27 Mart 2019 Çarşamba

Neymiş arabca zormuş! Kim demiş bunu? Zor olsa bizim çocuklar bir haftada elifba'dan Kur'an'a geçiyor,ama eyluldan somestiye kadar heceyi söküp okuyamayan çok ilköğretim -1 öğrencisi gördüm,zor olan Latince gibi geliyor bana!

Görüntünün olası içeriği: yazı

MAKAM-I CİBRİL (A.S)


Kâbe-i Muazzama'nın doğu duvarında bulunan mübarek mevki'nin adıdır 
Makam-ı Cibrîl. Namaz farz kılınınca 
Hz Cebrail (a.s) iki gün peş peşe gelerek namaz'ın talimini yaptırdığı yerdir. 
Cebrail (aleyhis selam) birinci gün vaktin başlangıcında diğer gün ise vakitlerin sonunda bu şerefli alana gelerek Peygamber Efendimiz'e (s.a.v) imamlık ettiği, böylece hem namazı hem de namaz vakitlerini öğrettiği kadim kitaplarda zikredilmektedir. 
Şimdilerde imamların namaz kıldırdığı yer.
Kâbe kaidesinde (şâzervan da) bulunan 
8 âdet kırmızı taş Makam-ı Cebrail'e işaret olması amacıyla 684 (hicri 64) senesinde Abdullah bin Zübeyr (r.anh) tarafından konulmuştur. Bu kıymetli taşlar özellikle gözün zayıf görmesine müessir bir ilaç olup, göz hastalığına yakalananlar ellerini bu kırmızı taşlara dokundurarak gözlerine sürmeleri halinde şifâyâb olurlar.
Fotoğraf açıklaması yok.

VARNA ZAFERİ

VARNA ZAFERİ ......................
(HAÇLI İTTİFAKINA BÜYÜK VE OKKALI BİR OSMANLI TOKADININ VURULDUĞU MUHTEŞEM BİR ZAFER)
.... (10 Kasım 1444) ....

Tarihte 10 Kasım; Türk milletinin Haçlılara ve Haçlı zihniyetine karşı kazandığı Varna muharebesinin yıldönümüdür. Bu vesileyle bugünkü makalemizde özetle de olsa bu büyük savaştan ve muhteşem zaferden söz edeceğiz. 

Varna Muharebesi; 10 Kasım 
1444 tarihinde, İtalya'daki Papalık önderliğinde Macar, Leh, Eflak ve çeşitli Balkan milletlerinden oluşan ve başlarında da Kral I.Ulászló'ın olduğu büyük bir Haçlı ordusu ile Osmanlı sultanı II.Murad Han'ın başında bulunduğu Osmanlı ordusu arasında meydana gelen ve sonuçta da Osmanlıların zaferiyle sona eren çok önemli ve büyük bir muharebedir. 

Bu savaş; ismini yapıldığı yer olan Varna şehrinden almaktadır. Varna şehri ise günümüzde Bulgaristan toprakları içinde bulunmaktadır. 

Varna Savaşı, Haçlıların, İstanbul'un Türkler tarafından fethedilmesini engellemek için yaptıkları son girişim oldu. Haçlı Ordusu Osmanlı Ordusunun yaklaşık iki katı olmasına rağmen kazanan taraf Osmanlı devleti oldu.

Pekiyi bu savaşın süreci nasıl cereyan etti ? Sultan II.Murad Han henüz 12 yaşındaki oğlu Mehmed'i tahta çıkararak Manisa’ya çekilme kararı aldı. Avrupa Devletleri de bu durum karşısında kendileri için büyük bir fırsat doğduğunu düşündüler. 

İşte söz konusu bu gelişmeler neticesinde Papa’nın teşvikiyle Macar hükümdarı önderliğinde yeniden bir haçlı ordusu meydana getirildi. Durumdan fırsat çıkararak Edirne-Segedin Antlaşması’nı bozan Avrupalılar teşkil ettikleri haçlı ordusuyla Osmanlı Devleti üzerine yürüdüler. Osmanlı Ordusu 40.000 civarında bir askerden oluşuyordu. Haçlılar ise çok daha kalabalıktı.

Bu ciddi durum karşısında, II.Mehmet’'n ısrarı ile Osmanlı Devleti’nin başına tekrar geçen Sultan II.Murat Hân Osmanlı Ordusu ile Varna’ya doğru harekete geçti ve 10 Kasım 1444 yılında Varna’da karşılaşan iki ordu arasında meydana gelen savaşı Osmanlı Devleti kazandı. 

Haçlı ordusunun başında bulunan Kralın öldürülmesi üzerine Osmanlı Devletinin savaşı kazanması daha da kolaylaşmıştır. 

Varna Savaşı’nın sonuçları ise kısaca şu şekilde özetlenebilir:

-- : Osmanlı Devleti’nin bu savaşı kazanması ile Ankara Savaşı ile kaybettiği gücünü yeniden topladığını göstermiştir.

-- : Türklerin Rumeli’deki etkinliği artmıştır.

-- : Osmanlı Devleti’nin Balkanlar’dan atılamayacağı bir kez daha anlaşılmıştır.

-- : Varna Savaşı ile Mora ve Sırbistan yeniden Osmanlı Devleti egemenliğini tanımıştır.

Sultan II.Murad Han, muharebenin sonunda savaş meydanını gezerken düşman ordusundaki ölülerin mütemadiyen genç olmasını teessürle karşıladı ve mahiyetine şu sözü sarf etti;

“...Taaccüb edilecek şey değil mi? Bütün bu delikanlı ordusunun arasında bir tane dahi ihtiyar yok". Bunun üzerine yaşı ilerlemiş bir gazi olan Azab Bey "...Bir tane ihtiyar olsaydı bu kadar mecnûnâne bir teşebbüste bulunmazlardı...” diyerek aslında Batı dünyasının askeri anlamda ki en mühim zaaflarından birini müşahede etmişlerdir.

Velhasıl; tarihimizdeki önemli savaşlardan ve zaferlerden biri olan Varna'yı sizlere kısaca da olsa anlatmış olduk. 
.
.
Bir sonraki makalemizde buluşmak üzere ALLAH (C.C)'a emanet olunuz!
Görüntünün olası içeriği: 1 kişi, sakal ve şapka

Garib Ayasofyam!

Sahte Atatürk İmzasıyla Müzeye Çevrildi

24 Kasım 2013 Pazar
Ayasofya'nın müze olmasına ilişkin Atatürk imzasının sahte olduğunu söyleyen MHP'li Halaçoğlu, "Emniyet bile imzanın farklı olduğunu buldu." dedi.
Eski Türk Tarih Kurumu Başkanı ve MHP Grup Başkanvekili Yusuf Halaçoğlu, Ayasofya'nın müze olmasına ilişkin karardaki Atatürk imzasının sahte olduğunu öne sürdü.
"İMZASI TAKLİT EDİLDİ"
Ayasofya'nın tekrar cami yapılması için TBMM Başkanlığı'na teklif veren Halaçoğlu, söz konusu karara ilişkin iki tarihi belgedeki Atatürk imzalarının farklı olduğunu Emniyet Genel Müdürlüğü'nün de doğruladığını kaydetti. Milliyet'in haberine göre, Halaçoğlu, konuya ilişkin ilk kez gün ışığına çıkan belgeler bulunduğunu belirtti. Halaçoğlu "Ayasofya Atütürk'ün imzası sahte şekilde taklit edilerek hukuksuz şekilde müzeye dönüştürülmüştür. Müze olarak kullanılamaz" dedi.

"HUKUKSUZLUK SÖZ KONUSU"

Halaçoğlu, 1453'te Fatih Sultan Mehmet'in İstanbul'u fethetmesiyle cami olarak hizmet vermeye başlayan Ayasofya'nın 1 Şubat 1935 yılında bu yana müze olarak kullanıldığını anımsattı. Ayasofya'nın 24.11.1934 tarih ve 2/1589 sayılı Bakanlar Kurulu kararı ile müze haline getirildiğine dikkati çeken Halaçoğlu, şunları kaydetti:

"Bu karar Resmi Gazete vb. devletin hiçbir resmi yanınında yayınlanmamış, bununla ilgili herhangi bir kayda da rastlanılmamış.

Başbakanlık Mevzuatı Geliştirme ve Yayın Genel Müdürlüğü tarafından 07.06.1995 tarihinde, Ayasofya Kararnamesi'nin Resmi Gazete'de yayımlanıp yayımlanmadığına dair verilen bir dilekçeye 14.06.1995'te Genel Müdür Özgür Erkman imzası ile '24.11.1934 tarih ve 2/1589 sayılı Bakanlar Kurulu kararının Resmi Gazete'de yayımlanmadığı tespit edilmiştir' cevabı veriliyor. 1924 Anayasası'na göre de, bugünkü anayasaya göre de tasarı, teklif ya da kararnamelerin, yasa ya da KHK olabilmeleri için cumhurbaşkanıın onayından sonra Resmi Gazete'de yayımlanmaları gerekiyor. Ama Ayasofya için böyle bir durum sözkonusu değil. Burada açıkça hukuksuzluk var."

"3 GÜN İMZA İMKANSIZ"
Halaçoğlu, Ayasofya'nın müze yapılmasına ilişkin bir tuhaflığın da Bakanlar Kurulu kararnamesinin altındaki Atatürk imzasında göze çarptığını vurgularken, "Mustafa Kemal'e Atatürk soyadının verildiği 2587 sayılı Özel Kanun, Resmi Gazete'de 27.11.1934 tarihinde yayımlandı. Atatürk'ün imzasının bulunduğu Ayasofya kararnamesinin tarihi ise 24.11.1934. O halde, 3 gün öncesinden. Atatürk'ün kararnameyi imzalamış olması da mümkün gözükmüyor. Burada açıkça bir sahtecilik sözkonusudur" diye konuştu.

"EMNİYET FARKLI İMZAYI TESPİT ETTİ"
Halaçoğlu, Emniyet Genel Müdürlüğü'nün Ayasofya Kararnamesi üzerindekiAtatürk imzası ile diğer Atatürk imzalarının farklı olduğunu tespitini yaptığını kaydetti.

Halaçoğlu, Emniyet'in "ilgili dilekçeniz ekinde fotokopisi bulunan 24.11.1934 tarih ve 2/1589 sayılı Bakanlar Kurulu Kararnamesi'nde Reiscumhur adına atılı bulunan imzanın, yine dilekçeniz ekinde sunulan Atatürk'ün örnek imzalarına biçimsel açından fark gösterdiği ilk bakışta belirlenebilmektedir" cevabını verdiğini belirtti.

"MÜZE OLARAK KULLANILMAZ"

Halaçoğlu, "Bütün bunları alt alta koyduğunuzda burada bir imza sahteciliği bulunduğunu söylemek kaçınılmaz" dedi. Ayasofya Camii'nin 19.02.1936 tarihli tapu senedine göre Fatih Sultan Mehmet Vakfı adına cami olarak tapulu olduğunu ve Vakıflar Genel Müdürlüğü Kütük Defteri'nde de ayın şekilde cami olarak kayıtlı olduğuna dikkati çeken Halaçoğlu, "Ayasofya'nın şu an müze olarak kullanılması yasalara aykırıdır" dedi. Halaçoğlu, TBMM Başkanlığı'na sunduğu bir yasa teklifiyle Ayasofya'nın camiye dönüştürülmesini istedi
Görüntünün olası içeriği: gökyüzü ve açık havahttps://www.facebook.com/photo.php?fbid=2260988497468086&set=pb.100006708736696.-2207520000.1553667886.&type=3&theater kaynak

Kadını ev hanımlıgından alıp başkasına köle yaparsanız,erkekleri delirtirsiniz,boşanmalar artar,âile yıkılır,âile yıkılırsa toplum yıkılır! Zira toplumun temeli âiledir! Hükümet%34'5 çalışan kadın sayısını, Avrupa gibi%60 a cikaracakmiş! Türkiye boşanmada %34'5 bunu %60 a çıkarmayı hedefliyorlar,bu bilerek yapılıyor Avrupa'da âile yokki bizi onlar gibi yapmak isteyenlere hidayet versin,kabil değilse kahreylesin,âmin

Fotoğraf açıklaması yok.

Tahttan İndirilişi Abdülhamid Han’ı tahttan indirmeye gelen dört kişinin padişahın karşısına çıktığı anı gösteren resimdir: Sol baştan Emanuel Karaso (Yahudi), Aram Efendi (Ermeni), Esat Toptani Paşa (Arnavut), Arif Hikmet Paşa (Gürcü). Aram Efendi’nin tehditkar bir biçimde beline giden elinin aksi bir durumda Abdülhamid Han’ı öldürmek için silahına davranmak için olduğu yorumlanmaktadır. Daha sonraları Abdülhamit Han hatıratlarında der ki: Tahttan uzaklaştırılmam, servetime el konulması ve bir çok eza cefaya uğramam bir yana, bu iki vatan haininin karşıma çıkarak seni tahttan indirdik demeleri beni kahretmiştir.”

Görüntünün olası içeriği: bir veya daha fazla kişi, ayakta duran insanlar ve takım elbise

Silah zoru ile iktidara gelen İttihatçılar, yeni meclisin kurulmasında da çetecilik metodlarını kullandılar.

Silah zoru ile iktidara gelen İttihatçılar, yeni meclisin kurulmasında da çetecilik metodlarını kullandılar. Meclisi kendi adamlarıyle doldururlarken muhâliflerini de kiralık kâtillerle ortadan kaldırdılar. Ancak, bunların iktidarı sağlamlaşırken devlet çatırdamağa başladı. Memleketin bir baştan bir başa tam bir kargaşa içine düştüğü sırada 31 Mart Vak'ası meydana geldi. İttihatçıların daha önce Selânik'ten İstanbul'a getirip yerleştirdikleri Avcı taburlarına mensup bir kısım asker ve halk ayaklanarak İttihatçılara karşı harekete geçti. Pâdişah, yetkilerinin çoğunu meclise devrettiği için insiyatifini kaybetmişti. Meclis iş göremiyordu. On gün kadar devam eden bu kargaşada İttihatçılar, Rumeli'nde ne kadar Sırp, Bulgar, Rum, Arnavut çetecisi varsa topladılar. Bunların yanına pek az da Türk askeri katıldı. III.Ordu kumandanı Mahmut Şevket Paşa'nın emri altında İstanbul'a gelen bu çetecileri devlet merkezine sokmak istemeyen kumandanlar padişâha mürâcaat ettiler. Ancak kardeş kanı dökülmesini uygun bulmayan merhametli pâdişah, buna müsaade etmedi. "Bu hareket, benim şahsıma karşı girişilmiştir. Ben, şahsım için, milletimin kan dökmesine aslâ müsaade edemem." dedi. İsyanı yatıştırmak bahanesiyle İstanbul'a giren İttihatçılar ve dağdan inmiş Balkan komitecileri pekçok kan döktüler. Nerede bir sarıklı molla ve hoca gördülerse öldürdüler. Papatya çiçeği gibi beyaz sarıklı molla ve hocalarla dolu İstanbul câmiilerini kurşun yağmuruna tuttular, katliâm yaptılar . Ayrıca isyanın sorumlusu olarak pâdişahı gösterip onu tahtından indirmeğe karar verdiler. Bu noktada bir Rum mebusun feryadı çok dikkati şâyandır. Şöyle ki: İttihatçılar bir kısım mebuslarla o zamanki adı Ayastafanos olan Yeşilköy'de yaptıkları gizli bir toplantıda, Sultan Abdülhamid Han'ı tahtından indirme kararı alınca bir Rum mebus; "Yapmayın efendiler! günaftır, günaf. Sultan Abdülhamid Han, bu memleketin nûrudur. Dünyâda denge unsurudur. O'nu tahtından indirirseniz mülkü millet harâb olur. Dünyâ perişân olur." demiştir. O'nun bu feryadını, o zamanın mebuslarından olan ve bu toplantıda bulunan, bilâhere şeriye vekilliği yapan, tefsir yazarı Konya'lı M.Vehbi Efendi çok kişilere nakletmiştir. Ne yazık ki, dünün ve bugünün pek çok kişileri, Sultan Abdülhamid Han'ı, bir Rum mebusu kadar anlayamamışlardır. İttihatçılar, şer plânlarına kılıf olarak da zorla fetvâ yazdırdılar. Daha sonra Yahûdî Emanuel Karaso, Ermeni Aram Efendi, Arnavut Esat Toptâni, uzun yıllar pâdişahın yâverliğini yapmış olan Laz Arif Hikmet Paşa, pâdişaha giderek; "Millet seni azletti." dediler. Pâdişah; "Hâl' etti demek istiyorsunuz." diye kelimeyi düzelterek , "Ben Türklerin, Müslümanların hâlifesiyim. Hâl' edecekse beni onlar hâl' etmeliydi. Sen yahûdîsin!, sen ermenisin!, sen nankörsün!" diye çıkıştıktan sonra, üç kere; "zâlike takdîru'l azîzil alîm" dedi. Bu kelamdan, saray da, ordu da titredi. Târihimizin en büyük lekelerinden biri olan bu hâdise, aynı zamanda Türk milletine yapılan en büyük hakâretlerden biridir. Sultan II.Abdülhamid Han, Türk târihinin ender kaydettiği çok büyük bir şahsiyetti. Dünyâ siyâset târihinin en büyüklerindendi. Onun siyâsi dehâsı cihanşümûldü. Belki de bu büyüklüğü yüzünden anlaşılamadı ve aleyhinde yerli yabancı düşmanlar her şeyi söylediler. Hayâtı, Yahudîler, Ermenîler, Balkan komitecileri ve bütün yıkıcı şer kuvvetleriyle mücâdele içinde geçti. Sultan Abdülhamid Han tahttan indirilince kendisine pek çok iftiralarda bulundular; "çok adam öldürttü" dediler. Sultan Abdülhamid Han; "Ben kimin nesini öldürtmüşsem, dâva açsın, mahkeme huzurunda benden hak istesin" diye gazetelere îlân verdi. Hiç çıt çıkmadı. Ancak bir kadın; "Kocamı öldürttü" diye mürâcaatta bulundu. Mahkeme, gün tâyin etti. Tam mahkeme günü, kadının kocası gemiden indi. Meğer Trablusgarb'de İtalyanlara esir düşmüş, bilâhere serbest bırakılmış; keramet zuhur etti, o gün geldi. Böylece Ulu Hakan'a iftira atanlar çok mahcub oldular.....Hasan Arikan - www.ihya.org - Muhtasar Islam Tarihi
Görüntünün olası içeriği: bir veya daha fazla kişi ve sakal