Hazreti Meryem'in, oğlu İsa (A.S.) ile hicreti
İslam bilginleri şöyle demişlerdir:
Hak Sübhanehu ve Teala, hiçbir peygamberi mutlak olarak muazzez ve mükerrem eylemedi. Onu mutlaka hanumanından (kendi ocağından, vatanından) ayırdı. O peygamberi canının korkusundan şehrinden dışarı çıkardı. Gurbet zahmetini nice zaman ona çektirdi.
Nitekim İbrahim (a.s.)'ı Nemrud'un ateşinden kurtarınca o da kendi ilinden Şam'a göç etti. Hazret-i Musa da, Firavun'un korkusundan Medine'den yana gitti. Ve bizim Peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) Mekke'den Medine'ye hicret eyledi. Hazret-i Meryem'i, İsa (a.s.), henüz bir aylık bebek iken Beyti Makdis'ten çıkarıp Mısır ülkesine iletti. On iki yıl o yönde kaldı. On iki yıldan sonra yine Beyt-i Makdis'e geldi. Halkı Hak Teala'ya davet etti. Bunun sebebi şuydu:
İsa (a.s.) anasından doğduğu zaman, Zülkarneyn(İskender-i Kebir'in), ( Makedonya kralı büyük İskender'in miğferinin iki ucu boynuz gibi olduğu için ona iki boynuzlu anlamında Zülkarneyn denilirdi. ) zamanının sonuydu. Ve Melikler(büyük hükümdarlar) Tayfasının da sonuydu. O zaman, Kudüs'ün egemenliği Yunanlıların elindeydi. Şam şehrinde de bir hükümdar vardı. Adına Heredos derlerdi. Bu Rum meliki 56 yıl egemenlik eyledi. Onun padişahlığının 42'nci yılında İsa (a.s.) anası Hz. Meryem'den doğmuştu. Bu Heredos, İsa (a.s.)'ın vasıflarını işitince şaşırdı kaldı. Babası olmayan bir çocuk, anasından nasıl doğabilirdi. Yunan tarafından nice kişiler, İsa (a.s.)'ı görmek için Beyti Makdis'e akın ettiler. Bu gelenler Yıldızların bilgilerini çok iyi bilmekteydiler. İsa (a.s.)'ın talihine baktılar, zaten ondan önce de duran ve gezen yıldızların cedveline (zaiçeye) bakarak:
-Dünyaya, Hak Teala'nın kullarından bir kul gelse gerek! Ve o Hak Teala'nın bir ayeti olsa gerek! dediler.
Ve Hazret-i İsa'nın doğduğunu işittiler. Bu İsa'nın zayiçede gördükleri oğlan çocuk olduğunu anlayıp bildiler. Hazret-i İsa'ya ve anası Meryem'e armağanlar getirdiler. Getirilen bu armağanlar üç türlü nesneydi.
1-Bir parça altın,
2-Bir parça sarı sabır otu.
3-Bir parça da günlüktü. (Günlük: Hamam ve mabetlerde yakılan kokulu bir maddedir. ).
Bu Yunanlı bilginler Kudüs'te Beyti Makdis'e gelince, şehir halkı onları kral Heredos'a haber verdiler.
-Yunan ülkesinden şehrimize bir topluluk geldi! dediler. Heredos, onları çağırdı ve:
-Bizi padişahımız, bu babasız doğan oğlan çocuğunu görmemiz için gönderdi. Ona verilecek birkaç hediyemiz var. Sonra yine ülkemize döneceğiz! dediler.
Kral Heredos:
-Hediyeniz nedir? diye sordu.
Gelen Yunanlılar da hediyelerini gösterdiler. Heredos:
-Bu hediyeler ne demektir? Ne gibi faydası vardır? diye sordu.
Onlar da şu cevabı verdiler:
-Sabır otu öyle bir ottur ki bütün kırıkları (sınıkları) bir duaciyle bütünleştirir. Günlük de öyle bir nesnedir ki ateş üstüne konulsa kokusu gökyüzüne doğru çıkar. Bu çocuk da büyüyünce Hak Teala'nın buyruğu ile göğe çıkacaktır! dediler.
* * *
Kimileri de şöyle demişlerdir:
-Bu hediyeleri İranlı padişahlardan birisi göndermişti ki o tarafın bilginleri Hazret-i İsa'nın dünyaya geleceğini Danyal (a.s.)'ın kitabında bulmuşlardı.
* * *
Kral Heredos bu haberi bunlardan alınca İsa (a.s.)'ı kıskandı. Haset etti. Büyüyünce Beyti Makdis'i ele geçirmesinden korktu. Kendisinin şanına ve saltanatına, ziyan geleceğinden endişelendi. Ve Hazret-i İsa'yı öldürmeğe niyetlendi. Fakat Hazret-i Meryem bu kötü kastı duydu. Hazırlandı. Bir eşeği vardı. Ona bindi. Hazret-i İsa'yı da yanına aldı. O Neccar, Yakub oğlu Yusuf'u yanına aldı ki bu İys(Hz. Yakub'un ikiz kardeşi) oğullarındandı, onu yoldaş edindi. Bir gece yola çıktı. Heredos'un korkusundan Mısır'a doğru yollandı. Hz. Meryem'in yanında bir habbe bile harçlığı yoktu. Mısır köylerinden bir köyde oturdu. Halini hiç kimseye bildirmiyordu. Yoksulluk ve mihnet içinde oğlu İsa'yı besler dururdu.
* * *
Bir rivayet de şudur:
-Hazret-i Meryem, oğlu İsa'yı bağlar, Yusuf'la birlikte ekin tarlalarından başak toplarlardı. Nefislerine ve İsa'ya nafaka yaparlardı. Mısır ülkesinde, nimeti bol, akarsuyu çok bir köy yoktu.
* * *
Kimileri de şöyle demiştir:
-O köy Şam yakınlarındaydı. Adına Guta derlerdi. Dımışk'la (Şam'la) Rem'e arasındaydı. Öyle ki Semerkant içinde Seğit şehri gibiydi. Memleketler ve meslekler konusunda şöyle denilir:
-Cihan içinde dört ülke vardır ki onlardan daha şerefli yer yoktur.
1-Seğit, ki Semerkant'tadır.
2-Biri Guta'dır ki Dımaşk'tadır.
3-Biri de Eyle ki, Basrada'dır.
4-Biri de Şa'b-i Büvan'dır ki İran'dadır. Şiraz köylerinden bir köydür. (Şa 'b, kabile, topluluk kavm, taife anlamına gelen bir kelimedir.)
İsa (a.s.) ile Hazret-i Meryem'in bulunduğu köyün şerefini ve nimetini Hak Teala Kur'an-ı Kerim'inde şöyle yad etmiştir: "Meryem'in oğlunu (İsa'yı) da annesini de (kudretimizi gösteren) bir alamet kıldık. Onları göz alabildiğine açık ve düz suyu bol yüksek bir yerde barındırdık." (Mü'minun suresi, ayet: 50)
Rabve, yüksek yere derler. O köyde bir kahya vardı. Saygılı, saadet ve nimet sahibiydi. Yoksulları ve garip kişileri hoş tutardı. Hazreti İsa ile anası Meryem'i evinde konuklar, onları hoş tutar ve saygı gösterirdi:
-Bu, mübarek bir kadıncağızdır. Hiçbir şeyciği yoktur. Oğlancığı da öksüzdür! der onları korurdu. Bu köyde çok zaman geçirdiler. Hazret-i Meryem o kişinin evinde kaldı. Nihayet İsa (a.s.) 12 yaşına erişti. Hazret-i İsa'nın bir alameti de şuydu:
O kahyanın evine bir gece, uğru (hırsız) girmişti. Evinden çok mal çalınmıştı, bundan ötürü kahya çok üzüldü. Meryem (r.anha)nın da hatırı perişan oldu. İsa (a.s.) eve geldi. Anacığına:
-Ana, sana ne oldu ki bu kadar üzgünsün? diye sordu. Hazret-i Meryem de:
-Nasıl üzülmeyeyim ey oğul! Şu evinde oturduğumuz ve sayesinde rahat yüzü gördüğümüz saygın kişinin evine hırsız girdi, nesi varsa, nesi yoksa aldı, sandığında, evinde hiçbir şey bırakmadı! dedi. Hazret-i İsa:
-Ben o malları alanı bulurum ve çalınan malı yerine getiririm! dedi. Kahya bu sözleri işitince sevindi. İsa (a.s.) Kahyaya:
-Dün gece evinde kaç kişi konuk olup yattı ise onları çağır, gelsinler! dedi. Kahya da onları evinde topladı. Onlar iki kişiydi. Birinin gözü yoktu, kördü. Birisi de kötürümdü. İsa (a.s.) kötürüm olan konuğa:
-Gel, bu gözsüz olanın sırtına bin! dedi. Kötürüm geldi. Gözsüzün sırtına bindi. Sonra gözsüze dedi ki:
-Ayakta dur! Gözsüz:
-Ben bir zayıf kişiyim. Bunu kaldırıp götüremem. Hazret-i İsa:
-Ya dün gece kaldırıyordun. Şimdi mi kaldıramıyorsun? Kalk! .. Gözsüz kalktı. Sonra bir ip getirdi. Gözsüzün beline bağladı. Kötürüme de:
-Şu pencereye çık. Gözsüzü çek, yukarı çıksın! dedi. Kötürüm:
-Çekemem! dedi. O zaman İsa (a.s.):
-Ama, dün gece ne güzel, ne hoş çekmişsin! dedi.
Ancak, o konukların yattığı odadan, kahyanın hazinesi bulunan odaya geçilen bir delik vardı. Gözsüzle kötürüm el birliği etmişlerdi ve İsa (a.s.)'ın dediği gibi kötürüm, gözsüzün sırtına binerek o pencereye çıkmıştı. İple de gözsüzü yukarı çekmiş, pencereden aşağıya sarkıtmıştı. Gözsüz inmiş, sandıktan altın, gümüş, her ne varsa almıştı. Kötürüm yine onu çekip oradan çıkarmıştı. Ve yine o delikten o konuk odasına iple sarkıtmış, kendisi yine gözsüzün sırtına binmiş ve yere inmişti. İşte bu yolda Kahya'nın mallarını uğurlamışlardı( çalmışlardı).
İsa (a.s.) onların halini böylece açıklayınca çaresiz doğruyu söylemişler, aldıkları malı eksiksiz olarak yine geriye getirmişlerdi. Kahya o malın yarısını Hazret-i Meryem'e verdi:
-Bu çocuğa nafaka olsun, dedi. Sonra da:
-Siz mübarek kişiler imişsiniz. Benim evimden gitmeyin. Malım ve hazinelerim oğlun İsa'nın elinde olsun! dedi.
***
Bundan sonra da İsa (a.s.)'a ikinci bir alamet daha zahir oldu ki şuydu; O Kahya ulu bir düğün yapmıştı. Çevreden sayısız kişiler çağırıp büyük ziyafetler vermişti, yenilmiş içilmişti. O zamanda şarap içmek haram değildi. Kahya'nın evde nice nice şarap küpü vardı. Hepsi de o düğünde harcanmıştı. Birkaç gün sonra Kahya'nın daha birkaç dostu geldi. Onları da konukladı: Küpün dibinde kalmış şarap vardı, diye küpler açıldı. Fakat bir damla şarap bile bulunamadı. Dört yana adamlar salındı. Hiç, bir damla şarap elde edilemedi. Kahya rahatsız oldu. Şarap bulamadım diye gönlü perişan hale geldi. Hemen İsa (a.s.) çıkıp geldi. O küplerin bulunduğu mahzene girdi. Hangi küpün üstüne elini koydu ise, o küp baştan başa şarapla doldu. Böylece Hazret-i İsa'dan bu türlü bir mucize görmüş oldu.
***
Hazret-i İsa otuz yaşına basınca çok hikmetler öğrendi. İncil'in hükümlerini çok doğru biliyordu. Nice marifetler, mucizeler gösterdi. Böylece Allahü Teala yine Beyti Makdis'e gelmesini emir buyurdu. Sonra Allahü Teala'dan:
-İncil hükümlerini ve kendi şeriatini halka bildir ki sana iman getirilsin! diye emir aldı.
Hazret-i İsa Allah 'tan bu emri alınca, Meryem ana ile birlikte Beyti Makdis'e geldiler.
***
Hazret-i İsa'nın Beyti Makdis'ten ayrılıp gittiği o ayrılık zamanlarında ise İsrailoğulları toplanıp Zekeriyya (a.s.) 'ı şehit etmişlerdi.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder