6 Temmuz 2020 Pazartesi

Kalbdeki Güzellikleri Yok Eden HASED Cenâb-ı Hak insanı “ahsen-i takvîm”, yâni en güzel bir yaratılış ile halketmiş, onu “kulluk” ile mükellef kılmıştır. Bu kulluk vazîfesini gerçekleştirebileceği vasıfları da lutfetmiştir. Fakat dünyâ hayatındaki “imtihan” sırrından dolayı insana bu rahmânî vasıflarla birlikte, kulluk vazîfesine mânî olacak nefsânî temâyüller de vermiştir. Bu ilâhî imtihanda muvaffak olmak isteyen bir kul, nefsânî menfîlikleri, tıpkı buza gömülen bir yılan gibi hareketsizliğe mahkûm ederek bütün hâl ve davranışlarına rahmânî temâyülleri gâlip kılmak mecbûriyetindedir. İnsanın dünyâ imtihanında bertaraf etmesi gereken en mel’un menfîliklerden biri de, kalbdeki bütün güzellikleri yakıp yok eden “hased” hastalığıdır. Hased, ilâhî taksîm netîcesinde, başkalarına lutfedilen nîmetlere kalben îtirazdır. Kalblerde, nîmet sahiplerine karşı duyulan kıskançlıklar, hased hastalığının başladığını, hattâ ilerlediğini belirten ilk alâmetlerdendir ve aynı zamanda kadere isyân suçudur. Hasedi, bir binâya benzetecek olursak onun en mühim yapı malzemeleri fesad ve nifaktır. Temelinde ise bencillik, baş olma sevdâsı, menfaat, ihtiraslar, kendini gösterme arzusu, kibir ve ucup gibi kaba ahlâksızlıklar yatar. Hasedin kökleri, insanın iç âleminin derinliklerinde gizli olduğundan bazı nefsine esîr olmuş kişiler -hasedin içinde yüzdükleri hâlde- kendilerinde hased olmadığını sanırlar; uçurumların anaforunda dolandıklarının farkında bile değillerdir. Kişide, hased illetinin mevcûdiyetini gösteren ilk alâmet, hased ettiği kimseden nîmetin zevâlini arzu etmek, nîmetin zevâlini gördüğünde ise kalb rahatlığı ve sevinç duyarak bir bayram havası içinde bulunmasıdır

Bebek 40'lamak"

“Bebek Kırklama” denilen âdet, dini-ilmi müstenidatı olan bir uygulama değildir, tamamen İslâm’dan önceki örfe dayanmaktadır. Akla-mantığa sığan bir tarafı da yoktur. Ama maalesef toplumumuzda az da olsa halen görülebilen âdetlerdendir, bid’attir, kaçınmak gerekir.

Ve yine bebeğin göbeğini toprağa gömmemek… Sırtı sağlam olsun, ömrü uzun olsun diye sırtını un çuvalına dayamak ve saçını unlamak… Gözü tok olsun diye yarı kırkında yumurta ve soğan dağıtmak… Çocuğun ilk tırnağının baba tarafından kesilmesi… Bebeğe atleti ters giydirilirse nazar değmeyeceğini düşünmek… Bebek beşiğini boşken sallamamak gibi inanışların birçoğu da İslam diniyle irtibatlandırılıyor. Halbuki bunların da hiç birisinin “Bebek Kırklama” âdeti gibi, dinle ilgisi yoktur, hepsi de hurâfedir. Bu gibi geleneklere dinîlik kisvesi giydirilmesinin sebebi, herhalde Müslüman cemiyetlerin bütün referanslarını İslam’dan almak isteği-arzusu olabilir. Ama sebep ne olursa olsun, yanlış, yanlıştır.

Ancak her âdeti-geleneği de hemen bir kalemde silip atmak çok doğru olmaz. Çünkü rasyonellik / akla uygun olup olmama adına reddedilen pek çok şeyin, sonradan doğru olduğu da anlaşılabiliyor. Mesela yaygın olan âdetlerden-geleneklerden biri olan tahnik, yani yenidoğan bebeğin damağına hurma, o yoksa başka tatlı bir şeyler, sürmek aslında bir sünnettir, müstehaptır. İmam Mâlik’in (rh.) el-Muvatta’ında Rasûlullah Efendimizin (s.a.v.) yeni doğan bir bebeğin ağzına hurma sürdüğü rivayet edilir. [Ayrıca bkz. Buhâri, Sahih, Hadis no: 5467, 5470; Müslim, Sahih, Hadis no: 2144, 2145]

Keza toplumda, birçok doğru geleneğin ise yanlış idrâk etme (anlama-algılama) ve aktarma sebebiyle farklı şekiller aldığını da görüyoruz. Bunları da elimizden geldiğince, dilimizin döndüğünce düzeltmeye gayret etmemiz lazım.

Maamafih sahih kaynaklarda geçmeyen ve İslam dinine atfedilen birçok âdetin hurâfeden ibaret olduğunu da görüyoruz. Bebeğin başına soğan koymak, doğumun 20. gününde soğan dağıtmak ve yukarıda saydığımız türden âdetler gibi… O bakımdan bunların tefrikinin / ayırımının da iyi yapılması gerekir.

Allah (c.c.) cümlemizi ve bilcümle Ümmet-i Muhammed’i ve evladını, hakkı hak bilip hakka ittibâ, bâtılı bâtıl bilip bâtıldan içtinâb eden kullarından eylesin.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder