Hz. Hüdâyî’nin Bir Mektûbu
Bu leyle-i mes’ûde hakkında pîr-i ma’âlî semîr-i tarîk-ı Celvetî Azîz Mahmûd Hüdâyî (k.s.) efendimizin Sultân Ahmed Hân-ı evvel Hazretlerine yazmış oldukları mektûbda fezâ’ilinden ve esrarından bahs olunduğu cihetle bi-‘aynihi nakliyle tezyîn-i sahîfe eylerim: “Receb-i şerifin 27. gecesi mi’râc-ı Muhammedî ile’l-makâmi’l Mahmûdi’l ahadîdir. Ta’zîm ve tefhim lâzımdır. Harâmeyn ehli kemâl mertebede ri’âyet ederler.
turkdervisi
Ahâlî-i Harâmeynin Bu Leyle-i Mukaddeseye Ri’âyeti
Harâmeyn-i muhteremeyn ahâlî-i kirâmı bu leyle-i mes’udeye pek ziyâde hürmet ederler. Bu leyle-i mes’udeyi harem-i şerîf-i nebeviyyede imrâr etmek ve nâ’il-i mesûbât-ı bî-şümâr olmak emniyye-i şefâ’at-hâhânesiyle Mekke-i Mükerreme’den her sene Şehr-i Receb’de bir a’zam kâfile teşkil olunur. Ve şehr-i Receb’in 23’ünde Medîne-i Münevvere’ye vâsıl olmak üzere yola çıkarlar ki bu kâfileye “Recebeyn” kafilesi derler. Bu kâfilenin sûret-i visâl ve ziyâretini beyânen Hz. Şeyh Sünbül Sinân-ı Halveti hangâhında zâkirbaşı iken irtihâl-ı dâr-ı bekâ eyleyen mazanne-i kirâmdan Şikârî-zâde el-Hâc Ahmed Efendi Tayyibetü’l-Ezkâr’ında buyurur:
Ma’lûm ola ki Receb-i Şerifin on ikinci gecesi ehl-i Medine Hz. Seyyidinâ Hamza (r.a.)’nın (‘amm-i Resûldür) Medîne-i Münevvere’ye bir buçuk sâ’at mesâfede Cebel-i Uhud kurbunda müstakil bir türbe-i şerifleri civârında çadırlar kurarlar, şenlikler ederler. Hz. Hamza’yı ziyâret ederler. Receb’in 23’ünde Mekke-i Mükerreme’den Recebeyn kâfilesi de gelir. Ve etrâftan gürûh gürûh urbân cem olur. Medîne-i Münevvere’de üç gün üç gece bir cem’iyyet olur ki Hac vaktindeki kalabalıkdan ziyâdedir.
Medîne-i Münevvere inil inil inler. Hecinler ile evlat ve ıyâli beraberinde Yemen’den, Tâ’if’ten, şarktan, Yenbü’dan daha nice kabâ’il gelir. Her birinin gözlerinden yağmur gibi yaş akarak ve kasâ’id okuyarak ve “es-Salâtu ve’s-selâmu ‘aleyke yâ şefi’a’l- muznibîn yâ Resûlallâh el-emân. (Salât ve selâm üzerine olsun ey günahkârların şefaatçisi, ey Allah’ın Resûlü emân ver.)” diye feryâd ve figân ederek Harem-i Şerife dâhil olup yüzlerini sürerek huzûra varır. Ve atebe-i sa’âdete sarılıp bir mertebe bükâ ederler ki insân mütehammil değildir. Bir adamın kalbi taş gibi olsa yağ gibi erir. Bu üslûb üzere üç gün üç gece Harem-i Şerifin içinde halka halka huzûra karşı otururlar, içlerinden birisi elhân-ı ‘Arabî ile medh-i Resûle başlayıp bir miktâr okuyarak yine başlarlar. Cümlesi bir ağızdan bükâ ederek “Merhaben bike yâ Muhammed! Merhaba, merhabâ fi merhabâ, yâ hilâl hel min vâdi’l-kubbâ yâ men ezhara’d-dîne ve nebâ” diye niyâz ve tazarru’ ve istirhâma başlarlar. Harem-i Şerifin içinde hâzır olanların vücûdları bilâ-ihtiyâr lerze-nâk olup her bir mûyu ok gibi libâsından dışarı çıkacak gibi olur. Gözlerinden akan yaş ta’bîr olunamaz ve kimse tâkat getiremez. Herkes mehbüt olur. Üç gün üç gece bu hâl üzere geçer. Dördüncü gün akşamı ki mi’râc gecesidir. Ba’dehu salâtü’l-‘asr (bâbu’r-rahme) o günde huzûra karşı bir kürsî konulup, mu’cize-i Nebeviyye ve mi’râc-ı Muhammedîyi mübeyyin manzûmeler kırâ’at olunur. Cümle eşrâf-ı belde hâzır olurlar. Harem-i Şerifin içi dışı ve meydân bir dolar ki iğne atsan yere düşmez. Güneş gurûb edinceye dek salât ve selâm ile ve bu sûretle vakit geçirilir.
Bir mehâbetli meclis olur ki vasfa gelmez. O gece tâbe- sabah ‘ibâdet ile imrâr-ı vakt edilir. Şafak vakti salât-ı fecri edâ ederler. Hecîn ile gelenler yine hecinlerine süvâr olup “el-vedâ ya Muhammed el-vedâ'” diyerek tazarru’ ve niyâz ederek kasideler okuyarak giderler. Kâfile kâfile herkes dağılır. Memleketlerine azîmet ederler. Ertesi gün Medîne-i Münevvere tenhalaşır. Elsine-i Arab’da buna “Hacc-ı Nebî” ta’bir ederler. Cenâb-ı Hak kalbimizde ‘aşk-ı Resûlu’llâhı ânen-fe-ânen müzdâd buyursun. Âmîn.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder