3 Haziran 2020 Çarşamba

HADİSİ ŞERİF Cennette makamımda iken kulağıma azap görenlerin feryatları gelir. Buna kalbim dayanamaz, Arş’ın altında secdeye varıp onlara şefaat için Rabb’imden izin isterim. Rabb’im “Yâ Muhammed! Başını secdeden kaldır, ana-babaları râzı olmadıkça, onları cehennemden çıkarmam” buyurur. Makamıma dönerim. Fakat feryatlar devam eder. Yine secde eder şefaat izni isterim. “Yâ Muhammed! Kaldır başını, başka isteğin varsa vereyim, bunlara şefâat dileme! Ana babaları râzı olmadıkça onları cehennemden çıkarmam” buyurur. Tekrar makamıma dönüp bu hâli unutmaya çalışırım; fakat ardı arkası kesilmeyen feryatlar devam eder. Rabb’ime şöyle yalvarırım: Allah’ım! Cehennemin bekçisine emir buyur, azap görenlerin yerini bana göstersin, hallerini göreyim.” İzn-i ilâhî ile gösterilir. Ateşten çengellere takılmışlar, zebânîler ateşten sopalarla sırt ve ayaklarına vuruyorlar, yılan ve akrepler de saldırıyor. Ziyâde mahzun olurum. Üçüncü defa secdeye varıp kurtulmalarını dilerim. Ana-babalarının rızâsı olmadıkça kurtulmayacakları bildirilir. Ana-babalarının yerlerini sorarım. Bir kısmı cennette zevk u sefâda, bir kısmı Arasat’ta, bir kısmı Cennetü’l Me’vâ’da ve diğer yerlerdeler diye haber verilir. Kendilerini görmek niyâzında bulunurum. İzin verilir. Yanlarına gidip, evlâtlarına verilen cezâları ve üzüntümü anlatıp onları affetmelerini istediğimde, dünyada yaptıklarını hatırlayıp biri şöyle der: “Yâ Resûlallah! Onu bırakınız, lâyık olduğu azabı çeksin. Dünyadayken beni döver, söver, incitir, vaziyeti iyi olduğu halde, yiyecek ve giyecek gibi ihtiyaçlarımı görmezdi. Hanım ve çocuklarına, hanımın akrabalarına her yardımı yapar, ben istersem azarlar, kovardı. Bunların acısı içimdedir. Bırakınız cezâsını çeksin.” Ben de onlara: “Onlar dünyada olan şeyler. Burası af ve merhamet yeridir. Onları affetmeniz için yanınıza kadar geldim” Bu esnâda Hitabı-ı İzzet gelir: “Habîbim Onlara acıma! İzzet ve Celâlim hakkı için ana ve babaları râzı olmadıkça, onları cehennemden çıkarmam.” Fahr-i Âlem S.A.V. izn-i İlâhî ile ana ve babalarını cehennem kapısına getirip, evlâtların hallerini gösterir. Hepsi ağlaşırlar. Yemin ederek: “Biz bu hallerini bilmiyorduk” derler. Evlâtlarına seslenmeye başlarlar. Ana-babalarının seslerini duyan evlâtlar da feryatlarını artırır; “Anacığım, babacığım! Ateş ciğerlerimizi dağladı, azap bizi mahvetti. Yandık, kurtarın, imdat edin. Dünyada güneşte kalmamıza ve diken batmasına râzı olmazdınız. Bu hâlimize acıyın. Derilerimiz yandı, kemiklerimiz kaynadı, hâlimizi gördünüz. İmdat edin, bizi kurtarın... diye feryat ederler. Ana-babalar da ağlayarak bana: “Yâ Resûlallah! Onlara imdat et kurtar” derler. Hak Teâlâ ise: “Siz şefâat etmedikçe, onlar kurtulmaz! Zirâ onlara sizin için azap ettim.” Buyurur. Ana-babalar bu defa: “Ey Rabb’imiz” Onları azabından kurtar” diye yalvarırlar. Hak Teâlâ’dan nidâ gelir: “Siz râzı oldunuz, haklarınızı helâl ettiniz mi?” Râzı olduklarını bildirirler. Bunun üzerine: “İsteyen evlâtlarını cehennemden çıkarsın. İstemeyenlerin ki kalsın ve hüküm yerini bulsun!” buyurulur. Cehennemden çıkanları hayat nehrinde yıkarlar. Vücutları düzelir, cennete giderler” buyurdu.


Ilim Irfan Sofrası

MEVZU İLE İLGİLİ DİĞER BAZI HADİSLER 1. “Vallahi mü’min olamaz! Vallahi mü’min olamaz! Vallahi mü’min olamaz!” Ashap: “Kim ya Rasûlellah?” dediler, Peygamberimiz de: “Komşusu kötülüklerinden emin olmayan, olamayan herkes” buyurdu. (Riyazu’s-Salihin, C. 1, S. 341) 2. “Ashab-ı kiram (r.anhüm) Peygamberimize (s.a.v.) dediler ki: “Falanca kadın gündüzleri hep oruçlu, geceleri ise sabaha kadar hep ibadet eder. Fakat komşularına da eziyet etmekten geri kalmaz.” Peygamberimiz: “O cehennemliktir” buyurdu. Sonra da: “Komşuluk hakları nedir bilir misiniz?” dedi ve şunları saydı: - Eğer komşun senden yardım isterse, ona yardım edeceksin. - Eğer destek isterse, onu destekleyeceksin (meşru yerde tabii). - Eğer borç para isterse (imkânın varsa) vereceksin. - Eğer fakir düşerse, elinden tutacaksın. - Eğer hastalanırsa, ziyaret edeceksin. - Eğer ölürse, cenazesine gideceksin. - Eğer ona bir hayır isabet ederse, onu tebrik edeceksin. - Eğer ona bir musibet isabet ederse, taziyede bulunacaksın. - Eğer önünde bina yapıyorsan, çok yükseltip onun rüzgarını-güneşini kesmeyeceksin. Ona eziyet vermeyeceksin. - Eğer evine meyve alırsan, ona da vereceksin. Eğer vermeyeceksen, göstermeyeceksin. - Eğer çocuğun varsa, onun çocuğunu dövmesine izin vermeyeceksin.” Bundan sonra da Rasûlümüz: “Öğrendiniz mi? Neymiş komşu hakları?” buyurmuşlar ve sonra da, “Varlığım kudret elinde olan Allah’a yemin ederim ki, Allah’ın rahmet ettiği kimseler hariç, kimse komşu haklarını hakkıyla ödeyemez (ki o ödeyenler de) çok azdır” buyurmuşlardır. 3. “Kim Allah’a ve ahiret gününe iman etmiş ise, komşusuna sakın eziyet etmesin. Kim Allah’a ve ahiret gününe iman etmiş ise, misfarine izzet ve ikramda bulunsun. Kim Allah’a ve ahiret gününe iman etmiş ise, ya hayır söylesin yahut sussun!” (Riyazu’s-Salihin, S. 245) 4. “Komşusunun aç yattığını bile bile bir insan tok karınla yatabiliyorsa, demek ki o kimse, bana iman etmemiştir.” (Muhtaru’l-Ehadis, Harf-i Ma)

Görüntünün olası içeriği: şunu diyen bir yazı 'Eğer bir kimsenin Duası gecikmiş ve henüz Kabul edilmiş değilse şöyle söylesin "el-Hamdü lillahi alâ külli hâl" Her halükarda Allah'a Hamdolsun. 1mam Gazali thya 1/335'
Ilim Irfan Sofrası
.Abdülkàdir-i Geylânî Hazretleri kitabında anlatıyor ki, o da hadis-i şeriften almış zâten... Ahirette kulun hesabı görülürken bakacakmış ki, yığın yığın sevaplar var... Şaşıracakmış ve soracakmış Allah'a: "--Yâ Rabbi bu sevapları nerden kazandığımı da bilemiyorum ben... Nerden geldi bunlar?" . Allah-u Teâlâ Hazretleri buyuracakmış ki: "--Ey kulum, bunlar senin dünyada ettiğin duaların mükâfatıdır. O zaman istediğin şeyler benim kader-i ilâhime uygun olmadığından verilmedi; bugün bu mükâfat verilmiş oluyor sana... Duanın karşılığı bu olmuş oluyor." O zaman kullar diyeceklermiş ki: "--Keşke dualarımızın hepsi böyle olsaymış da, burada çok büyük sevap kazansaymışız." diyeceklermiş

HZ. İDRÎS ALEYHİSSELÂM İdrîs Aleyhisselâm, Hz. Şît’ten sonra peygamberliğe nâil olmuş büyük bir peygamberdir. Hz. İdrîs (a.s.), babası Hz. Şît Aleyhisselâm’a benzerdi. Birçok ilim ve hikmet ile göklerin sırlarını bilirdi. Âlemde yazıyı ilk önce o yazdı. O, nücûm ilmi, hesap ve rakam bilir ve Allâh’a ibâdetle son derece meşgul olurdu. Asıl adı “Uhnûh” olup ilimle ve dersle çok uğraştığı için ‘İdrîs’ denilmiştir. Allâhü Teâlâ, onu Kâbiloğullarına peygamber olarak gönderdi. O kavim, Allâh’a îmânı ve ibâdeti bırakıp putlara taparlardı. İdrîs Aleyhisselâm, onları, Allâh’a ibâdete davet ederdi. Allâhü Teâlâ, İdrîs Aleyhisselâm’a otuz “Suhuf” indirdi. Gece ve gündüz bunu okur, melekler onu dinlemeye gelirlerdi. Her gün Allâhü Teâlâ’nın huzuruna yükseltilen ibâdetler içinde İdrîs Aleyhisselâm’ın ibâdeti diğer insanlarınkinden fazla idi. Hatta melekler onun ibâdetine hayret ederlerdi. Şeytan ise hased eder, ama ona bir şey yapmak için hiç yol bulamazdı. İdrîs Aleyhisselâm elinin emeği ile geçinirdi. Terzilik sanatını ilk o yapıp elbise dikti. İnsanlar onun diktiklerini giydiler. Ondan önce halk, dikişsiz hayvan derisi giyerdi. Elbise dikerken iğneyi her geçirdiğinde Allâh’ı tesbîh ederdi. Eğer bir gaflet hâli olursa hemen diktiğini çözüp tekrar dikerdi. İdrîs Aleyhisselâm, ümmetine tûfândan bahsetmiş ve Hâtemü’l-Enbiyâ (peygamberlerin sonuncusu) olan Resûlullah (s.a.v.) Efendimizin sıfatlarını bildirmişti. Yeryüzünde üç yüz altmış sene yaşamış, nihâyet, Hak Teâlâ tarafından yüksek bir makâma kaldırılmıştır.

Yedi kat Sema kapılarını çatırdatan duâ Ashab-ı kiramdan Ebû Muallak (veya Ma’lak) el-Ensarî’nin (r.a.), bir hırsızın kendisini öldürmek istemesi üzerine yaptığı duâ ve bu duâsının kabul olma hikâyesi

Yedi kat Sema kapılarını çatırdatan duâ

Ashab-ı kiramdan Ebû Muallak (veya Ma’lak) el-Ensarî’nin (r.a.), bir hırsızın kendisini öldürmek istemesi üzerine yaptığı duâ ve bu duâsının kabul olma hikâyesi

Asr-ı Saadet’te ticaretle meşgul olan bir mümin tacir vardı… Bu tacir; ticaretinde helâli-haramı gözetir, Allah ve Rasûlü için bu ticareti yapar, herkesin hakkına riayet ederdi… Umumiyetle ticaretini Şam ile Medine arasında gerçekleştirir, çoğunlukla da ticaret kervanları ile hareket etmez, tek başına yolculuk yapmayı severdi.

Bir gün yine alacağını almış, satacağını da satmış ve Şam’dan Medine’ye doğru hareket etmişti… Epeyce yol almıştı ki, baştan aşağı silahlı bir eşkıya ile karşılaştı. Eşkıya bu mü’min taciri tehdit etti;

– “Mallarını şuraya indir, develerini de şu ağaca bağla!” Mü’min tacir:

– “Mallarım senin olsun, beni bırak gideyim…” Eşkıya;

– “Bugüne kadar soyup da öldürmediğim kimse yok. Senin de hem mallarını alacağım, hem de canını…“

– “Madem beni öldürmeye kararlısın, senden son bir talebim olsun…”

– “Söyle talebini.“

– “Ben Müslüman’ım; abdest alıp, iki rek’ât namaz kılayım, ondan sonra beni öldür.”

Eşkıya izin verir. Tacir önce abdestini alır, sonra da iki rek’ât namaz kılar ve ellerini Rabbine açar:

‘Yâ Vedûd! ‘Yâ Vedûd! Yâ ze’l-Arşi’l-Mecîd! Yâ Mübdiü, Yâ Muıyd! Yâ Fe’âlün limâ yürîd! Es’elüke bi-nûri vechike’l-lezî mele’e erkâne Arşike ve es’elüke bi-kudretike’l-letî kadderte bihaa halkake ve bi rahmetike’l-letî vesiat külle şey’in. Lâ ilâhe illâ ente. Yâ Muğîsü, eğısnî! Yâ Muğîsü, eğısnî! Yâ Muğîsü, eğısnî!’ diye iltica eder.
يا ودود يا ودود يا ذالعرش المجيد يا مبدأ يا معيد يا فعال لما يريد أسألك بنور وجهك اللذي ملا اركان عرشك وأسألك بقدرتك اللتي قدرت بها خلقك وبرحمتك اللتي وسعت كل شيء لا اله الا انت يا مغيث اغثني يا مغيث اغثني يا مغيث اغثني.
Meali:

“Ey Vedûd! “Ey Vedûd: Ey sonsuz muhabbete yegâne lâyık olan, mahlûkatını seven ve onların hayrını isteyen, iyi kullarını çokça seven, onları rahmet ve rızasına erdiren (Allaâh’ım)!

“Ey Arş-ı Mecîd’in (çok yüce, şanlı-şerefli Arş’ın) sahibi (Rabbim)!

“Ey mahlûkâtı ilk başta maddesiz-malzemesiz, örneksiz-modelsiz olarak yaratan! Ey yaratılmışları yok ettikten sonra, tekrar yaratıp ilk haline döndüren (Allâh’ım)!

“Ey dilediğini hemen yapan (Rabbim)!

“Arş’ının erkânını dolduran zâtının o nûru hürmetine senden istiyorum… Ve mahlûkatını takdir ettiğin (ezelde olmasını isteyip yaratıp şereflendirdiğin-meziyetlendirdiğin) o yüce kudretin hürmetine ve her şeyi çepeçevre kuşatan o yüce rahmetin hürmetine senden istiyorum.

“Senden başka hiçbir ilah cinsi-nev’i yoktur, ancak Sen varsın.

“Ey sıkıntıda olan bütün mahûkatının yardımına koşan, darda kalan kullarına yardım eden (Allâh’ım), yetiş, bana yardım et!”

***

Mü’min tacirin duası henüz bitmiştir ki, çok garip bir hadise meydana geldi… Birden beyaz bir at üstünde yeşil elbiseli, elinde harbe olan bir süvari peyda oldu!.. Eşkıya şaşırmış, ne yapacağını bilemez bir durumda idi… Taciri ve malları unuttu, ortaya çıkan bu süvariye saldırdı… Süvari, bir darbe ile eşkıyayı yere düşürdü…

Süvari tacire dönerek,

– “Öldür bu eşkıyayı” dedi. Tacir,

– “Ben hayatımda kimseyi öldürmedim, insan öldürmeyi hoş görmem. Beni bağışla.” dedi.

Sonra süvari eşkıyayı bir darbe ile öldürdü.

Tacir sordu:

– “Sen kimsin?“

– “Ben üçüncü kat gökte duran bir meleğim. [Bazı kaynaklarda, dördüncü tabaka yani 4. kat sema meleklerindenim diye geçer.] Bu adamı öldürmeyi Allahu Teâla bana nasip etti. Sen namazından sonra ellerini kaldırıp duâya başladığında, gök kapılarının çalındığını / çatırdadığını duyduk, öyle şiddetle çalınıyordu ki… Mühim bir hadisenin olduğunu anladık. İkinci defa duâ ettiğinde gök kapıları açıldı. Üçüncü defa duâ ettiğinde, “Bu çaresiz bir kişinin duasıdır” diye bir ses duyuldu. Bunun üzerine Allahu Teâla’dan, seni kurtarma vazifesini bana vermesini diledim”. Sonra Allahu Teâla, Cebrâil aleyhisselamı vazifelendirdi. Cebrâil aleyhisselam;

– ‘Duâ eden falan mü’mini kim kurtaracak, dedi. Ben talep ettim de vazifelendirdiler. Ey Allahu Teâla’nın mü’min kulu! İyi bil ki; senin yaptığın bu duâyı kim yaparsa, Allahu Teâla onun sıkıntısını giderir, ona yardım eder. Onun duâsı mutlaka kabul edilir’ dedi.

**

Bu hadiseden sonra mü’min tacir yola koyulur ve Medine’ye varır. Soluğu Kâinatın Efendisi’nin (s.a.v.) huzurunda alır ve başından geçen hadiseyi anlatır. Taciri dinleyen Rasûlüllah Efendimiz şöyle buyurur:

“Muhakkak ki Allahu Teâla, sana Esmâ-i Hüsnâ’yı telkin etmiş (ilham edip öğretmiş)… 0 isimlerle Allahu Teâla’ya duâ edilirse, istenen verilir.“ [el-İsabe fî Temyîzi’s-Sahâbe, 7, 379, Hadis No: 10551, (İbnü Ebi’d-Dünya, Hz. Enes’ten rivayet ediyor); Ayrıca bk. İbnü’l-Esîr, Üsüdü’l-Ğâbe I, 1248]

HİKMETLİ SÖZLER ● Bir kimseyi komşusu, akrabası ve arkadaşı methedecek olursa onun iyiliğinden şüphe etmeyiniz. Hz. Ömer r.a. ● Her şeyin bir şerefi vardır. İhsanın / iyiliğin şerefi acele yapılmasıdır. Hz. Ömer r.a. ● İnsanların en kötüsü, iyiliği kötülükle karşılayan; en iyisi de, kötülüğe karşılık iyilik yapandır. Hz. Ali r.a.

Fahr-i Âlem (s.a.v.) ashab-ı güzine sohbet sırasında suallere cevap verirken, Ebu Zerr (r.a.) irtihal-i nebiden sonra, zuhuru beklenen fitnelerden sual etti. Cevaben: “Dehma fitnesi, vehma fitnesi, summün, bükmün, umyün fitneleri, zuhur ile ehl-i islama saldırırlar. Birinci kılınçla, ikinci ehl-i Kur’an’la, üçüncü ise zikir ve rabıta ehli olanlarla def edilecektir. “. Dehma’dan murad, Hz. Ali ve Hz. Muaviye (r.a.) aralarında vaki fitne haçlı seferleriyle İslam alemini yok etmek üzere yapılan taarruzlar. Bunlar İslam kılınçları ile def edilmiştir. Vehma fitnesi, Fatih’in İstanbul’u fethidir. Batı Trakya’dan Çatalca yakınlarında bir pir-i fani, Fatih’e hitaben: “Ey Mehmed, nereye?” sualine: “İstanbul’u fethe gidiyorum.” cevabını verince, Pir: “O vehma fitnesidir. Onu fethedecek asker ehl-i Kur’an olmak gerek.” Fatih: “Hepsi Kur’an bilirler.” Pir: “Öyleyse imtihan gerek.” der. Fatih bağlar arasında ordugâh kurup bir hafta bekler.Hafta sonu, orduya hareket emri verilir. Sefer sırasında orduya: Padişah hasta, yanında üzüm olan varsa getirsin, deva olur, şifa bulur, diye ilan edildiğinde, hiç birinde üzüm bulunmadığı anlaşılır. Ve Pir: “Ya Mehmed sana fetih müyesserdir” diye tebşir eylemiştir. Bu fitne de ehl-i iman ile def edildi.
Summün, bükmün, umyün fitneleri, bir kısmı geçmiş, bir kısmı gelmekte, bir kısmı da gelir. Bu fitnelerse, zikir ve r*bıtanın nurlarıyla def edilecektir.......k.s....

6284 nolu yasayı imzalayan zihniyet..! Hani diyorlarya Kadının beyanı esastır diye. Bunlar ve destekçileri bizlere hiç dinden falan bahsetmesinler. İslamiyette bir erkek şahide karşı iki kadın şahit hükmü varmı yokmu ? Yoksa siz Allahtan çok daha iyisini mi biliyorsunuz ???


“NAMAZ KILMADIĞIMA BAKMA, KALBİME BAK” “Namaz kılmadığıma bakma, kalbime bak” diyenlere hatırlatmak lazım: a) Bir havuza akan sular ne ise, o havuzdan da ancak o sızar. Havuza akan sular pis ise, ondan sızan su da elbette ki pis olacaktır. Şu halde senin âzalarından kalbine neler sızıyorsa, kalbinde olan da odur. b) Bir kabın içinde ne varsa dışına da o sızar. “Sirke küpünden bal sızmaz!” Dolayısıyla bir kalpte ne varsa, ona bağlı âzalardan tezahür edenler de odur. c) Kabirde kıblen, mahşerde ise ilk sorun namaz olacaktır. Sen orada; benim kıbleyi bilmediğime, namaz kılmadığıma bakma, kalbime bak deyip meleklerin ellinden kurtulabilecek misin? d) Rabbımız, “… namazı dosdoğru kıl. Gerçekten namaz, fahşâ (çirkin utanmazlıklar)dan ve kötülüklerden alıkoyar…” (el-Ankebut, 45/29) buyuruyor. Peki kıldığımız namaz bizi kötülüklerden men ediyor mu? Etmiyorsa, neden? Demek ki kendimizi sorgulamamız gerekiyor: Namaz mı kılıyor, antreman mı yapıyoruz? e) Senin kalbin Rasûlüllah’ın, Ashab’ın, Pîran’ın (Rasûlüllah’ın vârisi olan Allah dostlarının) kalbinden daha mı temiz ki, onları hep secdede görürken, seni hiç secdede göremiyoruz... deriz.


esi, aradan ne kadar zaman geçerse geçsin bir daha o günâha dönmemeye kararlı olması, insanlara zulmetmeyi bırakması, üzerindeki haklarını teslim ederek ve özür dileyerek hak sâhiplerini râzı etmesidir.
Âyet-i kerîmede “Zîrâ O (senin Rabbin olan Allâhü Teâlâ) Tevvâb (tevbe eden kullarını ziyâde mağfiret eden) ve Rahîm (rahmeti çok olan)dır.” buyurulmuştur. (Bakara Sûresi, âyet 37) Tevvâb ve Rahîm sıfatlarının aynı âyette zikredilmesi tevbe edenlere af ve mağfiretle beraber çok büyük ihsanların va’d edildiğine işârettir.
Sabunun zâhirî (görünen) kirleri temizlediği gibi tevbe de bâtınî (gizli) kirleri temizler. Kul günahtan döner, amellerini ıslâh ederse Allâhü Teâlâ da onun hâlini ıslâh eder ve (günah işlemekle) elinden kaçırmış olduğu nîmetleri ona iâde eder.
Mâlik bin Dînâr (rahimehullah) anlatıyor: Bir gün toprakla oynayan ve bazen gülüp bazen de ağlayan bir çocuğa rastladım. Selam vermek istedim, lâkin nefsim kibirlenince selam vermekten kaçındım. Ancak çocuk ben selam vermediğim halde:
‘Ve aleyküm selam ve rahmetullâhi ve berekâtühû ey Mâlik bin Dînâr’ dedi.
‘Beni nereden tanıyorsun, daha önce beni hiç görmemiştin’ dedim. Çocuk:
‘Benim rûhum senin rûhunla âlem-i melekûtta karşılaşmış ve orada tanışmıştık.’ dedi. Çocuğun bu zekâsını görünce ona: ‘Akıl ile nefis arasındaki fark nedir?’ diye sordum.
‘Senin nefsin selâmdan seni men eden, aklın ise selâma sevk edendir.’ dedi.
‘Peki, niye toprakla oynuyorsun?’ dedim, ‘Çünkü biz topraktan yaratıldık ve yine toprağa döneceğiz’ dedi.
‘Bazen gülüp bazen ağlamanın sebebi nedir?’ diye sordum.
‘Allâhü Teâlâ’nın azâbını düşündüğüm zaman ağlıyorum, rahmet ve merhametini düşündüğüm zaman ise gülüyorum’ dedi. (Tefsîr-i Rûhu’l-Beyân)

قَالَ النَّبِىُّ صَلَّى اللهُ عَلَيْهِ وَسَلَّمَ: اَلنَّاسُ سَوَاءٌ كَأَسْنَانِ الْمُشْطِ وَإِنَّمَا يَتَفَاضَلُونَ بِالْعِبَادَةِ وَلَا تَصْحَبَنَّ أَحَدًا لَا...

Devamını Gör
Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) buyurdular ki: İnsanlar ikisi de tarama onu gördüğünüz gibi sizi kredisten görmeyen kimseye eşlik etmeyin. (Hazine)

Peygamber Efendimiz (s.a.v.) buyurdular: “Bütün insanlar tarak dişleri gibi müsâvîdirler. Birbirlerine karşı ancak ibâdet ile fazîletli olurlar. Kendisi hakkında senin muvâfık gördüğün bir nîmet ve meziyeti, senin hakkında muvâfık görmeyen kimse ile arkadaş olma.” (Kenzü’l-Ummâl