3 Eylül 2020 Perşembe

Silsile-i Saadatın 4. halkasını teşkil eden, imam-ı azam ebu hanife r.aleyhin mürşid-i kamili olan Cafer-i Sadık ks. hz.lerinden nakil edilir.. İbrahim as. Allahütealaya münacaat edip, İsmail as.ın kurban olmamasının sebebini sordu. Allahüteala buyurdu ki, alnında Habibimin nuru vardır. Ben onu boğazlatmam. İbrahim as. : - Ya Rabbi o hazretin mertebesinden bir nebze bildir, diye niyaz etti. Allahüteala aradaki perdeleri kaldırıp Habibinin sav. ve Eshabının derecesini Haliline gösterip , bunlar senin evlatlarındır, buyurdu. Bunların arasında Hz. Hüseyin ra.ın şehadet mertebesini gördü. İlahi bu derece kimindir? dedi. Allahüteala buyurdu ki: - Habibimin kız evladından İmam Hüseyinin mertebesidir. İbrahim as. Ya Rabbi Hüseyini oğlum İsmailden daha çok seviyorum dedi. Allahüteala ben onu (hüseyini) ismaile kurban kabul ettim buyurdu.......mearıcu'n nubuvve altıparmak peygamberler tarihi. berekat y.evi. 1978. 4.baskı, sayfa 178. a.faruk meyan.

Aşure günü bazı hayvanların bile bir şey yemediği bildirilmiştir. Bir avcı, Aşure günü, bir geyik yakaladı. Geyik, yavrularını emzirip akşamdan sonra dönmek üzere, avcının izin vermesi için, Resulullah efendimizden, şefaat istedi. Avcı, geyiğin akşama kalmadan hemen gelmesini isteyince, geyik, (Bugün Aşure günüdür. Bugünün hürmetine yavrularımızı emzirmeyiz. Onun için akşamdan sonra gelmek için izin istedim) dedi. Bunu duyan avcı, geyiği Resulullaha hediye etti. O da, geyiği serbest bıraktı.

Nefsime Gurur Gelir Gibi Oldu ....Halife Hz. Ömer Ra. bir gün kırbasını (su tulumu, su kabı) sırtına yüklenmiş, Medine´nin en kalabalık sokaklarında dolaşıyordu. Babasının sırtında kırba ile dolaştığı oğlu Abdullah´ın da gözüne ilişti ve kendisine yetişip sordu: - Baba sen ne yapıyorsun, koskoca halife sırtında kırba taşır mı, taşıtacak kimse mi bulamadın? - Oğlum, bunu taşıtacak adam bulamadığım için veya başka bir mecburiyet dolayısıyla taşıyor değilim. Nefsime gurur gelir gibi oldu, kendimi beğenir gibi oldum, sırf onu küçültmek için bu yola başvurdum.

KUR'ÂN VE SÜNNETE UYMAYAN KİŞİ TASAVVUF EHLİ OLAMAZ Hakîkaten bir kul, güzel hâli, sâlih amelleri ve mânevî derecesi sebebiyle helâl-haram hudutlarından muaf tutulacak olsaydı, evvelâ insanlığın Hakk’a kulluktaki zirvesi olan Peygamber Efendimiz -sallâllahu aleyhi ve sellem- böyle bir muâfiyete sahip olurdu. O’na bile böyle bir imtiyaz tanınmadığına göre, hiç kimseye de tanınacak değildir. İmâm-ı Rabbânî Hazretleri bu hususta şöyle buyurmuştur: “Bâtına ehemmiyet vermek, zâhire de ehemmiyet vermeyi îcâb ettirir. (Yani zâhir ve bâtının bir âhenk içinde olması zarurîdir.) Bâtınla meşgul olurken zâhiri ihmâl eden kimse zındıktır. Onun elde ettiği bâtınî hâllerin hepsi istidraçtır.[1] Bâtınî hâllerimizin sıhhatini gösteren en iyi ölçü, zâhirimizin şer’î ölçülere göre tanzim edilmesidir. İstikâmet yolu işte budur.”[2] Bu itibarla, hayatını Kurʼân ve Sünnet ölçülerine göre düzenlemeyen, dînin zâhirî mükellefiyetlerini ihmâl eden bir kimsenin dilinden, ne kadar tasavvufî ifâdeler dökülürse dökülsün, o kimse, gerçek mânâda tasavvuf ehli olamaz.

 

Midesini beyniyle takas edenler, hakikati yazamazlar. Micingirt

 

rozet simgesi
Yönetici
 6s 

TASAVVUF, HAYATIN HER SAFHASINDA ŞERİATE RİAYETİ GEREKTİRİR Velhâsıl, kişinin ibadetlerinde, muâmelâtında, ahlâkında ve hayat nizâmında şerʼî ölçülere riâyet hassâsiyeti yoksa, o kişinin tasavvufî bir terakkî beklemesi mânâsızdır. Unutmayalım ki, İslâmʼın zâhirî hükümleri diyebileceğimiz şerîat, âdeta bir vücûdu ayakta tutan iskelet gibidir. İskeleti olmayan, omurgasız bir beden ayakta kalamaz. Fakat sırf iskeletten ibâret bir dînî hayat da -kimilerinin kasten göstermek istedikleri gibi- ürkütücü, soğuk, itici ve ruhsuz bir İslâm anlayışı ortaya koyar.

 

TASAVVUF NEDİR Bir hasta kendi kendini tedavi edemez. Muhakkak bir doktora gider. Bir hasta bir ilacı hangi dozda, ne arada kullanacağını bilmez. Kendi kendine ilaç kullanmaya kalkarsa zararı olur. Evrâd ve ezkâr da mânevî bir reçete gibidir. Şahsın durumuna göre ehli tarafından verilir. Meselâ bir kimse sevap olsun diye kendi mantığıyla orucu yirmi dört saat tutsa, sevap olur mu, olmaz. Meselâ Rasûlullah Efendimiz, 33, 33, 33 Sübhânallah, Elhamdülillah, Allâhu ekber... “Haydi ben daha fazla sevaba gireyim” diye 40, 40, 40 çekeyim, 50, 50 çek, olur mu? Olmaz. Bir reçetedir bu. Evrâd ve ezkâr da bunun gibi hudutlarına, dozajına dikkat edilmezse, fayda yerine bazen meczupluğa da götürebilir. Onun için bu hususta ehil kimselerden istifâde etmek zaruridir. Nasıl mezhep imamları, Kitap ve Sünnetʼten alarak, ibadet, muâmelât, muâşerete dair hususları tanzim ediyorsa, bu hususun önde gidenleri de kalbî hayatı alâkadar eden mânevî terbiye usulünü, evrâd ve ezkârı Kurʼân ve Sünnetʼin emirleri muktezâsınca teşekkül ettirmişlerdir. Fakat her yolun yanlış insanı vardır. Bu yolun da yanlış insanı olabilir. Bu, yola bir itham getirmez.

 

VASITANIN ARKASINDAN GITMEK TEMENNISIYLE

 

27d
 

Reptilians??