (aynı yolu takip ederek) tâmire başladı. İslâm’ın sabır, musâmaha ve tahammül düsturları çerçevesinde, her türlü sıkıntı ve meşakkate göğüs gererek mücâdele ve mücâhedesine devam etti.
İmâm-ı Rabbânî hazretleri, Ekber Şâh’ın ölümünden sonra yerine geçen oğlu Selim Cihangir Şah zamanında da hizmetlerine hızla devam etti. Fakat o zamanda iki-üç sene civarında hapiste kaldı. Yazdığı kitaplarla, yetiştirdiği talebeleriyle hem Hindistan’da hem de bütün dünyada yepyeni ufuklar açtı. Tam bir tecdid ve ihyâ hareketi gerçekleşmiş oldu. Miladî 11 Aralık 1624 tarihinde irtihâl-i dâr-ı bekâ eyledi (Kaddesallâhü sırrahül azîz).
1627’de Cihangir Şah ölünce yerine oğlu Şah Cihan geçti. Şah Cihan, Delhi’de Kırmızı Kale ve Came Mescidi, Ağra’da Tâc Mahal ve Kırmızı Kale’yi (ikinci bir kale) yaptırmıştır. Bunların her birisi gerçekten birer sanat şaheseridir.
İmâm-ı Rabbânî (k.s.) hazretlerinin himmet ve gayretleri ile o devirde dînin tecdîdi adına fevkalâde büyük hizmetler îfa olunmuştu. İşte o devir ve o imkânlar içinde, Şah Cihan’ın yerine geçen oğlu Muînüddîn Âlemgir (Evrengzib) de çok büyük hizmetler verdi.
Miladî 1618’de doğan Âlemgir Şah, Abdüllatif Sultangûrî, Mir Muhammed Hâşim Geylanî, Seyyid Muhammed Kannevcî, Şeyh Ahmed Molla Cîven, Şeyh Abdülkavî Burhanpûrî, Danişmend Han ve Sadullah Han (rahımehümüllah) gibi meşhur âlimlerden ders alarak yetişti.
Kendisi âlim bir zât olan Âlemgir Şâh’ın dînine son derece bağlı, zühd ve takvâ sahibi bir Müslüman olduğu, hatta haftanın dört gününü oruçlu geçirdiği bilinmektedir. Devrinin mâneviyat simâlarından İmâm-ı Rabbânî hazretlerinin oğlu ve Silsile-i Nakşibendiye hazerâtının 24. halkasını teşkil eden Hâce Muhammed Ma‘sûm’un torunlarından Hâce Muhammed (kaddesallâhü esrârahüm) hazerâtı ile yakın irtibâtı vardı.
İslâm fıkhı ve hukûkunun mühim kaynaklarından olan el-Fetâva’l-Âlemgiriyye (nâm-ı diğer: el-Fetâva’l-Hindiyye) onun himâyesinde mümtaz bir ulemâ heyeti tarafından hazırlanmıştı.
İhtisap kanunlarının (lonca, pazar ve piyasa nizâmını düzenleyen esaslar) tatbiki için çok gayret gösteriyordu.
Gerektiği şekilde saygı gösterilmemesinden endişe ederek bütün paralardan kelime-i tevhîd’i kaldırmıştı.
Hak ve adâlet hususundaki hassâsiyeti sebebiyle defin ve cenaze masraflarının kendi şahsî kazancından karşılanmasını isteyen bir vasiyet bırakmıştı.
Bir devlet adamı olarak Bâbürleri parçalanmaktan kurtarmaya çalışmış, emniyet ve huzuru tesis etmiştir. Çevresindeki devlet adamları da değerli şahsiyetlerden teşekkül etmekteydi.
Âlemgir Şah; ihtiyatlı, âdil, disiplinli bir sultan olarak meşhur olmuş ve hemen herkesin takdirini kazanmıştı.
Âlemgir Şah, Hindistan’ın kuzeyindeki komşu Türk devletleriyle münasebetlerine de ehemmiyet vermişti. Babası Şah Cihan’ın aksine Osmanlılar’la münasebet kurmamıştır ama, Osmanlı himâyesindeki Mekke şerifleri ve Basra valileriyle iyi münasebetlerde bulunmuştur.
Onun zamanında Bâbürlüler en parlak devrini yaşamıştır. Kendisi keskin bir zekâya ve kuvvetli bir hâfızaya sahipti. Hükümdar olduktan sonra 43 yaşında iken Kur’ân-ı Kerim’i ezberleyip hâfız olmuştur.
Âlimleri ve san‘atkârları himâye etmiştir. Onun yaptırdığı pek çok mimarî eserler de vardır. Meselâ bunlardan biri, Delhi’de inşa ettirmiş olduğu Mothki Mescidi’dir. Mothki, inci demektir. Gerçekten de inci gibi bembeyaz mermerlerden yapılmış şâhâne bir eserdir.
Şah Âlemgir’in annesi, meşhur Taç Mahal kendisi için yaptırılan Mümtaz Mahal Hâtun’dur. Esas ismi, Münevver Ercüment Bânû’dur (Rahmetullâhi aleyhim ecmaîn).
(Halis Ece)

Müteşâyih Kimdir? Gerçek olarak evliyâ olmadıkları ve irşâd makamına erişmedikleri halde; evliyâlık ve şeyhlik iddia edenlere “müteşâyih” (yani şeyhlik taslayanlar) denilir. Müteşâyih, تَفَاعُل “tefâul” babından ism-i fail’dir. Bilindiği üzere, tefâül babının binâsı, çok kişi arasında müşâreket için olduğu gibi; içten olmayan bir şeyi izhâr etmek manasına da gelir. İlim sâhibi olmayan câhil insanların bilgiçlik taslamalarına “Teâruf-i câhilâne” denildiği gibi, gerçekten, mârifet ehli, evliya, şeyh olmadığı ve hakikî manâda bir ermişliği olmadığı halde, baba ve dedelerinin sâlih insanlar, şeyh veya temiz kişiler olmasını ileri sürerek; kendilerinin de mârifet ehli, ermiş, şeyh veya evliyâ olduğunu iddia edenlere de “Müteşâyih” denir. Tasavvuf tâbiri olan Müteşâyih, şeyh olmadığı halde şeyh gibi görünen, sahte şeyh, şeyhlik taslayan kişi demektir.

Ilim Irfan Deryasi Müteşâyih’lerin İslâm dinine vermiş olduğu zararı hiçbir din düşmanı vermemiştir.

Din kisvesine bürünüp, saf Müslümaların tertemiz duygularını istismâr eden insanların bu yolda kazanmış oldukları her türlü mal, para ve maddî çıkar, fahişelerin kazançları ile aynı katagoride değerlendirilir.

Ilim Irfan Deryasi Evliyâ olmadığı halde evliyalık, şeyhlik ve mürşidlik iddia eden kişiler;

1- Allâh’a iftira ediyorlar.


Çünkü evliyâ olmadıkları halde evliyâ olduğunu iddia ediyorlar.

2- Müslümânları kandırıyorlar.

Müslümânlar, onları ermiş, evliyâ ve mürşid-i kâmil sanıyorlar. Onlara geliyorlar.

3- Halkın dinî vazifelerini yapmasına mani oluyorlar.

Sahte şeyhlerin çoğu dinen zengin oldukları halde ve kendilerinin zengin olduklarını kendileri de bildikleri halde; halktan zekât ve fıtre gibi mâlî ibâdetleri istismar ediyorlar.

Halktan kendi adlarına zekât ve fıtre topluyorlar.

Bunun büyük bir sakıncası vardır.

Dinen zengin olan bir kişinin zekât alması haramdır. Ona verilen hangi niyetle verilirse verilsin zekât olmaz…

Manen görevlendirilmemiş (nâ ehil) şeyhlerin özellikleri nelerdir? İsmail Hakkı Bursevî hazretleri Rûhu’l Beyan Tefsiri’nde bu konuda şunları

(müridlerinin) hepsi helak olup giderler.
Günümüzde mürid olmayan kişiler, şeyhlik iddia etmeye başlamıştır. (İsmail Hakkı Bursevî Hazretleri 18. yüzyılın başlarında yaşamıştır, günümüzdeki durumu kıyas edelim.)
Cahil şeyhler;
İsimlerinin anılmasını,
Şöhretlerinin yayılmasını,
Müritlerinin çok olmasını isterler.
Bu yolda makam, mevki, kabul ve rant elde etmek için gayret sarf ederler.
Bu cahil şeyhler, bu büyük işi (irşad makamını) ve büyük övgüye layık olan (velâyet makamını ve şeyhliği) çocukların oyuncağı ve şeytanın güleceği bir şey hâline getirdiler.
Hatta şeyhlik makamına, miras yoluyla oturmaya başladılar.
Onlardan biri öldüğü zaman, o şeyhin oğlunu, hemen onun makamına oturtuyorlar.
Şeyhliği baba ve dededen alanların tarîkatları; gerçekten bitmiş, nuru sönmüş ve kesilmiştir.
Şeyhlik makamı, maddî bir makam değildir. Şeyhlik makamı, mânevî bir makamdır. Şeyh olmak için bir kişinin önce, evliyâ ve âlim olması lâzımdır. Velâyet makamına eren kişi; ilim, amel, takva ve ihlas ile Allah (c.c.)’a yaklaşır.
Şeyhlik sebebiyle nefsin hazlarını (insanların ilgi ve saygısını) kendisine çeken (ve dünyevî kazanç elde edenler), yeryüzünde Allah (c.c.)’ın şahidleri olan gerçek evliyânın indinde mel’ûndurlar. Çünkü bu kişiler kendilerini, büyük sâdâtın (evliyâullah ve mürşid-i kâmillerin) yerine koydular.