23 Şubat 2022 Çarşamba

İki şey, kişiyi gözden düşürür: 1) Demagoji (Lâf kalabalığı); 2) Kendini vazgeçilmez gibi görmek.

"BİR DİRHEM YÜZ BİN DİRHEMİ GEÇTİ."

 

"BİR DİRHEM YÜZ BİN DİRHEMİ GEÇTİ."

Resûlullah Efendimiz (s.a.v.) "Bir dirhem yüz bin dirhemi geçti." buyurdular. - Yâ Resûllulah bir dirhem yüzbin dirhemi nasıl geçer. denildi. Buyurdular ki; - "Bir adamın iki dirhemi vardı. Birini alıp sadaka verdi. Diğer adamın çok malı vardı. Ondan yüz bin dirhem alıp sadaka verdi."

Hz. Hüdâyî’nin Bir Mektûbu

 Hz. Hüdâyî’nin Bir Mektûbu

Bu leyle-i mes’ûde hakkında pîr-i ma’âlî semîr-i tarîk-ı Celvetî Azîz Mahmûd Hüdâyî (k.s.) efendimizin Sultân Ahmed Hân-ı evvel Hazretlerine yazmış oldukları mektûbda fezâ’ilinden ve esrarından bahs olunduğu cihetle bi-‘aynihi nakliyle tezyîn-i sahîfe eylerim: “Receb-i şerifin 27. gecesi mi’râc-ı Muhammedî ile’l-makâmi’l Mahmûdi’l ahadîdir. Ta’zîm ve tefhim lâzımdır. Harâmeyn ehli kemâl mertebede ri’âyet ederler.
turkdervisi
Ahâlî-i Harâmeynin Bu Leyle-i Mukaddeseye Ri’âyeti
Harâmeyn-i muhteremeyn ahâlî-i kirâmı bu leyle-i mes’udeye pek ziyâde hürmet ederler. Bu leyle-i mes’udeyi harem-i şerîf-i nebeviyyede imrâr etmek ve nâ’il-i mesûbât-ı bî-şümâr olmak emniyye-i şefâ’at-hâhânesiyle Mekke-i Mükerreme’den her sene Şehr-i Receb’de bir a’zam kâfile teşkil olunur. Ve şehr-i Receb’in 23’ünde Medîne-i Münevvere’ye vâsıl olmak üzere yola çıkarlar ki bu kâfileye “Recebeyn” kafilesi derler. Bu kâfilenin sûret-i visâl ve ziyâretini beyânen Hz. Şeyh Sünbül Sinân-ı Halveti hangâhında zâkirbaşı iken irtihâl-ı dâr-ı bekâ eyleyen mazanne-i kirâmdan Şikârî-zâde el-Hâc Ahmed Efendi Tayyibetü’l-Ezkâr’ında buyurur:
Ma’lûm ola ki Receb-i Şerifin on ikinci gecesi ehl-i Medine Hz. Seyyidinâ Hamza (r.a.)’nın (‘amm-i Resûldür) Medîne-i Münevvere’ye bir buçuk sâ’at mesâfede Cebel-i Uhud kurbunda müstakil bir türbe-i şerifleri civârında çadırlar kurarlar, şenlikler ederler. Hz. Hamza’yı ziyâret ederler. Receb’in 23’ünde Mekke-i Mükerreme’den Recebeyn kâfilesi de gelir. Ve etrâftan gürûh gürûh urbân cem olur. Medîne-i Münevvere’de üç gün üç gece bir cem’iyyet olur ki Hac vaktindeki kalabalıkdan ziyâdedir.
Medîne-i Münevvere inil inil inler. Hecinler ile evlat ve ıyâli beraberinde Yemen’den, Tâ’if’ten, şarktan, Yenbü’dan daha nice kabâ’il gelir. Her birinin gözlerinden yağmur gibi yaş akarak ve kasâ’id okuyarak ve “es-Salâtu ve’s-selâmu ‘aleyke yâ şefi’a’l- muznibîn yâ Resûlallâh el-emân. (Salât ve selâm üzerine olsun ey günahkârların şefaatçisi, ey Allah’ın Resûlü emân ver.)” diye feryâd ve figân ederek Harem-i Şerife dâhil olup yüzlerini sürerek huzûra varır. Ve atebe-i sa’âdete sarılıp bir mertebe bükâ ederler ki insân mütehammil değildir. Bir adamın kalbi taş gibi olsa yağ gibi erir. Bu üslûb üzere üç gün üç gece Harem-i Şerifin içinde halka halka huzûra karşı otururlar, içlerinden birisi elhân-ı ‘Arabî ile medh-i Resûle başlayıp bir miktâr okuyarak yine başlarlar. Cümlesi bir ağızdan bükâ ederek “Merhaben bike yâ Muhammed! Merhaba, merhabâ fi merhabâ, yâ hilâl hel min vâdi’l-kubbâ yâ men ezhara’d-dîne ve nebâ” diye niyâz ve tazarru’ ve istirhâma başlarlar. Harem-i Şerifin içinde hâzır olanların vücûdları bilâ-ihtiyâr lerze-nâk olup her bir mûyu ok gibi libâsından dışarı çıkacak gibi olur. Gözlerinden akan yaş ta’bîr olunamaz ve kimse tâkat getiremez. Herkes mehbüt olur. Üç gün üç gece bu hâl üzere geçer. Dördüncü gün akşamı ki mi’râc gecesidir. Ba’dehu salâtü’l-‘asr (bâbu’r-rahme) o günde huzûra karşı bir kürsî konulup, mu’cize-i Nebeviyye ve mi’râc-ı Muhammedîyi mübeyyin manzûmeler kırâ’at olunur. Cümle eşrâf-ı belde hâzır olurlar. Harem-i Şerifin içi dışı ve meydân bir dolar ki iğne atsan yere düşmez. Güneş gurûb edinceye dek salât ve selâm ile ve bu sûretle vakit geçirilir.
Bir mehâbetli meclis olur ki vasfa gelmez. O gece tâbe- sabah ‘ibâdet ile imrâr-ı vakt edilir. Şafak vakti salât-ı fecri edâ ederler. Hecîn ile gelenler yine hecinlerine süvâr olup “el-vedâ ya Muhammed el-vedâ'” diyerek tazarru’ ve niyâz ederek kasideler okuyarak giderler. Kâfile kâfile herkes dağılır. Memleketlerine azîmet ederler. Ertesi gün Medîne-i Münevvere tenhalaşır. Elsine-i Arab’da buna “Hacc-ı Nebî” ta’bir ederler. Cenâb-ı Hak kalbimizde ‘aşk-ı Resûlu’llâhı ânen-fe-ânen müzdâd buyursun. Âmîn.


EFENDİMİZ (S.A.V.)’İN MERHAMETİ

 EFENDİMİZ (S.A.V.)’İN MERHAMETİ

Uhud’da atılan taşların isabet etmesiyle Hz. Peygamber (s.a.v.)’in mübarek yüzü kana boyandı. Bu hali ile yine Kureyşliler’in ıslahı için, “Allah’ım, kavmime hidayet ver. Çünkü onlar bilmiyorlar” duâsını ahad olan Allah (c.c.)’un dergâhına arzediyordu.
Bilinmeli ki, işkenceye sabretmek nefsin cihadıdır. Cenâb-ı Hakk nefsi, kendisine bir zarar, bir kötülük geldiği zaman rahatsız olsun ve elem çeksin diye yarattı. Bunun içindir ki, Hz. Peygamber (s.a.v.)’e bu işkence güç geldi, acı çekti fakat sabretti. Çünkü sabredenlere Cenâb-ı Hakk’ın verdiği ecir ve sevabın sonsuz olduğunu biliyordu ve işkenceye sabretmek, dayanmak, kendisine gelen bir belâ hakkında idi. İslâm dini hakkında değildi. Eğer İslâm dinini küçültüp ona ihanet, hakaret edilseydi o zaman Cenâb-ı Hakk’ın şerefli emrine uyup Kur’an-ı Kerim’deki meâlen; “Ey Peygamber, kâfirlerle, münafıklarla savaş, onlara karşı sert davran...” (Tevbe s. 73) hükmüne göre kâfir ve münafıklarla savaşır, onlara karşı sert ve şiddet gösterirdi. Kendisine gelen haksızlıklara karşı sabırlı idi.
İmâm Buhâri, Enes bin Mâlik (r.a.)’in şöyle anlattığını söylüyor: “Ben Hz. Peygamber (s.a.v.)’le gidiyordum. Resûlullah (s.a.v.)’in sırtında kenarları kalın bir aba vardı. Bir Arabî geldi ve abasına yapışıp kuvvetli çekti. Mübarek omuzunun üstünde abanın kaim kenarının geldiği yere baktım çizilmişti. Sonra Arabî, “Ya Muhammed (s.a.v.), emret, Allah (c.c.)’un malından bana versinler” dedi. Hz. Peygamber (s.a.v.) dönüp ona baktı, gülümsedi ve kendisine mal verilmesini emir buyurdu.
İşte nefsi ve malı yönünden gösterdiği bu sonsuz sabır ve fedakarlıkla, güzel ve seçkin ahlâkıyla insanları kendine bağladı, itaât ettirip İslâm’a getirdi. Zorla ve nefretle değil, isteyerek ve severek müslümanlığı kabul ettirdi.
(İmâm Kastalanî, Mevahib-ü Ledünniye, 326.s.)


Kelime anlamı süs ve ziynet ol

 Kelime anlamı süs ve ziynet olarak karşılanan "HİLYE" İslam sanatında, Peygamberimiz Efendimizin fiziksel özellikleri ve güzelliğini sade bir dille detaylı biçimde anlatan eserlere verilen genel addır. Hilye yazmak, hat ustasının ilk uğraşı olduğu gibi Hilye'yi yaşanılan mekanlara asmak ise kadim bir gelenek olmuştur asırlarca. Fotoğrafta Mescid-i Nebevî'de "Dekketü'l-Ağavât" ismi verilen sekinin yan duvarına asılı bulunan bir Hilye-i Şerif görülmektedir. Sultan Abdülaziz Han döneminde hazırlanan bu eser, günümüzde Peygamber Mescidinde varlığını devam ettiren tek Hilye'dir. Çerçevesinde bulunan işçilik, dönemin sanat zevkini ortaya koyar. Tik ağacından mamul olan ahşap çerçeve yıldız ve çiçek motifleriyle süslenmiştir.



Osmanlı Padişahı Sultan I. Abdülhamit Han'ın inşa ettirdiği Zemzem kuyusu binası uzun yıllar kullanıldı. Bu bina iki katlı olup Kâbe'nin 20 metre ilerisinde doğu tarafında bulunuyordu. Tavaf alanını daraltmasından dolayı ilk defa 1963 yılında Zemzem binasının kaldırılması ve zemzem kuyusunun zemine alınması gündeme geldi. 1979 senesinde zemzem kuyusu zeminde müstakil bir alana alınmış, girişi ise doğu revaklarına yakın bir yere yapılmıştı. O yıllarda Mukaddes Kuyuyu ziyaret edecek olanlar merdivenle aşağı iner, kuyuyu rahatlıkla görebilirlerdi. Yaşanan izdihamlar gerekçe gösterilerek 2001 yılında kuyuya giden kısım tamamiyle kapatıldı. Bugün sadece zemzem kuyusunda çalışan vazifeliler kuyuyu görebilmektedirler. Fotoğrafta zemzem kuyusunun günümüzdeki hâli ve üzerinde bulunan su motorları görülmektedir.

 


Medîne’ni

 Medîne’nin tozu sıfadır...

Resulullah (sav) Tebük'ten dönünce, (sefere katılmayıp Medine'de kalmış olan) mütehallifinden bazıları onu karşıladılar. Bu sırada toz kaldırdılar. Bunun üzerine beraberinde bulunanlardan bazıları burunlarını sardı. Resulullah (sav) yüzündeki sargıyı çıkardı ve: "Nefsimi kudret elinde tutan zata yemin olsun. Medine'nin tozu, her hastalığa şifadır!" buyurdu ve O'nun devamla "Cüzzamdan, barastan (ala terlikten)" diye saydığını gördüm. [Rezin tahric etmiştir.]
Ravi: Sa'd
Kaynak: Rezin