“Dünyâ hayâtı azdan daha azdır. Ona âşık olan, alçakların alçağıdır. O sihriyle bir topluluğu sağır ve kör eder. Böylece onlar ortalıkta şaşkın ve delîlsiz ortalıkta kalırlar.”
https://vimeo.com/tomorhoca
- Ana Sayfa
- İlahi – Kur`an -İslam – Din -Tasavvuf – Belgesel – Dua – Hadis – Tarih – Şiir – Vs… – بِسْمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
- Dini bilgiler
- Hatim duası Türkçe Hatim Duası
- Ahmet tomor hoca sohbetleri
- suleymaniye
- Ruhlar kabirde hep kalır mı?
- Şehitlik ve Fazileti
- İslami Eğitim
- ALLAH (C.C.) 'ÜN SIFATLARI
- Ahmet Tomor Hocaefendi Sohbetleri
- Veysel Gürler
- Umman'dan Şifâlar
- İSLAMİ BİLGİLER KİTAP SOHBET SEYRET MULTİMEDYA
- Safakat İslami Forumları
- sadakat.net
- Ehl-i Sünnet Hanefi
- HAVAS İLMİ-MÜCERREBAT-I İLAHİ ŞİFACILAR
- Sağlığımızın müthiş şifreleri Sayfadaki tüm bilgiler bilgi amaçlıdır kullanım tercihi size aittir önce araştırın inceleyin doktorunuza danışın saygılar
- Sayfa ve guruptaki bilgiler bilgi amaçlıdır araştırın araştırmadan doktorunuza danışmadan kullanmayın sakın saygılar hepinize m.ulaş
- MUHTASAR İLMİHAL | Fazilet
- İLİM BÖLÜMÜ
- İmam Suyuti Camius Sağir
- Dini Sorular Molla Cami dini sorular ve cevapları
- incemeseleler
- "Nazar, deveyi kazana, insanı mezara sokar."
- YAVRULARIMIZA ELİF CÜZÜ ÖĞRETELİM. BİZLERDE TEKRAR EDELİM...
- Hadis-i Şerif
- FAZİLET TAKVİMİ
- mektebun
- faydalı
- medine
- Zi tuva kuyusu...
- Ali Eren Hoca
- *FATİHA SURESİNİN SIRRI..*
- "Kişi sevdiği ile beraberdir."
- *FATİHA SURESİNİN SIRRI..*
20 Şubat 2022 Pazar
İNSANIN YARATILIŞI
İNSANIN YARATILIŞI
İbn-i Abbâs radıyallâhü anhümâ Hazretlerinden rivâyet olunmuştur ki Âdem aleyhisselâm “edîmü’l-arz’dan” yani topraktan yaratıldığı için kendisine Âdem denilmiştir. İnsanların renklerinin farklı olması da yeryüzünün farklı renkteki topraklarından yaratıldıkları içindir. Her insan, yaratıldığı toprağın rengini ve kabiliyetini alır.
Bütün insanlar, mutlaka Âdem aleyhisselâm’a kadar olan ecdâdından birinin sûretinde dünyaya gelir. Şöyle ki ana karnındaki çocuğa sûret ve şekil verilirken ecdâdının tamamının şekil ve sûretleri onun yanında hazır bulunur ve ona, onlardan birinin sûreti verilir. Nitekim bazı müfessirler; “Seni dilediği herhangi bir sûrette terkîb edendir O.” meâlindeki, İnfitâr Sûresi’nin 8. âyet-i kerîmesinin bu manaya işaret ettiğini söylemişlerdir.
Ebû Tâlib el-Mekkî (rah.); “Sizi (aslınızı) ondan (topraktan) yarattık. Sizi (ölümünüzden sonra) yine ona (toprağa) döndüreceğiz. (Yeniden dirilme zamanında da) sizi bir kere daha ondan çıkaracağız.” meâlindeki, Tâhâ Sûresi’nin 55. âyet-i kerîmesini tefsîr ederken şöyle demiştir: “Bir insan, yaratılmak üzere ana rahmine düştüğü zaman vazifeli bir melek, öldüğünde defnolunacağı yerin toprağından bir avuç alıp, bunu ana rahmine düşen o nutfe üzerine serper. Böylece insan, nutfe ve topraktan yaratılmaya başlar.”
Fazilet Takvimi
Hazreti Meryem'in gebe kalması
Hazreti Meryem'in gebe kalması
İsa (a.s.)'ın doğuşu için din bilginleri ayrı kanaatler ileri sürmüşlerdir. Kimileri dedi ki:
-İsa (a.s.) Hazret-i Yahya'dan altı ay sonra dünyaya geldi. Kimileri de:
-Üç yıl sonra doğdu! demişlerdir.
Yüce Allah İsa (a.s.)'ın nasıl doğduğunu, Kelam-ı Kadim'inde Meryem suresinde açıklamıştır. Tefsir biginleri şöyle demişlerdir:
-Meryem (Allah ondan razı olsun) ta on yaşına basmayınca kadınlık hallerini görmedi. Vakta ki iki kez aybaşı oldu, adet gördü. Üçüncü keresinde aybaşı halinden temizlendi. "En sonunda Hak Teala ona Cebrail'i, düzgün bir insan şeklinde gönderdi." (Meryem suresi, ayet: 17)
Cebrail (a.s.) Hz. Meryem'e bir adam şeklinde göründü ve Hazret-i Meryem'in kaftanının yeninden üfledi. Hz. Meryem Hak Teala'nın buyruğu ile İsa (a.s.)'a hamile kaldı, o vakitler, Hazret-i Meryem'in babası ölmüş bulunuyordu. Kimileri der ki:
-İmran öldüğü zaman, Meryem henüz anasının karnında bulunuyordu. Hz. Meryem ile ilgili bir rivayet şöyledir:
-Vakta ki Hazret-i Meryem 13 yaşına bastı. Zekeriyya (a.s.) onu mescidde saklardı. Günde bir kez onun katına giderdi. Ona, taat ve ibadet şartlarını öğretirdi. Tevrat'ı bildirirdi. Hücreden çıkıp gidince de kapıyı kilitlerdi. Anahtarı kendisinde saklardı.
* * *
Meğer, İmran'ın kardeşi Yakub'un bir oğlu vardı. Adına Yusuf Neccar derlerdi. Hazret-i Meryem'i anası, mescide adadığı zaman, Yusuf'u da anası ve babası Beyti Makdis'e adamıştı. Hizmet için azadlığını kabul etmişlerdi. O da Beyti Makdis'in içinde büyüyordu. Ve ne kazanırsa, o kazancı getirir, mesciddeki komşuları olan Mücavir'lere (yakınında kalanlara) harcardı. Ve mescidde ibadet ederdi. Zekeriyya (a.s.)'ın bir işi, bir gücü olsa yanındaki anahtarı o kardeşinin oğlu Yusuf Neccar'a verirdi. O zaman Yusuf da Meryem'in hücresine onun katına gelirdi. Meryem'in yemekten, içmekten ne ihtiyacı varsa o ihtiyacını görürdü. Zekeriyya (a.s.)'dan başka Hazret-i Meryem'in yanına yalnız Yusuf gelirdi. Hazret-i Meryem'i ademoğullarından bu Yusuf ile Zekeriyya (a.s.)'dan başka kimse görmemişti. Yusuf da o kadar az gelirdi ki, ancak Zekeriyya (a.s.)'ın önemli bir işi olup gelemezse, ancak o zaman Yusuf Neccar gelirdi. Bu geliş de ömrü içinde bir veya iki kez olmuştu. Yusuf'un da gelmesi bu kadarcıktı.
* * *
Hazret-i Meryem üçüncü kez aybaşı halinden arınınca, Yusuf destiyle su getirdi. Hazret-i Meryem başını yıkasın diye hücrenin içine koydu. Hücrenin kapısını sıkıca kapattı. Sonra gitti. Hazret-i Meryem, sevinçle güneşe karşı bir yere oturdu. Başını yıkayacaktı, pencerenin önünü perdeledi. Nitekim Hak Teala şöyle buyurur: "Sonra, önünde bir perde kurmuştu." (Meryem suresi, ayet: 17) Hz. Meryem hemen, başını yıkadı. Giysilerini giydi. Cebrail (a.s.) o dülger Yusuf şeklinde karşısına geldi. Hazret-i Meryem baktı, kapı kapalı iken onu içeri girmiş görünce korktu. Onu Yusuf sandı. Yalnız ve çıplakken üzerine geldiğini ve kendisine bir kasıtta bulunacağını zannetti. Ona: "Doğrusu, sen fenalıklardan sakınan, Allah'tan korkan bir kimse isen, ben senden Rahman'a sığınırım! dedi." (Meryem suresi, ayet: 18) Cebrail (a.s.) Meryem (r.anha)'ın korktuğunu görünce ona şöyle dedi: "Gerçekten ben Allah'ın elçisiyim. Sana tertemiz bir oğlan çocuğu vermek için yalnızca Rabbimin sana gönderdiği bir elçiyim!" (Meryem suresi, ayet: 19) Cebrail (a.s.) bu cevabı ile:
-Ey Meryem! Sana öyle bir oğul vereyim ki babasının belinden gelmemiş ve bir babanın menisinden olmamış olsun. Latif bir havadan olmuş ola ki Hak Teala onu senin karnında yarata! .. demek istemişti.
Hazret-i Meryem, Cebrail (a.s.)'ın bu cevabını işitince onun ademoğlu olmadığını anladı. Gönlü emin oldu, ferahladı. Cebrail (a.s.)'a: "Benim için nasıl bir oğlan çocuğu olabilir ki helalden ve haramdan hiçbir kimse bana dokunmamıştır. Ve ben iffetsiz bir kişi değilim." (Meryem suresi, ayet: 20) Cebrail (a.s.) da şöyle dedi:
-Evet, gerçek süylüyorsun. Sana erkek eli değmemiştir. Ama Hak Teala'ya bu çok kolaydır. Hak Teala o oğlanı halkın içinde kendisinin kudretine ve hikmetine bir ayet olarak göstermek istemektedir. Ve buyurur ki: "Adem'i ben babasız ve anasız yarattım. İsa'yı yaratmak, benim için kolaydır! Bu Hak Teala'nın buyruğudur. Yerine gelse gerektir. Ezeldeki takdirimizde bu iş olup bitmiştir." (Meryem suresi, ayet: 21)
Cebrail (a.s.) sonra şöyle dedi:
- "Hak Teala sana bir oğlan çocuğu müjdeler ki bir kelime ile hasıl olmuştur, adı da Meryem oğlu İsa Mesih'tir. Dünyada ve ahirette şanı yücedir. Allah'ın yakınlarındandır." (Ali İmran suresi, ayet: 45) Hak Teala'nın bu kelamından muradı, "Kün" kelimesidir ki, Hak Teala bir nesnenin olmasını istese ona; "Kün" der. "Kün: ol!" demektir. Hak Teala ol deyince hemen o şey elbette oluverir. Allahü Teala bu buyruğunu Kur'an-ı Kerim'inde şu ayette bildirmiştir: "Meryem:
-Ya Rab! Benim çocuğum nasıl olabilir ki hiçbir insan bana temas etmedi.
Allahü Teala şöyle buyurdu:
-Doğrudur. Allah, dilediğini yaratır ve O, herhangi bir şeyin olmasını istediği zaman ona sadece "OL" der ve o şey hemen olur." (Ali İmran suresi, ayet: 47) "
"O, beşikteyken de, büyüklüğü çağında da insanlarla konuşacaktır. Ve o iyi (salih) kişilerden olacaktır!" (Ali İmran suresi, ayet: 46) "
"Allahü Teala O'na yazı yazmayı ve hikmeti Tevrat'ı ve İncil'i öğretecek." (Ali İmran suresi, ayet: 48)
Hazret-i Meryem bu sıfatları Cebrail (a.s.)'dan işitince bu doğan oğlan çocuğunun Hak Teala'nın yüce peygamberlerinden olacağına kanaat getirip gönlü Cebrail (a.s.)'ın sözlerine inandı ve hiç kuşkusu kalmadı. Allahü Teala'nın buyruğuna baş eğdi. Hak Teala Hz. Meryem'i Kur'an-ı Kerim'de şöyle övmüştür: "İmran kızı Meryem'i gör ki, namusunu korudu, dünyada paklığı seçti. Dünya arzularından kendisini çekti. Rabb'inin kelimelerini tasdik etti. Cebrail (a.s.)'ın sözlerine inandı. Yüce Allah'ın emrine itaat etti." (Tahrim suresi, ayet: 12)
Cebrail (a.s.) bu sözlerini bitirince Hazret-i Meryem'in gönlü genişledi. Hatırı hoş oldu. Sonra, Cebrail (a.s.) Meryem (r.anha)'nın yenine üfledi. O üfleme sonunda Hz. Meryem hamile kaldı. Nitekim Cenab-ı Hakk şöyle buyurur: "Meryem İsa'ya gebe kaldı! " (Meryem suresi, ayet: 22) İsa (a.s.) dokuz ay anasının karnında kaldı.
* * *
Rivayet ederler ki; Hazret-i Meryem ibadete durduğu zaman karnının içinde İsa (a.s.)'ın Allahü Teala'yı tesbih eylediğini işitirdi.
* * *
Kimileri de şöyle demişlerdir:
-İsa (a.s.), anasının karnında iken Hak Teala ona Tevrat'ı ve İncil'i bildirmişti.
* * *
Fakat sonra İsa (a.s.)'a ve Hz. Meryem'e Yahudiler çok herze (saçma sapan sözler) söylediler. Ve:
-O, Yusuf şeklinde Hazret-i Meryem'e görünen gerçekte Yusuf'tu, Cebrail değildi! Cebrail orada yoktu. Hücrede kalan Yusuf idi ki Meryem'le -Haşa-zina eyledi. Meryem o Yusuf'tan yüklü kaldı. Ve İsa, o Yusuf'un oğludur. Haramzadedir! dediler.
Ve Hazret-i Meryem hakkında büyük bühtanda, yalan ve iftirada bulundular. Allahü Teala Kur'an-ı Kerim'de, Hazret-i Meryem'i o töhmetten uzak olduğu hakkında ayet göndermiştir ve Tahrim suresinin iki ayetinde: "Namus ve ırzını, iffetini korudu." Diye buyurmuştur. Yahudilerse bu sözleri yüzünden küfre uğradılar ve İsa (a.s.)'ın Hak Teala'nın kudretinden olmuş bir kişi olduğunu bilemediler. Hak Teala Hazretleri'ni de gerçeğiyle anlamadılar.
* * *
İsa (a.s.) göğe çıktıktan sonra hristiyanlar (nasraniler) üç taife oldular. Bir taifesi:
-Allah (haşa) ikidir. Birisi İsa, birisi de Hüdadır! dediler. Bir taife ise:
-Allah üçtür. Biri Meryem, biri İsa, birisi hüdadır! dedi. Bir taife ise şöyle dedi:
-İsa, Allah'ın kendisidir. Gökten indi. Meryem'in karnına girdi ve Adem suretinde doğdu. Kendisini halka adem olarak gösterdi. Sonra yine göğe gitti.
Bu sözlerin hepsi yalandır ve küfürdür. İslam ehlinin sözü de şudur:
-İsa (a.s.), Allahü Teala'nın kudreti ile ve onun fermanı ile var oldu. Allahü Teala buyruğu ile: "Babasız olarak Meryem'in karnında var ol!" dedi. Hz. İsa da oldu. Nitekim Allahü Teala nice şeylere Ol dedi, oldular. Nitekim gökleri, yeri, melekleri yarattı ve Allahü Teala her ne dilerse onu yaratır. Ona asıl ve misal(örnek) gerekmez. Nitekim Havva'yı yaratmak diledi. Onun aslı, onun gibisi yoktur ki ona benzetsin. Ve böylece Adem'i de anasız babasız topraktan yarattı. Nitekim Kur'an-ı Kerim'de zikretti. Bu müslümanlara hüccettir ki: "Hak Teala, İsa (a.s.)'ı babasız yarattı. Adem (a.s.)'ı da topraktan anasız ve babasız yaratmıştır."
.....
Kaynak: a.g.e. ; s. 311
HELÂ ÂDÂBI Her şeyde âdâba riâyet etmek çok mühim olduğu gibi helâ (tuvalet) âdâbına riâyet etmek de çok mühimdir. Helâya girmeden önce elbiseye necaset sıçramaması için bazı tedbirler alınmalıdır. Mesela, çoraplar çıkarılır, paçalar sıvanır.
HELÂ ÂDÂBI
Her şeyde âdâba riâyet etmek çok mühim olduğu gibi helâ (tuvalet) âdâbına riâyet etmek de çok mühimdir.
Helâya girmeden önce elbiseye necaset sıçramaması için bazı tedbirler alınmalıdır. Mesela, çoraplar çıkarılır, paçalar sıvanır.
Helâya girerken şu dua okunur: “Eûzü billâhi mine’l-hubüsi ve’l-habâis.” Manası: Pislikten ve pis olmaktan (şeytanlardan, küfür ve isyandan) Allâh’a sığınırım.
Eğer bu dua helâya girmeden önce unutulur ve helâda iken akla gelirse içten, yani dil hareket ettirilmeden kalben okunur. Helâ olmayan dağ ve tarla gibi açık arazilerde ise bu dua, avret mahalli açılmadan önce okunmalıdır.
Üzerinde âyet-i kerîme veya hadîs-i şerîf gibi hürmet olunması icap eden herhangi bir şeyle helâya girmek, tazime uygun olmadığı için kerih görülmüştür.
Helâda konuşulmaz. Helâda hapşırılırsa sadece kalben “Elhamdülillâh” denilir. Avret mahalline ve necâsete bakılmaz. Bevledilen yere tükürülmez. Abdest alınacak veya gusledilecek mahallere bevletmek kerih görülmüştür.
Helâda, avret mahalli, oturmaya yakın iken açılmalı, kalkarken tam doğrulmadan önce de kapatılmalıdır.
Helâda hafif sola meyilli olarak oturulmalıdır.
Helâda çok fazla oyalanılmamalı, ihtiyaç giderilip istibra ve istinca gibi gerekli temizlikler yapıldıktan sonra beklemeden çıkılmalıdır. Helâda uzun kalmak, basur hastalığına sebep olur ve karaciğere zarar verir.
Helâya sol ayakla girilmeli, sağ ayakla da helâdan çıkılmalıdır. Çıkarken helâ temiz bırakılmalıdır.
Su ve tuvalet kâğıdı, lüzumundan fazla kullanılarak israf edilmemelidir.
Helâdan çıktıktan sonra şu dua okunmalıdır:
“Elhamdü lillâhillezî ezhebe anne’l-ezâ ve âfânî min zâlik. ” Manası: Hamd olsun O Allâh’a ki, benden ezâyı giderdi ve beni ondan kurtardı.
FAZİLET TAKVİMİ
Hazreti İsa (A.S.)'ın doğumu Şöyle rivayet edilmiştir:
Hazreti İsa (A.S.)'ın doğumu
Şöyle rivayet edilmiştir:
Hazret-i Meryem'in, Hazret-i İsa'yı doğuracağı vakit geldiğinde, hücresinden çıktı. Uzak bir sahraya gitti. Nitekim Hak Teala şöyle buyurur:
"Meryem, karnındaki çocukla uzak bir yere çekildi." (Meryem suresi, ayet: 22)
Biraz gidince, HZ. Meryem'i doğum sancıları sardı. Karşısında kuru bir hurma ağacı gördü. Bu ağaç çok zamandır ki yemiş vermez olmuştu. Kurumuş ve yaprakları dökülmüştü. Budakları ufalmıştı ve Hazreti Meryem o ağacın altına vardı. Kur'an-ı Kerim şöyle buyurur:
"Bu doğum sancısı ile bir hurma ağacının altına sığındı." (Meryem suresi, ayet: 23)
Ve orada Hazret-i İsa'yı dünyaya getirdi. Çektiği zahmetten ve halktan utandığından şöyle dedi:
"Ne olaydı da bundan önce ölmüş olaydım ve unutulmuş gitmiş olsaydım." (Meryem suresi, ayet: 23)
Allah tarafından gelen bir ses ona şöyle diyordu:
"Sakın üzülme! Rabbin, alt yanında bir su arkı (küçük ırmak) yarattı." (Meryem suresi, ayet: 24)
Hazret-i Meryem, o türlü hüznünü bildirince ve o ses de gelince ayağının altına baktı. Gerçekten latif bir suyun aktığını gördü. Kendisini ve İsa (a.s.)'ı yıkadı. Hak Teala sonra şöyle buyurdu:
"Bu hurma ağacını kendine doğru silkele. Üstüne taze hurmalar dökülsün." (Meryem suresi, ayet: 25)
Hazret-i Meryem de o kuru ağacı silkeledi. Allahü Teala'nın emriyle o ağaç yeşerdi. Hurmalar verdi ve Hazret-i Meryem'in üstüne dökülmeye başladı. Hazret-i Meryem o hurmadan yedi, yüreği zayıflamıştı, güçlendi. O sudan da içti. Hurmanın özelliği sıcaktır ve yumuşaktır. Çocuk doğuran kadına çok mülayimlik (rahatlama) verir. Helva da iyidir. Bu gelenek Hazret-i Meryem zamanından kalmıştır ki ona Hak Teala öğretmiştir:
Cebrail (a.s.) da, Hz. Meryem'in gönlünü hoş etti. Ve ona şöyle dedi: "Bu hurmadan ye, bu sudan iç! Gözün aydın olsun."(Meryem suresi, ayet: 26) Melûl olma, üzülme. Hatırını hoş tut ki, Hak Teala sana bunun gibi oğul vermiştir, diye teselli verdi. Cebrail (a.s.) sonra şu öğütlerde bulundu:
"Eğer insanlardan birini görecek olursan; Ben Rahman'a bir oruç adadım. Bundan ötürü bugün hiç kimseyle asla konuşmayacağım!" diye söyle!.. Hiç de konuşma. Ta ki utanmayasın." (Meryem suresi, ayet: 26)
Bunun anlamını müfessirler şöyle anlatırlar.
"Savmen" demek, "samten" (susarak) demektir. Tevrat şeriatinde de şöyle denir.
"Es-samtü evvelü'l-ibade (susmak, ibadetin başlangıcıdır.) Nitekim oruç tutmak, namaz kılmak ibadettir, ama susmak da ibadettir. Nitekim bir kişi:
"Ben bugün iki rekat namaz kılayım!" veya "Bugün oruç tutacağım!" dese, bu, o kişinin üzerine vacip olur. Tevrat'ta hüküm böyleydi. Her kim:
-"Ben bugün söz söylemeyeyim!" dese, söz söylememek, bir kimseyle konuşmamak, onun üzerine vacip olurdu ve Allahü Teala'ya yaklaşırdı. Nitekim bugün bizim şeriatimizde itikafa oturmak, kutsal bir yere kapanıp ibadetle vakit geçirmek, gibi eğer bir kişi:
-"Ben bugün itikafa gireyim. Mescidden dışarı çıkmayayım!" dese o gün onun üzerine mescidin içinde oturmak vacip olur ve ona bu itikaf ibadet olur.
Bundan ötürü Hazret-i Meryem'e Cebrail (a.s.):
-Ben Rahman'a bir oruç adadım! diye söyle, dedi.
Samten veya Samt sözleri susmak, ebkem olmak demektir. Böylece, Hz. Meryem o hurmadan yedi ve suyu içti. Kendisine güç geldi. Sonra, İsa (a.s.)'ı aldı, mescide geldi. Kavmine göründü. Hak Teala şöyle buyurur:
"Sonra, çocuğunu (Hz. İsa'yı) aldı, kavmine getirdi. Ona:
-Ey Meryem! dediler, doğrusu sen acaip bir şey yapmışsın. Babasız çocuk doğurmuşsun! dediler."
Kimileri de şöyle demiştir:
-"Hazret-i Meryem oğlunu mescidin içinde doğurdu. Mescidin içinde bir direk vardi ki üzerine yapı yapılmıştı. O direk hurma ağacındandı. Meryem'i doğum sancısı tuttu. O hurma direğine yapıştı. Ayak üzerinde doğum yaptı. O anda mescidin içinde bir çeşme peyda oldu. Ve Allahü Teala şöyle buyurdu: "Hurma ağacını kendine doğru silkele." (Meryem suresi, ayet: 25)
-Ve yine Hazret-i Meryem'e; "Direği depret!" Diye buyuruldu. O da direği depretti. Kuru direk, taze yapraklarla donandı. Yemiş verdi.
Ama önceki haber daha doğrudur. Hak Teala'nın kelamına daha uygundur.
* * *
Mescidde bulunan zahitler ve ibadet edenler Hazret-i Meryem'in oğlunu görünce hepsi şaşırıp kaldı. Zekeriyya (a.s.) da şaştı. Mescid halkı Zekeriyya (a.s.)'ı azarladılar:
-Sen niçin bunu gözden ırak tuttun ki genç kadından bu gibi şey ortaya çıktı! dediler. Zekeriyya (a.s.) da:
-Ona hiç kimse el sürmemiştir! dedi. Zahitler:
-İşte çocuk doğurdu. Bu da ona el değdiğine bir delil, bir işarettir! dediler.
Hazret-i Meryem'in üzerine yürüdüler. Ve:
-Sen acaip bir iş işlemişsin! dediler. Sen Cenab-ı Hakk'ın hoşlanmadığı, şeriatın haram ettiği bir şeyi ortaya çıkardın, dediler. Ve ona şu soruyu sordular:
"Ey Harun'un soyundan gelen (Ey Harun'un kızkardeşi) senin baban kötü bir kişi değildi. Anan da iffetsiz bir kadın değildi. Zina etmemişti. Sen bunu nereden buldun?" (Meryem suresi, ayet: 28) Müfessirler şöyle demişlerdir:
-"Harun, Hazret-i Meryem'in kardeşi değildi. Pak ve salih kimseydi. Meryem'i onun soyuna kattılar. Ve: Senin baban ve anan ve kardeşlerinin hepsi de temiz kişilerdi. Sen niçin bunların arasında yaramaz kişi oldun?" dediler.
***
Kimi kişiler de şöyle demişlerdir:
-Bu Harun'dan murad, Musa (a.s.)'ın kardeşi olan İmran oğlu Harun'dur. Çünkü, Hz. Meryem'in kardeşi de Hazret-i Süleyman'ın oğullarındandı. Davud (a.s.) da Harun oğullarındandır. Nitekim bir kimse bir kabileden olsa ona: "Ya ehâ Temim, veya: Ya ehâ Esed! " derler. O kabileye uygularlardı. Bir hatunu ansalar: "Ya Uhte Temim! Ya Uhte Esed! " derler. Yani temim veya esedoğullarından demek olur. Bunun gibi Hz. Meryem'e de: "Ya Uhte Harun!" dediler. Zira, Hz. Meryem, Harun'un kabilesindendi.
* * *
Kimileri de şöyle demişlerdir:
-Harun, yavuz bir kişiydi. Hz. Meryem'i İsrailoğulları içinde ona benzettiler. Yani, ey Meryem, sen de onun gibi yavuzsun! denilmiştir.
Nitekim Harun yavuz kişiydi ve yaman, yaramaz, kıyak işler işlerdi...
Hz. Meryem onlara hiç karşılık vermedi. Bir söz söylemedi. Yalnız Hz. İsa'yı işaret ederek, onunla konuşun, söyleşin! dedi.
Nitekim Yüce Allah Kelam-ı Kadim'inde şöyle buyurur: "Meryem, İsa'yı işaret ederek:
-O cevap versin, demek istedi. Onlar:
-Biz henüz beşikte olan bir çocukla nasıl konuşuruz? dediler." (Meryem suresi, ayet: 29)
Cenab-ı Hakk o anda İsa (a.s.)'a dil verdi. Kulluğunu bildirdi. Ve hem de birtakım alametler gösterdi. Anası Hazret-i Meryem'i ve Zekeriyya (a.s.)'ı ve Yusuf'u o suçlamadan uzaklaştırdı, ayırdı, tertemiz kıldı.
* * *
Nasranilerin sonraları "Sâlis-i selase" dedikleri üç herze (uknum -parça) sözünü şu ayet-i kerime reddeylemiştir:
"Ben, hiç şüphe yok ki, Allah'ın kuluyum. Allah bana kitap (İncil'i) verdi. Ve beni peygamber yaptı." (Meryem suresi, ayet: 30) Bunları söylerken anası ibadet ederdi. İsa (a.s.) daha doğmadan anasının karnında İncil okuyup dururdu ve tesbih ederdi. Ve şöyle demekteydi: "Ve Allah beni mübarek kıldı ki nerede olursam olayım, halk benden ilim ve hikmet öğreneler. Benim ile doğru yolu bulalar ve Rabbim bana din verdi. Sağ oldukça bana salâtı ve zekatı öğretti." (Meryem suresi, ayet: 31)
"Beni anneme hürmetkar kıldı. Beni kibirli ve bedbaht yapmadı." (Meryem suresi, ayet: 32) " Allahü Teala, bana doğduğum gün de, öleceğim gün de, diri olarak (kabrimden) kalkacağım gün de selamet verdi." (Meryem süresi, ayet: 33) "Yani, güzel vasıflarla vasıflanan Meryem oğlu İsa'dır. Allah'ın sözü budur." (Meryem suresi, ayet: 34)
* * *
Gerçek olarak söylediği bu sözleri inkarcılar, tasdik etmezler, reddederlerdi. Bilmezlerdi ki İsa (a.s.) üfürüşten, nefestendi. Ve o inkarcılar ki, Allahü Teala'ya şimdi, ümmet için layık olmayan şeyler söylediler. Ve onlar doğru yoldan saptılar, gerçek yolu kaybettiler. Allahü Teala da şöyle buyurdu:
"Allahü Teala'ya çocuk edinmesi layık değildir. O bundan münezzehtir, oğuldan arıdır. Ve Allahü Teala'dan oğul ıraktır ve Allah avretten (kadına sahip olmaktan) de münezzehtir. Allahü Teala bir şeyi dilediği zaman «OL» der. O şey derhal olur!" (Meryem suresi, ayet: 35) "Gerçektir ki Allah benim de Rabbimdir, sizin de Rabbinizdir. O'na kulluk edin. İşte tek doğru yol budur." (Meryem suresi, ayet: 36)
* * *
Haberde şöyle gelmiştir ki; İsa (a.s.)'ın doğduğu o saatin içinde yeryüzünde puta tapan, Allah'a tapmayan insanların putları başaşağı olmuştu, bulundukları yerlerde yüzüstü düşmüşlerdi. Yeryüzünde bulunan bütün şeytanlar Allahü Teala'nın lanetlediği İblis'in katında toplandılar:
-Meğer, yeryüzünde bir olay görülmüş, bilmiyoruz, ne gibi bir olaydır! dediler.
Lanetlenmiş İblis, kalktı. Üç gün, üç gece yeryüzünü dolaştı. En sonra İsa (a.s.)'ın katına geldi. O'nu anasından, babasız olarak doğmuş olduğunu gördü. O fevkalade olayın bu doğum olduğunu anladı. İsa (a.s.)'a eziyet vermeyi diledi. Fakat melekler bırakmadılar. İsa (a.s.)'a ve Hazret-i Meryem'e onu dokundurmadılar. Çünkü, Hz. Meryem'in anacığı, gerek Hazret-i Meryem'i, gerekse doğacak çocuklarını şeytanın elinden saklaması için Yüce Allah'a ısmarlamıştı. Ve Meryem'i doğurduğu gün, duada bulunmuştu: Hak Teala da Meryem'in anasının bu duasını kabul etti ve Hz. İsa'yı şeytandan esirgedi.
* * *
Bizim peygamberimiz Muhammed Mustafa (s.a.v.) şöyle buyurdu:
-Anadan doğan her çocuğa şeytan mutlaka musallat olur. Fakat o şeytan İsa'ya musallat olamamıştır.
İblis, şeytanlara şöyle dedi:
-O olay budur. Yeryüzünde bir oğlan çocuk, kocası olmayan bir kadından dünyaya gelmiş, O, Allah'ın peygamberidir. Ve Yüce Allah'ın katında kerimdir. Her ne kadar bugün putlar yüzükoyun yere düştülerse de bilin ki bu oğlan çocuktan bize fayda gelecektir. Şeytanlar İblis'e:
-Bu nasıl olabilir? dediler. İblis de:
-Çünkü, halk o çocuk için fitneye düşerler. Hepsi de Cehennemlik olurlar! dedi. Nitekim puta tapanlar fitnelere uğramıştır.
Kaynak: a.g.e. ; s. 316
Hazreti Meryem'in, oğlu İsa (A.S.) ile hicreti İslam bilginleri şöyle demişlerdir: Hak Sübhanehu ve Teala, hiçbir peygamberi mutlak olarak muazzez ve mükerrem eylemedi. Onu mutlaka hanumanından (kendi ocağından, vatanından) ayırdı. O peygamberi canının korkusundan şehrinden dışarı çıkardı. Gurbet zahmetini nice zaman ona çektirdi.
Hazreti Meryem'in, oğlu İsa (A.S.) ile hicreti
İslam bilginleri şöyle demişlerdir:
Hak Sübhanehu ve Teala, hiçbir peygamberi mutlak olarak muazzez ve mükerrem eylemedi. Onu mutlaka hanumanından (kendi ocağından, vatanından) ayırdı. O peygamberi canının korkusundan şehrinden dışarı çıkardı. Gurbet zahmetini nice zaman ona çektirdi.
Nitekim İbrahim (a.s.)'ı Nemrud'un ateşinden kurtarınca o da kendi ilinden Şam'a göç etti. Hazret-i Musa da, Firavun'un korkusundan Medine'den yana gitti. Ve bizim Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) Mekke'den Medine'ye hicret eyledi. Hazret-i Meryem'i, İsa (a.s.), henüz bir aylık bebek iken Beyti Makdis'ten çıkarıp Mısır ülkesine iletti. On iki yıl o yönde kaldı. On iki yıldan sonra yine Beyt-i Makdis'e geldi. Halkı Hak Teala'ya davet etti. Bunun sebebi şuydu:
İsa (a.s.) anasından doğduğu zaman, Zülkarneyn(İskender-i Kebir'in), ( Makedonya kralı büyük İskender'in miğferinin iki ucu boynuz gibi olduğu için ona iki boynuzlu anlamında Zülkarneyn denilirdi. ) zamanının sonuydu. Ve Melikler(büyük hükümdarlar) Tayfasının da sonuydu. O zaman, Kudüs'ün egemenliği Yunanlıların elindeydi. Şam şehrinde de bir hükümdar vardı. Adına Heredos derlerdi. Bu Rum meliki 56 yıl egemenlik eyledi. Onun padişahlığının 42'nci yılında İsa (a.s.) anası Hz. Meryem'den doğmuştu. Bu Heredos, İsa (a.s.)'ın vasıflarını işitince şaşırdı kaldı. Babası olmayan bir çocuk, anasından nasıl doğabilirdi. Yunan tarafından nice kişiler, İsa (a.s.)'ı görmek için Beyti Makdis'e akın ettiler. Bu gelenler Yıldızların bilgilerini çok iyi bilmekteydiler. İsa (a.s.)'ın talihine baktılar, zaten ondan önce de duran ve gezen yıldızların cedveline (zaiçeye) bakarak:
-Dünyaya, Hak Teala'nın kullarından bir kul gelse gerek! Ve o Hak Teala'nın bir ayeti olsa gerek! dediler.
Ve Hazret-i İsa'nın doğduğunu işittiler. Bu İsa'nın zayiçede gördükleri oğlan çocuk olduğunu anlayıp bildiler. Hazret-i İsa'ya ve anası Meryem'e armağanlar getirdiler. Getirilen bu armağanlar üç türlü nesneydi.
1-Bir parça altın,
2-Bir parça sarı sabır otu.
3-Bir parça da günlüktü. (Günlük: Hamam ve mabetlerde yakılan kokulu bir maddedir. ).
Bu Yunanlı bilginler Kudüs'te Beyti Makdis'e gelince, şehir halkı onları kral Heredos'a haber verdiler.
-Yunan ülkesinden şehrimize bir topluluk geldi! dediler. Heredos, onları çağırdı ve:
-Bizi padişahımız, bu babasız doğan oğlan çocuğunu görmemiz için gönderdi. Ona verilecek birkaç hediyemiz var. Sonra yine ülkemize döneceğiz! dediler.
Kral Heredos:
-Hediyeniz nedir? diye sordu.
Gelen Yunanlılar da hediyelerini gösterdiler. Heredos:
-Bu hediyeler ne demektir? Ne gibi faydası vardır? diye sordu.
Onlar da şu cevabı verdiler:
-Sabır otu öyle bir ottur ki bütün kırıkları (sınıkları) bir duaciyle bütünleştirir. Günlük de öyle bir nesnedir ki ateş üstüne konulsa kokusu gökyüzüne doğru çıkar. Bu çocuk da büyüyünce Hak Teala'nın buyruğu ile göğe çıkacaktır! dediler.
* * *
Kimileri de şöyle demişlerdir:
-Bu hediyeleri İranlı padişahlardan birisi göndermişti ki o tarafın bilginleri Hazret-i İsa'nın dünyaya geleceğini Danyal (a.s.)'ın kitabında bulmuşlardı.
* * *
Kral Heredos bu haberi bunlardan alınca İsa (a.s.)'ı kıskandı. Haset etti. Büyüyünce Beyti Makdis'i ele geçirmesinden korktu. Kendisinin şanına ve saltanatına, ziyan geleceğinden endişelendi. Ve Hazret-i İsa'yı öldürmeğe niyetlendi. Fakat Hazret-i Meryem bu kötü kastı duydu. Hazırlandı. Bir eşeği vardı. Ona bindi. Hazret-i İsa'yı da yanına aldı. O Neccar, Yakub oğlu Yusuf'u yanına aldı ki bu İys(Hz. Yakub'un ikiz kardeşi) oğullarındandı, onu yoldaş edindi. Bir gece yola çıktı. Heredos'un korkusundan Mısır'a doğru yollandı. Hz. Meryem'in yanında bir habbe bile harçlığı yoktu. Mısır köylerinden bir köyde oturdu. Halini hiç kimseye bildirmiyordu. Yoksulluk ve mihnet içinde oğlu İsa'yı besler dururdu.
* * *
Bir rivayet de şudur:
-Hazret-i Meryem, oğlu İsa'yı bağlar, Yusuf'la birlikte ekin tarlalarından başak toplarlardı. Nefislerine ve İsa'ya nafaka yaparlardı. Mısır ülkesinde, nimeti bol, akarsuyu çok bir köy yoktu.
* * *
Kimileri de şöyle demiştir:
-O köy Şam yakınlarındaydı. Adına Guta derlerdi. Dımışk'la (Şam'la) Rem'e arasındaydı. Öyle ki Semerkant içinde Seğit şehri gibiydi. Memleketler ve meslekler konusunda şöyle denilir:
-Cihan içinde dört ülke vardır ki onlardan daha şerefli yer yoktur.
1-Seğit, ki Semerkant'tadır.
2-Biri Guta'dır ki Dımaşk'tadır.
3-Biri de Eyle ki, Basrada'dır.
4-Biri de Şa'b-i Büvan'dır ki İran'dadır. Şiraz köylerinden bir köydür. (Şa 'b, kabile, topluluk kavm, taife anlamına gelen bir kelimedir.)
İsa (a.s.) ile Hazret-i Meryem'in bulunduğu köyün şerefini ve nimetini Hak Teala Kur'an-ı Kerim'inde şöyle yad etmiştir: "Meryem'in oğlunu (İsa'yı) da annesini de (kudretimizi gösteren) bir alamet kıldık. Onları göz alabildiğine açık ve düz suyu bol yüksek bir yerde barındırdık." (Mü'minun suresi, ayet: 50)
Rabve, yüksek yere derler. O köyde bir kahya vardı. Saygılı, saadet ve nimet sahibiydi. Yoksulları ve garip kişileri hoş tutardı. Hazreti İsa ile anası Meryem'i evinde konuklar, onları hoş tutar ve saygı gösterirdi:
-Bu, mübarek bir kadıncağızdır. Hiçbir şeyciği yoktur. Oğlancığı da öksüzdür! der onları korurdu. Bu köyde çok zaman geçirdiler. Hazret-i Meryem o kişinin evinde kaldı. Nihayet İsa (a.s.) 12 yaşına erişti. Hazret-i İsa'nın bir alameti de şuydu:
O kahyanın evine bir gece, uğru (hırsız) girmişti. Evinden çok mal çalınmıştı, bundan ötürü kahya çok üzüldü. Meryem (r.anha)nın da hatırı perişan oldu. İsa (a.s.) eve geldi. Anacığına:
-Ana, sana ne oldu ki bu kadar üzgünsün? diye sordu. Hazret-i Meryem de:
-Nasıl üzülmeyeyim ey oğul! Şu evinde oturduğumuz ve sayesinde rahat yüzü gördüğümüz saygın kişinin evine hırsız girdi, nesi varsa, nesi yoksa aldı, sandığında, evinde hiçbir şey bırakmadı! dedi. Hazret-i İsa:
-Ben o malları alanı bulurum ve çalınan malı yerine getiririm! dedi. Kahya bu sözleri işitince sevindi. İsa (a.s.) Kahyaya:
-Dün gece evinde kaç kişi konuk olup yattı ise onları çağır, gelsinler! dedi. Kahya da onları evinde topladı. Onlar iki kişiydi. Birinin gözü yoktu, kördü. Birisi de kötürümdü. İsa (a.s.) kötürüm olan konuğa:
-Gel, bu gözsüz olanın sırtına bin! dedi. Kötürüm geldi. Gözsüzün sırtına bindi. Sonra gözsüze dedi ki:
-Ayakta dur! Gözsüz:
-Ben bir zayıf kişiyim. Bunu kaldırıp götüremem. Hazret-i İsa:
-Ya dün gece kaldırıyordun. Şimdi mi kaldıramıyorsun? Kalk! .. Gözsüz kalktı. Sonra bir ip getirdi. Gözsüzün beline bağladı. Kötürüme de:
-Şu pencereye çık. Gözsüzü çek, yukarı çıksın! dedi. Kötürüm:
-Çekemem! dedi. O zaman İsa (a.s.):
-Ama, dün gece ne güzel, ne hoş çekmişsin! dedi.
Ancak, o konukların yattığı odadan, kahyanın hazinesi bulunan odaya geçilen bir delik vardı. Gözsüzle kötürüm el birliği etmişlerdi ve İsa (a.s.)'ın dediği gibi kötürüm, gözsüzün sırtına binerek o pencereye çıkmıştı. İple de gözsüzü yukarı çekmiş, pencereden aşağıya sarkıtmıştı. Gözsüz inmiş, sandıktan altın, gümüş, her ne varsa almıştı. Kötürüm yine onu çekip oradan çıkarmıştı. Ve yine o delikten o konuk odasına iple sarkıtmış, kendisi yine gözsüzün sırtına binmiş ve yere inmişti. İşte bu yolda Kahya'nın mallarını uğurlamışlardı( çalmışlardı).
İsa (a.s.) onların halini böylece açıklayınca çaresiz doğruyu söylemişler, aldıkları malı eksiksiz olarak yine geriye getirmişlerdi. Kahya o malın yarısını Hazret-i Meryem'e verdi:
-Bu çocuğa nafaka olsun, dedi. Sonra da:
-Siz mübarek kişiler imişsiniz. Benim evimden gitmeyin. Malım ve hazinelerim oğlun İsa'nın elinde olsun! dedi.
***
Bundan sonra da İsa (a.s.)'a ikinci bir alamet daha zahir oldu ki şuydu; O Kahya ulu bir düğün yapmıştı. Çevreden sayısız kişiler çağırıp büyük ziyafetler vermişti, yenilmiş içilmişti. O zamanda şarap içmek haram değildi. Kahya'nın evde nice nice şarap küpü vardı. Hepsi de o düğünde harcanmıştı. Birkaç gün sonra Kahya'nın daha birkaç dostu geldi. Onları da konukladı: Küpün dibinde kalmış şarap vardı, diye küpler açıldı. Fakat bir damla şarap bile bulunamadı. Dört yana adamlar salındı. Hiç, bir damla şarap elde edilemedi. Kahya rahatsız oldu. Şarap bulamadım diye gönlü perişan hale geldi. Hemen İsa (a.s.) çıkıp geldi. O küplerin bulunduğu mahzene girdi. Hangi küpün üstüne elini koydu ise, o küp baştan başa şarapla doldu. Böylece Hazret-i İsa'dan bu türlü bir mucize görmüş oldu.
***
Hazret-i İsa otuz yaşına basınca çok hikmetler öğrendi. İncil'in hükümlerini çok doğru biliyordu. Nice marifetler, mucizeler gösterdi. Böylece Allahü Teala yine Beyti Makdis'e gelmesini emir buyurdu. Sonra Allahü Teala'dan:
-İncil hükümlerini ve kendi şeriatini halka bildir ki sana iman getirilsin! diye emir aldı.
Hazret-i İsa Allah 'tan bu emri alınca, Meryem ana ile birlikte Beyti Makdis'e geldiler.
***
Hazret-i İsa'nın Beyti Makdis'ten ayrılıp gittiği o ayrılık zamanlarında ise İsrailoğulları toplanıp Zekeriyya (a.s.) 'ı şehit etmişlerdi.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)