6 Nisan 2022 Çarşamba

Diyorlar ki ; "Ramazan" günü sokak ortasında su içilir mi?

 

❗ORUÇ TUTMAYANLAR KARŞINDA YIYIP-İÇERKEN, SEN KEVSER HAVZUNA DOĞRU YÜRÜ KARDEŞİM❗

👉Diyorlar ki ;
"Ramazan" günü sokak ortasında su içilir mi?
Hiç mi saygıları yok?
Hiç mi Allah korkuları yok?
➖Diyorum ki;
Bırak kardeşim yiyen yesin, yeter ki sen yeme Orucunu..
O karşında su içerken, sen Kevser’e doğru koşacaksın.
--O yemek yerken, sana cennette adını bile bilmediğin nice güzel yiyecekler hazırlanacak.
Sen iftarın muhteşem sevincini yaşarken, o fark etmese de, tutamadığı bir orucun daha ızdırabını yaşayacak.
--Senin iftarda içtiğin suyun tadını, o asla alamayacak.
--Orucunu katletmesi onun imtihanıdır, ona karşı sabırlı olman da senin imtihanın.
--O karşında yiyecek sen sabredeceksin.
O buz gibi suyu kana kana içecek, sen Allah (cc) diyeceksin.
--Hatta bazen: “Bu sıcakta aç susuz kalınır mı, bu ne yobazlık?” deyip alay edecek, sen gülümseyip geçeceksin.
--İmtihanın burada bitti mi sanıyorsun? Hayır!
Bir de oturup onun hidayeti için dualar edeceksin.

➖Ramazan-ı şerif; Allah’ın (cc) Müminlere yani iman edenlere bir hediyesidir, iman etmeyenlere ise bir eziyettir.
➖Ramazan-ı şerif; Hak ile batılı birbirinden ayıran bir hüccettir.
Sen sevapları yükleneceksin, en fazla ona oruç Allah'ın (cc) bir emri olduğunu telkın ve tebliğ edersin hala uymassa hidayeti için dua edersin.
Bırak kardeşim yiyen yesin ;
Sen yeme Orucunu.!!


muhakkak bildirir.”

 SALEVÂTLARIN RESÛLULLÂH (S.A.V.)’E ARZEDİLİŞİ

Mübârek kabirlerinde bir melek durur ve ümmetinin salevâtını Resûlullâh (s.a.v.)’e arzeder. İmâm Ahmed ve Nesâî böyle rivâyet etmişlerdir. Fakat Hâkim, şu hadîsi bildiriyor: “Muhakkak ki Cenâb-ı Hakk’ın yeryüzünde gezen melekleri vardır. Bana ümmetimden selâm yetiştirirler” (H.Şerîf, Nesâî)
İsbahânî de Umâre’den aldığı şu hadîsi bildiriyor: “Bir melek var ki, Cenâb-ı Hakk ona bütün kulların konuştuklarını işitme imkânı vermiştir. O melek bana salevât getiren kimsenin salât ve selâmını muhakkak bildirir.”
Ümmetinin amelleri de Hz. Peygamber (s.a.v.)’e bildirilir, O (s.a.v.) de onlar için istiğfar eder.
Abdullâh bin Mübârek (rh.a.) Saîd b. Müseyyeb (r.a.)’in şöyle anlattığını yazıyor: Her gün sabah ve akşam, ümmetinin amelleri Resûlullâh (s.a.v.)’e arzolunuyor. Efendimiz (s.a.v.) de onları yüzleri ve emelleriyle bilir. Bunu düşünerek ona göre amel etmek her mü’mine vâciptir.


böbrek iltihabını iyileştirir. Önemine

  Eski hekimler udi hindi ameliyatı yaparlardı. Hastada kist çıban ur varsa içten, udihindi verirlerdi. İki aya kitleden eser kalmazdı. Udihindi gizli ameliyat yapar. Bedende nerde bir kist varsa içten eritir. Kanser hastalarında en güvenli ameliyat yöntemi.

Udi Hindi yağını sabah ve akşam kullanmalısınız. Bu yağın faydasını görmek için en az bir ay içmek gerekir. Kanı sulandırıp damarları esnekleştirir, tansiyonu dengeler, beyin kan dolaşımını geliştirir, dikkati ve hafızayı güçlendirir, guatr düğümlerini eridir, pankreas iltihabı (pankreatit) zamanı çok faydalıdır, gut tümörlerini eridir, kurt kovucudur, şeker hastaları için vazgeçilmez şifa kaynağıdır. Kas ağrılarını azaltır, safra söktürücüdür, safra kesesi ve böbrek taşlarını eritir. Bağırsak arasındaki taşları eritir, sistit ve böbrek iltihabını iyileştirir. Önemine binaen Tekrar ediyoruz Bağışıklığı çok güçlendiriyor, yıllarca çektiğiniz alerjiyi yok eder. Damarların temizlediğinden ve kanı incelttiğinden kalp ve damar sistemi için şifalıdır.
Udi Hindi Yağı Nasıl Kullanılır?
***Eğer burnunuzda ve boğazınızda iltihap varsa günde iki kere bir tatlı kaşığı 15 gün
***Mide ve Bağırsak ( Reflü, ülser, gastrit, kolit, varis, basur) ve safra durgunluğunda günde 3 kez yemekten önce 1 çorba kaşığı içilir. Tedavi hastalığa bağlı olarak 10-20 gün yapılır.
***Bronşit, astım, akciğere su birikmesi, verem, hepatitler, cinsel isteğin azalması, idrar kaçırma, kadınlarda adet bozulması, alerji için ise bir çay kaşığı hakiki doğal bal, bir tatlı kaşığı udi hindi yağı ikisinden günde 3 kez için. Tedavisi 10-20 gün sürebilir.
***Ağız içi yaralarda, sık sık boğazda su gelmelerde, ağızdan hoş olmayan bir koku geldiğinde günde 1 tatlı kaşığı udi hindi yağı 2 kez alınır. Tedavisi 10-20 gün sürebilir.
***Udi hindi yağı guatr da faydalidir her gun kullanılır. 1 çay kaşığı Uduhindi yağı 1 bardak klorsuz suya eklerek 3 hafta günde iki defa kullanılr
Dışarıdan Boğaz yağlanır ve masaj yapılır

"Uzaktık, toprağını öpmek için efendim, kendim gelemez,

 Hz. Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ‘in torunu Hazret-i Hasan (ra)'ın neslinden gelen dört büyük kutuptan biri olan ve Rufâî Tarikatinin kurucusu Seyyid Ahmed Rufâî Hazretleri hacca gitmişti. Medine-i Münevvere'de Resul-ü Ekrem Efendimizin türbe-i saadetini ziyareti esnasında ona hitaben şu şiiri söyledi:

"Uzaktık, toprağını öpmek için efendim, kendim gelemez, vekil ruhumu gönderirdim.
Şimdi seni ziyaret nimeti oldu nasib, Ver mübarek elini, dudağım öpsün Habib!"
Şiir bitince, birden sevgili Peygamberimizin kabrinden, mübarek elleri göründü. Seyyid Ahmed Rufâî Hazretleri de son derece tazim ve hürmetle Peygamber efendimizin mübarek elini öptü. Orada bulunan herkes, hayretle hadiseyi gördü. Peygamber Efendimiz'in mübarek ellerini öptükten sonra, Kabr-i Şerif'in kapı eşiğine yattı. Ağlayarak, oradaki cemaate; "Üzerime basarak geçiniz!" diye yalvardı. Fakat insanlar o mübarek insana bu hareketi yapmaktan sakındılar.

― Terim olarak, ― “Gerçeğe mutabık olan hüküm” olarak tarif edilmiştir. ― Batıl kelimesinin zıddı olarak kullanılan hak kelimesinin çoğulu ise “Hukuk”tur. ― Her hak, bir takım sorum

   "KUL HAKKI..."   ― Hak kavramının İslâm dininde çok özel bir yeri vardır.  ― Hak kelimesi sözlükte,  ― “Gerçek, sabit ve doğru olmak; bir şeyi gerçekleştirmek; bir şeye yakinen muttali olmak” gibi anlamlara gelmektedir.


― Terim olarak,
― “Gerçeğe mutabık olan hüküm” olarak tarif edilmiştir.
― Batıl kelimesinin zıddı olarak kullanılan hak kelimesinin çoğulu ise “Hukuk”tur.
― Her hak, bir takım sorumlulukları da beraberinde getirmektedir. Her insanın üzerinde birçok hak ve sorumluluk bulunmaktadır.
― İnsan üzerindeki bu haklar, Allah’ın hakları ve yaratılmışların hakları diye iki kısımda özetlenebilir.
― Allah’ın üzerimizdeki hakları, O’nun varlığına vebirliğine inanmak, hiç bir şeyi ortak koşmadan O’na ibadet edip emirlerini tutmak ve yasaklarından sakınmaktır.
― Kul hakkı, hayatta daha çok
― İnsanların canları, bedenleri,
― Irz ve namusları,
― Manevî şahsiyetleri,
― Makam ve mevkileri,
― Dinî inanç ve yaşayışları gibi konulardaki kişilik haklarıyla, mallarına ve aile fertlerine ilişkin haklardan oluşmaktadır. Bunlara yönelik olarak yapılan kötülükler, verilen zararlar kul hakkına tecavüz sayılmaktadır.
― Kur’an’da hukukullah tabiri geçmemekle birlikte bir çok ayette hak, adalet, kıst ve zulüm gibi kavramlar kul haklarıyla ilgili olarak kullanılmıştır. Ayrıca birçok ayette insanların haklarına saygı gösterilmesi istenmiş ve kul hakkına saldırı mahiyetindeki tutum ve davranışlar yasaklanmıştır.
― Kul haklarını iki kısımda değerlendirmek mümkündür.
― Birincisi, insanların sahip olduğu maddî ve manevî haklara tecavüz etmek, zarar vermektir.
― İkincisi ise; dinî, ahlakî ve hukukî hükümlerin onlara verilmesini gerekli kıldığı şeyleri vermemektir.
― Hırsızlık, ölçü ve tartıda hile yapmak, emanete hıyanet, kumar, tefecilik vb. gayri meşru yollarla, insanların birbirlerinin mallarını yemeleri, birbirinin canlarına kıymaları gibi günahlar, maddî manadaki kul haklarına örnektir.
― Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
― “Aranızda birbirinizin mallarını haksız yere yemeyin. İnsanların mallarından bir kısmını bile bile günaha girerek yemek için, onları hâkimlere (rüşvet olarak) vermeyin.”
*. . . ― Bakara sûresi 188.
― “Ey iman edenler!
― Karşılıklı rızaya dayanan ticaret olması hâli müstesna, mallarınızı, batıl (haksız ve haram yollar) ile aranızda (alıp vererek) yemeyin. Ve kendinizi öldürmeyin. Şüphesiz Allah, sizi esirgeyecektir.”
* . . . ― Nisa sûresi 29.
― İftira, alay, arkadan çekiştirme, kötü lâkap takma, sui zan, kusur arama, gıybet gibi günahlar da insanların manevî şahsiyetlerine zarar veren, kul hakkıyla ilgili günahlara örnektir.
― Bu tür kul hakkı ihlâllerini önlemek için ise Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:
― “Ey iman edenler!
― Zannın çoğundan sakınınız. Çünkü zannın bir kısmı günahtır. Birbirinizin kusurunu araştırmayın. Biriniz diğerini arkasından çekiştirmesin (aleyhinde konuşmasın).
― Biriniz, ölmüş kardeşinin etini yemekten hoşlanır mı?
― İşte bundan tiksindiniz. O halde Allah'tan halde korkun. Şüphesiz Allah, tövbeyi çok kabul edendir, çok esirgeyendir.”
* . . . ― Hucürat sûresi 12.
― Yukarıda zikretmiş olduğumuz ayetlerde açıkça görüldüğü üzere, Yüce Allah, her türlü insan haklarına son derece önem vermiş ve bu hakların gözetilmesini emretmiştir. Her ne suretle olursa olsun, insanların haklarına tecavüz edip onlara haksızlık yapanlar, zalimler grubuna girmektedir ki,
― Cenab-ı Allah Kur’an-ı Kerim’in birçok ayetinde onları şiddetle yermiş ve onlar için büyük azaplar hazırlandığını bildirmiştir :
― “Sorumluluk, ancak insanlara zulmedenlere ve yeryüzünde haksız yere taşkınlık edenlere aittir. İşte böylelerine acı bir azap vardır.”
* . . . ― Şuara sûresi 42.
― “Zalimlerin varacağı yer ne kötüdür!”
― Âl-i imran sûresi 151.
― “Zalimler için yardımcılar yoktur.”
― Bakara sûresi 270.
― “Biliniz ki, Allah'ın laneti zalimlerin üzerinedir.”
* . . . ― Al-i imran sûresi 192.
― Kur’an-ı Kerim’de, kul hakkı ile ilgili ve kullar arasındaki adalet esaslarını tespit eden birçok ayetten sonra:
― “İşte bu Allah’ın hudududur, ona tecavüz etmeyin.”
* . . . ― Bakara sûresi 229.
― Mealinde ilâhî ikazlar gelmektedir. Demek ki, kul hakkını çiğnemek, Allah’ın hududuna tecavüz olarak kabul edilmektedir.
― Hz. Peygamber (s.a.v.) kul haklarının ihlâli niteliğindeki tutum ve davranışların yanlışlığını, kötülüğünü, dünya ve ahirette doğuracağı zararları bir çok hadiste anlatmış ve insanları bu türlü kul hakkı ihlâllerinden sakındırmıştır.
― Nitekim Hz. Peygamber (s.a.v.) insanların birbirlerine şefkat ve merhametle davranmaları gerektiğini şöyle ifade etmektedir:
― “İnsanlara merhamet etmeyene, Allah ta merhamet etmez.”
― Hz. Peygamber (s.a.v.), olgun mümini ise şöyle tarif etmektedir:
― “Hiç kimse kendisi için beğenip istediğini, din kardeşi, komşusu için de istemedikçe; komşusu onun kötülüğünden emin olmadıkça, olgun mümin olamaz.”
― “Müslüman, elinden ve dilinden başka Müslümanların zarar görmediği kimsedir.”
― “Müslüman Müslüman’ın kardeşidir; ona yalan söylemez, ihanet etmez, kötülük yapmaz, onu aşağılamaz, kötülük edebilecek birinin eline bırakmaz.”
― “Müslümanların kanları, malları, namusları ve şerefleri, kendi aralarında kutsal Mekke kadar, hac ayları ve günleri kadar saygındır, dokunulmazdır.”
― Kul haklarını ihlâl eden kişiyi müflis (iflas etmiş) olarak niteleyen Hz. Peygamber (s.a.v.), Ebu Hureyre (r.a.)’ın rivayet ettiği bir hadiste bunu şöyle açıklamıştır:
― Rasûlullah (s.a.v.) ashabına:
― “Müflis kimdir bilir misiniz?” diye sordu.
― Ashab :
― “Bizim aramızda müflis, hiç bir dirhemi ve eşyası olmayan kimsedir.” dediler.
― Bunun üzerine Rasülüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
― “Benim ümmetimden müflis o kimsedir ki, kıyamet gününde namaz, oruç ve zekât gibi ibadetlerini yerine getirmiş olarak Allah’ın huzuruna gelir.
― Ancak bu ibadetlerin yanında öyle günahlar da işlemiştir ki, kimilerine sövüp saymış, kiminin kanını akıtmış, kiminin malını yemiş, kimine zina iftirasında bulunmuştur.
― Bu durum karşısında, onun ibadetlerden elde ettiği sevaplardan alınıp hak sahiplerine dağıtılır.
― Eğer ibadetleri ve iyilikleri bu hakları ödemeye yetmezse, hak sahiplerinin günahlarından alınıp hak yiyenin günahlarına eklenir.
― Böylece sevapları elinden gitmiş, günahları ise daha da artmıştır.
― İşte böylece, müflis durumuna düşmüş olan bu kişi cehenneme atılır.”
― İslâm âlimleri çeşitli ayet ve hadislere dayanarak, günahları büyük günahlar ve küçük günahlar şeklinde iki kısma ayırmışlardır.
― Büyük günahların çoğu ise, kul haklarıyla ilgilidir. İşlenen günahlardan kurtulmak için tövbe etmek gereklidir.
― İslâm âlimleri, yapılan tövbenin kabul olunması hususunda şöyle demişlerdir:
― Şayet işlenen günah yalnız Allah’a karşı olup kul hakkına taalluk etmiyorsa, bu gibi günahtan tövbe etmenin üç şartı vardır:
1 ― O günahı terk etmek,
2 ― Onu işlediğine pişman olmak,
3 ― O günahı bir daha işlememeğe azmetmek.
― Bu üç şartın biri eksik olursa tövbe geçerli değildir.
― Eğer işlenen günah kul hakkı ile ilgili ise bu türlü günahtan tövbenin dört şartı vardır. Bunların üçü yukarıda zikredilen üç şarttır.
― Dördüncüsü de hak sahibine hakkını ödeyerek arınmaktır.
― Şayet bu hak, mal ve benzeri ise, tövbe eden kimse, onu sahibine iade eder.
― Eğer bu hak, zina iftirası atmak sebebiyle lâzım gelen hadd cezası ise, hak sahibinin o haddi icra etmesine imkân verir yahut affını diler; eğer o hak gıybet ise kişi, gıybet ettiği kimseden helâllik almadıkça, bu günahın cezasından kendini kurtaramaz.
― İslâm dini, kul hakkına çok önem vermiştir. Allah Teâlâ tövbe ettikleri takdirde insanların yaptıkları çeşitli günahları, affettiği hâlde; kul hakkını, hak sahibi affetmedikçe affetmemektedir.
― O bakımdan Müslümanlar çok dikkatli olmalı, üzerlerine kul hakkı geçirmemelidirler. Aralarında sık sık helâlleşmeyi âdet edinmeli, geçmişte bir kulun hakkını yemiş ise onu hemen iade etmeli ve helâlleşmelidir.
― Netice olarak diyebiliriz ki, Allah haklarına riayet etmekle emrolunduğumuz gibi; kul haklarına da dikkat etmek zorundayız. İnsanları huzursuz edecek fitne ve fesattan, kendimize yapılmasını istemediğimiz şeyleri başkalarına yapmaktan son derece sakınmalıyız. Bütün insanların malını, kanını, namus ve şerefini, kendimizinki kadar kutsal saymalıyız.
― İnsanlara hakaret etmekten,
― Maddî ve manevî haklarını zedelemekten,
― Yalan ve iftiralarla,
― İnsanların şahsiyetleri ile oynamaktan her zaman uzak durmalıyız...!!!

26 Mart 2022 Cumartesi

Bir gün Sultan Dördüncü Murad'a gelip, subaşılardan (polis) birinin halktan rüşvet aldığını, bildirdiler.

 Bir gün Sultan Dördüncü Murad'a gelip, subaşılardan (polis) birinin halktan rüşvet aldığını, bildirdiler.

Padişah hemen bir müfettiş görevlendirdi ve şikâyeti araştırmasını emretti. Müfettiş tam bir ay adamı takip ettiği halde suçüstü yakalayamadı. Gelip durumu Padişah'a arzetti:
— Padişahım, zannedersem halk yanılıyor, şikâyet edilen subaşının rüşvet aldığına dair bir işarete rastlamadım.
Padişah kaşlarını çattı:
— Benim halkım yanılmaz, dedi, ama sende feraset yoktur.
— Feraset de ne ola ki Padişahım? Şöyle cevap verdi:
— Peygamber Efendimiz (sas) buyuruyor ki:
"Mü'minin ferasetinden sakının. Çünkü o Allah'ın nuruyla bakar." Feraset üstün zekâ. üstün kabiliyettir, anlayıştır. Hadi git...
Müfettişi gönderdikten sonra rüşvet aldığı iddia edilen subasını huzuruna çağırttı. Ona bir kese uzattı.
— Bunu al, sabah namazında Ayasofya Câmii'ne git, top kandilinin altında seni bekleyen fakire ver.
Adam keseyi aldı, kuşağının arasına koydu ve izin isteyip Padişahın huzurundan ayrıldı.
Ve sabah namazında Ayasofya Camii'ne gitti... Padişah'ın söylediği yerde kendisini bekleyen dilenci kılıklı adama keseyi uzattı:
Adam keseyi aldı.
— Allah Padişahımıza ve devletimize zeval vermesin, diye dua ederek koynuna attı. Subaşı gittikten sonra keseyi koynundan çıkarıp saydı. Yalnızca beş altın vardı.
Ertesi gün öğle üzeri halk rüşvetçi subaşının padişah tarafından yakalanıp cezalandırıldığı haberiyle bayram ediyordu. Bir belâdan kurtulmuşlardı.
Müfettiş işi merak etti. Kendisi bir ay peşinde dolaştığı halde adamı yakalayamamıştı da, padişah bir gece içinde bunu nasıl başarmıştı? Huzuruna çıkıp sorunca Padişah:
— Feraset dediğim budur işte. dedi. Adama verdiğim kesede elli altın vardı. Ama camide bekleyen fakire sadece beş altın verdi. Demek kırk beş altını kendi cebine attı. Böylece haram yediği anlaşıldı.
— Padişahım, kesede beş altın olduğunu nereden bildiniz?
Dördüncü Murad güldü:
— Camideki dilenci bendim. Bir suçluyu yakalamak için yapmayacağım yoktur. Çünkü ben Allah'tan korkarım.
Müfettiş, Padişahın ellerini minnetle öptükten sonra:
— Ferasetin ne demek olduğunu anladım, diye mırıldandı...!!!

TEŞEHHÜTTE İŞARET PARMAĞI İLE İŞARET ETME MESELESİ

 

TEŞEHHÜTTE İŞARET PARMAĞI İLE İŞARET ETME MESELESİ
144 - أَخْبَرَنَا مَالِكٌ، أَخْبَرَنَا مُسْلِمُ بْنُ أَبِي مَرْيَمَ، عَنْ عَلِيِّ بْنِ عَبْدِ الرَّحْمَنِ الْمُعَاوِيِّ، أَنَّهُ قَالَ: رَآنِي عَبْدُ اللَّهِ بْنُ عُمَرَ وَأَنَا أَعْبَثُ بِالْحَصَى فِي الصَّلاةِ، فَلَمَّا انْصَرَفْتُ نَهَانِي، وَقَالَ: اصْنَعْ كَمَا كَانَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَصْنَعُ، فَقُلْتُ: كَيْفَ كَانَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يَصْنَعُ؟ قَالَ: “كَانَ رَسُولُ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ إِذَا جَلَسَ فِي الصَّلاةِ وَضَعَ كَفَّهُ الْيُمْنَى عَلَى فَخِذِهِ الْيُمْنَى، وَقَبَضَ أَصَابِعَهُ كُلَّهَا، وَأَشَارَ بِإِصْبَعِهِ الَّتِي تَلِي الإِبْهَامَ، وَوَضَعَ كَفَّهُ الْيُسْرَى عَلَى فَخِذِهِ الْيُسْرَى” .
قَالَ مُحَمَّدٌ: وَبِصَنِيعِ رَسُولِ اللَّهِ صَلَّى اللَّهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ يُؤْخَذُ، وَهُوَ قَوْلُ أَبِي حَنِيفَةَ رَحِمَهُ اللَّهُ تَعَالَى، فَأَمَّا تَسْوِيَةُ الْحَصَى فَلا بَأْسَ بِتَسْوِيَتِهِ مَرَّةً وَاحِدَةً، وَتَرْكُهَا أَفْضَلُ وَهُوَ قَوْلُ أَبِي حَنِيفَةَ رَحِمَهُ اللَّهُ
144-Muhammed, Mâlik’ten, o Müslim b. Ebû Meryem’den, o Ali b. Abdurrahman el-Muâvî’den şöyle rivâyet etmiştir:
Ben namazda çakıl taşları ile oynarken Abdullah b. Ömer gördü. Namazı bitirince beni bundan men ederek: “Allah Resûlü Sallellâhü Aleyhi ve Sellem’in yaptığı gibi yap!” dedi.
Ben: “Allah Resûlü nasıl yapardı?” dedim.
Abdullah b. Ömer: “Hz. Peygamber, namazda oturduğu zaman sağ elini sağ baldırının üzerine koyar, bütün parmaklarını yumar ve işaret parmağı ile işaret ederdi. Sol elini de sol baldırının üzerine koyardı” dedi.
(Muhammed b. Hasan, Muvatta, 144; Müslim, 850; Ebû Dâvûd, 987; Tirmizî, 294; Neseî, 1191; İbn Mâce, 913; Ahmed, el-Müsned, 4575; İbn Hibbân, Sahîh, 1942; Şâfiî, el-Müsned, 273)
İmam Muhammed der ki: “Allah Resûlü Sallellâhü Aleyhi ve Sellem’in yaptığı alınır. Bu, Ebû Hanîfe Rahımehullâh’ın da görüşüdür. Namazda çakıl taşlarını düzeltmeye gelince, bunu bir defa yapmakta bir sakınca yoktur. Terk edilmesi/yapılmaması ise daha faziletlidir.”
Açıklama:
Tahiyyatta otururken işaret parmağı ile işaret etmek sünnettir. Nitekim İmam Muhammed; “Allah Resulü’nün yaptığı alınır” buyurmuş peşinden de İmam Ebû Hanîfe’nin de bu görüşte olduğunu belirtmiştir.
İşaret parmağı ile işaret etmek meselesinde iki imamın görüşü bilindiğine göre İmam Ebû Yûsuf’un bu meseledeki fetvasına bakalım.
Ebû Yûsuf “el-Emâlî” kitabında der ki:
“Namaz kılan kimse, serçe ve yüzük parmağını yumar, orta ve başparmağını halka yapar ve işaret parmağı ile de işaret eder.”
(el-Kâsânî, Bedâiu’s-Sanâi’, I, 214; Serahsî, el-Mebsût, I, 166)
Hanefî ulemasından Şürünbilâlî (ö. 1069/1659), Nûru’l-Îzâh kitabında namazın sünnetleri bahsinde şöyle der: “Sahih görüşe göre sağ elin işaret parmağı ile şehadet okurken nefiy halinde (Lâ ilâhe derken) parmağını kaldırır, ispat halinde (illallah derken) ise parmağını indirir.”
(Şürünbülâlî, Nûru’l-Îzâh, s.60.)
Teşehhütte işaret parmağı ile işaret etmek hususunda icma vardır. Nitekim Molla Ali el-Kârî şöyle der:
“Bu mesele hakkında ne sahabeden ne de selef ulemasından bir muhalefet bilinmemektedir. Aksine imamımız İmam A'zam ve iki talebesi, İmam Malik, İmam Şâfiî, İmam Ahmed ve diğer şehir ve asırlarda yaşayan âlimler bunun sünnet olduğunu söylemişlerdir.”
(Ali el-Kârî, Şerhu Müşkilâti’l-Muvatta, I, 278.)
Yine Ali el-Kârî der ki: “Tahiyyatta parmakla işaret etmekle alakalı âlimler ve mezhepler arasında bir ihtilaf bilmiyoruz. Sadece sonradan gelen Hanefî âlimlerimizden bazı fakihler buna muhalefet etmişlerdir.”
(Ali el-Kârî, Şerhu Müşkilâti’l-Muvatta, I, 279.)
Hanefî ulemâsından sonra gelenlerin (müteahhirûn) bu meselede öncekilere muhalefet etmeleri icmaya zarar vermez. Nitekim kaideye göre sonrakilerin muhalefeti öncekilerin icmasını bozmaz.
Hanefî ulemâsından bazısı; “Namazın binası sekinet ve vakar üzerine kurulmuştur. Parmakla işaret etmek ise bunu bozmaktadır. Bu sebeple işaretin terk edilmesi evladır” demişleridir.
Molla Ali el-Kârî buna şöyle cevap vermiştir: “Bu söz merduttur/reddolunmuştur. Eğer işaret etmemek evla olsaydı, Hz. Peygamber elbette bunu terk ederdi. Bilakis Hz. Peygamber, en yüksek şekilde sekînet ve vakarın makamıdır. Sonra tevhîd lafzında Allah’ı birlemek maksadıyla işaret etmek nur üzerine nur, sürûr üzerine ziyadedir.”
(Ali el-Kârî, Şerhu Müşkilâti’l-Muvatta, I, 277.)
Teşehhütte işaret etmekle alakalı hadisler mütevâtirdir.
Molla Ali el-Kârî: “Tahiyyatta teşehhüt okurken işaret parmağı ile işaret etmekle alakalı hadisler birçok yoldan meşhûr olarak rivâyet edilmiştir. İşaret etmenin aslı hakkında şüphe yoktur. Çünkü mesele ile alakalı hadisler Kütüb-i Sitte ve diğer hadis kitaplarında mevcuttur. Öyle ki neredeyse mütevâtir derecesine çıkmıştır. Hatta bu “konuda gelen hadisle manen mütevatirdir” demek doğru olur. Böyle olunca Allah ve resulüne iman eden bir müminin bununla amel etmekten nasıl kaçınır?”
Teşehhütte işaret nasıl yapılır?
İmam el-Hulvânî (ö. 250/864) der ki: “Lâ ilâhe” lafzında işaret parmağını kaldırır “illallah” lafzında ise indirir. Parmağını kaldırmakta diğer bütün ilahları nefyetmek, indirmekte ise tek olan Allah’ı ispat manası olması için böyle yapar.”
(Zeylaî, Tebyînü’l-Hakâyık, I, 120.)
Hâfız İbnü’l-Hümâm (ö. 861/1457) el-Hidâye’nin şerhinde der ki:
İmam Muhammed, “Namaz kılan kimse, serçe ve yüzük parmağını yumar, orta ve başparmağını halka yapar ve işaret parmağını diker” demiştir. Aynısı Ebû Yûsuf’un“el-Emâlî” kitabında da geçer. Hanefî ulemasından birçoğu parmakla asla işaret edilmeyeceğini söylemişlerdir. Onların bu görüşü, hem rivâyete hem de dirâyete zıttır."
(İbnü’l-Hümâm, Fethu’l-Kâdîr, I, 313)
Molla Ali el-Kârî der ki: “Ashabımızın cumhurunun sahih olarak tercih ettiği görüş şudur: Tahiyyatta otururken eller dizler üzerine konur. Sonra kelime-i tevhide varıldığı zaman serçe ve yüzük parmağını yumar, orta ve başparmağını halka yapar. Nefiy manasında olan “Lâ ilâhe” lafzında işaret parmağını kaldırır, ispat manasında olan “illallah” lafzında ise indirir. Sonra parmaklarını çözmeden bu hal üzere okumalarına devam eder.”
(Ali el-Kârî, Şerhu Müşkilâti’l-Muvatta, I/282. Ayrıca bkz: İbrahim el-Halebî, Şerhu’l-Münye (Halebî Sağîr), s.157)
Parmakla işaret edilirken dikkat edilmesi gereken hususlardan birisi parmağın devamlı hareket ettirilmemesidir. Nitekim Ebû Dâvûd ve Neseî şöyle rivâyet etmişlerdir: “Hz. Peygamber (Tahiyyatta) dua ettiğinde parmağıyla işaret eder, ama (sürekli) hareket ettirmezdi.”
(Ebû Dâvûd, 989; Neseî, 1194 (Şuayb Arnavûd: Sahih)
Teşehhütte işaretin hikmeti nedir?
Namazda işaret parmağı ile işaret etmekle alakalı hadislerin bazısının sonunda şu ilave kısım da vardır. Allah Resûlü Sallellâhü Aleyhi ve Sellem: “…Parmakla işaret etmek, şeytanı bıçakla kovalamaktır” buyurdu.
(Taberânî, el-Mu'cemü’l-Kebîr, 512.)
Ayrıca İmam Ahmed b. Hanbel, Abdullah b. Ömer’den (Radıyallâhu anhâümâ) rivâyet ettiğine göre Allah Resûlü Sallellâhü Aleyhi ve Sellem: “Teşehhütte parmakla işaret etmek, şeytana karşı demirden daha şiddetlidir” buyurdu.
(Ahmed, el-Müsned, 6000)
Hanefî ulemâsından Molla Ali el-Kârî (ö. 1014/1605) der ki: “Parmağı ile işaret ettiği müddetçe sehiv/hata yapmazsınız.”
(Ali el-Kârî, Şerhu Müşkilâti’l-Muvatta, I, 358)
Malikî ulemâsından Allâme el-Bâcî(ö. 474/1081) der ki: “Tahiyyatta parmakla işaret etmenin manası, hatayı def etmek ve vesvese veren şeytanı zapt etmektir.”
(El-Bâcî, el-Müntekâ, I, 165)
Şâfiî ulemâsından İmam Suyûtî (ö. 911/1505): “İşaretin manası tevhittir/Allah’ı birlemektir.”
(Suyûtî, Tenvîru’l-Havâlık, I, 86-87.)
Molla Ali el-Kârî, Tahiyyatta işaret parmağı ile işaret etmenin sünnet olduğuna dair bir risale yazmıştır. İsmi: “Tezyînü’l-İbâre liTahsîni’l-İşâre”dir. 20 sayfa olarak “Mecmû’uResâili Allâme Molla Ali el-Kârî” içinde 33. Risale olarak basılmıştır.
(Heyet, Mecmû’u Resâili Allâme Molla Ali el-Kârî, I-VIII, Dâru’l-Lübâb, İstanbul, Türkiye)
Bu mesele ile alakalı Allâme İbn Âbidîn, “Raf’u’t-Tereddüd fî Akdi’l-Esâbi’ı ınde’t-Teşehhüd” isminde bir risale yazmıştır.
En doğrusunu Allah bilir.