3 yemek kaşığı kantaron yağı karıştırın.sürün kalanı dolapta saklayın
“Dünyâ hayâtı azdan daha azdır. Ona âşık olan, alçakların alçağıdır. O sihriyle bir topluluğu sağır ve kör eder. Böylece onlar ortalıkta şaşkın ve delîlsiz ortalıkta kalırlar.”
https://vimeo.com/tomorhoca
- Ana Sayfa
- İlahi – Kur`an -İslam – Din -Tasavvuf – Belgesel – Dua – Hadis – Tarih – Şiir – Vs… – بِسْمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
- Dini bilgiler
- Hatim duası Türkçe Hatim Duası
- Ahmet tomor hoca sohbetleri
- suleymaniye
- Ruhlar kabirde hep kalır mı?
- Şehitlik ve Fazileti
- İslami Eğitim
- ALLAH (C.C.) 'ÜN SIFATLARI
- Ahmet Tomor Hocaefendi Sohbetleri
- Veysel Gürler
- Umman'dan Şifâlar
- İSLAMİ BİLGİLER KİTAP SOHBET SEYRET MULTİMEDYA
- Safakat İslami Forumları
- sadakat.net
- Ehl-i Sünnet Hanefi
- HAVAS İLMİ-MÜCERREBAT-I İLAHİ ŞİFACILAR
- Sağlığımızın müthiş şifreleri Sayfadaki tüm bilgiler bilgi amaçlıdır kullanım tercihi size aittir önce araştırın inceleyin doktorunuza danışın saygılar
- Sayfa ve guruptaki bilgiler bilgi amaçlıdır araştırın araştırmadan doktorunuza danışmadan kullanmayın sakın saygılar hepinize m.ulaş
- MUHTASAR İLMİHAL | Fazilet
- İLİM BÖLÜMÜ
- İmam Suyuti Camius Sağir
- Dini Sorular Molla Cami dini sorular ve cevapları
- incemeseleler
- "Nazar, deveyi kazana, insanı mezara sokar."
- YAVRULARIMIZA ELİF CÜZÜ ÖĞRETELİM. BİZLERDE TEKRAR EDELİM...
- Hadis-i Şerif
- FAZİLET TAKVİMİ
- mektebun
- faydalı
- medine
- Zi tuva kuyusu...
- Ali Eren Hoca
- *FATİHA SURESİNİN SIRRI..*
- "Kişi sevdiği ile beraberdir."
- *FATİHA SURESİNİN SIRRI..*
6 Temmuz 2020 Pazartesi
fıtık için kuyruk yağı kulllanımı
3 yemek kaşığı kantaron yağı karıştırın.sürün kalanı dolapta saklayın
Sıkıntı anlarında okunacak bir beyit Süleyman Hilmi Tunahan (k.s.) hazretlerinin talebelerinden Ziya Sunguroğlu merhum "Notları"nda (s. 5) anlatıyor: Sıkıntı anında okunan bir beyit: "Edrik Ebe'l-Abbâs, ennî münhasır Seyyidî Belyâ'bni Melkâni'l-Hızır" Efendi Hazretleri (k.s.), bu beyti ders arasında zaman-zaman okurlardı... Açıklama: “Belyâ", Hızır aleyhisselâmın adı, "Melkân" babasının adıdır. Künyesi de "Ebû'l-Abbas"tır. Meali: Yetiş ey efendim; Melkân'ın oğlu Belyâ-Hızır Ebe'l-Abbas! Ben sıkıntıdayım, demektir. Not: Keza Sunguroğlu merhumun Notları, s. 44'te ve Rahle-i tedrislerinde bulunmuş hocaefendilerden bazıları da, Üstâzımız (k.s.) hazretlerinin yukardaki beyti, ders arasında zaman-zaman cezbeli olarak; "Edrik Ebe'l-Kasım, ennî münhasırun, Seyidî, Muhammedü'bni Abdullahi'bni Abdü'l-Muttalib Hüve'n-Nûr" tarzında okuduklarını ifade etmişlerdir. Anlaşılan o ki; li-hikmetin bazan önceki şekliyle, bazan da ikinci şekliyle okuyarak her iki terkibi de kıraat buyurmuşlardır.
Kalbdeki Güzellikleri Yok Eden HASED Cenâb-ı Hak insanı “ahsen-i takvîm”, yâni en güzel bir yaratılış ile halketmiş, onu “kulluk” ile mükellef kılmıştır. Bu kulluk vazîfesini gerçekleştirebileceği vasıfları da lutfetmiştir. Fakat dünyâ hayatındaki “imtihan” sırrından dolayı insana bu rahmânî vasıflarla birlikte, kulluk vazîfesine mânî olacak nefsânî temâyüller de vermiştir. Bu ilâhî imtihanda muvaffak olmak isteyen bir kul, nefsânî menfîlikleri, tıpkı buza gömülen bir yılan gibi hareketsizliğe mahkûm ederek bütün hâl ve davranışlarına rahmânî temâyülleri gâlip kılmak mecbûriyetindedir. İnsanın dünyâ imtihanında bertaraf etmesi gereken en mel’un menfîliklerden biri de, kalbdeki bütün güzellikleri yakıp yok eden “hased” hastalığıdır. Hased, ilâhî taksîm netîcesinde, başkalarına lutfedilen nîmetlere kalben îtirazdır. Kalblerde, nîmet sahiplerine karşı duyulan kıskançlıklar, hased hastalığının başladığını, hattâ ilerlediğini belirten ilk alâmetlerdendir ve aynı zamanda kadere isyân suçudur. Hasedi, bir binâya benzetecek olursak onun en mühim yapı malzemeleri fesad ve nifaktır. Temelinde ise bencillik, baş olma sevdâsı, menfaat, ihtiraslar, kendini gösterme arzusu, kibir ve ucup gibi kaba ahlâksızlıklar yatar. Hasedin kökleri, insanın iç âleminin derinliklerinde gizli olduğundan bazı nefsine esîr olmuş kişiler -hasedin içinde yüzdükleri hâlde- kendilerinde hased olmadığını sanırlar; uçurumların anaforunda dolandıklarının farkında bile değillerdir. Kişide, hased illetinin mevcûdiyetini gösteren ilk alâmet, hased ettiği kimseden nîmetin zevâlini arzu etmek, nîmetin zevâlini gördüğünde ise kalb rahatlığı ve sevinç duyarak bir bayram havası içinde bulunmasıdır
Bebek 40'lamak"
“Bebek Kırklama” denilen âdet, dini-ilmi müstenidatı olan bir uygulama değildir, tamamen İslâm’dan önceki örfe dayanmaktadır. Akla-mantığa sığan bir tarafı da yoktur. Ama maalesef toplumumuzda az da olsa halen görülebilen âdetlerdendir, bid’attir, kaçınmak gerekir.
Ve yine bebeğin göbeğini toprağa gömmemek… Sırtı sağlam olsun, ömrü uzun olsun diye sırtını un çuvalına dayamak ve saçını unlamak… Gözü tok olsun diye yarı kırkında yumurta ve soğan dağıtmak… Çocuğun ilk tırnağının baba tarafından kesilmesi… Bebeğe atleti ters giydirilirse nazar değmeyeceğini düşünmek… Bebek beşiğini boşken sallamamak gibi inanışların birçoğu da İslam diniyle irtibatlandırılıyor. Halbuki bunların da hiç birisinin “Bebek Kırklama” âdeti gibi, dinle ilgisi yoktur, hepsi de hurâfedir. Bu gibi geleneklere dinîlik kisvesi giydirilmesinin sebebi, herhalde Müslüman cemiyetlerin bütün referanslarını İslam’dan almak isteği-arzusu olabilir. Ama sebep ne olursa olsun, yanlış, yanlıştır.
Ancak her âdeti-geleneği de hemen bir kalemde silip atmak çok doğru olmaz. Çünkü rasyonellik / akla uygun olup olmama adına reddedilen pek çok şeyin, sonradan doğru olduğu da anlaşılabiliyor. Mesela yaygın olan âdetlerden-geleneklerden biri olan tahnik, yani yenidoğan bebeğin damağına hurma, o yoksa başka tatlı bir şeyler, sürmek aslında bir sünnettir, müstehaptır. İmam Mâlik’in (rh.) el-Muvatta’ında Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) yeni doğan bir bebeğin ağzına hurma sürdüğü rivayet edilir. [Ayrıca bkz. Buhâri, Sahih, Hadis no: 5467, 5470; Müslim, Sahih, Hadis no: 2144, 2145]
Keza toplumda, birçok doğru geleneğin ise yanlış idrâk etme (anlama-algılama) ve aktarma sebebiyle farklı şekiller aldığını da görüyoruz. Bunları da elimizden geldiğince, dilimizin döndüğünce düzeltmeye gayret etmemiz lazım.
Maamafih sahih kaynaklarda geçmeyen ve İslam dinine atfedilen birçok âdetin hurâfeden ibaret olduğunu da görüyoruz. Bebeğin başına soğan koymak, doğumun 20. gününde soğan dağıtmak ve yukarıda saydığımız türden âdetler gibi… O bakımdan bunların tefrikinin / ayırımının da iyi yapılması gerekir.
Allah (c.c.) cümlemizi ve bilcümle Ümmet-i Muhammed’i ve evladını, hakkı hak bilip hakka ittibâ, bâtılı bâtıl bilip bâtıldan içtinâb eden kullarından eylesin.
Bu üç şey, dönemimizin fıkıhla uğraşanlarının / ilim adamlarının genel hastalığıdır. Bunları bilirsen tedbirini alırsın. Bunlar aslında insanı helake götüren şeylerdir ve kalp kaynaklı diğer bütün kötülüklerin anasıdır. Bunlar çekememezlik, gösteriş ve kendini beğenmedir. Kalbini bu üç şeyden arındırmaya gayret et! Bunda başarılı olursan diğer kalp hastalıklarından nasıl kurtulacağını da öğrenirsin. Bunları tedavi etmede başarılı olamazsan diğerlerini hiç tedavi edemezsin. Sanma ki kalbinde haset, riya ve kendini beğenme hastalıkları varken ilim öğrenmede iyi niyet sahibi olmakla kurtulursun. Hz. Peygamber (sav): “Üç şey var ki helake götürür; Baş edilmeyen cimrilik, ardına düşülen kötü arzular ve kişinin kendini beğenmesi” buyurmuştur. Haset Hasetin kökeninde cimrilik vardır. Çünkü cimri olan, elindekinin başkasında olmasını istemez. Aşırı cimri olan ise kendi elinde olanı değil, Allah’ın hazinelerinde olan nimetleri Allah’ın kullarına vermek istemez. Dolayısıyla bunun cimriliği ötekiden daha büyüktür. Hasetçi ise Allah’ın kendi kudret hazinelerinden; kullarından herhangi birine ilim, mal veya kalplerine sevgi ya da herhangi bir nasip vermesini kaldıramaz. Kendi eline bir şey geçmeyecek olsa bile, verilenlerin elinden de nimetlerin alınmasını ister. Bu, kalp hastalığının son sınırıdır. Bundan dolayı Hz. Peygamber (sav): “Ateşin odunu yediği gibi, haset de iyilikleri yer bitirir” buyurmuştur. Hasetçi hiç merhamet edilmeden cezalandırılacak kişidir. Zaten dünyada da kesintisiz bir azap içindedir. Allah’ın, akranlarına verdiği ilmi, malı ve makamı kıskandığından ölünceye kadar sürekli azap içindedir. Ahiret azabı ise daha çetin ve elemlidir. Kişi kendisi için istediği şeyleri, Müslüman kardeşi için de istemedikçe, imanın hakikatine eremez. Müslüman’ın, diğer Müslümanların da sıkıntı ve sevinçlerine ortak olması gerekir. Müslümanlar bir binanın tuğlaları gibidir, birbirini desteklerler. Riya Riya ise, gizli şirk olup, Allah’a ortak koşmanın iki yolundan biridir. Riya, mevki makam sahibi olabilmek için insanların kalbinde yer edinmeye çalışmaktır. Makam sevgisi ise ardına düşülen bir hevestir. İnsanların çoğu bu yüzden helak olmuştur. Zaten insanı, insandan başka hiçbir varlık helake düşürmez. İnsanlar gerçekten düşünseler, bilirlerdi ki; öğrendikleri birçok ilim, yaptıkları birçok ibadet ve hatta adetlerinin birçoğu insanlara gösteriş olsun diye yapılır. Riya, amelleri silip yok eder. Nitekim bir haberde şöyle nakledilmiştir: Kıyamet gününde, şehit düşen bazı kişilerin cehenneme götürülmesi emredilecek. Onlar; “Ey Rabbimiz! Biz senin yolunda şehit edilmedik mi?” diyecekler. Bunun üzerine Allah Teâlâ; “Hayır! Sen ‘falanca kişi ne kadar yiğit adamdır’ desinler istedin. Bu da söylendi, sen karşılığını aldın.” Diyecek. İlim öğrenenler, hacca gidenler ve Kur’an okuyanlarla da aynı konuşmalar yapılacak. Kibir Kendini beğenme, büyüklenme ve övünme de tedavisi zor kalp hastalıklarındandır. Bunlar, kulun kendini büyük görmesi ve başkalarını da küçük görmesidir. Kibrin, büyüklenmenin dile yansıması ‘ben, ben’ demektir. Allah’ın laneti üzerine olsun Şeytan, “Ben ondan daha üstünüm. Beni ateşten, onu ise çamurdan yarattın” [A'raf 12] demiştir. Oturmalara, sohbetlere yansıması, kendini yükseklerde görmek ve başköşeye oturmayı istemektir. Konuşmalara yansıması ise kendine itiraz edilmesinden hoşlanmamaktır. Kibirli insanlar, kendilerine öğüt verildiğinde kulak ardı ederler. Öğüt verdiklerinde ise Sert konuşurlar. Kendisini Allah’ın kullarından herhangi birinden daha üstün gören kişi kibirli demektir. Bilmelisin ki, üstün olan kişi, ahiret gününde Allah katında üstün olacak kişidir. Bu ise bilinmez olup, kişinin sonunun nasıl olacağına bağlıdır. Kişinin kendisinin başkalarından iyi olduğunu düşünmesi tam anlamıyla bir bilgisizliktir. Aksine her kime bakarsan onun senden daha iyi olduğunu düşünmelisin. Bir küçük çocuk gördüğünde; “Bu henüz günahsızdır, benim ise birçok günahım vardır, kuşkusuz o benden daha üstündür” demelisin. Yaş olarak kendinden daha büyük birini gördüğünde ise; “Bu adam Allah’a benden önce ibadet etmeye başladı, kuşkusuz o benden daha hayırlıdır” de. Bir âlim gördüğünde de; “Şüphesiz bana verilmeyen ona verilmiştir, o benim ulaşamadıklarıma ulaşmıştır, benden daha hayırlıdır” demen gerekir. Kalbinden kibri söküp atman, ancak üstünlüğün Allah katındaki üstünlük olduğunu bilmenle gerçekleşir. Bu ise, hayatın nasıl sonlanacağını düşünmekle başarılabilecek bir şeydir. Kötü son korkusu ve kuşkusu, seni Allah’ın kullarına karşı büyüklenmekten alıkoyar. Bugün güçlü bir imana sahip oluşun, yarın değişmeyeceğin anlamına gelmez. Çünkü Allah, kalpleri evirip çevirendir. Dilediğini doğru yola iletir, dilediğini yoldan çıkarır. Bunları düşün! Ey ilim öğrencisi bunları bir düşün ve bil ki bu kötülüklerin kalbe yerleşmesinin başlıca sebeplerinden biri, başkalarıyla yarışmak ve övünmek amacıyla ilim öğrenmektir. Sıradan insanlar/avam bu kötülüklerin çoğundan uzaktır. Dini ilimleri öğrenenler için bunlar tehlikeli birer tuzaktır. Bir düşün, hangisi senin için daha önemlidir; İnsanı helak eden bu kötülüklerden kaçınma yollarını öğrenerek kalbini düzeltmekle ve ahiretini mamur etmekle mi uğraşacaksın, yoksa önemi olan başkalarıyla birlikte tartışmaya dalmakla mı uğraşacaksın? Bilesin ki bu üç madde kalp hastalıklarının başlıcalarıdır ve bunların tohumunu büyüten toprak dünya sevgisidir. Bunun için Hz. Peygamber (sav): “Dünya sevgisi her hatanın / günahın başıdır” buyurmuştur. Diğer yandan dünya ahiretin tarlasıdır. Kim ahiretini kazanabilmek için dünyadan kendin yetecek miktarda faydalanırsa dünya onun tarlası olur. Kim de onun nimetleri içinde yüzmek isterse dünya onun helakine sebep olur.
Haset eden ile ilgili hadis ve ayet var mi?
Kıskanmak, çekememek, başkasında olan sağlık, zenginlik ve benzeri nimetlerden dolayı rahatsız olarak o kişiden o nimetin gitmesini istemek. Kalpte bulunan ve insanı kötülüklere sürükleyen en önemli ve gayri ahlâkî özelliklerden, hastalıklardan birisidir. Bilgisizlik ve tamahkârlığın birleşmesinden, kaynaşmasından doğar. En çok da tanıdık ve akrabalar arasında kendisini gösterir:
Haset, çirkin huyların en zararlılarındandır. Herkeste bulunmakla birlikte dereceleri farklıdır. Kimi insanda haset duygusu bir an için gelip gider; kiminde ise iyice yerleşir, bütün benliğe hâkim olur ve gittikçe artar. İşte asıl üzerinde durulması gereken ve tehlikeli olan haset sonuncusudur. İmam Gazalî'ye göre haset ancak bir nimete karşı olur. Allah bir kimseye bir nimet bağışladığı zaman diğer insanda ona karşı iki türlü hal belirir. Birincisi, o nimeti çok görerek onun elinden gitmesini istemektir; buna haset denir. Hasedin tezâhürü de insanın elindeki varlığı, nimeti çok görmek ve yok olması halinde sevinmektir. İkinci hal ise ne varlığa sevinmek, ne de yok olmasını istemektir. Buna karşılık o insanda bulunan nimetin kendisinde de bulunmasını istemektir. Buna da gıpta denilir.
"Mü'min gıbta; münâfık haset eder" sözü bu iki durumun farkım ve bulunduğu insanın niteliğini ortaya koymaktadır.
Haset, yani başkasının elinde bulunan bir nimetten hoşlanmayarak onun yok olmasını istemek haramdır. Ancak bir fâcir veya kâfirde bulunup fitne uyandıran, insanlar arası ilişkilerin bozulmasına, herkese eziyet edilmesine neden olan nimetin ortadan kalkmasını istemek, bundan hoşnut olmamak haram ve günâh değildir. Çünkü onun yok olmasını istemek bir nimeti çekemeyerek yok olmasını istemek değil; bir fitne ve zulüm aracının ortadan kalkmasını istemek demektir.
Hasedin haram olmasının sebebi Allah'ın kullar arasında yaptığı taksim ve takdire razı olmamayı, teslimiyet göstermemeyi ifade etmesi ve Kur'ân-ı Kerîm'de ifade ettiği gibi kâfirlerin özelliklerinden birisi olarak sayılmasıdır: "Size bir iyilik dokunsa, bu onları tasalandırır," size bir kötülük dokunsa, ondan ötürü sevinirler" (Âlu İmran, 3/120). Ehl-i kitabın içlerindeki hasetlerin kendilerini nasıl bir yola sürüklediği de şöyle anlatılmaktadır: "Kitap sahiplerinin çoğu, gerçek kendilerine belli olduktan sonra sırf içlerindeki hasetten ötürü sizi imanınızdan sonra küfre döndürmek isterler" (el-Bakara, 2/109). Kendilerine kitap ve ilim geldikten sonra insanların birbirlerine düşmelerinin sebebi de haset olarak ifade edilmiştir: "Onlar kendilerine ilim geldikten sonra sadece azalarındaki çekememezlik yüzünden ayrılığa düştüler. Eğer belli bir süreye kadar (azabın ertelenmesi hakkında) Rabbinden bir söz geçmiş olmasaydı, aralarında hüküm verilir (işlerileri bitirilir)di" (eş-Şurâ, 42/14).
HASET ilgili misal: Hazret-i Enes anlatır: Resul-i Ekrem, (Şimdi içeri Cennetlik bir zat girecektir) buyurdu. Az sonra, Ensardan, bir adam çıkageldi. Ertesi gün, Resul-i Ekrem yine önceki gibi söyledi. Yine aynı adam çıkageldi. Üçüncü gün de aynı şey oldu. Abdullah bin Amr, o adamın evinde birkaç gün misafir kaldıktan sonra şunları anlattı: - Üç gece onunla kaldım. Gece kalkıp namaz kılmadı. Bizlerden fazla bir ibadet yapmadığı halde Cennetlik oluşunun sebebini anlayamadım. Adama dedim ki: - Resulullah seni niçin övüyor? - Hiç kimseye haset etmem. - Şimdi anlaşıldı. Seni o dereceye ulaştıran budur. (İ. Ahmed)
HASET: Hazret-i Musa’nın imrendiği zat
Musa aleyhisselam, salih bir zata imrenip, kim olduğunu sordu. Allahü teâlâ, (Bu zat, şu üç amel ile bu mertebeye ulaşmıştır: Kimseye haset etmedi, ana-babasına âsi olmadı ve söz taşımadı) buyurdu.
Hazret-i Zekeriyya da Allahü teâlânın şöyle buyurduğunu haber veriyor:
(Haset eden kimse, nimetime düşman olan, kazâma kızan, kullarım arasındaki taksimatıma razı olmayan biridir.)
Hazret-i Safiyye anlatır:
Bir gün, babam amcama sordu:
- Bu Peygamber hakkında ne diyorsun?
- Hazret-i Musa’nın müjdelediği Peygamberdir.
- O halde niçin iman etmiyorsun?
- Bizden gelmediği için, ölünceye kadar düşmanlık edeceğiz.
İşte hasedin vardığı acı nokta…