19 Mayıs 2020 Salı

Evliya Çelebi'nin "Seyahatnamesi"nde; Ayasofya'nın, Resulullah (SAV) Efendimizin doğum tarihi olan 571 miladi yılında geçirdiği bir depremden bahsedilirken, kubbesinin onarılışı ile ilgili şu ilginç rivayet göze çarpar: "Peygamber (SAV)'ın doğduğu gece vuku bulan zelzeleden; Kisra sarayı, Kızılelma ve Ayasofya'nın kubbesi yıkılmış idi. Bir müddet zaman geçtikten sonra Hızır Aleyhisselamın hatırlatması ile Busra'da ikamet eden üç yüz keşiş, rahib Bahira'nın öncülüğünde Mekke'ye geldiler. O zaman küçük yaşta olan Muhammed Aleyhisselamın ağzından bir miktar tükürük ile, mübarek ellerinin suretini aldılar. Ebu Talib'in el yazısı ile ceylan derisi üzerine resmedilen bu suret, halen bir kutuda saklıdır. Elhasıl Peygamber (SAV)‘in ağız suyundan ve Mekke'nin pak toprağından bir miktar alan papazlar pak toprağıyla beraber 70 deve yükü zemzem alarak İstanbul’a geldiler; Ayasofya’nın yıkık olan kısmını bununla tamir ettiler. Peygamber (SAV)’in Tükürüğü ile yapılan yer, kubbenin kıble cihetinde, otuz iki nakışlı olarak halen bellidir. Bunu bilenler o yere nazar ettiklerinde; 'Allahümme salli ala Muhammed!' derler. Zira bu kısım, kubbenin diğer yerlerinden daha parlaktır. Fetihden sonra Fatih ;'Bu kubbe Hazret-i Peygamber (SAV)’in ağız suyu ile ayakta tutuldu! 'diye, ta kubbenin ortasına zincir ile altın bir top asmıştır ki, bunun içi elli Rum kilesi buğday alır. Bu top altında Hızır'ın ara sıra Salih Müslümanlar ile buluştuğunu söylerler." (Evliya Çelebi Seyahatnamesi: cilt.1 , sh.89)

Kadir gecemiz mübarek olsun

VÜCUDUMUZDA KANSIZLIKMI YAŞIYORUZ BASİTÇE TEDAVİ EDELİM m.ulaş Sağlığımızın müthiş şifreleri Geçmeyen Kansızlığımızmı var 50 gr pancar tohumu 50 gr havuç tohumu 50 gr ısbanak tohumu 50 gr lahana tohumu 50 gr prasa tohumu bunları un gibi çektirin 1 tatlı kaşığı kadar sabah akşam 1 su bardağına koyun

VÜCUDUMUZDA KANSIZLIKMI YAŞIYORUZ BASİTÇE TEDAVİ EDELİM m.ulaş Sağlığımızın müthiş şifreleri

Geçmeyen Kansızlığımızmı var 50 gr pancar tohumu 50 gr havuç tohumu 50 gr ısbanak tohumu 50 gr lahana tohumu 50 gr prasa tohumu bunları un gibi çektirin 1 tatlı kaşığı kadar sabah akşam 1 su bardağına koyun kaynar suyu üzerine doldurun üzerini kapatın 2 saat bekletin demleyin aç için 2 saat aç durun 30 gün devam edin kansızlığınız kalmasın şifa olsun saygılar hepinize m.ulaş

............Sultan Vahdettin, 1.Dünya savaşı akabinde İstanbul’un işgalinde, kendi güvenliği amacıyla bırakılmış 700 kişilik orduyu Ayasofya çevresine mevzilendirmiş ve şu emri vermiştir: “Benim hayatımı boş verin, eğer işgalciler İstanbul’un fetih sembolü olan Ayasofya’ya çan takmaya gelirlerse; benden emir beklemeden ateş açın ve son nefesinize kadar Ayasofya Camii için savaşın.”..🤲😭🤲

Görüntünün olası içeriği: 1 kişi

KADİR GECESİ

Ey! Kara düşleri, aklayan gece,

Nûrunda günahlar paklayan gece,

Ey! İçinde bin ay saklayan gece,

Sende nâzil oldu, Hazreti Kur’ân,

Kâinat görmedi böylesi gufrân...

Ey! Yüzleri Hakk’a döndüren gece,

Nûrunda güneşler söndüren gece,

Ey! Şerri, şeytanı, sindiren gece,

Yedi kat semâda bütün kapılar; Açıktır seninle, ta fecre kadar...

Sen ki; bir koca yıl, özlenen gece, Yolları, aç susuz gözlenen gece,

Sen ki; on gecede gizlenen gece,

Sarsılır, seninle gökler dilekten, İğne atsam, yere düşmez melekten...

Kim varmak isterse, Allah katına, Gitmeyen yol m’olur, Kadir Gecesi?

Kim bakmak isterse, kevser tadına, İçmeyen kul m’olur, Kadir Gecesi?

Sağnaktan boşalır, ruhlar, melekler, Akmayan sel m’olur, Kadir Gecesi?

Gider fecre kadar, bütün dilekler, Boş dönen el m’olur, Kadir Gecesi?

Hz. Osman'ın kılıcındaki sır ZÜLKARNEYN (A.S) KİMDİR? ORHUN KİTÂBELERİNDE GİZLENEN GERÇEK NEDİR? OSMAN GAZİ'NİN İLK ADI NEDİR, NASIL VE NİÇİN OSMAN OLMUŞTUR? KÂBE'NİN ANAHTARLARI KİME EMANET EDİLMİŞTİR? Bilindiği gibi Orhun Kitâbeleri Türk dünyasının bilinen ilk yazılı belgeleridir. Ancak yüzyıllardan beri gözden kaçan veya kaçırılan bir gerçek var ki, bu gerçek de o kitâbelerde gizlidir. Nedir bizim için çok önemli olan bu gerçek?

Hz. Osman'ın kılıcındaki sır
ZÜLKARNEYN (A.S) KİMDİR?
ORHUN KİTÂBELERİNDE GİZLENEN GERÇEK NEDİR?
OSMAN GAZİ'NİN İLK ADI NEDİR, NASIL VE NİÇİN OSMAN OLMUŞTUR?
KÂBE'NİN ANAHTARLARI KİME EMANET EDİLMİŞTİR?
Bilindiği gibi Orhun Kitâbeleri Türk dünyasının bilinen ilk yazılı belgeleridir. Ancak yüzyıllardan beri gözden kaçan veya kaçırılan bir gerçek var ki, bu gerçek de o kitâbelerde gizlidir.
Nedir bizim için çok önemli olan bu gerçek?
Bu gerçeği meydana çıkarabilmek için Kur'an-ı Kerim'in Kehf Suresi'ne bakmamız gerekir. Çünkü asıl sır, Yüce Vahiy Kitabı Kur'an-ı Kerim'dedir.
Şimdi Orhun Kitâbeleri'ne şöyle kısaca bir göz atalım:
" Ben Türk Bilge Kağan; doğuda gün doğusuna, güneyde gün ortasına kadar, batıda gün batısına, kuzeyde gece ortasına kadar hep milletler bana bağlıdır. Bunca milleti hep düzene soktum, ilerlettim. Doğuya ordu sevk ettim. Bunca yerlere gittim.
Tanrı (Tengri) yardım ettiği için milletime; gözle görülmeyen, kulakla işitilmeyen yerler kazandırdım. Tanrı buyruğu olduğu için, Devletli olduğum için size Kağan oldum. Tanrı yardım ettiği için dört yöndeki milleti derleyip topladım.
Ey Türk Milleti; Üstte gök çökmedikçe, altta yer delinmedikçe, ilini, töreni kim bozabilir? Ey Türk Milleti, titre ve kendine dön!"
Bilge Kağan meâlen ve orijinaldeki aslında şunları da anlatmaktadır:
" Gittiğim yerlerde güneşin kavurduğu, güneşin battığı son millete gittim. Onların arasında hüküm verdim. Sonra dünyanın öbür ucuna, güneşin doğduğu yere vardım. Orada bulduğum milleti boyunduruğum altına aldım. Birbirileriyle olan çekişmelerine son verdim. Ordumla Tengri buyruğu olarak adalet getirdim. Tengri buyruğu olarak bunları yaptım…."
Şimdi buraya kadar anlattıklarımız, asıl anlatacağımız konuya hazırlık için ön bilgilerdi:
Şimdi, Kehf Suresi 85. Ayet ile başlayalım: " O DA BİR YOL TUTUP GİTTİ."
Kehf Suresi 86. Ayet: NİHAYET GÜNEŞİN BATTIĞI YERE VARINCA, ONU KARA BİR BALÇIKTA BATAR BULDU. ONUN YANINDA (ORADA) BİR KAVME RASTLADI. BUNUN ÜZERİNE BİZ: EY ZÜLKARNEYN! ONLARA YA AZAP EDECEK VEYA HAKLARINDA İYİLİK ETME YOLUNU SEÇECEKSİN, DEDİK.
Kehf Suresi 89. Ayet: SONRA YİNE BİR YOL TUTTU.
Kehf Suresi 90. Ayet: NİHAYET GÜNEŞİN DOĞDUĞU YERE ULAŞINCA, ONU ÖYLE BİR KAVİM ÜZERİNE DOĞAR BULDU Kİ, ONLAR İÇİN GÜNEŞE KARŞI BİR ÖRTÜ YAPMAMIŞTIK.
Kehf Suresi incelenirse açıkça: Bilge Kağan'ın anlattıklarının birebir aynısı olduğu ve Yüce Kitabımız Kur'an-ı Kerim'de bu konunun aslının nakledildiği görülecektir.
Bilge Kağan Kitâbelerinde şöyle devam etmektedir:
"Rahat hayata, zenginliğe, Çin'in ipeğine kanma! Milletime, altını, beyaz gümüşü kazandırdım. Hükmettiğim milletlere hakem olup, madenler erittim."
Şimdi:
Kur'an-ı Kerim'de Zülkarneyn (a.s)'den bahsedilirken; Zülkarneyn (a.s)'ın Allah'ın emri ile (buyruğu ile) bir ordu kurduğu, güneşin doğduğu yere bir yol tuttuğu, yine güneşin battığı yere, dünyanın öbür ucuna bir yol tutup gittiği, Allah'ın, O'na bu kavimler üzerinde; ister adalet ile hükmet, ister azap et yetkisi verdiği açık açık belirtilmektedir.Yine Zülkarneyn (a.s) kıssasında; Yecüc ve Mecüc isminde bozgunculuk yapan kavimden bahsedilmekte, bu bozguncuları Zülkarneyn (a.s) madenleri eriterek, set çekerek, engellediği anlatılmaktadır.
Zülkarneyn (a.s)'ın özelliklerine baktığımızda; büyük bir orduya sahip olması, kendisinin büyük bir komutan olması, ordusuyla tüm dünyayı gezmesi ve Allah'ın emri ile gittiği her yere iyilik, adalet ayrıca Allah bilgisi ve töre götürmesidir.
Özelliklere lütfen dikkat buyurun: Kudretli bir komutan, büyük bir ordu ve tüm dünyayı gezmesi…Özelliklere devam edecek olursak; Güneşin en doğduğu ve en battığı yere ve kuzey ve güneyin uçlarına kadar gitmesi. Ve aynı zamanda Allah'ın buyruğu ile gittiği yerlerdeki kavimlere adalet ve iyilik götürmesi…
Şimdi bir de Bilge Kağan'ın yazıtlarda anlattıklarına bakalım:
Aynı şekilde Bilge Kağan'ın (Bilge denmesi; bilgili, alim, erdemli bir insan olmasındandır.) Bilge Kağan da, tıpkı Zülkarneyn (a.s) gibi bir komutan olup, büyük bir orduya sahiptir. Ordusunun tıpkı Kehf Suresi'ndeki gibi (O da bir yol tutup gitti ordusuyla) ayeti gibi güneşin en doğduğu ve en battığı yere, kavimlerin üzerine gittiği (bu bir Tanrı buyruğudur demesi) yine adaletle hükmetmesi ve gittiği yerleri milletine kazandırması, buralarla beraber buraların değerli madenlerini ve zenginliklerini yine milletine kazandırması ve "Ey Türk Milleti, Üstte gök çökmedikçe, altta yer delinmedikçe, ( ki burada da Kıyamete atıf yapılmaktadır.) ilin tören bozulmayacaktır," diyerek, Türklerin Allah buyruğu ile hareket ettiklerini ifade etmesi tıpkı Kehf Suresi ile neredeyse birebir örtüşmektedir.
Türkler, aynı zamanda genel millet olarak; Hz.Ali'nin (Kerremallahu veche- Hiç puta tapmamış) sırrında bir kavimdir.
Atilla yazıtlarında geçen, Atilla Romalıları tarif ederken; "PUTA TAPAN KAVİMDİR" der ve şöyle devam eder; " IRKIMDAN OLAN PUTA TAPMAZ!"
Sanıldığı gibi Türkler Şaman olmamışlardır. Puta da tapmamışlardır. Varolduklarından beri tek Tengri, tek Allah inancına sahip olmuşlardır.
Yine yazıtlardan öğrendiğimize göre Türkler; Allah'ın en büyük Kudret olduğuna, yeri göğü yarattığına, yeri yeşerttiğine, öldüren ve dirilten O olduğuna inanmışlardır.... Biz burada konuyu kısaca ele alıyoruz.
ZÜLKARNEYN (A.S) BİLGE KAĞANDIR
Tarihin gizlediği ve bilerek gizlendiği bir sırdır….
Peki Bilge Kağan gerçekte kimdir? Biraz sonra o konuya geleceğiz, konumuza devam edelim:
Şimdi, Üstte gök çökmedikçe, altta yer delinmedikçe…Sözlerinin manalarına bir göz atalım.
Bu sözü söyleyen Bilge Kağan'dır. Şimdi Kehf Suresi'nde geçen Zülkarneyn (a.s)'ın özelliğinden bahsedelim. Zülkarneyn (a.s) Yecüc ve Mecüc isimli kavimin arasına set çeker. Yecüc ve Mecüc kıyamete yakın en büyük alamet olarak, yine Kur'an'nın ifadesine göre, seddi delecek ve bu kıyametin büyük alameti olacaktır. (Seddi delmek ve yerin delinmesi.) Bu ifadeler, daha öncede söylediğimiz gibi Kur'an-ı Kerim'in bir çok ayetinde kıyamet tarifinin neredeyse birebiridir. (Gök çökerse, yer delinirse kıyamet olmaz mı? Kur'an ifadesiyle yer beşik gibi sallanmaz mı? Güneş dürülmez mi?)
Bilge Kağan'da aynı ifadeyi o günkü anlayışa, o günden bugüne adeta kelimelere bir zaman yolculuğu yaptırarak anlatmıştır.
Zülkarneyn (a.s)'da, kendi yaşadığı dönemde, çağına hükmetmiş, kendi döneminde yapmış olduğu sed, kıyamete yakın delinmesi sebebiyle, bu çağa da hitap etmektedir. Konu çok daha detaylı olup mümkün mertebe biz kısaca anlatmaya gayret etmekteyiz.
Bu anlattıklarımızdan sakın bir ırkın öne çıkarılması yapılıyor sanılmasın. Anlatılmak istenilen açıktır. Türk ırkının, Türk Milleti'nin Rahmani olduğunun vurgulanmasıdır.
Önemli bir not düşecek olursak: Zülkarneyn (a.s); ordusuyla dünyanın her yanına gittiğinde, oradaki kavimlerden de ordusuna asker ve komutanlar katmıştır. Tıpkı Bilge Kağan'ın yaptığı gibi.Türk milleti de içinde barındırdığı tüm unsurlarla bir millettir.
Oğuz, Öğüz, Öküz: (Güçlü, dev boynuzlu manasına gelmektedir.)
Zülkarneyn ise Arapça'da; çift boynuzlu manasına gelmektedir.
Oğuz Kağan; Kendi döneminde, başına giydiği, boynuzları olan başlıkları ile ünlüdür.
Oğuz denmesinin bir sebebi de, çok güçlü olmasındandır.(Türk gibi güçlü!)
Kur'an-ı Kerim'de; Allah'a kurban edilecek kurbanlıklar arasında; keçi, koyun, deve, sığır sayılmaktadır. Bunlardan en makbulü, gücünden dolayı sığırdır. Koyun, keçi vs. göre daha güçlüdür...
İlahi esrariye de Allah'a kurban millet (gücünden dolayı) ; TÜRK MİLLETİDİR! (Ariflere)
Bilge Kağan acaba Oğuz Kağan mıdır?
(Unutmayalım ki, bilge lakabi bir isimdir, az önce de söylediğimiz gibi; Bilge denmesi; bilgili, alim, erdemli bir insan olmasındandır.)
BİLGE KAĞAN (OĞUZ KAĞAN) = ZÜLKARNEYN (A.S)
Şimdi gelelim ilahi mesaja:
Türk Millet'i ahir zamanda büyük rol oynayacaktır. (Ordusuyla, milletiyle, mayasıyla…) Gazi Paşa; bu sırrı, ariflere, birkaç kelimeyle şöyle ifade etmiştir:
"Muhtaç olduğun kudret damarlarındaki asil kanda mevcuttur!"
Burada anlatılmak istenen, üstte de anlattığımız gibi Türk Milleti'nin mayasıdır. O mayanın; bu milletin genlerinde, karakterinde –unutulmuş bile olsa- yukarıdaki sırrın, kudretin Allah'tan olduğu bilgisidir.
Orhun Kitâbelerinde tek Tanrı için; "Yeri yarattı, Gök'ü yarattı, ikisinin arasında kişiyi yarattı. Kişi Gök'teki Tanrı'ya yakardı, yakındı" der.
Tek Allah inancını ve Kur'an-ı Kerimde'ki yaradılışı ve Adem (a.s)'ı bu cümlelerde görmek çok açık. Türk Millet'i varolduğundan beri Tek Allah'a inandı.
Unutulmamalıdır ki, medeniyetler yıkıldı sanılsa da, yerlerine başkaları gelir ve yıkıldı sandığımız medeniyetler gerçekte tam kaybolmazlar, birbirlerinin sırlarını, izlerini taşırlar. Onun içindir ki ön uygarlıklar ve şimdiki uygarlıklar arasında benzerlikler vardır. Bu kültürlere, törelere yazılara vs. yansır ve devam ederek gelir.
Şimdi burada kitâbelerle ilgili bilgilere bir göz atalım:
Orhun Kitâbeleri'nin üzerindeki bilgilerin benzerlerine M.Ö 4000'li yıllara ait taşlarda silinmiş bir şeklide rastlandı.
Bu bilgiler, taşların üzerinde eskidikçe, asırlar boyunca başka taşlara aktarılarak günümüze kadar -bir kısmı- gelmiştir. Buradaki bilgiler binlerce yıllık bilgilerdir. Aktarılarak günümüze kadar gelmiştir. Yani sanıldığı gibi, buradaki bilgiler, yazıtların dikildiği tarihe ait değildir. Örnek verecek olursak; Kur'an-ı Kerim 1400 yıl önce kağıda yazıldı diyelim.2000'li yıllarda da dijital bilgisayara aktarıldı.Yani buradaki bilgiler, 1400 yıl öncesine aittir, günümüze değil.
M.Ö 2000'li yıllara ait, Çinli arkeologlar tarafından bulunan; yarı Çince yarı Türkçe ve bir kısmı silinmiş olan yazıtlarda da, tıpkı Orhun Kitabeleri'ndeki bilgilere rastlanmıştır.
Moğolistan'ın güneyinde bulunan; taş ve seramik parçalarının incelenmesi neticesinde, buradaki bilgilerin, Orhun Kitabeleri'ndeki bilgilere benzediği anlaşılmıştır. Bulunan bu parçaların tarihi M.Ö 2000'li yıllara uzanmaktadır.
Orhun harfleriyle yazılan yazıtlardan 13.yüzyıl Moğol tarihçisi Alaaddin Ata Melik Cüveynî , Tarih-i Cihan Güşa adlı yapıtında söz etmişti. Çin kaynakları da kitabelerin dikilişini bildirmekteydi.
Rus çarı I. Petro'nun emriyle Sibirya bitki örtüsünü incelemek için görevlendirilen bitki bilimci Messerschmidt ve kendisine rehber olarak verilen İsveçli tutsak subay Strahlenberg, 1721 yılında Yenisey vadisinde bu yazı ile yazılmış Kırgızlara ait mezar taşlarını içeren Yenisey Yazıtları'ndan bir tanesini keşfetti. Bir yıl sonra tutsaklığı son bulan Strahlenberg İsveç'e dönüşünde bu inceleme ile ilgili izlenimlerini kitap haline getirip Stockholm'de yayınladı. Böylece Orhun yazısı bilim dünyasının dikkatini çekmiş oldu. Orhun yazıtlarından iki yüzyıl öncesine ait Yenisey Yazıtları'nın tamamına yakını bu süreçte ortaya çıkarıldı.
Rus bilim adamları,1943 yılında Sibirya'da taş mezarlar bulmuşlar ve ABD'li bilim adamları ile ortak yaptıkları inceleme neticesinde, bu taşların üzerindekilerin, 'Türklere ait fatih bir komutanın' sözleri olduklarını tespit etmişlerdir…..
*
Şimdi gelelim cahillikten veya art niyetli kişilerin bir iddiasına:
Türkler Kılıçla Müslüman Olmuştur Yalanı:
Tarihte hep şunlar anlatılır: Kuteybe isimli Arap Komutan, Asya'ya sefer düzenlemiş ve Türkler ile savaşmış , Türkleri kılıç zoruyla Müslüman yapmıştır yalanına.
Yukarıda anlattığımız konular araştırılırsa, Türklerin zaten var olduklarından beri Tek Allah inancına sahip oldukları görülecektir.
Ama biz bir de Kur'an-ı Kerim'den delil verelim. Müslüman, mücahit Kuteybe, eğer gerçekten Türkleri zorla, kılıçla Müslüman yaptıysa, bu iddiayı dillendirenler şunu düşünmezler mi:
Kur'an-ı Kerim şöyle buyurmaktadır, Kaf Suresi 45. Ayet: "SEN ONLARA KARŞI BİR ZORBA DEĞİLSİN.O HALDE SEN BENİM UYARIMDAN KORKAN KİMSELERE KUR'AN İLE ÖĞÜT VER…."
(Şimdi iddia sahiplerine şunu soruyoruz: Kuteybe; Zorla, kılıçla böyle bir fiil yaptıysa, İlâhi Kelâm'ın mesajı itibarıyla zorba değil midir?)
Gaşiye Suresi 22. Ayet: "SEN ONLARIN ÜZERİNDE ZORBA DEĞİLSİN, ZORLAYICI DEĞİLSİN,ZOR KULLANACAK DEĞİLSİN."
Bakara Suresi 256. Ayet : " DİNDE ZORLAMA YOKTUR. "
Fetih Suresi 4. Ayet: "İMANLARI ARTSIN DİYE GÜVEN VE HAYIR VEREN O'DUR."
Şimdi anlatmak istediğimiz, Kur'an-ı Kerim'in buna benzer birçok mesajını Kuteybe bilmiyor muydu? Yoksa görmezden mi geldi? İddia sahipleri bir daha düşünsünler. Eğer durum iddia sahiplerinin dediği gibiyse bu çok vahim bir durumdur. Kuteybe'nin bırakın mücahit olmasını, Müslümanlığı bile tartışılır.
Şimdi gelelim başka bir konuya; İslâm Dinini, İslâm Dünyası'nı Araplar ideolojik olarak sahiplenme gibi bir misyon benimsemişlerdir. Tabi bunun alt yapısını hazırlayanlar bellidir. (Şeytaniler,Yahudiler…)
Oysa İslâm Dini alemlere rahmettir. İns'e ve Cin'se gelmiştir, hiçbir ayrım yapmadan. Bu konuyu fazla deşifre etmeyeceğiz. Arifler bilir…
Şimdi mânâ sırlarından bir ifşa:
Bu öyle bir sır ki, aynı zamanda suret aleminden de bir delil sunacağız. Önce bilinen meşhur bir vâkıa'yı anlatalım:
Peygamberimiz Hz.Muhammed (SAV) Mekke'yi feth etmiş, o gün Kâbe'deki putları kırmış ve Kâbe'nin anahtarlarının getirilmesini istemiştir.
Kâbe'nin anahtarları, o an içim müşrik olan, Osman Bin Talhâ'dadır. Mekke'nin fethî 11 Ocak 630 tarihidir. Bu tarihle ilgili sırrı ifşa etmeyeceğiz. Belki ilerde inşallah…
Yine bir not yukarıdaki yazıya atfen: Peygamberimiz Hz.Muhammed (SAV) Mekke'yi feth ettiğinde; uyuyanı uyandırmamış, ağaç kestirmemiş, kapıları zorlatmamış, çoluk çocuğa dokundurtmamış kısacası zorbalık yaptırmamıştır. Zorla kimseyi Müslüman yapmamıştır. Kur'an-ı Kerim'in ifadesiyle "Sen tebliğ et" emrini uygulamıştır. Allah'ın emri dışında hareket etmemiştir.
İslâm dini : "Ey insanlar!" hitabıyla tüm insanlığa davet dinidir.
Şimdi tekrar konumuza dönelim:
Peygamber Efendimiz (SAV) Kâbe'nin anahtarlarının getirilmesini ister. Bu görevi bilindiği gibi Hz. Ali'ye verir.
Dikkat buyurun lütfen. Peygamber Efendimiz (SAV) Kâbe'nin anahtarlarının getirilmesini EMREDİYOR! Anahtarların Hz. Ali tarafından getirilmesini EMREDİYOR!
Hz.Ali emir üzerine gider, Osman Bin Talhâ'yı bulur. Anahtarları ister. Osman Bin Talhâ anahtarları vermeyi kabul etmez. "Kâbe'nin anahtarlarının yıllardır kendi soylarında olduğunu ve Hz.Muhammed (SAV)'in peygamberliğine inanmadığını" söyler. Hz. Ali ısrar eder. Çünkü 'emri' Peygamber Efendimiz (SAV)'den almıştır. Ne pahasına olursa olsun 'emri' yerine getirmek istemektedir. Hz. Ali, Osman Bin Talhâ'nın elini sıkar, canını yakarak anahtarları zorla elinden alır. (Bu ibareye lütfen dikkat : Elini sıkarak, canını yakarak, zorla!)
Hz. Ali, anahtarları alarak, Peygamber Efendimiz (SAV)'in yanına gelir. Hz. Peygamber (SAV)'e anahtarları uzatır. Hz. Peygamber Efendimiz (SAV) anahtarları Hz. Ali'den teslim alır.(Bu ibareye dikkat lütfen: Hz.Ali'nin elinden Hz.Peygamber (SAV) teslim alır.) Ve şaşılacak bir şeklide Hz.Ali'ye tekrar anahtarları Hz. Peygamber Efendimiz (SAV) uzatır.( Bu ibareye dikkat: Hz.Ali'den aldığı anahtarları Peygamber Efendimiz (SAV) tekrar Hz.Ali'ye eliyle verir.) ve şöyle buyurur:
"Ali, bu anahtarları git Osman Bin Talhâ'ya teslim et" der. Hz.Ali şaşırır ve sorar:
" Ey Allah'ın Resulü (SAV), az önce emrinizle gittim, anahtarları aldım, getirdim size teslim ettim. Şimdi de emrinizle aynı şahsa anahtarları teslim etmemi emir buyurdunuz. Bunun hikmeti nedir ki?" diye sorar.
Peygamber Efendimiz (SAV) bir çok sahabenin yanında şu ibret verici sözleri söyler:
"Ya Ali, sen anahtarları yolda bana getirirken, Yüce Allah, dostum Cibril ile bana vahiy gönderdi: " EMANETİ EHLİNE VERİNİZ! "
Kâbe'nin anahtarları uzun yıllardır Osman Bin Talhâ ve soyundadır. Onlar Kâbe'nin nasıl temizleneceğini, nasıl sahip çıkılacağını çok iyi bilirler. Emanetin ehilleri onlardır. Bu Allah buyruğudur: "Git ve teslim et!" (Şimdi şu ibareye dikkat lütfen: Allah buyruğudur, git ve teslim et! Yani emir Yüce Allah'tandır.)
Hz. Ali bu emir üzerine hemen geri döner ve Osman Bin Talhâ'yı bulur ve anahtarları eliyle Osman Bin Talhâ'nın eline uzatır.
Bu sefer şaşırma sırası Osman Bin Talhâ'dadır. Anahtarları alır ve sorar:
" Ya Ali, az önce anahtarları elimden zorla alan sen değil miydin? Niye geri getirdin?" der.
Hz.Ali olanları anlatır: "Bu konuyla ilgili Peygamber Efendimiz (SAV)'e Ayet geldiğini, Peygamberimizin (SAV)'de anahtarları geri yolladığını" söyler.
Osman Bin Talhâ, müşrik iken bu hadise üzerine koşa koşa Peygamber Efendimiz (SAV)'in yanına varır ve Efendimizin (SAV) şahitliğinde Kelime-i Şehadet getirerek Müslüman olur.
Şimdi olayları kısaca gözden geçirelim:
Peygamber Efendimiz (SAV), önce kendi emri ile Hz.Ali'ye; " anahtarları getir!" der.
Hz. Ali Osman Bin Talhâ'nın elinden anahtarları alır ve kendi eliyle Hz. Peygamber (SAV)'in eline verir. Sonra Allah'ın emri ile Efendimiz (SAV) eliyle anahtarları Hz. Ali'nin eline verir. Hz.Ali'de kendi eliyle tekrar Osman Bin Talhâ'nın eline anahtarları verir.
Yani Allah'ın emri olan " emaneti ehline teslim ediniz! " ayetinin "emri" yerine getirilmiş olur.
Şimdi gelelim bu konuyu neden anlattığımıza:
GİZLENEN SIR:
Hz. Osman Bin Talhâ Kimdir?
Bütün Arap kaynaklarında Süreyc kabilesinden bahsedilir. Süreyclilerin Orta Asya'dan gelen Türkler olduğu, Arap tarihçilerinin eserlerinde de geçmektedir. "Ubeydullah Türk'tü" derler. Ubeydullah Süreyc kabilesindendir. Bu sülâlenin mesleği kılıç ustalığıdır. Bu aile Orta Asya'dan Anadolu'ya, oradan da Mekke'ye kervanlarla gitmişler ve Mekke'ye yerleşmişlerdir. Tıpkı Selman Farisi örneğinde olduğu gibi. Selman Farisi, İran'dan kalkıp Anadolu'ya gelmiş, burada birkaç yıl kaldıktan sonra Mekke'ye gitmiştir.
Bu konuda kaynak verecek olursak: 897-960 yıllarında yaşamış olan tabakât bilginlerinden Ebü'l-Ferec el-Isfahânî yazmış olduğu Ağani isimli esrede Sureyclilerden bahseder ve ; " Ubeydullah'ın babası Türk idi." Demektedir. (El Ağani 1.B.245)
Yine pek çok Arap tarihçisi; Türk kılıçlarını uzun uzun anlatmışlar ve övmüşlerdir. Sureyc'de Mekke'de bir Türk demirci ustasıydı. Kılıç yapmasıyla meşhurdu. Osman Bir Talhâ Sureyc'in torunlarından olup, bu aileye mensuptur. Sureyc kelimesi Arapça'da esserc kelimesinden alınmıştır. Aslında biraz lakabî bir isimdir. Daha sonra es-sureyciyat diye anılmış, manası ise, Sureyc tarafından imal edilmiş kılıçlar demektir. Çarşı ve pazarda kılıçlar bu isimle satılmıştır. O dönemde, herkes bu kılıçlara sahip olmak istemektedir. ( Kaynaklar: Sıhhaül Arabia, Tali.a.attar.Mısır 1956 1.sh. 322; İbn-i Mansur Erbil Fazl Cemaleddin, Risatül Arap Bulak 1300.III. Sh. 122; El Yesui.l.M El Müncid. Sh. 339, Ayrıca bu konuda Prof.Dr.Zekeriya Kitapçı'nın, 'Saadet Asrında Türkler İlk Türk Sahabe Tabii ve Tebea Tabiileri' kitabına bakılabilir.)
Konuyu fazla detaylandırmadan burada noktalayarak asıl konumuza dönelim.
Netice itibarıyla; Osman Bin Talhâ Orta Asyalı bir Türk soyundandır. Ve kılıç ustasının torunudur. Peki burada anlatmak istediğimiz nedir?
Burada anlatmak istediğimiz, Kâbe'nin anahtarları: Allah'ın 'emri', Peygamber Efendimizin (SAV) tatbiki ve Hz.Ali Efendimizin eliyle, Türk olan Osman Bin Talhâ'ya verilmiştir. Bunun manadaki karşılığı, Kâbe'nin anahtarları: KIYAMETE KADAR TÜRKLERDEDİR. (Ariflere)
Şimdi bilinmeyen bir başka sırrı delilleriyle ortaya koyalım inşallah:
Peygamberimiz Hz. Muhammed (SAV)'in; "İlmin şehri bensem, kapısı Ali'dir" sözünü hatırlayınız. Bilindiği gibi Hz. Ali tasavvufta, bir çok tarikatın 'PİRİ' kabul eldir.
Yani Hz.Ali; Kâbe'nin bilgisini, anahtarlarını TÜRK MİLLETİ'NİN ELİNE VERMİŞTİR. Bu sırrı Allah'ın izniyle ilk defa ifşa ediyoruz.
MUKADDES EMANETLER VE HZ.OSMAN'IN KILICI
Bilindiği üzere Mukaddes Emanetler, Yavuz Sultan Selim'in Mısır seferi sonucunda İstanbul'a getirilmiştir. Bu emanetler içersinde Hz. Osman'ın kılıcı da vardır. Şimdiye kadar bilinen budur.
Oysa şimdi ilk defa bir gerçeği, Hz. Osman'ın kılıcı ile ilgili gerçeği Allah'ın izni ile açıklıyoruz;
Hz. Osman'ın, Topkapı Saray'ı Mukaddes Emanetler bölümüne sergilenen bir kılıcı vardır ki, aslında bu kılıç, Yavuz Sultan Selim'in, Mısır Seferi sonucunda getirilen emanetlerle birlikte İstanbul'a gelmemiştir.
Bu kılıç, daha Osmanlı İmparatorluğu kurulmadan önce, Hz. Osman döneminden, Ertuğrul Gazi'nin eline Şeyh Edebali kanalıyla "kutsal bir işaret" olarak teslim edilmiştir. Şeyh Edebali'nin eline geliş silsilesi ise: Sultan Seyyid Hoca Ahmed Yesevi tarafından onu takip eden halifeleri vasıtasıyla ulaşmıştır; 'bir Allah sırrı olarak'…
Konuyu biraz açalım: Ertuğrul Gazi, Osmanlı İmparatorluğu'nun kurucusu, Osman Bey'in babasıdır. Şeyh Edebali ise, Osman Bey'in kayınpederidir. Osman Bey'in gerçek ismi Orhun'dur. ( Bu isim de ilk defa açıklanmaktadır) Kayı Boyu'nun, o günkü tüm isimlerine baktığımızda, bir tane bile Arap kökenli isim göremezsiniz. Ertuğrul Gazi, Alp Arslan, Konuralp vs…
Peki Orhun ismi, nasıl olmuş da Osman olmuştur? Osmanlı Tarih araştırmacılarının en çok sordukları ve cevabını aradıkları bu sorunun cevabını inşallah biz verelim:
İşte bu konuda şimdiye kadar gizlenen sır:
Şeyh Edebali bizzat Orhun'a : " Bundan sonra senin ismin Osman olsun, soyun bu isimle anılsın" demiştir. Hz. Osman'ın o kılıcının "mânâ sırlarını" Osman Bey'e söyleyerek teslim etmiştir. Sanıldığı gibi bu kılıç, Yavuz Sultan Selim'in Mısır Seferinden dönüşte getirdiği kutsal emanetler içersinde gelmemiştir.
İşte delili:
Kılıç ustası Ubeydullah ve Sureyc kabilesinden bahsettik. Ubeydullah Arap ismi taşımasına rağmen Türk'tü.
Bu kılıcı, bizzat kılıç ustası Türk Sahâbî yapmış Hz. Osman'a hediye etmiştir. Dünya ve Türk tarihinde ilk defa bu konudaki delili sunuyoruz:
Topkapı Müzesi'nde gidip gördüğünüzde kılıcın üzerindeki KAYI BOYU'NUN işareti dikkatinizi çekecektir. Kayı Boyu'nun damgası kılıç üzerinde durmaktadır. Çıplak gözle net bir şekilde görülmektedir. Çünkü bu kılıcın ustası Kayı Boyun'dandır.
Kayı Boyu'nu işareti:
(Türk damgalarının M.Ö. 5000'li yıllarda ortaya çıktığı delilleri ile beraber mevcuttur.Ve burada da Kayı Boyu'na ait damganın benzerine rastlanmaktadır.)
Hz. Osman'dan, Osman Bin Talhâ'ya geçip, oradan da Hoca Ahmed Yesevî'ye emanet edilmiştir.(Aradaki detayları anlatmıyoruz….)
Daha sonra bu kılıç, Hoca Ahmed Yesevî silsilesi yoluyla Şeyh Edebali'ye gelmiş ve 'sırları ile beraber' Osman Bey'e teslim edilmiştir.
Orhun'un Osman olmasının sırrı bu kılıç ile beraberdir. Nitekim, Osman Gazi'nin oğlunun ismi de yine Türk ismi Orhan'dır.
Kayı Boyu'nun kılıcı; Mekke'de dövülmüş, Hz. Osman'a teslim edilmiş, Hz. Osman'dan Osman Bin Talhâ'ya geçmiş ve Osman Bey'e ulaşmıştır. Yani tekrar Kayı Boyu'na, ait olduğu yere dönmüştür.
Şimdi bunun izahını bize yapsınlar. Şimdiye kadar, iddia edildiği şekilde bu kılıç Yavuz Sultan Selim'in Mısır seferinden dönüşte getirilen Mukaddes Emanetlerin içersinde gelmişse, bu kılıcın üzerinde Kayı Boyu'nun işareti ne aramaktadır?
Horasan Erenleri'nin ve Melâmîlerin Piri, Hoca Ahmed Yesevî'ye selâm olsun!
Bu sırrı ifşa etmeyi sebep kılan Allah'a hamd olsun!
Hz. Osman I. Osman
Osman Bin Talhâ II. Osman
Osman Gazi III. Osman
Ya sonrası? ( Bu konuyu şimdilik açmayacağız….)
Buraya kadar anlatılmak istenilenleri anlayanlara selâm olsun….
Manaları sezenlere selâm olsun…
Saygılarımla...
Netpano / Oktan KELEŞ

Bir zamanlar Karadeniz bir göldü. Milyonlarca kere kıyamet koptu! Milyarlarca yıl önce bile insanlar ve çok yüksek bilim ve teknoloji vardı. Milyonlarca kere yüksek bilim ve teknoloji çağı yaşandı. Daha önceleri de başka başka Ademler yaratıldı. Her Adem neslinin sonu geldi, kıyametleri koptu ve yeni Ademler yaratıldı. İşte bu yüzden melekler, bizim Ademimiz yaratılacak iken mealen "Yine yer yüzünde kan dökecek insanlar mı yaratacaksın? Biz seni biliyor, sana ibadet ediyoruz.' dediler. İşte bu yüzden Kur'an ayetinde 'O sizden önceki babalarınızın da rabbidir' denildi. Atalarınızın denilmedi, babalarınızın denildi. Bizim Ademimizden bize kadar geçen süre içinde de yüksek teknoloji çağı yaşandı.

Cumali Arısoy - DÜNYA DIŞI MÜSLÜMAN ALEMİ VE PARANORMAL OLAYLAR
Bir zamanlar Karadeniz bir göldü.
Milyonlarca kere kıyamet koptu!
Milyarlarca yıl önce bile insanlar ve çok yüksek bilim ve teknoloji vardı. Milyonlarca kere yüksek bilim ve teknoloji çağı yaşandı. Daha önceleri de başka başka Ademler yaratıldı. Her Adem neslinin sonu geldi, kıyametleri koptu ve yeni Ademler yaratıldı. İşte bu yüzden melekler, bizim Ademimiz yaratılacak iken mealen "Yine yer yüzünde kan dökecek insanlar mı yaratacaksın? Biz seni biliyor, sana ibadet ediyoruz.' dediler. İşte bu yüzden Kur'an ayetinde 'O sizden önceki babalarınızın da rabbidir' denildi. Atalarınızın denilmedi, babalarınızın denildi.
Bizim Ademimizden bize kadar geçen süre içinde de yüksek teknoloji çağı yaşandı. Nuh'un gemisi, bu gün yapamayacağımız kadar ileri bir teknoloji ile yapılmıştı. En iyi ihtimalle nükleer teknoloji ile çalışıyordu. Belki de yakıt gerektirmeyen mikro dalga iticiler ile...
Hz. Nuh, iman etmeyen o kafir kavmine ''Görmüyor musunuz, Allah yedi kat göğü nasıl yaratmış?'' dedi ve bunu dediği Kur'an ayeti ile sabit. Bunu dedi, çünkü ellerindeki teknoloji uzayın derinliklerini değil, sema katlarını bile gözetlemeye yetiyordu. Artık sema katları bile gayb (görülmeden, ölçülemeden, somut delille ispat edilemeden iman edilmesi gereken şeyler) olmaktan çıkmış, bilim olmuştu. Muhtemelen dünyayı kapsayan o büyük Nuh tufanına da, insanlıktan çıkmış bu kafir kavmin, insanlık dışı şekilde kullandığı yüksek bilim ve teknoloji sebep oldu. Muhtemelen kıyametin kopmasına da çok yüksek bilim ve teknoloji sebep olacak.
Lokman Hekim ölüme çareyi, daha doğru ifade ile vücudun tabii/doğal düzeni gereği yaşlanarak ölüme gitmesini, kendi zamanındaki yüksek teknoloji sayesinde ve bir de sarımsak tohumunu kullanarak buldu. Hazret-i Allah sarımsak tohumunu bir vesile ile yeryüzünden kaldırdı. O gün, bu gün, sarımsağın tohumu yok ama bir başka vesile ile bu gün, Siyonistlerin/Google'un Calico isimli firması da bu yöntemi buldu. Bir gün Hitler karşınıza çıkıverse, hiç şaşırmayın. Çünkü 1940'larda da bu teknoloji birilerinin elinde mevcuttu ve 2001 yılında Hitler'i, İran'daki bir terör zirvesinde gördüğünü iddia eden üst seviyeden batılı bürokratlardan, çok sayıda var.
Hz. Zülkarneyn zamanında da yüksek bilim ve teknoloji vardı. İstanbul boğazı bile o dönemdeki teknoloji ile açılmış bir sun'i boğaz. Karadeniz kocaman bir göldü. Yaklaşık 30 sene önce bu gerçek, 'adı tam konulmadan' da olsa, açıkça ''Karadeniz bir gölmüş ve aniden denize dönüşmüş'' denilmeden de olsa ispat edildi, belgesellere konu oldu, bulunan doneler duyuruldu, gösterildi ve sonra bu husus gizlendi. Bu gerçeğe hala gereğince temas edilmedi. Sadece sızıntı bilgiler mevcut. Karadeniz'in sularının altında çok sayıda yerleşim alanı ve çok sayıda tatlı su balığı fosili bulundu. Bunu ilk bulduklarında son derece şaşırmışlardı. Yapay boğaz açılınca, geniş yerleşim alanlarını su bastı. Tatlı su balığı türleri yok oldu, Karadeniz bir deniz oldu.
Hazret-i Zülkarneyn zamanında "dünyalar savaşı" da yaşandı. Ye'cüc ve Me'cüc iki kafir uzaylı insan türüydü. Hz. Zülkarneyn onlara nasıl bir teknoloji ile ve uzayın neresinde set çektiyse, teknolojimiz bu seviyeye geldi ama hala Kur'an ayetlerinde ve hadislerde kastedilen manayı tam olarak anlayamadık. Hala hadislerde gerçek olduğuna temas edilmiş olan Kaf dağını bile efsane zan ediyoruz.
Ve bu yüksek teknoloji, emrine rüzgar verilen, yani çok gelişmiş hava taşıtlarına sahip olan, bir gecede ordusundan 300 bin askeri bir yerden başka yere hava yolu ile nakledebilen hazret-i Süleyman zamanında, Süleyman peygamber zamanında, bir anda kaldırıldı. Çünkü yine bu teknoloji insanlığın faydasına değil, zararına kullanılıyordu. Hz. Süleyman bu vazifeyi Kur'an'da kendisinden bahsedilen vezir Asaf'a verdi. O nasıl bir ilim/teknoloji ile mevcut bilim ve teknolojiyi bir anda yok etti, bu da sır. Hala hayallerimiz bile yetmiyor. Tahminde bile bulunamıyoruz.

Siyah Mücevher | Kara Halile Kara Helile, şifalı bitki dünyasının siyah mücevheridir. Basur (hemoroit) ve kabızlık tedavisi için daha sık kullanılan bu sert ama çok şifalı olan bitkiyi tanıyalım….

Siyah Mücevher | Kara Halile

Kara Helile, şifalı bitki dünyasının siyah mücevheridir. Basur (hemoroit) ve kabızlık tedavisi için daha sık kullanılan bu sert ama çok şifalı olan bitkiyi tanıyalım….

Kara Halile (Kara Helile) siyahımsı ve sert yapılı bir olmasına rağmen birçok hastalığa şifası olan bir bitkidir. Özellikle hemoroit (basur) tedavisinde kullanılmaktadır. Kabızlık ve ishale de şifası olan bir bitkidir.

Sert bir yapısı olan Kara Helile’nin anavatanı Güney Asya’dır. Hindistan, Nepal, Batı Çin, Güney Sri Lanka, Malezya ve Vietnam’da yaygın olarak yetişir.

Kara Helile her zaman yeşil olan bir ağaçtır. Çok yıllık olan Kara Helile ağaç boyu 30 metredir.

Kara Helile’nin meyvesi hafif laksatif, midevi, tonik, adaptojen, karaciğer koruyucu, ateş düşürücü, spazm çözücü, ekspektoran, anti-astım, virüs öldürücü ve hipoglisemiktir.

Kara Helile, sinamekiden daha hafif etkilere sahip bir bağırsak temizleyicidir.

Göz rahatsızlıkları, hemoroid, diş çürükleri, diş eti kanamaları, ağız içindeki yaralarda kullanılmaktadır.

Yüzeysel kullanımının antienflamatuvar, ağrı kesici ve yara iyileştirici olduğu bilinmektedir. Demlenmesiyle elde edilen sıvı cerrahi sonrası yaraların daha kısa sürede kapanması amacıyla kullanılmaktadır. Bu sıvı aynı zamanda basur tedavisinde lokal olarak, diş eti hastalıklarında ve ağız içi yaralarda gargara şeklinde kullanılmaktadır.

Geçmeyen ishallerde karahalile tozu veya haşlanmış hali kullanılabilir. Dışkıda kan görülmesi durumunda da kullanılmaktadır.

Antibakteriyel, antifungal ve antiviral etkinliklerini gösteren bilimsel çalışmalar bulunmaktadır.

Yerli tarihi kaynaklar uzun süreli kullanım için Kara Helilenin balla birlikte alınmasını önermektedirler. Kara Helile, Ayuverda tıbbında en sık kullanılan bitkilerdendir.

Karahalile kavrulmadan kullanılmaz. Çünkü oldukça sert bir yapısı vardır. Kavrulduktan sonra yumuşayacaktır. Kara Halile meyvesi genel olarak toz veya demleme şeklinde kullanılır. Kara Halile tozu bal ile karıştırılıp tüketilebilir.

Vücuttan toksinlerin atılmasına destek verdiği için adaptojen bir bitki olarak kabul edilmektedir.

Özellikle yağlı ve ağır yemeklerden sonra alınması kişiyi ve sindirimi rahatlatır.

Kanama önleyici etkisi damar büzme özelliğinden gelir.

Kara Helile’nin Kullanımı:

50 gr. Karahalileyi tavaya alıp 8-10 damla sıvıyağ ilave edip 10 dakika kadar kısık ateşte yakmamaya özen göstererek kavurun. Soğuduktan sonra öğütücüde toz haline gelene kadar çekin.

Kabızlık için aç karnına 1 çay kaşığı balın içine 1 çay kaşığı toz helileyi ilave edip macun yapıp yutun ve üzerine bol ılık su için.

Hemoroid için her gün kullanılmalıdır. Allah’ın izniyle kısa zaman da faydasını göreceksiniz.

Kara Halile Faydaları:

Midevi özellikli spazm çözücü.

Kan şekerini düşürücü etkisi vardır.

Damar büzücü etkisi vardır.

Hemoroit tedavisi için kullanılır.

Ağrı kesici ve yara iyileştirici özelliği vardır.

Sindirim sistemini çalıştırıcı ve rahatlatıcı etkisi vardır.

Karaciğeri uyarıcı etkisi vardır.

Vajina akıntılarında kullanılır.

İdrar kaçırma ve idrar tutukluğunda kullanılır.

Diş çürükleri, diş eti kanamalarında ve ağız içi yaralarda kullanılır.

Zayıflatıcı etkisi vardır.

İştah açar, sindirimi kolaylaştırır, karaciğeri uyarır, sindirim sistemini hızlandırır, mideyi korur ve hafif laksatiftir.

Gaz şikayeti olanlar tarafından günlük olarak kullanılabilir.

Sinir sistemin ve sinirleri destekleyicidir. Beş duyunun algılama düzeyini geliştirir.

Ödem çözücü olarak kullanılır.

Kronik öksürük, boğaz yanması ve astımda kullanılmaktadır. Bu amaçlar için genelde diğer bitkilerle karışımları kullanılır.

Uterusun (rahim) atonisinde kullanılır. Vajinal akıntılarda kullanılır.

Böbrek taşı, ağrılı idrar yapma ve idrar tutukluğunda faydalıdır.

Ürtiker ve eritamatöz deri hastalıklarında kullanılmaktadır.

Çok zayıfların kilo almasında ve şişmanların zayıflamasında fayda sağladığı belirtilmektedir.

İnmeyen uzun süreli ateşte destekleyicidir. KULLANIMI ..Birkaç adet karahalile meyvesini, bir miktar yağ ilave ettiğiniz tavada yakmadan kavurduktan sonra, havanda döverek veya öğütücüde çekip, dilerseniz balla karıştırarak, bol ılık suyla yutabilirsiniz.

Neden her gün yediğimiz o zararlı gıdalardan kurtulamıyoruz çünkü bağımlı yapılmışız önce onlardan kurtulalım saygılar