15 Mart 2020 Pazar

Evladınıza merhamet edin * Evladınıza namazın önemini anlatın ve mutlaka namaz kıldırın. Namaz kılmasına mani her şeyin, felaketine sebep olacağını bilmeli ve bildirmelisiniz. Onun istikbalini garantiye almak, iyi bir müslüman olması ile mümkündür. Diploma ile istikbal garantiye alınmış olmaz. İyi bir müslüman olduktan sonra diploma işe yarar. O zaman, hem kendisine hem insanlara daha çok faydalı olur.


* Dünyada saadet, ahirette Cennet, iki şeyle çok kolay olur: Biri, Allahü teâlânın bir sevgili dostuna kavuşmak ve onun tarafından kabul edilmek. İkincisi ise doğru kılınan namaz.
* Bir büyüğü tanıyan zaten namaz kılar. Hem tanımak hem namaz kılmamak olmaz. Böyle tanımak, tanımak değildir. Namazsız ahiret olmaz. Namazsız Allah'a kavuşulmaz, namazsız hayat olmaz, namaz her şeyin başıdır. Namazları geciktirmeden kılın. Severek kılın. Şartlarına uygun kılın, güzel numune olun. Çocuklarınıza yemek yiyip içmekten önce, namazlarını vaktinde kılmalarını öğretin, emredin.
* Merhamet, doktorun hastasına acıması gibidir. Hakiki merhametli doktor, hastasını kurtarandır. Bir annenin, babanın şefkati de onun merhameti gibi olmalı. Namaz kılmayan çocuğa acımamak, yardım etmemek, yani bu hastalığın çaresine bakmamak hiç merhamet olur mu? Oradaki merhamet gibi görünen şey merhametsizliktir. Çocukları perişan ediyorlar. (Ameliyata giden çocuğa annesi acıdığı için gizli yemek yediriyor. Doktorlar, çocuğu ölümden zor döndürüyorlar.)
* Anne ve baba, eğer evlatlarına büyüklerin sevgisini, İslamiyet’in sevgisini veremiyorsa, onların en baş düşmanıdır. Nefsine düşkün anne ve baba, yani çocuklarını nefsi için seven anne ve baba çocuklarının en büyük düşmanıdır.
* Çocuklarınızı büyüklerin yanına götürün. Çocuklarınızı yanınızdan ayırmayın. Çocuklarınızın hem abisi hem babası olun. Alıştırın, iyi yerlere götürmeye. Çocuğunuza deyin ki: (Aman evladım, ne sen kendini yak, ne beni yak, çünkü evladın yaptığı anaya, babaya gider. Allah korusun, kendin gidersin beni de götürürsün. Yani bu kadar emekler boşa gider. Çünkü anneye ve babaya evladın yaptığı her şey misliyle yazılır, iyilik yapıyorsa iyilik yazılır. Kötülük yapıyorsa kötülük yazılır.)
* Çocuklarımıza Kur’an-ı kerimi öğretelim mutlaka. Kur’an-ı kerim okusunlar. Çocuğuna Kur’an-ı kerim okutan ana babaya da çok sevap yazılıyor.
* Mutlaka çocuklarınıza büyüklerin yani ehli sünnet âlimlerinin kitaplarından bir şeyler okuyun, onların sineleri şimdi tertemiz. Bu ruha, bu sineye şimdi ne konulsa o kalıcıdır. Onlarla beraber kitap okumadan yatmayın. Mutlaka bir şey okuyun.
* Dinimiz haramdan sakınmaya çok önem veriyor. Bunları öğrenmek, sakınmak lazım. İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki:
“Bir kimse, bütün Peygamberlerin ibadetlerini yapsa, üzerinde başkasının bir kuruş kul hakkı varsa, bunu ödemeden veya hak sahibiyle helalleşmeden, Cennete giremez.”
* Müminin kalbini kırmak çok büyük haramdır. Bir mümin, bir müminin kalbini kırsa 70 defa Kâ’beyi yıkmaktan daha büyük günaha girer. Bunları okumak, öğrenmek lazım.

Kınyetü’t-Talib isimle eserde şöyle bir hadise nakledilmektedir: “Şeytan hayâtında yaptığı şu üç feryat gibi hiç bağırmamıştır. 1. Lânetlenip göklerden (melekler arasından) kovulduğu zaman. 2. Peygamberimiz Muhammed aleyhisselâm doğup dünyaya geldiği zaman. 3. İçinde Besmele bulunan Fatiha-i Şerife nâzil olduğu zaman.

o urdan kurtarmak için. Merhamettendir. Demek ki, anne ve baba ne kadar merhametli ise, evladına o kadar İslamiyet’i öğreticidir. Anne ve baba ne kadar merhametsizse, evladına o kadar dinini öğretmeden dünyayı öğreticidir. Ahireti unutturucudur. Ölçü bu. Kaldı ki, o evlat her günah işleyişte anasına da yazılır, babasına da yazılır. O evlat, her ibadet yapışta, anasına da sevap yazılır, babasına da. Bir ağaç, ya meyve verecek yahut da ateşte odun olacak. Sen meyve mi yetiştiriyorsun, yoksa sobaya gidecek odun mu yetiştiriyorsun?
* Kalbin rızkı, din ilmidir. İnsan okumaz din ilmi öğrenmezse kalbi rızksız kalır. Günah işlemeye başlar, hasta olur ve neticede ölür. Ölmesi demek, Allah korusun kâfir olması demektir

ŞER‘-İ ŞERÎF’E YAPIŞMAK İmâm-ı Rabbânî (k.s.) Hazretleri, Şerefüddîn Hüseyin isimli zâta tavsiye mâhiyetinde yazmış olduğu bir mektûbunda şöyle buyurmuşlardır: “Ey Allâh’ım! Habîbin Muhammed (sallallâhü aleyhi ve sellem) hürmetine dünyayı gözümüzde küçült ve âhireti kalbimizde büyüt. Ey iyiyi, kötüyü ayırt edebilen aziz yavrum! Bu kıymetsiz dünyânın süslerine aldanmaktan ve fânî olan gücüne kuvvetine kapılmaktan sakın. Bütün işlerinde şer‘-i şerîfin muktezâsıyla amel etmeye gayret etmen ve dîn-i mübîn-i İslâm üzere yaşaman sana vâciptir. (Bunun için) evvelâ Ehl-i Sünnet ve Cemâat âlimlerinin görüşlerine göre mutlaka itikâdını tashih etmen, düzeltmen lâzımdır. Çünkü bu zarûrîdir. Hazret-i Allah, onların gayretlerini kabul buyursun. Bundan sonra, bütün gayret dizginlerini, amelî olan fıkhî hükümleri yerine getirmeye sarf etmelisin. Farzları edâ etmeye ihtimamla gayret etmek, helâl ve haram hususunda ise tam bir ihtiyat göstermek (tedbirli olmak) lazım gelir… Hulâsa olarak dünyanın zarar ve ziyanından kurtulana dek şer‘-i şerîfin hükümlerine sımsıkı yapışmak lazımdır. Dünyâyı hakîkaten terk etmek mümkün olmasa bile, hükmen terk etmekte kusur etmemek lâzımdır. Bu hükmen terk ediş ise bütün sözlerinde ve fiillerinde şer‘-i şerîfe sımsıkı yapışmak ile olur. Allâhü Teâlâ (rızâsına) muvaffak buyurucudur. Selâm, hidâyete tâbi olan kimseler üzere olsun.” (Mektûbât-ı İmâm-ı Rabbânî, c. 2, m. 82)

Fotoğraf açıklaması yok.
SIDDÎK KİMDİR?
Sıddîk; diliyle söylediği her şeyi kendi kalbiyle, ameliyle de tasdîk edendir.
Sıddîkta iki mânâ vardır. Sıdkta, doğrulukta mübâlağa eden ve sıdkı âdet edinendir. Diğer mânâ ise şudur: Sıdkı (doğruluğu) çok olan ve sıdkı ile meşhur olan kimse.
Tasavvuftaki târifi ise şöyledir: Cenâb-ı Hakk’ın varlığını, mevcûdiyetini ve vaadlerinin hak olduğunu (tereddütsüz, hiç şaşmadan, hiçbir delile muhtaç olmaksızın) çokça tasdîk eden kimsedir. Hattâ öyle olur ki o hakikat, gözünün önüne akıverir. O kimse nefsini, rûhunu, hayatını ve malını (Allah yolunda) hizmete bezleder
Ben, Rabbimden, benim ümmetimi helâk etmemesini istedim. Rabbim benim bu duamı kabul buyurdu. Dedi ki: ‘Onların helâki kendi aralarında olacaktır. Günah işledikleri zaman ben onları birbirine düşürecek ve vurduracağım.’ Ben bunun da kalkmasını diledim; ama Rabbim, bunu kaldırmadı.”(bk. Müslim, Fiten, 20)
Bunca günâh ve ısyânımıza rağmen toplu helâk edilmiyorsak,âlemlere rahmet olarak gönderilen peygamberimiz hürmetinedir. Rabbim şefaatlerine mazhâr buyursun.
CUM'ANIZ MÜBAREK OLSUN!

İstiğfar, insanı her murada kavuşturur... Tevbe etmeli, istiğfarı çok okumalı... Bütün dertlere, sıkıntılara karşı faydalıdır. Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyruldu: ‘Rabbinizden mağfiret isteyin, sonra O'na tevbe edin ki, üzerinize gökten bol bol bereket indirsin ve sizi kuvvetinize kuvvet katarak çoğaltsın. Gelin, günahkâr olarak dönüp gitmeyin.’ [Hûd suresi, 52] “…Kim Allah'tan korkarsa, Allah ona bir çıkış yolu ihsan eder. Ve ona beklemediği yerden rızık verir…” [Talak suresi, 2-3] Allah’tan korkan mü’min de elbette ki istiğfarı bolca yapar.

Silsile-i Aliyye-i Nakşibendiyye’nin 24’üncü halkasını teşkil eden Muhammed Ma’sum (k.s.) hazretleri, istiğfar hakkında şu beyanlarda bulunmuşlardır:
“Dertlerin, belaların gitmesi için, istiğfar okumak pek faydalıdır, çokça tecrübe edilmiştir. Hadis-i şerifte, ‘Her kim çokça istiğfar ederse Allah onun her kederine bir kurtuluş, her sıkıntısına bir çıkış (yolu) yapar (ihsan eder) ve onu ummadığı yerden rızıklandırır.’ [Ahmed b. Hanbel, Müsned, 4, 55; Hâkim, el-Müstedrek, 4, 292] buyrulmuştur.

Fatiha Suresi'nde bulunan ince sırlar Peygamberimiz (S.A.V) bir hadiste bu önemli gerçeği şöyle anlatıyor:

"Allahu Teâlâ buyurdu ki: Ben namaz suresi olan Fatiha'yı kendimle kulum arasında yarı yarıya paylaştırdım. Yarısı Benim, yarısı da kuluma aittir. Bu vesile ile kulum bütün istediklerine kavuşacaktır.

Kul, 'Elhamdü lillahi Rabbi'l-âlemîn' (Hamd, Alemlerin Rabbi olan Allah'a aittir) dediği zaman, Allah, 'Kulum Bana hamdetti' buyurur.

Kul, 'Er-Rahmâni'r-Rahîm' (O Rahman'dır, Rahîm'dir) dediği zaman, Allah, 'Kulum Beni methetti' buyurur.

Kul, 'Mâliki yevmiddîn' (Din Gününün Sahibidir) dediği zaman, Allah, 'Kulum Beni tazim etti, işlerini Bana havale etti' buyurur.

Kul, 'İyyâke na'büdü ve iyyâke nestaîn' (Yalnız Sana kulluk eder, yalnız Senden yardım isteriz) dediği zaman, Allah, 'İşte bu kulumla kendi aramdadır ve kulumun dilediği de onundur' buyurur.

Kul, 'İhdine's-sırâta'l-müstekîme sırâtallezîne en'amte aleyhim ğayri'l-mağdûbi aleyhim veleddâllîn' (Bizi doğru yola ilet. Kendilerine nimetler verdiğin kullarının yoluna ilet. Gazabına uğramış yahut sapmış olanların yoluna değil) dediği zaman, Allah, 'İşte bu kulumundur ve kulumun istediği de onun hakkıdır' buyurur."

***

Kur'ân'ın en faziletli suresi Fatiha olduğu gibi, en faziletli âyeti de yine Fatiha'nın bir âyetidir.

Fatiha, sevabı bakımından İhlas Suresi gibi Kur'ân'ın üçte birine denk geliyor:

İbn Abbas'ın rivayetine göre Resulullah (a.s.m.) bu hususu şöyle dile getirmiştir:

"Fatiha sevap bakımından Kur'ân'ın üçte birine denktir."

Bir işe başlarken Bismillah denmesi gerektiği gibi, Fatiha okunması da tavsiye ediliyor.

Ebû Hüreyre'nin rivâyetine göre Resulullah (a.s.m.) şöyle buyurmuştur:

"Hayırlı bir iş Elhamdülillah ile başlamazsa sonu kısıktır, bereketsizdir."

***

Fatiha'yı okuduktan sonra "Veleddâllîn" deyince hemen arkasından "Amin" demek sünnettir. "Amin"in önemini ve Allah katındaki yerini Peygamberimiz'den (a.s.m.) öğreniyoruz.

"Amin, mü'min kullarının diliyle Rabbülâlemin'in mührüdür."

Fatiha muhtevası ve manası, zenginliği ve içinde barındırdığı derinlik itibarıyla da bambaşka bir güzelliğe sahiptir.

İmam Buhârî'nin rivayetine göre, Hasan Basrî bu konuda şöyle diyor:

"Allah bütün semavî kitapların ilmini Kur'ân'da; Kur'ân'da mevcut olan ilimleri de Fatiha Suresi'nde toplamıştır. Fatiha'nın tefsirini öğrenen bütün semavî kitapların tefsirini öğrenmiş gibi olur."

***

Fatiha maddi ve manevi her derde deva, her hastalığa şifa ve her sıkıntıya ilaçtır.

Abdülmelik bin Umeyr'in rivayet ettiği bir hadiste Peygamberimiz (a.s.m.) bu hakikati şu sözleriyle dile getirmiştir.

"Fatiha Suresi her derde devadır."

"Fatiha bütün dertlere karşı şifadır."

"Fatiha Suresi, zehirden kurtulmak için bir şifadır."

Fatiha nazara, göz değmesine karşı da bir şifa kaynağıdır.

İmran bin Husayn'ın rivayetine göre Resulullah (a.s.m.) şöyle buyurmuştur:
"Fatiha'yı ve Ayete'l-Kürsi'yi bir kul okursa, o gün ona insan ve cin nazarı değmez."

Hz. Enes (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.v.) şöyle buyurdular: “Zaman yakınlaşmadıkça Kıyamet kopmaz. Bu yakınlaşma öyle olur ki, bir yıl bir ay gibi, ay bir hafta gibi, hafta da bir gün gibi, gün saat gibi, saat de bir çıra tutuşması gibi (kısa) olur.” [Tirmizi, Sünen, Zühd 24, Hadis no: 2333] “Zamanın yaklaşması iki türlüdür: 1- Kıyamet’in yaklaştığı ve alametlerinin herkes tarafından görüldüğü zamandır. 2- Mesafelerin yakınlaştığı, eskiden bir günde bir haftada veya bir ayda varılabilen mesafelerin trenle, otobüsle yahut tayyare gibi vasıtalarla yakınlaşmasıdır.” [Süleyman Hilmi Tunahan k.s., nakleden, Ziya Sunguroğlu, Notların, s. 125]

Hz. Enes (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.v.) buyurdular ki:
“Kıyamet, ‘Allah Allah’ diyen bir kimsenin üzerine kopmayacaktır.” [Müslim, Sahih, İman 234, (148); Tirmizi, Sünen, Fiten 35, Hadis no: 2208] Yani kalben Allah-Allah diye zikreden zikr-i kalbî erbabı mü’minler yeryüzünde bulundukça Kıyamet kopmaz. Kıyamet onların üzerine değil, tamamen kötülerin üzerine kopar.
İbn Mes'ud (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.v.),
“Kıyamet sadece şerîr insanların (kötü, hayırsız kimselerin) üzerine kopacaktır!’ buyurdular.” [Müslim, Fiten 131, Hadis no: 2949]
Ebu Hureyre (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.v.) buyurdular ki: “Allah Teâla hazretleri ipekten daha yumuşak bir rüzgârı Yemen'den gönderir. Bu rüzgâr, kalbinde zerre miktar iman bulunan hiç kimseyi hariç tutmadan hepsinnin ruhunu kabzeder.” [Müslim, Sahih, İman 185, (117)]

Hz. Ali (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.v. bir gün); “Ümmetim on beş şeyi yapmaya başlayınca ona büyük belânın gelmesi vâcip olur!” buyurmuşlardı. (Yanındakiler:)


- “Ey Allah'ın Rasûlü! Bunlar nelerdir?” diye sordular. Efendimiz (s.a.v.) saydı:
- Ganimet (yani millî servet, fakir fukaraya uğramadan sadece zengin ve mevki sahibi kimseler arasında dolaşan) tedavül eden bir metâ haline gelirse,
- Emanet (edilen şeyleri emânet alan kimseler, sorumlu ve yetkililer, memurlar) ganimet (malı yerine tutup, yağmalayıp nefislerine helal) kıldıkları zaman,
- Zekât (ödemeyi ibadet bilmeyip bir angarya ve) ceza telâkki ettikleri zaman.
- Kişi annesinin hukukuna riayet etmeyip, kadınına itaat ettiği;
- Babasından uzaklaşıp ahbabına yaklaştığı;
- Mescidlerde (rıza-yı ilâhi gözetmeyen husûmet, alış-veriş, eğlence ve siyâsiyâta vs. müteallik) sesler yükseldiği zaman.
- Kavme, onların en alçağı (erzel) reis olduğu;
- (Devlet otoritesinin yetersizliği sebebiyle tedhiş ve zulümle insanları sindiren zorba) kişiye, zararı dokunmasın diye hürmet edildiği;
- (Çeşitli adlarla imal edilen) içkiler (serbestçe) içildiği;
- İpek (haram bilinmeyip erkekler tarafından) giyildiği;
- (San'at, bale, konser gibi çeşitli adlar altında; bar, gazino, dansing ve salonlarda ve hatta televizyon ve filim gibi çeşitli vasıtalarla yaygın şekilde) şarkıcı kadınlar ve çalgı aletleri edinildiği;
- Bu ümmetin sonradan gelen nesilleri, önceden gelip geçenlere (çeşitli ithamlar ve bahanelerle) hakâret ettiği zaman artık kızıl rüzgârı, (zelzeleyi), yere batışı (hasfı) veya suret değiştirmeyi (meshi) veya gökten taş yağmasını (kazfi) bekleyin.” [Tirmizi, Sünen, Fiten 39, Hadis no: 2211]
Velhâsıl, hemen her seferinde hatırlattığımız gibi gene hatırlatmakta fayda mülahaza ediyorum; kıyamet alametleriyle alakalı bütün bu hususlar te’villidir ve o te’villeri de ancak Allah Teala’nın bildirdikleri bilir. Lüzumsuz ve faydasız yorumlara, tartışmalara girmemek gerekir.
Asıl önemli olan ve bize lazım gelen ise, “Kıyamet için ne hazırladığımız”dır. Nitekim Hz. Enes’ten (r.a.) şöyle dediği rivayet olunmuştur:
“Bir bedevî Rasûlullah’a (s.a.v.),
- Kıyamet ne zaman kopacak? diye sordu. Efendimiz (s.a.v.),
- “Kıyamet için ne hazırladın?” buyurdu. Bedevî,
- Allah ve Rasûlü’nün sevgisini, dedi. Bunun üzerine Nebî (s.a.v.):
- “O halde sen, sevdiğin ile berabersin” buyurdu”. [Buhârî, Sahih, Edeb, 96; Müslim, Sahih, Birr, 161,163]