8 Kasım 2020 Pazar

Azgın teke otunu keşfedin! Cinsel gücü öyle bir artırıyor ki... TÜRKİYE'DE AZGIN TEKE OTU OLARAK BİLİNEN FAKAT YABANCI KAYNAKLARDA 40'DAN FAZLA İSMİ BULUNAN BU BİTKİNİN CİNSEL GÜCÜ ARTIRAN ETKİSİ BULUNUYOR. İKTİDARSIZLIK VE YORGUNLUK İÇİN BİREBİR

 


Azgın teke otu insel iktidarsızlık, cinsel işlev bozuklukları, sürekli yorgunluk gibi durumların önüne geçilmesinde önemli faydalar sağlıyor. İnsan vücudunda afyodizyak etkisi yapması nedeniyle cinsel hayata olumlu fayda sağlayan azgın teke otu birçok kişi tarafından kullanılıyor.

AFRODİZYAK OLARAK OLDUKÇA ETKİLİ

İktidarsızlık problemleri ile mücadele eden erkeklere iyi bir destekçi olan azgın teke otu kadınlar için de orgazm artırıcı bir bitki.

EKLEMLER İÇİN GÜÇ VERİYOR

Kemik ve eklem ağrılarını gideren, kemiklere güç veren azgın teke otu belirli bir süre kullanıldığında bu ağrıları gideriyor. Menopoz dönemi sonrasında kadınlarda meydana gelen kemik kaybının azaltılabilmesi için de fitoöstrojen içeren azgın teke otu faydaları değerlendirilebilir.

AZGIN TEKE OTUNUN DİĞER FAYDALARI

  • Hafıza kaybına iyi gelir ve hafızayı güçlendirir.
  • Yüksek tansiyonu düşürmede en etkili doğal çözümlerden birisidir.
  • Kalp ve damar hastalıklarına karşı koruyucu etki gösterir.
  • Karaciğer problemlerinde doğal bir tedavi seçeneğidir.
  • Bronşit hastalığının belirtilerini hafifletmede kullanılabilir.
  • HIV/AIDS için en iyi önlem ve tedavi seçeneklerinden birisidir.
  • Osteoporoz gibi kemik sorunlarına karşı düzenli olarak tüketildiğinde etkilerini tam anlamıyla gösterebilir.
  • Bağışıklık sistemini kuvvetlendirici etkisi ile bilinir.
  • Erkeklerde sperm üretimini teşvik eder.

AZGIN TEKE OTUNUN YAN ETKİLERİ

Azgın teke otu dozajının kişilerin sağlık durumlarına, yaşlarına ve diğer birçok faktöre bağlı olarak değişkenlik gösterebileceği söylenebilir. Bunun dışında an itibariyle azgın teke otunun bilimsel olarak kanıtlanan herhangi bir doz aralığının bulunmadığı da ek olarak belirtilebilir ve bu nedenle bu otu tüketmek isteyen kişilere ürünle ilgili bilgi sahibi olan satıcılardan destek almaları ya da bir eczacı veya uzman bir doktora danışmaları tavsiye edilir.

AZGIN TEKE OTU NASIL TÜKETİLİR?

1 su bardağı kaynar suya 1 tatlı kaşığı epimedium(azgın teke otu)ilave edilip 5-10 dakika demlenir.
Ya da
Öğütülüp bala pekmeze karıştırılabilir. Alternatif Tıp

Bu kitap herkesin evinde olmalı

 

Peygamberimiz’i ve İslam büyüklerini ziyaret ve onlarla tevessül… Ali Eren Her sözüne itimat edilecek, kendisine salât ü selam getirilecek ve kendisiyle tevessül edilecek ilk kişi şüphesiz ki Peygamberimiz sallallâhü aleyhi ve sellemdir.

 

Allah indindeki derecesi de bütün yaratılanların derecesinin üstündedir. Onun için hem sevgili Peygamberimiz’le hem O’na tâbî olduğu için yüksek derecelere eren mübâret zatlarla kıyamete kadar tevessül edilebilir.
Tevessül, -bilindiği gibi- mübârek bir zatı vesile edinerek Allah’tan istekte bulunmaktır. Tevessül, hayatta olan kimselerle de olur vefat etmiş kimselerle de. Çünkü Peygamberler ve sâlihler vefat etmekle, Allah indindeki dereceleri yok olmaz. Sadece peygamberleri vesile edinip onların vesilesiyle Allah’tan istemenin câiz olduğunu, başkalarıyla tevessülün ise câiz olmadığını söylemek isabetli olmaz.
Buhârî’nin Enes radıyallâhü anh’den rivâyet ettiği bir hadisi şerifte bildiriliyor:
Peygamberimiz’in vefatından sonraydı. Kıtlık vardı. Hazreti Ömer, Peygamberimiz’in amcası Hazreti Abbas ile tevessül etmiş ve şöyle duâ etmişti: Yâ rabbi! Biz sana Resûlün Muhammed aleyhisselam ile tevüssül ederdik. Sen de size yağmur ihsan ederdin. Şimdi ise senin peygamberinin amcası ile sana tevessül ediyoruz. Bize yağmur ihsan buyur.”
Bunun üzerine bol miktarda yağmur yağmıştı.
Daha sonraki zamanlarda da asırlarca, ihtiyaçların giderilmesi için kabirlerdeki salih zatlarla tevessül edilmeye devam edildi. Zira müslümanlar inanırlar ki, Allah’ın bu has kullarının, rableri indinde bir değerleri olup bu kullar Allah ile kulları arasında vasıtadırlar.
Yukarıdaki hadisi şerifi delil getirerek, sadece hayatta olanlarla tevessül edilir, vefat edenlerle edilmez demek doğru olmaz. Nitekim müslümanlar İslam âlemindeki büyük zatların kabirlerini devamlı ziyaret etmekte, bu ziyaretlerle bereket ummakta, nitekim bekledikleri bereketlere de kavuşmaktadırlar. Çünkü Peygamberimiz gibi sâlihlerin bereketleri de hayatlarında olduğu gibi vefatlarından sonra da devam etmektedir.
Bir müslümanı ziyaret etmenin sevap olduğunu izaha lüzum olmasa gerektir. Sıradan bir müslümanı ziyaret etmenin mânevî mükâfatı olursa, Peygamberleri ve sâlihleri ziyaret etmenin haydi haydiye mükâfatı olacaktır. Nitekim Allah dostlarını ziyaretin sevap olduğunu bütün müslümanlar bilmektedirler. Bildikleri için de hayatta olmadığı için Peygamberimiz’in kabr-i şeriflerini, Allah dostu olarak bilip tanıdıkları zatların da kendilerini ziyarete giderler.
Allah dostlarının hayatlarıyla vefatları arasında hiç bir fark olmadığı da malum. Bunu düşününce, mübârek zatların kabirlerini ziyaret etmenin sevap ve fazileti de kendiliğinden anlaşılmış olucaktır.
Sâlihlerin kabirlerini ziyaret etmek, orada duâ etmek, onlardan şefaat istemek, dinin önderi âlimler tarafından kabul edilen şeylerdendir.
Bu ziyaretlerde alçak gönüllü ve acziyet içinde olunmalıdır. Kendisinin muhtaç ve âciz bir kul olduğu hatırdan çıkarılmaz. Günahların bağışlanması ve hacetlerin verilmesi için ziyaret edilen zat ile tevessül edilir. Onların rûhaniyeti ile Allah’ın rahmeti dilenir. Mâneviyat erbabı islam büyükleri, kendilerini vesile edinenleri geri çevirmezler. Onların ziyaretine gidenler boş gitseler dolu dönerler.
Vefat etmiş olsa da, ziyaret edilen İslam büyüklerinin ziyaret edenleri bildiğini unutmamak lâzımdır. Peygamberimiz, “Mü’min Allah’ın –kendisine bahşettiği- nuru ile bakar. Allah’ın nurunu da hiç bir şey perdeleyemez” buyuruyor. Bu kabiliyet hayatta olan mü’minler içindir. Kalbinde nur olan mü’min hayattayken böyle olursa, âhirete intikal ettiğinde nasıl olacağını düşünmek lâzımdır.
Bu biliş ve farkında oluş sadece ziyaret zamanına mahsus değildir. Nitekim hiç bir gün yoktur ki ümmetinin yaptıkları sabah-akşam Peygamberimiz’e arz edilmemiş olsun. Bunu ey iyi bilenler de yine bildiğimiz İslam büyükleridir. Onların halleri bizim için birer ölçüdür. Buna bir misal verelim:
Mâlikî mezhebinin imamı İmam Mâlik Hazretleri Resûlüllah’ı ziyaret için Medine’ye geldiğinde, binmesi için kendisine bir katır getirilmişti. Çünkü yürüyemiyordu. İmam Mâlik bu katıra binmedi ve şöyle dedi:
“Resûlüllah’ın mübârek ayaklarıyla bastığı bir yeri katırın ayaklarıyla çiğnemek bana l ayık değildir.”
Böylece Medine’ye Peygamberimiz’in kabri şeriflerine kadar iki ayağına elleriyle dayanarak zorla yürüyüp gitmişti.
Medine’ye Mescid-i Nebevî’ye geldiğinde, Resûlüllah’a doğru mu yoksa kıbleye doğru mu dönülmesi gerektiği sorulmuş, İmam Mâlik, “O senin ve baban Âdem Aleyhisselam’ın vesilesidir. Nasıl olupta yüzünü ondan başka bir tarafa çevireceksin?”
Peygamberlerle sâlih zatlar arasında, kendilerinden şefaat istemek ve onları vesile edinmek hususunda fark yoktur. Hepsi de câizdir. Peygamberlerle onlar arasında sadece mânevî derece farkı vardır. Peygamberlerin sâlih zatlardan üstünlüğünü bütün müslümanlar bilirler. Yine bilirler ki, peygamber olmayan hiç bir kimse peygamber derecesine ulaşamaz.
Hem Ibni Kemal diye anılan Şeyhulislam Kemalpaşazâde’nin 40 Hadis’inde hem de Sadrettin Konevî’nın 40 Hadis’inde geçen bir hadisi şerifin mânası şöyle:
Dünya işlerinde sıkıntıya düştüğünüz zaman kabir ehlinden yardım isteyiniz.
Bilhassa zamanımızda bazılarının buna hadis değildir, uydurmadır şeklindeki itirazları biliniyor. Ancak, bu itiraz sadece kendilerini bağlar. Bu itirazla kârları da bahsedilen mânevî yardımdan mahrum kalmaktan ibaret olur.
Kaldı ki, eserlerine bunu hadis kaydıyla alan zatlar, beynel ulemâ, ilimleri müsellem olan kimselerdir. Bir mâneviyat büyüğü olan Sadrettin Konevî Hazretleri olsun, Osmanlının en şâşâlı devrinde kendisine şeyhulislamlık makamı tevdî edilen İbni Kemalpaşa olsun, bu zatların yazdıklarına itiraz etmeden önce kendileri hakkında biraz değil, uzun müddet düşünmek icap eder.
Bununla ne demek istediğimizi yani şeyhulislamlığın ne derece büyük bir ilim istediğini biraz açmaya çalışalım:
İstanbul’daki Süleymânıye câmiinin ismini ve şanını, görmeyenler bile bilirler. Osmanlılar zamanında Süleymâniye’ye imam olabilmenin şartları o kadar ağırdı ki, bu şartlar tahminlerin üstündeydi. Ömer Nasuhi Bilmen gibi âlimleri hariç tutacak olursak, diyebiliriz ki, bugünün Diyanet İşleri Başkanları o zamanda yaşasalardı Süleymaniye câmiine imam olmaları çok çok çok zor olurdu…
Bunun üzerine şunu da bilelim: Süleymâniye’den üstte Ayasofya imamlığı var. Ondan sonra İstanbul kadılığı, ondan sonra Anadolu kazaskerliği, ondan sonra Rumeli kazaskerliği, ondan sonra da Şeyhulislamlık var…
İbni Kemal Paşa rahmetülllâhi aleyh öyle âlim bir zat ki, Osmanlı Devleti’nin yükselme devrinde şeyhulislamlık yapmıştır. Dünya işlerinde sıkıntıya düştüğünüz zaman kabir ehlinden yardım isteyiniz ifadesinin kitabına hadis kaydıyla alan işte böyle bir âlimdir…
Bu zatın maddî ilim cihetinden durumu bu. Bir de mânevî tarafı var. Kendisi zülcenâheyn/iki kanatlı idi. Müftissekaleyn idi. Hem insanlara hem cinlere fetvâ veren bir zattı. Türbesi Edirnekapı’dadır. Allah bizleri şefatına nâil eylesin. Âmîn…
Sadrettin Konevî Hazretleri ise Osmanlılardan önce yaşamıştır. Muhyiddin Arabî Hazretleri’nin övey oğludur. Şeyhulislam değildir ama, o da iki kanatlıdır. O da bir mâneviyat erbabıdır. Hem maddî hem mânevî ilimlerde ummandır…
Kaldı ki, Dünya işlerinde sıkıntıya düştüğünüz zaman kabir ehlinden yardım isteyiniz sözü hadistir diyen sadece bu iki zat da değildir. Mâneviyat büyüklerinin hiç biri, bu söz hadis değildir dememiştir.
Bunu inkar edenler, mâneviyatı da inkâr eden, inkâr ettiği için mâneviyat yoluna süluk etmeyen, etmediği için de kalbine bir damla olsun nur ve feyiz damlamamış olanlardır. Allah hidayet versin…
Islam itikadına göre, Allah’ın yarattıkları içinde en üstün varlık Peygamberimiz’dir. Peygamberimiz (s.a.v.) gökteki arş, kürs ve beyti ma’murdan ve yerdeki Kâbe-i Muazzama’dan efdaldir. Onun mübârek vücudunun bulunduğu yerin yani Medine’nin toprağı şifadır.
Evi/kabri ile minberinin arası cennet bahçelerinden bir bahçedir. O mekân cennete naklolunacaktır. Aynı zamanda orada yapılan her hayırlı iş ve yapılan ibâdet sahibine cennette bir bahçe kazandırır.

KADIN MAHREMSİZ YOLCULUĞA ÇIKABİLİR Mİ?

KADIN MAHREMSİZ YOLCULUĞA ÇIKABİLİR Mİ?
Günümüzde yolculuk şartları kolaylaştı ve emniyet sağlandığı için kadınların yolculuk yapmasında sakınca yok denmekte ve bu konudaki rivâyetler o dönem için geçerli sayılmaktadır. Nebî (s.a.v.)’nin kadının kendi başına emniyet içinde yolculuk yapacağı günlerin geleceğini müjdelediğini söyleyerek kadının mahremsiz yolculuğa çıkamayacağını beyan eden hadîslerin o dönemde geçerli olduğu, bazı kimseler tarafından dillendirilmektedir. Bu iddiaların cevabı nedir?
İmâm Tirmizî; “Kadının tek başına yolculuğa çıkmasının mekruh olması hakkında gelen hadîsler” adında ayrı bir bölüm açmış ve şu hadîsi nakletmiştir.
Ebû Sa’îd el Hudrî’den şöyle dediği rivâyet olunmuştur. Resûlullah (s.a.v.) şöyle dedi: “Allah (c.c.)’a ve âhiret gününe îmân eden bir kadın için; beraberinde babası, erkek kardeşi, kocası, oğlu veya kendi mahremi olmaksızın üç veya daha fazla gün mesafesi olan sefere (90 km uzağa) çıkması helâl olmaz.”
Bu mevzuda; Buharî ve Müslim’in, Ebû Hureyre, İbn Abbas ve İbn Ömer (r. anhum)’den rivâyetleri vardır.
El-Hidâye’de, müellif şöyle demiştir: “Mahremsiz kadın üzerine fitneden korkulur. Çünkü kadın, kendisi için istek duyulan ve erkeklere çekici gelen bir mahaldir. Seferlerde; sefih ve düşük ahlâklı, dîni ve mürüvveti az, hıyanet sahibi insanlar bulunabilir. Ayrıca kadın, vasıtaya binerken ve inerken yardıma ihtiyaç duyabilir; bu da ancak mahrem ve kocaya helâldir. Bazı kadınların bunu becerebiliyor olması neticeyi değiştirmez. Zîrâ asıl olan yardıma ihtiyaç duyması ihtimalidir. Bunun haricinde kadının seferde (mahremsiz) kandırılıp (hileye düşüp oyuna gelerek) ifsada düşme ihtimali de vardır.”
Kadının mahremsiz yolculuk yapacağı günlerin geleceğini müjdeleyen hâdise gelince: Bu hadîsi Buharî ve Müslim, Adiyy ibn Hâtim’den rivâyet etmiştir. Resûlullah (s.a.v.) şöyle buyurmuştur: “Hîre’den, Beytullah’ı kasd ederek, yanında kendisine eşlik eden birisi olmaksızın, Allah (c.c.)’tan başka hiçbir şeyden korkmadığı hâlde hicret edecek kadının çıkması yakındır.”
Bu hadîste, cevaza delalet eden bir şey yoktur. Burada; Hîre’den Beytullah’a çıkmanın hükmünün ne olduğu ve bu çıkmanın neyi gerektirdiği beyan edilmemiştir. Belki emniyetin yayılacağını ve bugünlerin geleceğinin beyanı vardır. Hadîs-i şerifleri tek başına değerlendirmemeli, diğer hadîs-i şerifleri ve âlimlerin bu hadîslerden çıkardıkları hükümleri de dikkate almak gerekir.
(Hak Dinin Batıl Yorumlarına Cevaplar, MİSVAK NEŞRİYAT, İstanbul, 2014)
MAHREMSİZ KADININ HACCA GİTMESİ
Müslüman bir kimseye –kadın olsun erkek olsun- haccın farz olabilmesi için “hür, âkil, mükellef, sahih olması şartları vardır. Bu şartlar bir kimse üzerinde tahakkuk etmeksizin o kimse hac vazifesiyle sorumlu tutulmaz. Sayılan bu şartlara ziyade olarak kadın da aranan bir şart daha vardır ki o da yanında kendisini götürüp getirebileceği mahreminin bulunmasıdır.
Ancak bu şartın vücupla alakalı bir şart mı olduğu yoksa haccın edasıyla mı alakalı olduğu tartışmalıdır. Bir kısım metinlerde kadının kocası olmaksızın hac yapamayacağını söylemesinden anlamaktayız ki sanki bu metin sahipleri kadın için mahrem bulunması gerektiğini haccın edası için gerekli saymaktadırlar. Diğer bir kısım ulema ise kadınla birlikte zevcesinin veya mahremi olan birisinin bulunmasını haccın bunlar üzerine farz olabilmesinin gerekçesi saymaktadırlar. Bir kısım metinler de “şart” olduğu şeklinde genel bir ifade kullanmaktadırlar. Bu ihtilafın semeresi vasiyyet meselesinde çıkmaktadır. Şöyle ki; kadınla birlikte kocasının bulunmasını nefsu’l-Vücubun şartı görenler kadın için mahrem bulunmaması durumunda haccın ona farz olmayacağını ve bu yüzden şayet ölmesi durumunda kendisi adına hac yapılması için vasiyyet etmesinin gerekli olmadığını söylemektedirler.
Ancak bunu vücubu’l-eda yani haccın yerine getirilebilmesinin gerekliliğinin şartı kabul edenler bu şekildeki bir kadına haccın farz olduğunu ve bu yüzden ölmesi durumunda vasiyyet etmesinin lazım olduğunu söylemektedirler. “Ahkamu’l-Kuran” sahibi el-Cessas’ a göre kadının mahreminin bulunması eda şartlarındandır.
Son olarak şunu da belirtelim ki kadının hacca mahremsiz olarak gidememesi iskan ettiği mahallin Mekke’ ye seferi olacak derecede uzak olması durumundadır. Aksi halde böyle bir mani’ den söz edilemez. Bunun da sebebi Efendimiz Aleyhissalatü vesselam’ ın:
لا تحج المرأة الا و معها زوجها او ذو رحم محرم منها
“Bir kadın yanında kocası ol veya mahremi olmaksızın hac yapamaz” şeklindeki hadis-i şerifidir.
*ÖMER FARUK KORKMAZ
[1] Ebu’l-Berekât en-Nesefî, Kenzu’d-Dekâik, s. 93 Daru’l-Beyrûtî, Dimeşk 2009 B.1
[1] Mesela Bkz. El-Mevsili, el-İhtiyar, I/ 438 Er-Risaletu’l-Âlemiyye, B.1 2009
[1] Alâuddin El-Kâsânî, Bedaiu’s-Sanai’, II/ 189 Daru’l-Fikr, Beyrut-Lübnan, B.1
[1] Bkz. İbn Saatî, Mecmau’l-Bahreyn, s. 217, Daru’l-Kütubi’l-İlmiyye, Beyrut-Lübnan 1426, B.1
[1] Ali el-Kârî, Fethu Babi’l-İnaye, II/ 7 Daru’l-Kütubi’l-İlmiyye, Lübnan B.1 2009
[1] Ebu Bekir Razi el-Cessas, Ahkamu’l-Kur’an, II/ 309 Daru İhyai’t-Türasi’l-Arabi, Beyrut-Lübnan 1992
[1] Yakın bir lafızla Darekutni, Sünen, No: 2440

SAĞLIKLI, HUZURLU GECELER

 

Bunca Ayrılık Yetmedi mi Ya BiLaL Hz. Bilâl, bir gece rüyasında Resûlullah Efendimiz’i gördü. Sevgili Peygamberimiz kendisine adeta sitem ettiler; “Bunca ayrılık yetmedi mi, Ya Bilâl? Hala kabrimi ziyaret etmeyecek misin?”Zavallı yüreği, duracak hale geldi.Heyecan ve ter içinde uyandı. Hemen hazırlığa başladı. Şafak sökerken, ince, uzun ve garip deveciğiyle; mübarek Medine yollarına düştü. Biricik Efendisi’ne yaklaştıkça havayı kokluyor, taşları toprakları okşuyor ve gözyaşı döküyordu. Issız çölleri yara yara Medine’ye ulaştı. O’na rastlayanlar, selam veriyorlardı. Sonra da yanındakilere diyorlardı ki;İşte Bilâl, Bilâl Habeşî, işte Hazreti Peygamberin müezzini. O’nun gibi ezan okuyan, bu dünyaya gelmemiştir.Fakat o, hiçbirini duymuyor, görmüyordu. Sanki çok kuvvetli bir mıknatıs, onu kendisine çekiyordu. Peygamber Efendimiz’in mübarek kabrine doğru ilerledi. Yüce makama erişirken Kur’ân-ı Kerim okudu. SON DEFA EZAN OKUYORDU: En sonunda sevgilisinin kabrinin yanında bayılarak yıkıldı. Ayıldığı zaman, başucunda, sevgilisinin sevgili torunları Hasan ve Hüseyin Hazretleri; saçlarını okşuyorlardı. Sanki dünyalar onun oldu. Sarıldılar, kucaklaştılar, ağlaştılar; “Yavrularım! Ne kadar da dedeniz Hz. Resûlullah gibi kokuyorsunuz!” dedi.Hz. Hasan sordu: “Dedemiz seni de çok severdi. Acaba O’nun hatırı için, bir şey istesek yapar mısın?” Hz. Bilâl çok şaşırdı; “Bu ne biçim söz? Bu kölenizden ne emredersiniz, yerine getiririm!”. “Senden, bir defa da olsa ezan dinlemek istiyoruz. Ricamız sadece buydu.” dedi. Ertesi sabah Bilâl Habeşî, son ezanını Mescid-i Nebevî’de okudu. Yanık ve hasret dolu sesiyle; “Allahu Ekber! Allahu Ekber!” dediği zaman bütün Medine halkı ayağa kalktı. “Eşhedu en lâ ilâhe illallah! Eşhedü enne Muhammeden Resûlullah” deyince kadın-erkek, genç-ihtiyar, çoluk-çocuk, hatta yataklarındaki hastalar bile, sokaklara döküldüler.Mescid-i Nebevi’ye koştular. Halk o kadar coştu ki, Peygamber Efendimiz yaşıyor sandılar. Allah im şefaatlerine Nail eylesin, cumanız mübarek olsun kıymetli dostlarım.

 

Mülk súresini okuyun ve ezberleyin. Onu, ailenize, Çoluk çocuğunuza ve komşularınıza öğretin. O eğer ezberleyen kimse için Allahü teâlâdan, onu kabir kurtarmasını diler. Allahü teâlâ onun hürmetine, onu ezberlemiş olanı kabir kurtarır. İbn-i Abbâs hazretleri radıyallahü anh