15 Mart 2020 Pazar

Süleyman Hilmi Silistrevî (k.s.) hazretlerinin vaazlarında bizzat bulunup dinleyen mazanna-i ricâlden duyduğumuza göre, açılmasını çok arzu etmişler ve bu sebeple iktidar sahiplerine kürsi-yi Muhammedî’lerden defalarca ‘Açın Aayasofyayı, devam ettirin iktidarınızı ölünceye kadar’ mealinde ikaz ve hatırlatmalarda bulunmuşlardır. Ve yine sizin işaret ettiğiniz manada tebşiratları da vardır. Şöyle ki:


'Evlatlarım' dediği talebelerinden birisi bir gün, elinde bir gazete ile kamara'da oturan Üstâzımız Süleyman Efendi (k.s.) hazretlerine gelir. Gazete; o devirde Sinan Umur (merhum) tarafından haftada bir veya on beş günde bir yayınlanan “HÜRADAM Gazetesi”dir. Gazetenin manşetinde, Londra uçak kazasından hafif yaralarla kurtulan Başvekil Adnan Menderes’e şöyle hitap edilmektedir:
“Allâh’ın Lutf u Keremiyle çok ağır bir uçak kazasında hafif yaralarla kurtuldunuz, Allâh’a şükran borcunuzun bir ifadesi olarak;
1- Ayasofya Camii’ni bir an evvel ibâdete açınız.
2- Müslümanların nüfus belgelerinin din hanesine “Dini, din-i İslâm'dır” kaydını yeniden koydurunuz.
3- Memleket çapında idarece ve zabıtaca din tedrisatına karşı, Müslümanlara karşı yapılan mezâlimi durdurunuz!”
Süleyman Hilmi Tunahan Efendi (k.s.) hazretleri, bu gazetenin böyle bir başlıkla çıkmasından son derece memnun kalır. Cebinden çıkardığı bir miktar parayı talebesine verir, “Evlâdım! Git, seyyar gazetecide bu gazeteden ne kadar nüsha kalmışsa al; vapurun bütün mevkilerindeki masalara birer adet bırakıver” der.
***
Üsküdar Selimiye Câmii İmam-Hatibi Fahri DURAN hoca da şunları anlatıyor:
- Ben ‘Yâ Vedûd Sultan Câmii’nde imam iken, Cuma günü cuma namazını kıldırdım ve civardaki esnaftan birinin ısrarıyla, Eminönü Yeni Câmii’ne gittik. Yeni Câmi'de vaaz ediyordu o zamanlar Süleyman Efendi hazretleri, cumadan sonra...
Gittik vardık, girdik câmiye... Süleyman Efendi hazretleri vaaza başlamış tabi. Hitabeti fekalâde hoş ve güzeldi. Mevzuun evveliyatı neydi bilmiyorum ama, biz içeri girdiğimiz zaman Ayasofya’dan bahsediyordu...
Hiç hatırımdan çıkmıyor; bir ara kürsüde, dizlerinin üstünde doğrularak;
- “Ayasofya ibâdete açılacaktır!” buyurdu ve mevzuda bir takım tebrişatlarda bulundu. [Hâdimü’l-Kur’an Üstaz Süleyman Hilmi Tunahan (k.s.), Mustafa ÖZDAMAR, s.93]
***
Ümidimiz -inşaallah- en kısa zamanda açılacaktır. Böylece necip milletimiz bu ayıptan kurtulacak, belki bazıları da bu vesileyle Hz. Fatih’in (k.s.) bedduasının şiddet ve dehşetinden bir nebze de olsa rahatlayacak... Fethin sembolü olan mübarek mabet de, fizikî açıdan olduğu kadar manevi cihetten de ihya ve imarla zinetlenip nurlanacaktır.
Fakat unutmamak gerekir ki, yılların birikimi olan bir takım sıkıntılar-tortular öyle bir günde, bir ayda ya da birkaç yılda giderilip temizlenemiyor. “Tedrîcî tekâmül” kaidesi her alanda olduğu gibi bu hususta da işliyor. Yavaş yavaş, basamak basamak mesafe alınabiliyor. Ama ümitvarız, zaman ve zeminin olgunlaştığı, açılması için artık halin ve şartların, gerek ülke gerekse dünya konjonktürü açısından müsait hale geldiğini görüyoruz. Şahsen, akşamdan sabaha bir şeylerin değişip oluşabileceği ümidini taşıyorum. Niyazımız, duamız, ilticamız Rabbimiz celle celâluhu’ya:
“Allâhümme yâ müfettiha’l-ebvâb, iftah lenâ hayra’l-bâb."
“Ey (kapalı bütün) kapıları açan Allah'ım! Bizim için de maddî-mânevî hayır kapılarını (ve bâ-husus Ayasofya’nın kapısını) açıver.” Amin

EFENDİMİZ HZ. MUHAMMED (SAV) TARİF Buyurmuşlar.. *Abdeste şaşıracağınız 10 muhteşem enerji:* 1- İnsan vücudu üzerinde yaklaşık 700 Biyolojik Aktif Nokta (BAN) bulunur. Bunlardan 66 tanesi ‘Agresi Noktası’ olarak adlandırılan ekstra aktif noktalardır. 66 Agresi noktasından 61’i abdest azalarında yer almaktadır. Abdestte azalar yıkanırken BAN faaliyete geçer, agresi noktaları denge kazanır. Bu sebeple abdestteki sırayı bozmamaya özen göstermek gerekir..


2. Yüz yıkanırken mide, bağırsaklar, safra kesesi, idrar yolları, sinir sistemi ve üreme organları uyarılmış olur.
3. Kollar yıkanırken, bağırsaklar, kalp, akciğerler, üreme organları, idrar yolları ve kan dolaşımı uyarılır..
4. Kulaklar, yaklaşık 100 BAN’ın yer aldığı ve hemen hemen bütün organlarla bağlantılı olan bir komuta merkezidir. Kulaklar meshedilirken bütün organlar uyarılmış olur..
5. Ayaklar yıkanırken hormon dengesini sağlayan, büyüme ve üremeyi kontrol altında tutan hipofiz, böbrekler ve hemen hemen bütün organların faaliyetini etkileyen BAN uyarılır..
6. Abdestte akupunktur noktalarının uyarılmasıyla vücutta enerji ve kan dolaşımı kolaylaşır, vücudun direnci artar, bağışıklık sistemi güçlenir. Ateş yükselince soğuk su ile abdest almak, ateşi 1,5-2 derece kadar düşürür..
7. Abdest tansiyonu düşürür,baş ağrısını hafifletir, uyuklamayı, yorgunluğu ve öfkeyi giderir. Soğuk su kullanmak, abdestin ve guslün faydalarını artırır. Peygamberimiz (s.a.v) ashabına abdest için ılık su tavsiye ederdi..
8. Her abdestte misvak kullanmak çok önemlidir. Misvak dişlerden ziyade diş etleri için önemlidir. Çünkü her bir dişin dibinde farklı organlarla bağlantılı ikişer akupunktur noktası bulunur..
9. Misvak akupunktur noktaları vasıtasıyla, dişetlerine 28 sinirle bağlanan beynin,5 duyu organı ve sinüslerin, kasların, iç organların ve üreme organlarının işlevini dengeler..
10. Misvak kaslarda ağrıyı azaltır, dişeti hastalıkları ve diş çürümelerini önler. Ağızdaki zararlı mikropları öldürür, faydalıların yaşamını kolaylaştırır, akıl sağlığını ve hafıza kuvvetini son nefese kadar korur. Misvağın etkisi kullanıldıktan sonra 48 saat süreyle devam eder. Misvak kullanmak sünnettir..
*Cumamız mübarek olsun...*

KİMLER ALLAH YOLUNDADIR? Ka‘b bin Ucre radıyallâhü anh anlatıyor: “ Bir adam Nebiyy-i Muhterem sallallâhü aleyhi vesellem’e uğramıştı. Resûlüllah’ın (s.a.v.) ashâbı, bu adamın kuvvet ve kabiliyetini görünce,


− Yâ Resûlellah, bu adam Allah yolunda cihad etseydi ne güzel olurdu, dediler.
Resûlüllah (s.a.v.) şöyle buyurdu:
− “Bu adam, küçük çocuklarının geçimini temin etmek için çıktı ise, Allah yolundadır.
“ Yaşlı anne ve babasına hizmet için evinden çıkmışsa, Allah yolundadır.
“Çalışıp nefsini dilencilikten korumak için çıkmışsa, Allah yolundadır.
“Âilesinin geçimini temin etmek için çıkmışsa, Allah yolundadır.
“(Çalışıp kazandığının) çokluğuyla övünmek, (zenginliğiyle gururlanmak) için çıkmışsa, tâğutun (şeytanın ve nefs-i emmârenin) yolundadır.”
“ Hadîs-i şerîfin bir başka rivâyetinde, sahâbîlerin yukarıda zikri geçen temennileri üzerine Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) Efendimiz sözlerine, “Allah yolunda olmak, sadece ölmekle mi olur sanıyorsunuz?” buyurarak başlamıştır.

Hızır Aleyhisselam bir gün gökyüzüne derin derin bakar öyle derin bakar ki ARŞ-I ALA’da yazılı olan FATİHA suresini görür .Fatiha suresine aşık olur. ALLAH ‘a yalvarır “Ne olur YARABBİ bu sureyi bana indir.” Fakat ALLAH şöyle der —“Ben bu sureyi Alemlere rahmet olarak göndereceğim Hz. Muhammed (s.a.v) indireceğim.” Tabi Hızır Aleyhisselam bunu duyunca ALLAH ‘a tekrar yalvarır. —“YABBİ ne olur

beni Hz. Muhammed’e (s.a.v) ümmet olarak ulaştır.” der ve duası kabul olur. Bilindiği gibi Hızır Aleyhisselam Peygamberimizden (s.a.v) binlerce yıl önce doğmuştur. Fakat Peygamberimizi (s.a.v) görmek ve O na ümmet olmak için ALLAH ‘a yalvarır duası kabul olur ve ölümsüzlük (Ab-ı Hayat) suyundan içer. Peygamberimiz (s.a.v) Hızır Aleyhisselamla sohbet ettiği kaynaklarda vardır. Halen aramızda ALLAH için kıyamete kadar hizmet edecektir. Düşünün Hızır Aleyhisselam Peygamberimizden (s.a.v) binlerce yıl önce Peygamberimize (s.a.v) ümmet olabilmek için ALLAH ‘a yalvarmış. Peygamberimize (s.a.v) ümmet olmak işte bu kadar önemli biz ise Peygamberimizin (s.a.v) Ümmeti olarak dünyaya gelmişiz bu nimetin kıymetini biliyomuyuz. Bunun için Şükür ediyomuyuz?. ALLAH ‘IM BİZİ MÜSLÜMAN OLARAK YARATTIĞIN VE PEYGAMBERİMİZİN (S.A.V) ÜMMETİ OLARAK YARATTIĞIN İÇİN ve VARİSİ NEBİYE EVLAT KILDIĞIN İÇİN SANA SONSUZ ŞÜKÜRLER OLSUN...

GÜNAH,PİŞMANLIK VE TEVBE: “ “ 1- İnsan hayatı med-cezirlerle / iniş-çıkışlarla doludur. Atalarımızın dediği gibi, “Düşmez kalkmaz bir Allah’tır”. Halden hâle girmek, maddî ve manevî yönden batmak-çıkmak biz insanlar içindir. Allah korusun, insan hidâyette iken dalâlete, zengin iken yoksulluğa düşebilir. Sağlık ve âfiyetteyken hastalanıp sakatlanabilir; yüksek bir makamda ve iyi bir iş başındayken vazifeden alınabilir. Bunların tersi de olabilir. Gücünü-kuvvetini, yüceliğini yitirmeyen, hazinesinde eksiklik olmayan, hiçbir noksanlıkla mâlûl bulunmayan yegâne varlık Allah Teâla’dır.


2- İnsan amelî ve ahlakî bakımlardan hataya düşüp günahlara daldığında, aslolan bunları ona-buna söylemek değil, içine düşen pişmanlık ateşiyle birlikte tevbe ve istiğfara sarılmaktır. Bir insanın hatalarını-günahlarını görebilirsiniz, ama nedâmet ve istiğfarından, dolayısiyle Cenab-ı Hakk’ın onu bağşladıından da haberdar olamayabilirsiniz. O bakımdan dikkatli olmak ve bu noktada gıybete düşmekten şiddetle kaçınmak gerekir.
3- O zikir halkalarına, bırakınız böyle bütün günahına rağmen halis niyetle katılanları, dünyevî bir maksatla iştirak edenleri bile boş çevirmiyor Hz. Allah. O’nun hazinesine sınır koymak kimin haddine!
4- Söz konusu durum, ‘aldatma’ hadisinin şumûlüne girmez. Bilakis, yukarıda 2’nci maddede anlatmaya çalıştığımız üzere, kişinin kendisini “fâsık-ı mütecâhir (günahı alenen/açıktan işlemek veya işlediği günahı konuşup açıklamak)” durumuna sokmaması olarak izah edilebilir. Evet, Ebû Hureyre’den (r.a.) rivayet edilen o hadis-i şerifte Rasûlullah (s.a.v.), “Bizi aldatan bizden değildir.” [Müslim, Sahih, İman, 164, Fiten, 16] buyurmuşlardır. Ancak ayetlerin tefsirinde sebeb-i nüzûl önemli olduğu gibi, hadislerin izahında da sebeb-i vürûd önemlidir. Binaenaleyh hadisleri de daha iyi anlayabilmemiz için yapmamız gereken en önemli hususlardan birisi, hadisi sebeb-i vürûdu ile birlikte okumak, öğrenmek ve değerlendirmektir.Bu hadis-i şerife de söz konusu kıstaslarla baktığımızda, anlatmaya çalıştığınız vaziyet ve kişinin durumu, ‘aldatma’ kategorisine girmez.
5- İnsanları tekfir ve nifakla (münafıklıkla) itham noktasında son derece dikkatli ve hassas davranmamız lazım. Bu mevzuda Ehl-i Sünnet’in kıstasları mâlum.

Rabbim (c.c.) kimseyi imtihan etmesin. O imtihan ederse, hangimiz bunu kazanabiliriz? Bizler zayıf kullarız, imtihana tahammül gücümüz yok. İltimas-ı ilahisi ve Habibinin yüzü suyu hürmetine imtihansız olarak huzuruna kâmil imanla çıkabilmeyi nasip eylesin. İmtihan belâ ve musibet demektir. Bunları Allah dostaları isteyebilir. Çünkü o tür sıkıntılar manevi derecelerin yükselmesi içindir, onlar buna tahammül gösterebilirler. Ama bizim gibilere yaraşan, uygun olan; Mevlamızdan af ve afiyet dilemektir. Kaldı ki şunu da unutmamak lazım; bu dünyada rahatın hiçbir cinsi yoktur. Bu âlem her yönüyle sıkıcıdır. Aslolan ahirettir. Hakiki manada saadet de selamet de oradadır. Burada hemen herkesin kendine göre dertleri-sıkıntıları vardır, dertsiz-sıkıntısız-meşakkatsiz, başı selamette olan insan hemen hemen yok gibidir. Hani meşhur sözümüzdür, “Allah dağına göre kar verir”. Bu noktada önemli olan, bu sıkıntı ve musibetlerden bizim nasibimize düşen kısma hamd ile (şükür’le değil) tahammül edebilmek ve bu arada gidermesi için de Cenab-ı Mevlâ’ya iltica etmek, maddi ve manevi çarelerine müracaat edebilmektir.

Bir gün birisi, Hasan-ı Basri’nin (rh.) yanına geldi ve dedi ki:
- 'Ey imam! Gökten yağmur yağmıyor.'
Bunun üzerine Hasan-ı Basri hazretleri:
- 'O halde Allah’tan (c.c.) af dile / tevbe et, istiğfar oku' buyurdu..
Sonra bir başkası huzura girdi, o da:
- 'Ey imam! Çocuğum olmuyor' dedi..
Hasan-ı Basri hazretleri ona da:
- 'Allah’tan af dile / tevbe ve istiğfar et’ buyurdu.
Sonra üçüncü bir adam geldi ve şöyle dedi:
- 'Ey imam! Fakirlikten yana sıkıntım var.'
Hasan-ı Basri hazretleri ona da:
- Allah’tan af dile / tevbe ve istiğfar et' buyurdu.
Bu manzara karşısında mecliste bütün bu olup bitenlere şahit olan bir şahıs:
- 'Ey imam, hayret sana! Sen bir ihtiyacı için yanına gelen herkese, 'Allah’tan af dile, istiğfar et mi dersin?’ dedi..
Bunun üzerine Hasan-ı Basri hazretleri adama şöyle cevap verdi:
- 'Ey Fülan! Sen Allahu Teâla’nın (aşağıda meallerini arzettiğimiz) şu ayetlerini okumadın mı hiç:
Meali: “(Nuh a.s.): Gelin dedim, Rabbınızın mağfiretini (bağışlamasını) isteyin; çünkü O, mağfireti çok bir Gaffâr’dır (pek bağışlayıcıdır).
“Bol hayır ile üzerinize semâyı salsın (üstünüze gökten bol ve bereketli yağmur yağdırsın).
“Ve size mallar ve oğullarla/evlatlarla imdâd eylesin (yardım etsin), sizin için Cennetler yapsın (bahçeler versin), sizin için ırmaklar yapsın (akıtsın).” [Nuh suresi, 10-11-12]
***Kısaca tevbe ve istiğfar: “Estağfirullâhe’l-azıym ve etûbü ileyk” cümlesidir. Bunu çokça ve sıkça okumak lazım.
Dille yapılan istiğfarın en efdâli, en üstünü, en büyüğü ise, Seyyidü’l-istiğfar’dır

Rabbini (c.c.) madem çok sevdiğini iddia ediyorsun, eğer sevginde samimi isen, o halde O’ndan gelen her şeye (hayır-şer) râzı olmalı, bunları gönül hoşnutluğu ile karşılamalısın. Öyle değil mi? İnsan sevdiğine kırılır mı? Hele ki bu Âlemleri Rabbi olan Allahı’mız ise… Ve bu müştekî ve muztar olduğun haller için de, “imtihan” gibi lâflar da etme. Rabbimin bir cilvesidir de, daha fazla da üzerinde durma. Eğer O gerçek manada “imtihan” etse, hangi birimiz bu imtihanı kazanabiliriz ki? Geç bunları da; “Yâ Rabbi, ben âciz kulun imtihan ehli değilim; beni Rasûlünün yüzü suyu hürmetine imtihansız olarak kâmil imanla huzuru göç ettiriver” diye dua edip yalvarmaya bak.


 Görüntünün olası içeriği: yazıGörüntünün olası içeriği: yazı
SABRIN KARŞILIĞI HESAPSIZDIR
Cenab-ı Hak Kur’an’ı Kerim’inde sabredenlere hesapsız mükâfat va’d ederek şöyle buyuruyor:“(Rasulüm) söyle: Ey inanan kullarım! Rabbinize karşı gelmekten sakının. Bu dünyada iyilik yapanlara iyilik vardır. Allah''ın (yarattığı) yeryüzü geniştir. Yalnız sabredenlere, mükâfatları hesapsız verilecektir.”
Zümer suresi, 10.
Müfessirler, “bi gayri hisab”dan murad şudur diyor ve şu açıklamalarda bulunuyorlar:Sabredenlere Allah’ın vereceği nimet ve ecir, akıllara sığmaz ve bizim aklımız o mükâfatı kavrayamaz. Onun nev’inin-cinsinin ve miktarının ne olduğunu ancak Hz. Allah bilir, diyorlar.
Son devir dersiamlarından ve Nakşi yolu Müceddidin kolu silsilesinin 33. halkasını teşkil eden üstazımSüleyman Hilmi Tunahan(k.s.) hazretleri,“Bazı Ehlulullah ise bu ayete şöyle bir bâtıni mana vermişler ve buyurmuşlardır ki: Buradaki ‘ecir’ kelimesini ele alalım. ‘Elif’ten murat Allah’tır’, ‘Cim’den murat Cemâlullah (Allah’ın cemâli)’, ‘Re’den murat: Ru’yetullah yani Allah’ın cemâlini görmektir. Ve o zaman mana şudur: Kim sabrederse, yarın mükâfat olarak Allahu Teala, Cennet’inde, ona bizzat Cemâlini gösterecektir, demişlerdir.”
İşte bunun için Hz. Allah, “Sabredenlerin ecri hesapsızdır” buyuruyor. Çünkü insanların aklı bugün bunu almaz, anlayamaz.


NAMAZLA ALLAH’A İLTİCA
Peygamber Efendimiz,“Biriniz her hangi bir işte sıkıntıya düştüğünde temiz abdest alıp, iki rek’at namaz kılarak Allah’a iltica etsin”buyurmuşlardır.
Nitekim ceddimiz-dedemizHz. İbrahim(a.s.)Babil’denŞam’a hicret ederken, uğradıkları Babil şehrinin kolcuları (polisleri), hanımıHz. Sâre’yi esir edip, meliklerine arz etmişler… Güzelliği karşısında hayran olan melikleri de, 3 defa Hz. Sâre’ye saldırmış. Perdeleri aradan kaldıran Hz. İbrahim, bu manzarayı görünce ve çaresiz kalınca namaz ile Rabbına iltica etmiş, her saldırıda zalimin eli kurumuş, hanımına tasalluta muvaffak olamamıştı.
Bunun İlahi bir mucize olduğunu anlamış, kendi cariyelerinden Hz. Hacer’i Hz. İbrahim’e hediye etmişti

SABIR : Bir rivayete göre, Rasûlullah (s.a.v.), hasta olan Hz. Ali’yi (r.a.) halini-hatırını sormaya gitmiş ve hangi dualar ettiğini sual etmiş; o da, Allah’tan sabır dilediğini söylemiştir. Bunun üzerine Rasûl-i Ekrem (s.a.v.), “Musibetimde bana sabır ver, demek yerine, neden: ‘Rabbenâ âtinâ…’ (Yâ Rabi! Bana dünyada da iyilik ver, ahirette de iyilik ver...) duasını okumuyorsun?” manasına gelen tavsiyelerde bulunmuştur. Ayrıca Fahr-i Kâinat Efendimiz (s.a.v.) yanından geçerken, “Ey Rabb’im! Senden sabır istiyorum” diye dua eden bir kişiye “Sen Allah’tan belâ istemiş oldun; bunun yerine O’ndan sağlık ve âfiyet (bedenî ve rûhi sıhhat) dile” buyurdular. [Bkz. Tirmizî, Sünen, Deavât, 94; Ali el-Müttakî el-Hindî, Kenzü’l-Ummâl, I/292]
Tabii burada musibetlerde sabır istemenin hem hastalığı arttıracağına dikkat çekiliyor, hem de hastalığın giderilmesi için uygun duaların yapılmasına işaret olunmuştur. Çünkü, hastalığın şifası için değil de ona karşı tahammül istemek, biraz da musibetten pek rahatsız olmadığı, hastalığını Allah’a şikâyet etmeye ihtiyaç duymadığı manasına gelmektedir.
Diğer taraftan bu durum, henüz musibete ve hastalığa maruz kalmayan / uğramayan bir kimsenin sabır istemesinin, bela gelsin de sabredeyim, anlamına gelebileceğinden, bela ve musibet gelmediği zamanlarda dahi afiyet istemeye bir teşviktir.
Müslümanlar olarak, belâ-musibet ve hastalıklar zamanında, hem isyan etmeyip sabredeceğiz, hem de musibetin kalkması için dua edeceğiz.
“Sabredenleri müjdele. Onlar öyle kimselerdir ki, başlarına bir musibet geldiğinde, ‘Biz Allah’a aidiz ve vakti geldiğinde elbette ona döneceğiz’ derler.” [Bakara suresi, 155-156] mealindeki ayette, musibetlerde sabrın önemine işaret edilmiştir.