23 Ekim 2020 Cuma

'Ardıç yağını aldığın zaman, hastalıklı bölgeye gider, orayı sarar, imha eder, vücut makinesi doğru çalışmaya başladı mı çocuğu olmuyorsa çocuğu olur, başka bir hastalığı varsa o düzelir' dedi 'Ardıç bunu yapar'


çocuğumuz olmuyor' dediler. Dedi ki: 'Eczaneye gidin eczaneden ardıç yağı alın, günde şu kadar yiyin. ' Ben içimden, "Valla iyi iş, gelene ardıç, gidene ardıç' dedim. Kırmızı kırmızı ardıç tohumları Öksürüyorum' diyene ardıç, 'Hapşırıyorum' diyene ardıç, 'Çocuğum olmuyor' diyene ardıç



....... Tecrübe ile sabittir ki; nurların nuru, gönüllerin cilası (Hazreti Muhammed sav.)e muhabbetinden dolayı bu günlerde sevinç ve sürur izhar eden kimse o sene boyunca bela ve sıkıntılardan emin olur.











Sakal bırakmak sünnettir. Hiç sakal bırakmamış bir kimsenin tıraş olması bu sünneti ihmal olmaktadır. “Sakal bırakmak sünnettir. Hiç sakal bırakmamış bir kimsenin tıraş olması bu sünneti ihmal olmaktadır.

 Sakal bırakmak sünnettir. Hiç sakal bırakmamış bir kimsenin tıraş olması bu sünneti ihmal olmaktadır. “Sakal bırakmak sünnettir. Hiç sakal bırakmamış bir kimsenin tıraş olması bu sünneti ihmal olmaktadır. Bunun hükmü de kerahetle ifade edilir. Şayet sakalı bırakır da sonra keser ise, bu kerahet, katmerleşerek haram olur. Çünkü sünneti hor görme anlamı taşımaktadır. Yoksa mutlak manada sakalı tıraş haram olsa, bırakmasının da farz veya vacip olması gerekir. Hükme medâr olacak noktayı iyi tesbit etmek gerekir.” .“Soru: Sakal bırakmak isteyen bir kimse, karısını ikna edemiyor. Bu halde bıraksa ailesiyle arasında huzursuzluk meydana gelecek. ‘Karım razı olmasa da ben sakal bırakırım’ diyerek ailesiyle huzursuz olması caiz midir?

“Cevap: Sakal bırakmak, kadının müsaadesine dayanmamaktadır. Şayet böyle bir şey olsaydı, yüzde kaç Müslüman sakal bırakabilirdi? Bir erkek, karısına, yüzünün derisini değil, kalbinin içerisini sevdirmelidir. Buna muvaffak olabilirse, kadın ne sakala karışır ne de dini bir hususa engel olmaya kalkışır. Eğer o kadın Müslüman ise, hangi hakla Peygamberin Sünnetine engel olmaktadır?” ..mehmed emre. fetvalar.


SALEVÂT-I ŞERÎFE MÎZÂNI AĞIRLAŞTIRIR........İmâm Kuşeyrî (rahimehullah) şöyle nakletti: Bir müminin kıyâmet günü mîzanda sevapları hafif gelir. Bu sırada Resûlullah Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) parmak ucu kadar (küçük) bir kâğıt çıkarır. Onu, sevaplarının bulunduğu mîzânın sağ kefesine koydurur. Müminin sevapları onunla ağır gelir. Bu mümin sevinçli bir hâlde: “Anam babam sana fedâ olsun, ne güzel yüzün, ne güzel ahlâkın var, sen kimsin?” diye sorar. Peygamberimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) buyurur ki: “Ben senin Peygamberin Muhammed’im. Şu sevaplarını ağırlaştıran da bana getirmiş olduğun salevât-ı şerîfelerindir. En muhtaç olduğun zamanda onların mükâfâtını sana ulaştırdım.” ....(Tefsîr-i Mefâtîhu’l-Gayb, Fahreddin-i . Râzî)

 

EVE GIDERKEN BESMELE CEKILIR, SELAM VERILIR, BiR FATIHA UC IHLAS VE AYETEL KURSI OKUNUSA, (SEYTAN DISARIDA KALIR, EVE GIREMEZ) EV FAKIRLIK GOMEZ.

 SALEVÂT-I ŞERÎFE MÎZÂNI AĞIRLAŞTIRIR................

İmâm Kuşeyrî (rahimehullah) şöyle nakletti: Bir müminin kıyâmet günü mîzanda sevapları hafif gelir. Bu sırada Resûlullah Efendimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) parmak ucu kadar (küçük) bir kâğıt çıkarır. Onu, sevaplarının bulunduğu mîzânın sağ kefesine koydurur. Müminin sevapları onunla ağır gelir. Bu mümin sevinçli bir hâlde: “Anam babam sana fedâ olsun, ne güzel yüzün, ne güzel ahlâkın var, sen kimsin?” diye sorar. Peygamberimiz (sallallâhü aleyhi ve sellem) buyurur ki: “Ben senin Peygamberin Muhammed’im. Şu sevaplarını ağırlaştıran da bana getirmiş olduğun salevât-ı şerîfelerindir. En muhtaç olduğun zamanda onların mükâfâtını sana ulaştırdım.” ....(Tefsîr-i Mefâtîhu’l-Gayb, Fahreddin-i . Râzî)

OKU OKU OKU Hâtem-i Esam (rah.), Şakîk-i Belhî’nin (rahmetullahi aleyhimâ) talebesiydi. Şakîk (rah.), bir gün Hâtem’e (rah.) şöyle sordu: “Otuz senedir benimle berabersin, ne öğrendin?” Hâtem (rah.) şöyle cevab verdi: “İlimden sekiz şey öğrendim ki, bunlar bana ömrüm boyunca kâfidir.” Şakik (rah.): “Bunlar nedir?” dedi. Hâtem (rah.): • İnsanlara baktım, hepsinin bir sevdiği var. Bu sevgililerden bazıları ölüm döşeğine kadar arkadaşlık ediyor, bazıları da kabrin başına kadar gidiyordu. Sonunda hepsi orada onu yalnız bırakıp dönüyor, hiç kimse onunla beraber ölüp mezara girmiyordu. Kendi kendime düşünüp dedim ki: Kişinin en hakiki dostu, mezara girdiğinde onunla mezara girip arkadaşlık edendir. Bu da ancak sâlih ameldir. Ben de kabrimde beni aydınlatacak ve yalnız bırakmayacak sâlih amelleri dost ve sevgili edindim. • İnsanların nefis ve hevâlarının istekleri peşinde koştuklarını gördüm. Allâhü Teâlâ’nın, “Fakat kim ki, Rabbinin makamından korkmuş ve nefsini hevâdan nehyetmiş ise artık onun varacağı yer cennettir.” (Nâziât Sûresi, 40-41), meâlindeki âyetini düşündüm. Kur’ân-ı Kerim’in hak ve sâdık olduğuna yakînen inandım ve Allâhü Teâlâ’ya itâat edip boyun eğsin diye nefsimin isteklerini dizginlemeye çalıştım. • İnsanların dünya malının ardından koşup onları muhâfaza etmeye çalıştıklarını gördüm. Allâhü Teâlâ’nın, “Sizin yanınızdaki tükenir, Allah’ın yanındaki ise bâkîdir, ebedîdir...” (Nahl Sûresi, âyet 96) meâlindeki âyetini düşündüm. Ben de, dünya için elde ettiklerimi, Allah’ın yanında bana azık olsun diye Allah rızâsı için fakir-fukara arasında taksim ettim. • Gördüm ki, insanlar rızık ve geçimini kazanırken şerefini alçaltacak, nefsini zelil edecek, şüpheli ve harama düşürecek şekilde kazanmaya gayret ediyorlar. Allâhü Teâlâ’nın “Ve yer yüzünde yürüyen hiçbir canlı yoktur ki, onun rızkı Allah’a ait olmasın...” meâlindeki (Hûd Sûresi’nin, 6.) âyetini düşündüm ve rızkıma Allahü Teâlâ kefil olduğunu anladım. Ben de Allah’tan başkasına olan arzularımı bırakıp ona ibâdetle meşgul oldum. (Eyyühe’l-Veled) • Bazı kişiler, ululuk ve yüceliğin, aşîret, kabile ve akraba çokluğunda olduğunu zannedip bunlarla övünürler. Bazıları da şeref ve izzetin, mal ve evlat çokluğunda olduğunu zannedip bununla övünürler. Bazı kimseler de şeref ve izzeti, başkalarının mallarını mülklerini zorla almakta, zulmetmek ve kan dökmekte bulurlar. Bir kısmı da şeref ve izzetin mal ve mülkü lüzumsuz yere saçıp savurmakta, israf etmekte olacağına inanırlar. Allâhü Teâlâ’nın, “...Allah katında en itibarlınız, en takvâlınız (Allâh’dan korkanınız)dır...” meâlindeki (Hucurât S., 13.) âyetini düşündüm ve takvâyı seçtim. Kur’ân-ı Kerim’in hak ve sâdık olduğuna, onların zan ve iddiâlarının boş olduğuna inandım. • İnsanların birbirlerini çekiştirdiklerini, birbirleri hakkında dedikodu ve gıybet yaptıklarını gördüm. Bütün bunların mal, mevki ve ilimde hasetten olduğunu anladım. Allâhü Teâlâ’nın, “...Onların dünya hayatındaki maişetlerini aralarında biz taksim ettik…” meâlindeki (Zuhruf S., 32.) âyetini düşündüm. Rızıkların ezelde Allahü Teâlâ tarafından dağıtıldığını anladım ve hiçbir kimseye haset etmedim, Allah’ın verdiğine kanâat edip, râzı oldum. • İnsanların bazı garaz ve sebeplerden dolayı birbirlerine düşmanlık ettiklerini gördüm. Allahü Teâlâ’nın, “Haberiniz olsun ki şeytan size düşmandır. Siz de onu düşman tutun…” meâlindeki (Fâtır S., 6.) âyetini düşündüm. Böylece şeytandan başkasına düşmanlığın câiz olmadığını öğrendim. • Herkesin bir yaratılmışa güvendiğini; kiminin mala-mülke, altına, gümüşe; kiminin meslek ve sanatına; kiminin de kendisi gibi bir insan olan bir yaratılmışa bel bağladığını gördüm. Allahü Teâlâ’nın, “...Her kim Allah’a tevekkül ederse, artık o, ona kâfidir. Şüphe yok ki Allâh emrini yerine getirendir. Muhakkak Allah her şey için bir miktar tayin buyurmuştur.” meâlindeki (Talâk S., 3.) âyetini düşündüm ve “Hasbünallâhü ve ni‘me’l-vekîl” (O, bana yeter ve O, ne güzel vekildir!) diyerek Allah’a tevekkül ettim. Hâtem-i Esam (rah.) sözlerini bitirince Şakîk-i Belhî (rah.): “Ey Hâtem! Allah seni muvaffak etsin.” dedi. (Eyyühe’l-Veled) hayırlı cumalar

 


SAFA VE MERVE TEPELERİ


✅Safa ve Merve tepeleri Kâbe yakınlarındaki iki tepenin adıdır. Ancak bu iki tepeye birçok anlam yüklenmiş olmalıdır ki yüce Allah bu iki tepenin ismini Kur'an'ı Kerim'inde zikretmiştir.
✅Mekke’de ilk defa tevhid inancından sapan Cürhüm kabilesinden İsâf b. Ya‘lâ ile aynı kabileden Nâile bint Yezîd’in Kâbe’nin içinde işledikleri günahlar yüzünden taş kesildikleri ve halkın ibret olsun diye İsâf’ı Safâ tepesine, Nâile’yi Merve tepesine diktiği, ancak daha sonra bunun unutulduğu ve anılan iki taşa tapınmaya başlandığı rivayet edilmektedir.
Câhiliye Arapları hac ibadetini eda ettikten sonra Safâ ile Merve’ye çıkıp hasep, nesep ve şöhretlerinin yüksekliğinden bahsederek övünürler, bazıları da Allah’tan dünya malı isterdi.
✅Peygamberimiz (ﷺ) Efendimiz
peygamberliğinin ilk yıllarında zaman zaman Safâ tepesine çıkarak İslâmiyet’i tebliğ ediyordu. “Artık sana emredileni açıkça ortaya koy ve müşriklerden yüz çevir!”
(el-Hicr 15/94) ve Safâ tepesinde nâzil olan, “En yakınlarından başlayarak erişebildiğin herkesi uyar ve sana tâbi olan müminlere kol kanat ger!” (eş-Şuarâ 26/214-215) meâlindeki âyetlerin inmesinden sonra Safâ tepesinde bir konuşma yapmış ve bütün Mekke'lileri İslâmiyet’e davet etmişti. Mekke fethinin ardından Safâ tepesine çıkan
Resûl-i Ekrem (ﷺ) Efendimiz Mekkeliler’den biat almıştı.
✅Mekke’nin fethinden sonra putlardan temizlenmesine rağmen ensar başta olmak üzere müslümanların bir kısmı Safâ ile Merve’nin hac ve umrenin menâsikine dahil olup olmadığı hususunda şüpheye düşmüş, bunun üzerine Bakara sûresinin 158. âyeti nâzil olmuştur.
Diğer bir rivayete göre ise
Resûl-i Ekrem (ﷺ) Efendimiz,
Vedâ haccında Safâ’ya yaklaştığında bazı müslümanlar Câhiliye dönemi putlarını hatırlayarak sa‘y yapmaktan çekinince anılan âyet nâzil olmuş, bu tepelerin eskiden beri Allah’ın koyduğu semboller olduğu vurgulanmış,
Hz. Peygamber (ﷺ) Efendimiz'de, “Safâ ve Merve Allah’ın alâmetlerindendir” buyurarak.
bu iki tepe arasında sa‘y yapmayı hac ve umre ibadetine dahil etmiştir.
Resûl-i Ekrem (ﷺ) Efendimiz,
Safâ ile Merve tepelerine çıktığı zaman Kâbe’ye dönerek ellerini yukarıya kaldırıp dua ederdi.
İbn Abbas ellerin kaldırılacağı yedi yer arasında bu iki tepeyi de saymıştır.
✅hac mevsimlerinde ve bazı özel günlerde geceleri aydınlatılmıştır.
Burada ilk aydınlatma, Emevî halifelerinden Süleyman b. Abdülmelik zamanında (715-717) Mekke Valisi Hâlid b. Abdullah el-Kasrî tarafından hac günlerinde ve receb ayında kandillerle yapılmıştır.
Bu uygulama Abbâsî Halifesi Mu‘tasım-Billâh tarafından 219 (834) yılından itibaren sürekli hale getirilmiştir
XX. yüzyılın başında elektrik kullanılmaya başlanmadan önce Safâ ile Merve arasında on altı adet kandil bulunuyordu
✅Abbâsî Halifesi Ebû Ca‘fer el-Mansûr dönemine kadar (754-775) Safâ ve Merve tepelerinde herhangi bir yapılanma görülmemektedir.
İlk defa bu devirde tepelere çıkmayı kolaylaştırmak için birer merdiven inşa edilmiştir.
9. yüzyılın ikinci yarısına ait kayıtlarda Ebû Ca‘fer el-Mansûr tarafından yaptırılan kâgir merdivenle Safâ’ya on iki, Merve’ye on beş basamakla çıkıldığı kaydedilir.
13. yüzyıldan itibaren Safâ’nın merdiveninin on dört, Merve’nin ise beş basamaklı olduğu belirtilmiştir.
(İbn Cübeyr, s. 72-73; İbn Battûta, I, 162).
✅Safâ ile Merve’nin basamakları 1399’da Memlük Sultanı Ferec, 1879’da Osmanlı Sultanı II. Abdülhamid tarafından yenilenmiştir.
Ebû Ca‘fer el-Mansûr 136 (754) yılında hacca geldiği zaman Safâ ile Merve arasında hacılara hizmet etmeleri için görevliler tayin etmiş, 210’da (825-26) Mekke Valisi Sâlih b. Abbas, Safâ’nın eteğine bir çeşme yaptırmıştı. Safâ ile Merve tepelerin de Erkam bin erkam'ın evi
mes'ada Abbas bin abdülmuttalip'in (r.a) evi, ve merve yakınlarında hz Ebubekir-i sıddık'ın (r.a) manifaturacı dükkanları vardı."
↘️"Peygamber (ﷺ) Efendimiz sürekli bu dükkanlara gelir Ebubekir'le (r.a) sohbet ederlerdi. Peygamber (ﷺ) Efendimiz peygamberliğinden öncede Ebubekir ile iki samimi dosttulardı" ↗️
Hz. Peygamber (ﷺ) Efendimiz’in amcası Abbas b. Abdülmuttalib’in evi ribât haline getirilmişti. 728’de (1328) bu ribâtı tamir ettiren Memlük Sultanı el-Melikü’n-Nâsır Muhammed, Safâ ile Merve arasında abdest almaya elverişli bir mekân yaptırmıştı.
✅Safâ tepesinde Kādirîler’e ait bir dergâh bulunuyordu Harem-i şerif’e Osmanlılar zamanında yaptırılan muvakkithâne'nin pencerelerinden biri, Safâ ile Merve arasında gelip geçenlerin saatlerini buradan ayarlayabilecekleri şekilde tasarlanmıştı.
✅Mes‘ânın üstü 1922’de kapatılınca hacılar güneşten ve tozdan kısmen korunmuş,
1927’de Safâ ile Merve arasına taş döşenerek Mekke’de bir caddeye ilk defa taş kaplanmıştı, 1955’te başlatılan ve 1976 yılına kadar dört aşamada gerçekleştirilen genişletmede mes‘â Mescid-i Harâm’a katılmıştır.




SÜLEYMANİYE'NİN HARCINA KARIŞTIRILAN MÜCEVHERLERSÜLEYMANIYE'NIN HARCINA KARISTIRILAN MÜCEVHERLER


SÜLEYMANİYE'NİN TEMELLERİ ATİLDİKTAN SONRA, İYİCE OTURMASİ İÇİN YAPİYA ARA VERİNCE, YUKARİDA DA SÖYLEDİGİMİZ GİBİ, AGİR MASRAFLAR YÜZÜNDEN İNSAATA ARA VERİLDİGİNİ SANANLAR OLMUSTU. BÖYLE ZANNEDENLERDEN BİRİ DE IRAN SAHİ TAHMASP HAN İDİ. ONA ADAMLARİ BÖYLE HABER VERMİSTİ. OYSA O BU HABERİ ALDİGİ ZAMAN, MİMAR SİNAN'İN TEMELİN OTURMASİ İÇİN HESAPLADİGİ SÜRE DOLMUS, İNSAATA BASLANMİSTİ. YÜZLERCE AMELE, USTA VE SÜSLEME İSİNİ YAPAN SANATKARLAR, HARİL HARİL ÇALİSİYORDU.
BUNDAN HABERSİZ OLAN SAH TAHMASP, İNSAATİN DEVAMİ İÇİN MALİ YARDİMDA BULUNMAK İSTEDİ. ISTANBUL SEFİRİ İLE, KİYMETLİ MAL YÜKLÜ BİR KERVANİ VE İÇİ DEGERLİ TASLARLA, MÜCEVHERLERLE DOLU BİR KUTUYU KANUNİ SÜLEYMAN'A GÖNDERDİ.
GÖRÜNÜSTE DOSTÇA BİR YARDİM OLAN BU DAVRANİSİ İLE. KENDİ KUDRET VE ZENGİNLİGİNİ GÖSTERMEK, SONUNDA BÜYÜK ESERİN ANCAK KENDİ YARDİMİ İLE MEYDANA GELDİGİNİ SÖYLEMEK, ÖVÜNMEK İSTİYORDU. KANUNİ'YE BU HEDİYELERİ GÖNDERME SENEBİNİ AÇİKLAYAN MEKTUBUNDA DA SUNLARİ YAZİYORDUÇ
''…HABER ALDİK Kİ CAMİYİ TAMAMLAMAYA KUDRETİNİZ YETMEYİP, YAPİLMASİNDAN FERAGAT ETMİSSİNİZ. SİZE, DOSTLUGUMUZA DAYANARAK BU KADAR MAL VE HAZİNE VE BU KADAR CEZAHİR GÖNDERDİK. BU MÜCEVHERLERİ İNSAATİNİ BİTİRMEYE ÇALİSAN Kİ BİZİM DAHİ HAYRATİNİZDA HİSSEMİZ OLA.''
BU MEKTUBA, MEKTUPTAKİ USLUBA SÜNÜRLENEN KANUNİ. GETİRİLEN MALLARİ ELÇİNİN GÖZLERİ ÖNÜNDE BAHSİS OLARAK DAGİTTİKTAN SONRA, MÜCEVHER DOLU KUTUYU DA MİMAR SİNAN'A VEREREK SÖYLE DEDİ:
''..BU GÖNDERDİGİ TASLAR BENİM CAMİİMİN TASLARİ YANİNDA PEK KİYMETSİZDİR. TEZ BUNLARİ EL, ÖTEKİ TASLARA KARİSTİRİP BİNA EYLE!''
IRAN SEFİRİ GÖRDÜKLERİNE VE DUYDUKLARİNA SASİP KALMİSTİ (AKİL DAİREDİNDEN MEPHUT VE MÜTEHAYYİR KALDİ). GETİRDİGİ MEKTUBUNUN CEVABİNİ BÖYLECE ALARAK REVAN'A DÖNDÜ.
ÖTE YANDAN MİMAR SİNAN, PADİSAHİN EMRİNİ YERİNE GETİRMİS, DEGERLİ MÜCEVHERLERİ MİMARELERDEN BİRİNİN TASLARİ ARASİNA MAHARETLE YERLESTİRMİSTİ. GÜNES İSİGİNDA ELMASLAR PİRİL PİRİL PATLADİGİ İÇİN BU MİNAREYE ''CEVAHİR MİNARESİ'' ADİ VERİLDİ. EVLİYA ÇELEBİ BU TASLARİN ZAMANLA ''HARARET SİDDETİNDEN BOZULDUGUNU VE PİRİLTİLARİNİN KAYBOLDUĞUNU'' YAZİYOR.
ALINTI
&
RUHLARI AYDINLATAN SÜSLER
Süleymaniye elbette sadece bir heybet, sadece bir mimarlik saheseri degildir. Içerideki süsleri ile de bir harikadir. Minber ve mihrap mermer oymaciliginin; vaiz kürsüsü ve abonoz kapilar tahta oymaciliginin en güzel çrnekleridir. Askilar, billur kandiller, tunç samdanlar essiz güzelliktedir.
caminin 138 penceresimden giren isik, ''Sarhos Ibrahim'' adiyla anilan ünlü sanatkarin döktügü renkli camlardan içeriye süzlüyor ve anlatilmiz bir sekilde insanlari büyülüyor.
Mihrabin iki yanini süsleyen Kütahya çinileri de çol güzeldir. Hele katahisarli Semseddin Ahmet Efendi'nin kubbeyi isildata hatti ruhlari da aydinlatiyor. Bu har, ''Allah gökleri aydinlatmistir'' mealindeki ayetin yazisidir.
Bu yazilara göz nuru döken büyük sanarkar, ayetin anlamaindan ve kubbeye verdigi ihtisamdan gözleri kamasmis gibi, isinin sonlarina dogru iyi göremez oldu. Yazilari, onun ögrencisi olan Hasan Çelebi tamamladi.