Ne zaman bu küçük odaya girsem ruhen rahatladığımı hissederim. Babamın vefatından sonra annem bu küçük odaya taşınmış, inzivaya çekilen dervişler gibi kendini buraya hapsetmişti. Vaktinin büyük kısmını ibadet ederek, namaz kılarak, kuran okuyarak geçirirdi. Odanın duvarları Kâbe ve Mescid-i Nebevi’nin fotoğraflarıyla süslüydü.
Annem kalorifer dibine serdiği yer yatağında bir cenin gibi kıvrılmış uyuyordu. Aslında uyanmıştı çünkü evin içindeki en ufak seslere dahi kulak kabartan annem, gecenin bu geç vakti kapısına dayanan birine duyarsız kalamazdı. Düşündüğüm gibi yatağında doğrulup oturdu.
“anne bu da neyin nesi, eşyalarıma bu odun parçalarını koymak zorunda mısın?” dedim sinirli bir şekilde.
Avucumdaki çekirdeğe mahmurlu gözlerle bakan annem o kadife gibi yumuşak sesiyle:
“peygamber efendimiz yermiş evladım, mübarek meyvenin çekirdeğidir, görünmez kazadan beladan korur seni hem evin betini bereketini artırır” dedi.
Onun bu sâfiyâne sözleri yüreğimi yumuşattı. Ona göre peygamberin yaptığı her şey kutsaldı. Mübarek ayaklarıyla bastığı kızgın kumlar kutsaldı. Bindiği kızıl tüylü deve kutsaldı, yediği hurmanın çekirdekleri kutsaldı, ama eğer peygamber bugün yaşasa deveye değil uçağa bineceğini, yolculuklarını deveyle değil arabayla yapacağını ve hurma çekirdeklerini oraya buraya tıkıştırmayacağını söylemedim, çünkü onun kalbinin peygamber sevgisiyle dopdolu olduğunu biliyordum. Hem söylesem ne değişecekti ki? O tüm bunları tevekkülle dinleyecek ama yine bildiğini okumaktan vazgeçmeyecek ve ceplerimde, cüzdanımda perşembe pazarından alınan İran, Tunus mahsulü hurma çekirdekleri ya da hac dönüşü hediye babından bırakılan Medine, Mekke hurma çekirdekleri dolaşmaya devam edecekti.
Bugün içimi közler gibi yakan duygu onu mübarek topraklara gönderememiş olmamdır. O zamanlar biraz birikmiş paramız vardı, ama annem bu para benim değil senindir, senin düğün parandır ve ben ölünce bu paraya çok ihtiyacın olacak demiş ve paraya dokunmamıştı.
Annemin ölümü de yaşadığı hayat gibi sessiz bir şekilde oldu. Bir sabah onu yer yatağında son nefesini vermiş olarak buldum. Odasının kapısını açtığımda ilk defa kapı sesine kulak verip yatağında doğrulmamış, o güzelim gözleriyle bana bakmamış ve o yüreğimi incelten kadife gibi yumuşak, ince sesiyle bana evladım dememişti.
Vasiyeti üzerine köy mezarlığında babamın yanına defnettik. Cenaze merasimi tıpkı yaşadığı hayat gibi tıpkı ölümü gibi sessiz, sade ve gösterişsiz oldu.
İnsanlar dağılınca mezarı başında bir tek ben kaldım. İşte yine başbaşa idik. Mezarın başına oturdum. Ellerimle ıslak, nemli toprağa dokundum. Avuçlarımdaki bir tutam toprağın kokusunu doyasıya içime çektim ve yanaklarımdan süzülen gözyaşlarıma hâkim olamayıp doyasıya ağladım. Tâ ki cebimde sert bir cisim hissedinceye kadar; hurma çekirdeği… Cebimdeki hurma çekirdeğini elime aldım ve gözyaşlarımı silerek zoraki gülümsedim; “İlahi anne, en hüzünlü anımda güldürdün ya beni, Allah da seni ebedi hayatta güldürsün” diyerek hurma çekirdeğini toprağa gömdüm.
İnsanlar atalarından kalan eşyalara sahip çıkmak isterler, bense bunun tam tersini düşünüyordum. Elimde ne varsa geçmişten kalan, biran önce elden çıkarmak istiyordum. Bu düşünceyle ata yadigârı evi satılığa çıkardım. Benim için çok büyüktü hem kendime küçük bir ev satın almak istiyordum. Aslında bu evi satmakla geçmişten; yani hatıra ve anılardan kurtulmak, bir bebek gibi yepyeni bir hayata doğmak istiyordum. Bu yeni hayatta dogmalar, batıl inançlar olmayacaktı. Başlayacağım yeni hayatta insan beynine ket vuran sakat düşünceler olmayacaktı. Çocukluğumun geçtiği bu evi satıp, bu mahalleyi terk ettikten yıllar sonra bile geçmişten hiçbir zaman kurtulamadığımı anladım. Hafızama kazınan, yüreğime işleyen geçmişin bu değerleri bir gölge gibi beni takip ediyordu, ben o gölgeyi göremiyor ama varlığını içten içe hissediyordum.
Mutat olarak yaptığım müşteri ziyaretleri yolumu yıllar sonra köyüme düşürdü. Uğradığım ilk yer ise mezarlıktı. Annemin mezarı başındaki ağacı görünce şok olmadım değil hani. Bir hurma ağacıydı ve ağaç itaatkâr bir hizmetkâr gibi mezarın üzerine eğilmişti.
“topraklarımız mümbit ve bereketlidir. Kuru dal parçasını diksen, yeşerip meyveye durduğunu görürsün” derdi annem.
Mevsim olarak tipik Akdeniz ikliminin hüküm sürdüğü bölgeydi burası; yazlar sıcak ve kurak, kışlar ılık ve yağışlı. Hurma ağacının bir zamanlar bu coğrafyada yetiştirildiğini hatta ticaretin yapıldığını duymuştum ama ağacına hiç rastlamamıştım. İşte benim diktiğim çekirdek bir ağaca dönüşmüş ve dallarında hurmalar salkım salkımdı. Dalından bir hurma kopardım ne kadar da iriydi. Tadına baktım ne kadar da lezizdi. O güne kadar tattığım hurmaların en lezizi diyebilirim. Parmaklarımla tuttuğum çekirdeğin üzerindeki gözeneklere, noktacıklara, kıvrımlara bakarken annemin sözleri aklıma geldi.
“bak evladım demişti annem bu hurma çekirdeğinin ortasında bir nokta, bu noktadan aşağıya doğru uzanan kuyruğu vardır. İşte bu Arapçada mim harfidir ve mim harfi Efendiler efendisini temsil eder.”
Gerçekten çekirdeğin ortasında bir nokta ve aşağı doğru uzanan bir kuyruğu vardı ama ben bu şekilleri bir şeye benzetemedim. Daha doğrusu herkes çekirdekte görmek istediği görüyordu. Her nedense çekirdeği atmayarak cüzdanımın bir köşesine yerleştirdim.
Bugün kız arkadaşımla buluşacağım. İki senedir çıkıyoruz ve artık evlenmeye karar verdik. Sabah erkenden kalktım. Banyo ve tıraştan sonra kendime nefis bir kahvaltı hazırladım. Dvd playere koyduğum klip eşliğinde kahvaltımı yaptım. Dışarıda ılık bir bahar günü bana tebessüm ediyordu. Çiçekçiden bir buket yaptırdım.
Buluşacağımız kafeterya yürüyerek on beş dakikalık mesafedeydi. Caddede yürürken kalabalığın arttığını gördüm. Önce bir polis arabası sonra iki, üç derken panzerler ve robocoplar… İleride yol kapalıydı. Yol girişine emniyet şeridi çelikmiş, motorlu Yunus ekipleri insanları olay mahallinden uzaklaştırmaya çalışıyordu. ”Bir kaza mı?” diye sordum yanımdaki adama. ”Terör hücre evi bulmuşlar” dedi adam benimle göz teması kurmadan. İçinde yaşadığım şehrin bir hesaplaşma, kamplaşma alanına dönüşmesi ne kötü…
Az sonra megafondan anons yükseldi: “Etrafınız sarıldı, teslim olun.” Saatime baktım, kahretsin böyle güzel günümü hiç kimse mahvedemez diyerek yan yola sapmıştım ki silahlar patladı, silah sesleri cadde boyunca yankılandı ve ben bana isabet eden kurşunla yere yığıldım. Elimdeki çiçekler asfalt üzerine saçılırken başım kaldırıma çarptı.
Asfalt üzerinde bilincim ve gözlerim açık bir vaziyette yatıyorum. Güneş gökyüzünde pırıl pırıl parlıyor ve gökyüzü tüm berraklığıyla bana tebessüm ediyor. İki serçe su birikintisinde yıkanıyor, parktaki akasya ağaçlarının dalları arasında sığırcık sürüsü, ağacın koyu gölgesi altında iki ihtiyar sohbet ediyor, bir polis bağırıyor, bir çocuk ağlıyor, bir ambulans, beyaz önlüklü insanlar.. bense tüm bunları tıpkı sessiz sinemalardaki gibi seyrediyorum ve gözlerim kapanıyor.
Bir dakika ya da daha az süre öyle kalıyor, öldüğümü düşünürken dış dünyanın sesleri tekrar kulaklarımda uğuldadı. Siren sesleriyle gözlerimi tekrar açıyorum. Çabuk çabuk olun dedi sağlık görevlisi elinde sağlık seti olduğu halde. Peşinden de iki görevli sedyeyi süratle ambulanstan indirdiler. Açılın, açılın dedi bir polis başıma toplanan kalabalığı dağıtarak. Yerde ilk müdahale yapılırken ellerimle kalbimin üzerindeki kurşun deliğinı sıkıca bastırıyorum. Mermi, ceketimi, gömleğimi delip geçmiş cüzdanım, kimliğim, kredi kartlarım ve ehliyetim paramparça olmuş ama kurşun çekirdeği tam da hurma çekirdeğinin ortasındaki o noktacık üzerinde takılıp kalmıştı.
Ölüm ile hayat arasına giren o kuru, odunsu, sert cisim...
Geçmiş peşimi hiçbir zaman bırakmadı demiştim ya, hatıralar ve anılardan hiçbir zaman soyutlanamadığımı geçte olsa anladım. O mucizevî olayı bir işaret kabul ederek ata yadigârı evi değerinin iki mislini ödeyerek geri satın aldım. İçini de bir güzel tamirattan geçirdim. Küçük Odayı tıpkı annemin döşediği gibi döşedim ne eksiz ne de fazla. Yatağımı kalorifer yanına serdim. İhtiyaçlarım hariç odadan pek nadir çıkıyorum. Kızımın deyimiyle tam bir keşiş hayatı yaşıyormuşum. Kızım bana eşimin tek yadigârı. Şimdi bu evde onunla birlikte yaşıyor ve haberi olmadan çantasına, ceplerine hurma çekirdekleri koyuyorum. Ve onun bir gece yarısı ansızın kapıma dayanmasını bekliyorum. Gecenin bir yarısı sinirlenerek elinde kuru, odunsu cisim olduğu halde kapıma dayansın ve bütün bunlar da neyin nesi oluyor baba diye sorsun. İşte o zaman ben de yatağımda doğrularak onu yanıma çağırayım ipek saçlarından okşayarak tüm hikâyeyi baştan sona anlatayım ve yastığımın altında sakladığım ortasında mermi çekirdeği olan o kuru hurma çekirdeğini ona hediye edeyim......
Alıntıdır