12 Nisan 2019 Cuma

(Sabah-akşam on defa, “Lâ ilâhe illallahü vahdehü lâ-şerîkeleh lehül-mülkü ve lehül-hamdü yuhyî ve yümît ve hüve alâ külli şeyin kadîr” okuyan kimse, kötülüklerden korunur.) [Nesâî]

Görüntünün olası içeriği: bir veya daha fazla kişi

AZ TÜKETİLEN 11 FAYDALI GIDALAR

Pancar👉 Folik asit bakımından zengindir. Kırmızı rengini veren pigmentler kansere karşı savaşır.
Lahana👉Kanserle savaşan enzimleri harekete geçiren “sulforaphane” isimli kimyasalı içerir.
Pazı👉 Yapraklarında, gözleri yaşlanmanın etkilerinden koruyan karotenoid maddesi bulunur.
Tarçın👉Kan şekeri ve kolesterolü kontrol etmeye yardımcı olur
Nar suyu👉Antioksidan bakımından zengindir. Tansiyonu düşürür
Kuru erik👉 İçeriğinde yüksek miktarda Antioksidan içerir.
Kabak Çekirdeği👉Yüksek mineral oranı erken ölüm riskini azaltır.
Sardalya👉Demir, magnezyum, bakır, çinko, fosfor, potasyum, manganez içerir
Zerdeçal👉 Vücutta iltihaplanmayı önler ve kansere karşı koruma sağlar
Yaban Mersini👉Hafızayı kuvvetlendirir.
Kabak👉 Kalori değeri düşük, lifler bağışıklık sistemini güçlendiren A vitamini bakımından zengindir. Uzun süre tok tutar
Görüntünün olası içeriği: meyve, yiyecek ve yazı

Muhaddislerin Hayran Olduğu Hadis-i Şerif ..

Peygamberimiz s.a.v. ‘in, çarşı ve pazarda dolaşırken, ehli gafletin zulmaniyetinin sirayet etmesine karşı tavsiye ettiği dua ve faziletine karşı hadis alimleri hayran kalmışlardır.
Çarşı ve pazarlarda gezinirken Allah Teâlâ’yı zikreden kişilerin, bunu yapmayanlara karşı bir üstünlükleri vardır.
İnsanların çoğunun gaflette bulunduğu ve alışveriş ile meşgul olduğu çarşı ve pazarlarda Rabb’ini zikretmeye önem vermelidir.
Peygamberimiz s.a.v. bunun önemine işaret ederek şöyle buyurmuştur:
“Kim çarşıya girince ‘Lâ ilâhe illallahü vahdehu lâ şerike leh, lehü’l-mülkü ve lehü’l-hamdü yuhyî ve yümitü ve hüve hayyün lâ yemûtü bi-yedihi’l-hayr ve hüve alâ külli şey`in kadir‘ .duasını okursa Allah ona bir milyon sevap yazar, onun bir milyon günahını affeder ve mertebesini bir milyon derece yüceltir.”..
Diğer bir hadiste şöyle buyrulmuştur:
“Gafillerin arasında Allah’ı zikreden kişi, savaştan kaçanlar arasında sebat edip savaşan kimse gibidir.” .
Bunun için Muhammed b. Vâsi (r.a) ve Ibn Ömer (r.a), sırf yüce Allah’ı zikrederek bu fazileti elde etmek için pazar yerlerine girerlerdi.
Hasan-ı Basrî (k.s), çarşı pazarlarda Allah’ı zikredenler hakkında şöyle der:
“Onlar kıyamet günü, yüzlerinde dolunayın parlaklığı gibi bir aydınlık ile ve güneş gibi bir güzellik içinde gelirler. Çarşı ve pazarlarda istiğfarda bulunan kimselerin, orada bulunanların sayısınca günahları affedilir.“…

Görüntünün olası içeriği: bir veya daha fazla kişi, kalabalık ve yazı

(Lâ havle… okumak, doksandokuz derde devadır. Bunların en hafifi sıkıntıdan kurtulmaktır.) [Ebû Nuaym]

(Günde 25 defa “Allahümme bâriklî fil mevt ve fî mâ ba’delmevt” okuyan şehit olarak ölür.) (Redd-ül Muhta
r)Bir kimse, sabah-akşam yüz defa “Sübhânallahi ve bihamdihi” derse, o gün ve o gece hiç kimse onun kadar sevap kazanamaz.)[Deylemî]
Fotoğraf açıklaması yok.
Gece Âmenerrasulüyü okuyana,her şey için yeterlidir.Bu iki ayeti yatsıdan sonra okuyana,geceyi ibadetle geçirmiş sevabı verilir [Şir’a]

Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.), bir gün Hz. Muâz'a (ve onun zımnında kıyamet sabahına kadar gelecek bütün ümmetine) tavsiyede bulunur­ken şöyle buyururlar:

“Ey Muâz! Sana bir hadis (söz) söyleyeceğim; eğer sen onu tutarsan, sana fayda verir. (Yok)eğer, kaybedersen (tutmazsan) o zaman da Allah Teâlâ nezdinde senin huccetin kesilir(delilin kalmaz).
“Ey Muâz! Mübarek olan Allah Teâlâ, yedi kat semâvat ve yeri yaratmadan önce yedi melek yarattı. Yedi kat semâ'nın her birine bu meleklerden birini bevvâb (kapıcı) yaptı. Kulun amellerini muhafeza etmekle vazifeli melekler, sabah vaktinden akşam vaktine kadar, göğe yükselirler. O amellerin güneş aydınlığı gibi bir nuru vardır. Melekler, o ameller ile dünya semasına çıkasıya kadar o ameli temiz ve çok görürler. Birinci kat sema ile müvekkel (vazifeli olan) melek, hafeza meleklerine şöyle seslenir:
- “Gıfuu va’dribuu bi-haaze’l-ameli veche sâhibihî: Durun! Bu ameli alın, sahibinin yüzüne çarpın!
Ben gıybet edenleri bilen ve tanıyan biriyim. Rabbim bana, gıybet edenlerin amellerini buradan öteye geçirmememi emretti. Bu amellerin sahibi gıybet yapan biridir. Onun amelleri buradan öteye geçmez; ne kadar temiz veya çok olursa olsun.”
Fârisî bir beyit meali: ‘Dil o ki, şükür ve teşekkür ede. Hakşinâs kişi kimsenin gıybetinde bulunmaz.’
Aleyhissalâtü ve’s-selâm Efendimiz (devam ederek) buyurdular:
“Sonra hafeza melekleri, kulun amellerinden sâlih amel ile -o ameli temiz ve çok görür oldukları halde- ikinci kat semâ'ya gelirler. İkinci kat semâ ile vazifeli melek onlara:
- “Durun! Bu ameli (alın) sahibinin yüzüne çarpın! Ben fahr edenlerle (yaptığı amel ile başkalarına karşı iftihar edip böbürlenen/övünenlerle) vazifeli melekim. Bu amellerin sahibi bu güzel ameller ile (basit ve çirkin olan)dünya menfaatini elde etmek istiyordu. Rabbim, onun amellerinin benden başkasına geçmemesini (buradan öteye yükselmemesini)emretti. Bu kişi amelleriyle, meclislerinde insanlar üzerine iftihar edip/böbürlenip övünüyordu.” Kişiyi Cehennem’den kurtaracak olan güzel ahlâkıdır.
Aleyhissalâtü ve’s-selâm Efendimiz (konuşmasına devamla) buyurdular:
“(İkinci kat semâ'yı geçen) kulun amellerini melekler yükseltirler. Sadaka, oruç ve namaz gibi amellerinden nurlar çok güzel bir şekilde etrafa yayılır. Hafeza melekleri bile onun ameline hayret ederler. O ameller ile üçüncü kat semaya kadar gelirler. Üçüncü kat semâ ile vazifeli olan melek onlara:
- “Durun! Bu amelleri (alın) sahibinin yüzüne çarpın! Ben kibir (büyüklük taslayan kişiler ile vazifeli bir) melek'im. Bana Rabbim, onun amellerinin beni geçmemesini (buradan öteye yükselmemesini) emretti. (Bu güzel görüp kendisine hayran kaldığınız amelleri) işleyen kişi, meclislerinde insanlar üzerine kibirlenen bir kişiliğe sahipti. Onun amelleri buradan öteye geçemez” der.
Efendimiz (s.a.v.) (yine sözlerine devam ederek) buyurdular:
“Melekler, kulun ameliyle yükselirler. Namazdan, tesbih, hac ve ömre amelleri inci taneleri ve yıldızların parıldayışı gibi parlar. Hafeza melekleri o amelleri ile tâ dördüncü kat'a kadar yükselirler. Dördüncü kat ile vazifeli melek, onlara:
- “Durun! O amelleri sahibinin yüzüne çarpın!Ben ucub sahibiyim! (Kendisini beğenen ve kendi amellerini kendi gözünde yüksek gören kişileri kontrol ile vazifeliyim.) Rabbim bana, onun amelini geçirmememi ve onun buradan öteye geçmesine izin vermememi emretti. Bu kişi herhangi bir amel işlediği zaman, içine ucubgirerdi, o amelinden dolayı kendisini çok beğenirdi.”
Efendimiz aleyhissalâtü vesselâm hazretleri (konuşmasına devam ederek) buyurdular:
“Hafeza melekleri kulun ameliyle yükselirler, beşinci kat semâya kadar çıkarlar. O ameller sanki, ehline (eşine) hazırlanıp süslenen bir gelin gibiydi… Beşinci kat semâ ile vazifelimelek onlara:
- “Durun! Bu ameli sahibinin yüzüne çarpın!Ben haset meleğiyim (kıskançlık yapanların amellerini teftiş eden ve âkıbetlerini bilen meleğim.) Bu amellerin sahibi, ilim öğrenen ve öğrendiğiyle amel edenleri kıskanıyordu. Allah'ın kendisine ibâdet ve ilimde nasip verdiği kişileri aşağı görüyor, onları ayıplıyor ve onları kıskanıyordu. Rabbim bana, onun amelinin beni geçip gitmesine izin vermememi emretti.”
Aleyhissalâtü vesselâm Efendimiz (mübarek sözlerine devamla) buyurdular ki:
“Hafeza melekleri kulun oruç, namaz, zekât, hac ve ömre'den işlemiş olduğu ameliyle yükselirler. Tâ altıncı kat semâ'ya kadar çıkarlar. Altıncı kat semâ ile vazifeli olan melek, onlara:
-“Durun! Bu ameli sahibinin yüzüne çarpın!Çünkü bu kişi, asla Allah'ın kullarından hiç kimseye merhamet etmezdi. Başına bir belâ isabet eder ve onlara zarar dokunursa, onları diline doluyor ve bununla seviniyordu. Ben rahmet ile vazifeli melek'im. Rabbim bana, onların amellerinin beni geçmemesini emretti.”
Âlemlere rahmet Efendimiz (s.a.v.) (devam ederek) buyurdular:
“Hafeza melekleri yedinci kat göğe yükselirler. Namaz, oruç, fıkıh, cihâd ve vera’(haramlardan-mekruhlardan, haram ve mekruh oluşu şüpheli olan şeylerden kaçınmak, helâl ve mubahların da ihtiyaçtan fazlasını terk etmek gibi güzel amellerin)dan kulun amelleriyle çıkarlar. Bal arısı gibi sesi ve güneş aydınlığı gibi aydınlığı olup kendisiyle beraber üç bin melek, onu ta yedinci kata kadar yükseltirler. Yedinci kat sema ile vazifeli melek onlara:
- “Durun! Bu ameli sahibinin yüzüne çarpın! Kalbinin üzerine kilit vurun. Kendisiyle Allah'ın rızası murad edilmeyen bir amelin Rabbim'in katına çıkmasından hicâb ederim. Çünkü bu amel Allah'tan başkasının rızasını kazanmak için işlenmiştir. O amelin sahibi onunla (yapmış olduğu ameller ile) fukahâ(İslâm hukukçularının) yanında yükselmek ve ulemâ'nın (âlimlerin/bilginlerin) yanında anılmak ve şehirlerde (toplumda) tavsiye edilen bir kişi olmak için idi. Rabbim, onların amellerinin beni geçip başkasına ulaşmamasını emretti. Allah için ihlas ile yapılmayan her amel riyâ'dır.” Yıllarca çalıştı. Amelini riya karşılığı sattı.
Fahr-i âlem Rasûlullah (s.a.v.) Efendimiz (mübarek kelâmına devamla) buyurdular:
“Hafeza melekleri, kulun zekât, oruç, namaz, hac, umre, güzel ahlâk ve zikrullah'tan amelleri, (yedi kat) göklerin melekleri refakatıyla bütün perdeleri keserek Allah azze ve celle hazretlerinin katına yükselirler. Melekler, O kişinin amelinde sâlih ve muhlis olduğuna şahitlik etmek için Allah Teâlâ’nın manevi huzurunda dururlar. Allahü Teâlâ onlara:
- “Siz benim kulumun ameline bakmak­tasınız. Ben ise onun kalbinin üzerine ‘Rakîb’im(gözetleyiciyim. Salih ve ihlâslı bir kişi olarak gördüğünüz şu kulum!) Bu amelleriyle benim rızamı istemedi. Bu kulum amelleriyle benim rızamdan başka şeyler murad etti. Benim lânetim onun üzerinedir” buyurur. Bunun üzerine bütün melekler şöyle derler:
- “Yâ Rabbi! Senin lânetin onun üzerine olsun. Bizim lânetimiz de onun üzerine olsun!” Bunun üzerine yedi kat semevât (gökler) ve içindekiler ona lânet okurlar.”
Muâz (r.a.) hazretleri:
- “Yâ Rasûlellah (s.a.v.)! Benim için necât ve hulûsun (kurtuluş ve hâlisliğin/sâfiyet ve gönül temizliğinin) yolu nasıldır (ne ile kurtulurum)?”dedim. Efendimiz (s.a.v.): buyurdular ki:
- “Bana tâbi ol. Yakîn derecesine yüksel. Eğer senin amelinde bir taksir (kusur) olsa da...Dilini vakîa'dan (gıybetten) koru. Hamele-i Kur'an olan ihvânın (kardeşlerin) hakkında ileri geri konuşma, gıybetlerini etme. Onlara karşı kendini temize çıkartma (kendini hamele-i Kur’an olan ihvândan üstün tutma). Dünya amelini, âhiret ameline karıştırma. İnsanları sıkma. (Onları tazyik etme). Seni sıkan (yani insanları tazyîk eden) Cehennem ateşinin köpekleridir, kıyamet günü ateştedirler. Amelinle insanlara gösteriş yapma.” [Bursevî, İsmail Hakkı, Tefsîru Rûhu’l-Beyan, 1, 76-77]
***
Bu hususta müjdeli birkaç haber de şöyledir:
Hz. Enes (r.a.) anlatıyor: “Rasûlullah (s.a.v.) buyurdular ki:
“Kulun gündüz veya gece amelini yazan hafeza melekleri, yazdıklarını Allah'a yükseltirler. Allah (c.c.) sahifenin baş ve son kısmını hayırlı bulursa, meleklere şöyle buyurur: ‘Sizi şâhid kılıyorum, ben kulumun sahifesinin iki tarafı arasında kalan kısmını mağfiret ettim.”[Tirmizî, Sünen, Cenâiz 9, (981)]
O bakımdan meleklerin nöbet değişimi yaptıklarısabah ve ikindi namazlarından sonraki vakitleri bahusus hayırlı ameller geçirmenin yoluna bakmak lazım.
hayırlı cumalar

ŞEYTAN KİME ARKADAŞ OLUR?

Şeytanu (a.l.), İnsanın azaba uğramasına sebep olur. Fakat kul, Hz. Allahın emirlerini ya-
par ve yasaklarından kaçarsa iblis ondan uzak-
laşır, ona yaklaşamaz.
Böylece kul, kalkan ile düşmanın silahın-
dan kurtulan kimse gibi, şeytanın hile ve fitne-
sinden kurtulur.
Hz. Allah nereden yiyip nereden içtiğine dik
kat etmeyeni, hangi kapıdan cehenneme girdire
ceğine bakmaz. Kul bunlara dikkat ederse şey-
tan ondan ümidini keser. Allahü Teala'nın rah-
meti ve inayetiyle (yardımıyla) sahili-selamete erer.
Kul bunları yapmaz da "Haram helal ver Allahım garip kulun yer Allahım" felsefesi ile hareket ederek haramı helalı karıştırırsa, iblis daima onu takip edip kalbine ve letaifine vesve-
se vermeye başlar, onun en yakın dostu ve arka
daşı olur.
Ayet'i-celilede: "Ve her kim Rahmanın zikrin
den gaflette bulunur, Rabbisine kulluğu terk ederse, biz ona şeytanı musallat ederiz. Artık o
habis ona arkadaştır. (Zuhruf s.ayet 36) buyu-
rulmuştur.
Şeytanu (a.l.) bazan insana namazda ves-
vese verir, bazende nefsin hoşuna giden boş
vaadlerde bulunur, hayırlara koşmasına, sünnet ve vavibleri işlemesine, farz ve nafile ibadetleri-
ni yapmasına mani olur.
Böylece hem dünya hem ahireti ziyana (zarara) uğrar da akibet kıyamette şeytanla beraber haşrolunur.
Şayet son nefeste imanını muhafaza ede-
mezse kıyamet gününde şeytan, firavun,Haman
ve Karunla beraber (neuzu billah) ebedi olarak
cehennemde mahbus kalır.
Ebedi hayatımızın yegane sermayesi olan
imanımızı kaybetmekten, gizli ve aşikar her halü-karda Cin ve İnsan şeytanlarına tabi olmak
tan Rabbimize sığınırız.
[RUHUL-BEYAN TEFSİRİ]
Alıntı,Necmi gürses

10 Nisan 2019 Çarşamba

Peygamberimizin Ecdâd-ı Âlîsi (Dedeleri) Peygamberimiz’in kendisinden itibaren, Hz. İsmâil’in sülalesinden olan Adnan’a kadar baba sülâlesi şöyledir: Hz.Muhammed, Abdullah, Abdülmuttalib, Hâşim, Abdimenaf, Kusayy, Kilab, Mürre, Kâab, Lüey, Gaalib, Fihr, Mâlik, Nadr, Kinâne, Huzeyme, Müdrike, İlyas, Mudar, Nizar, Meaad, Adnan.

Peygamberimizin Ecdâd-ı Âlîsi (Dedeleri)
Peygamberimiz’in kendisinden itibaren, Hz. İsmâil’in sülalesinden olan Adnan’a kadar baba sülâlesi şöyledir:
Hz.Muhammed, Abdullah, Abdülmuttalib, Hâşim, Abdimenaf, Kusayy, Kilab, Mürre, Kâab, Lüey, Gaalib, Fihr, Mâlik, Nadr, Kinâne, Huzeyme, Müdrike, İlyas, Mudar, Nizar, Meaad, Adnan.
Peygamberimizin anne cihetinden sülâlesi:
Hz. Muhammed, Amine, Vehb, Abdimenaf, Zühre, Kilâb.
Peygamberlerin her hususta en üstün, en büyük olanı, şüphesiz bizim Peygamberimiz Hz. Muhammed Mustafa (sallallâhü aleyhi ve sellem)’dır.
Peygamberimizden evvel gönderilen peygamberlerden çoğu, belli bir topluluğa, bir şehir veya köy halkına gönderilmiştir. Peygamber Efendimiz ise bütün insanlığa, bütün mahlûkâta yani, onsekiz bin âlemin tamamına rahmet olarak gönderilmiştir. Onun İnsanlığa nasıl ve ne büyük bir rahmet olduğunu anlamak için, dünyaya gelmezden evvelki insanlığın haline bir bakmak lâzımdır:
Bilindiği gibi, Fahr-i Âlem Efendimizin teşrifinden önce bütün dünyada her bakımdan kötülüklerin ve karışık-lıkların hüküm sürdüğü bir fetret devri mevcuttu. O günün insanları her türlü bid’at ve sapıklık içinde âdeta yüzüyordu. İnsanlık, hak, adâlet ve medeniyetten uzak, korkunç bir vahşetin girdabına gömülmüştü. Fuhuş ve eşkiyalık, her türlü zulüm ve zorbalık almış yürümüştü. Öyle ki, kimin kime gücü yetiyorsa o, diğerinin malına, canına, ırzına tecâvüz ediyor, elinde nesi varsa alıyordu. Hattâ bir kısım insanlar hurâfe ve bâtıl inançlarla hareket ederek kendi kız çocuklarını çukurlara gömüyor, öldürüyorlardı. Vahşet ve ahlâksızlığa öylesine dalmışlardı ki; bir kadını birkaç erkek ortaklaşa alabiliyordu. Ayrıca kadının cemiyette hiç değeri yoktu. Para ile alınıp satılabilen basit bir eşya muâmelesi görüyordu. İnsanlar, birbirlerine diş bileyen düşman gruplar halinde kabilelere ayrılmış, kabileler arasında kan dâvâları almış yürümüştü.
İşte böyle bir devirde Resûl-i Ekrem Efendimiz, (sallallâhü aleyhi ve sellem) Mekke-i Mükerreme’de, Milâdın 571’inci senesi Rebîulevvel ayının 12’inci gecesi sabaha karşı dünyayı şereflendirdiler.
Peygamberlik silsilesinin son halkası olan Peygamberimizin, kırk yaşına girip daha kendisine nübüvvet ve şerîat verilmezden evvel bile, elinde bir çok hârikalar zuhur etmişti. �Emrolunduğun gibi dosdoğru ol� ilâhi emrine tam mânâsıyla uyduğu için, hayatının her kademesinde sadakat ve doğruluğun canlı bir örneği olmuştur.
O her türlü riyâ ve yalandan uzaktı. Devrinde kimse kimseye itimad edemez ve güvenemezken, herkes ona inanıyor, ona itimat ediyor, ihtilâfa düştükleri meselelerde onun hakemliğine ve hükmüne râzı oluyorlardı.
Onu inkâr eden düşmanları bile, onun sadâkat ve doğruluğunu, yalan ve riyâdan uzak olduğunu itiraf ederlerdi. onda gördükleri eşsiz ahlâk ve yüksek seciyeyi takdir eder, ona � Muhammedü’l-Emin� (Emniyetli Muhammed) derlerdi.
İşte, âlemlere rahmet Efendimiz, cihânın böylesine zulmetle dolu olduğu bir devirde gelmiş, bâtıl inançları kaldırmış, iman ve İslâm nûru ile âlemi karanlıktan kurtarmış, insanlığa dünya ve âhiret saâdetinin anahtarlarını vererek, hakîki medeniyet yolunu göstermiştir.
Bugün, İslâm tarihini tarafsız şekilde tetkik eden birçok müsteşrik (doğu bilimcisi gayri müslim) bile, Peygamberimizin yüksek mertebesini, güzel ahlâkını ve insanlık için gerçekten rahmet ve en büyük kurtarıcı olduğunu kabul etmeye mecbur kalmış, ona hayranlık duymaktan kendilerini alamamışlardır.
İnsaf sahibi gayr-i müslimler, Peygamberimize bu derece hayranlık duyar, alâka ve muhabbet gösterirse, onun ümmeti olan bizlerin, ona nasıl bir sevgi ve hürmetle bağlanmamız gerektiğini düşünmek lâzımdır.
Burada şunu da ilâve edelim ki, Peygamberimiz dün-yayı şereflendirdikten sonra, daha önce gelmiş Peygamberlerin tasarrufları ve getirdikleri şerîatların hükmü kalmamıştır. Hakkaniyet ve hükümranlık sadece bizim Peygamberimize âittir. Onun içindir ki, Peygamberimiz bir ara Hazret-i Ömer’in elinde mensuh Tevrat sahifelerini görünce ona âdeta çıkışarak:
�Siz de Yahûdi ve Hıristiyanlar gibi bana verilen nübüvetten, bana indirilen Kur’ân’dan şüphe ve tereddüt mü ediyorsunuz? Vallâhi, Tevrat kendine indirilen Mûsa Peygamber (şu anda) hayatta olsa idi, bana tâbi olmaktan başka hiç bir kudreti olamazdı.� buyurarak bu gerçeği ifade etmişlerdir.
Binâenaleyh, bâtıl dinler ve bilhassa kesif hıristiyanlık propagandasına rağmen, iyi bilinmelidir ki, devrimizde ne İncil’in, ne Tevrat’ın hükmü vardır. Asrımızda ve kıyâmete kadar tasarruf ve hükümranlık, ancak bizim Peygamberimiz Muhammed Mustafa (s.a.v.)’ya aittir.
– Muhtasar Ilmihal
Fotoğraf açıklaması yok.