8 Temmuz 2020 Çarşamba

Mümin, yalnız Allah'tan ümit eder, münafık ise Allah'tan başka herkesten ümit eder. (Hatem-i Esam)

İmanın sahih/geçerli olmasının şartları

1) İman eden kimse, zarûrât-ı diniyyeden olan hiç bir şeyi inkâr etmeyecek veya inkâra delalet eden bir emare-alamet onun üzerinde bulunmayacak.

Zarûrât-ı diniyye: Bir Müslüman için din yönünden bilinmesi gereken, Hz. Muhammed’in (s.a.v.) Allah (c.c.) tarafından tebliğ edip haber verdiği kesin olarak belli esas, hüküm ve haberler demektir. Bir başka ifadeyle, dine ait zarûretler yani dine ait olup bilinmesi ve inanılması gereken esaslar manasına gelir. Bunları kabul ve tasdik etmek her mü'min için farzdır. Bunlardan şüphe etmek mü'minin imanını zedeler. Başka bir ifadeyle;

2) Ve yine zarûrât-ı diniyyeden olan şeylerde muannit (inatçı-ısrarcı-inkârcı) olmayacak. Yani benim kafam dinin şu emrini almıyor veya beğenmiyorum gibi sözler kendisinden sadır olmayacak.

3) İmanı hal-i yeiste (ümidin kesildiği ölüm anında) kabul etmiş olmayacak. Çünki o hali gördükten sonra Firavun’un bile iman ettiğini, ama bu imanın kabul olmadığını Kur'an’ımız bize haber veriyor.

Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) buyurmuşlardır ki: “Her kim Allah’a giden bir yol (iman, irfan yolu) bulur ve Allah’a iman ederek o yola girerse, sonra da (herhangi bir sebeple) o yolu terk edip ayrılırsa Hz. Allah 18 bin âlemden hiç kimseye yapmadığı azabını (bu nankör) kuluna yapar.” [Deylemi’den, Hallü’l-Müşkilât fî Mesaili’l-Mühimmat]

KALPLERİN HAK’TAN ÇEVRİLMESİ VE KATILAŞMASI


İnsanın başına gelen bütün belâ ve zararlar kendisine yapılan ihsânların kıymetini bilmemesi sebebiyledir.
Geçmiş ümmetlerin helâkları yerin dibine geçirilmek ve sûretlerinin (bir hayvan veya başka bir şeye) değiştirilmesi ile olurdu. Bu ümmetin cezalandırılması ise kalpleri üzerinedir. Kalplerin cezâlanması bedenlerin cezalandırılmasından daha şiddetlidir. Zîrâ Allâhü Teâlâ En’âm Sûresi’nin 110. âyet-i kerîmesinde (meâlen) “Ve biz onların gönüllerini ve gözlerini çeviriveririz.” buyurmuştur.
Üç şey kalbin (Hak’tan) çevrildiğine işârettir:
İbâdet ve itâatten zevk alamamak, günah işlemekten korkmamak ve ölen kimseleri görüp de ibret almamak, ölen kimseleri gördükçe ibret alacak yerde bilakis her geçen gün dünyaya rağbeti artmak.
Bazı hikmet ehli zâtlar Bakara Sûresi’nin 74. âyet-i kerîmesindeki -meâlen- “Sonra bunun arkasından kalpleriniz katılaştı” kavl-i şerîfiyle murad kalplerin şu iki şeyden kesilmesi, mahrum kalması demektir: Biri Allah korkusundan mahrum olmak, diğeri mahlûkâta olan şefkatten mahrum olmaktır. İçerisinde Allâhü Teâlâ’ya karşı korku ve mahlûkâtına şefkat olmayan her kalp taş gibidir, hattâ taştan daha katıdır.
Peygamberimiz (s.a.v.) buyurdular ki:
“Allâh’ı zikretmenin hâricinde çok konuşmayın. Zîrâ Allâh’ı zikretmenin hâricinde çok konuşmak, kalbi katılaştırır. Muhakkak ki insanların Allâhü Teâlâ’dan (onun rahmetinden) en uzak olanı, katı kalpli olanlarıdır.” (Sünen-i Tirmizî)
“Dört şey şekâvettir; gözlerin kuruması (Allah korkusundan ağlayamaması), kalplerin katılaşması, uzun emel ümidi (gerçekleşmesi bir ömre sığmayacak arzular), dünyaya karşı duyulan hırs.” (Tefsîr-i Rûhu’l-Beyân

Tasavvuf nedir? Sual: Tasavvuf nedir?

Tasavvuf nedir?

Sual: Tasavvuf nedir?
CEVAP
Tasavvuf, kalbi saf yapmak, kötü huylardan temizlemek ve iyi huylarla doldurmak demektir. Tasavvuf hâl işi olduğu için, yaşayan bilir, tarif ile anlaşılmaz.

Tasavvuf ilmi, kalb ile yapılması ve sakınılması gereken şeyleri ve kalbin, ruhun temizlenmesi yollarını öğretir. Buna (Ahlak ilmi) de denir.

Tasavvuf ehli, kendi derecesine göre, tasavvufu tarif etmiştir. Birkaçı şöyle:

Tasavvuf, dinin emirlerine uyup, yasaklarından kaçarak kalbi kötü huylardan temizleyip, iyi huylarla doldurmak demektir.

Tasavvuf, sünnet-i seniyyeye yapışmak ve bid'atlerden kaçmaktır.

Tasavvuf, nefsin iman ve itaat etmesi, bütün ibadetlerin ve bütün hayırlı işlerin hakiki ve kusursuz olmasıdır. Allahü teâlânın lütuf ve ihsanı ile daha yükseklere çıkanlar da olur.

Tasavvuf, fâni olan her şeyden yüz çevirip, baki olana bağlanmaktır.

Tasavvuf, İslam ahlakı ile süslenmektir.

Tasavvuf, ölmeden önce ölmektir.

Tasavvuf, baştan başa edeptir, tamamen edepten ibarettir.

Tasavvuf, kadere rızadır.

Tasavvuf, Hak teâlâya inkıyaddır, kayıtsız şartsız teslimiyettir.

Tasavvuf, emeli bırakıp amele devam etmektir.

Tasavvuf, kalbi kötü huylardan temizlemek ve iyi huylarla doldurmaktır.

Tasavvuf, namaz, oruç ve geceleri ibadet etmek demek değildir. Bunları yapmak her insanın kulluk vazifesidir. Tasavvuf, insanları incitmemektir. Bunu yapan, vasıl olmuş, yani maksada kavuşmuştur.

Tasavvuf, insanı, ibadetlerde gereken ihlasa ve insanlara karşı gereken güzel ahlaka kavuşturan yoldur. İnsana bu yolu mürşid-i kâmil öğretir.

Tasavvuf, her sözünde, her işinde, dine yapışmaktır.

Tasavvuf, ızdırap çekmektir. Sükun ve rahatlıkta, tasavvuf olmaz. Yani, aşıkın maşuku aramaya çalışması, maşuktan başkası ile rahat etmemesi gerekir.

Tasavvuf, Resulullahın mübarek kalbinden çıkıp, evliyanın kalblerine gelen bilgilerdir.

Tasavvuf, kendi nefsinin ayıplarını, kusurlarını anlamaktır ve dine uymakta kolaylık ve lezzet hasıl olmaktır ve gizli olan şirkten, küfürden kurtulmaktır.

Tasavvuf, herkese merhametli olmak ve ruhsat olan ameli terk etmektir.

Tasavvuf, Allahü teâlâyı, görür gibi ibadet etmektir. Hadis-i şerifde buyuruldu ki:
(Allahü teâlâyı görür gibi ibadet et! Sen Onu görmüyorsan da, O seni görüyor.) [Buhari]

Allahü teâlânın gördüğüne inanan, Onun beğenmediği bir şeyi yapabilir mi? Yanındaki iki meleğin, günah ve sevapları tespit etmekle görevli olduğunu yakînen bilen kimse, kötü işler yapabilir mi?

Tasavvufun yediyüzden fazla tarifi yapılmıştır. Hepsinin özü ehemmi, mühimme tercihtir. Yani çok önemli işi, önemli işten önce yapmaktır.

Ağlayan bir kimse görsek, hangi üzücü şeyin bu kimseyi ağlattığını bilemeyiz. Eğer ayağına diken battığı için ağlıyorsa, diken bize batmadığı için, ona verdiği ızdırabı anlayamayız. Bir delinin, ne için güldüğünü bilemeyiz. (Şunun için gülüyorum) dese bile, o hadise deliye tesir ettiği gibi bize tesir etmez. Aşığın hâli bir başkadır. Tasavvuf da böyle bir hâl işi olduğu için biz bilemeyiz
.Alıntı

Görüntünün olası içeriği: bir veya daha fazla kişi ve oturan insanlar, şunu diyen bir yazı '"Bu yol Hz. Ebu Bekir-i Sıddik'ın (r.a) yoludur. Nakşibendi yolunun temeli sadakattir." Tarikat gaye değil vasıtadır, ama vasıtaların da en etkili olanıdır. İmam Rabbani'

MİNBER-İ ŞERİF

............. MİNBER-İ ŞERİF .....Mescid-i Şerif’in önceleri minberi yoktu. Pey gamber Efendimiz ayakta zahmet çekiyordu. Sonra bir hurma kütüğü bulunarak hutbe okunan yere dikildi. Resûlullah (s.a.v.) bu hurma kütüğüne dayanarak hutbe îrâd ediyordu. Daha sonra üç basamaklı bir minber yapıldı ve Peygamber Efendimiz hutbe için bu minbere çıktılar. Emeviler ve Memlûkiler zamanında yenilenen Minber-i Şerif bilâhere Kubâ mescidine gönderilmiş, yerine Hicri 997 (Milâdî 1590) tarihinde Sultan Murad Han tarafından armağan edilen altın tezyinatlı bir mermer minber konulmuştur. Yedi metre yüksekliğindeki bu zarif, şaheser minber hâlen mevcut olup, yeni yapılmış gibidir. Resûlullah Efendimiz (s.a.v.)’in minberi, ahirette Havz-ul Kevser'in yanında bulunacak ve Onu herkes görecektir. Minberin yanında işlenecek güzel ameller, Havz-u Kevser'den içmeyi vâcip kılar. Rasûlüllah Efendimiz buyuruyorlar ki: Benim minberim cennet kapılarından bir kapı üzerindedir. (Müsned-i Ahmed c.5, s.339) .............https://suleymaniye.com.tr/…/Peygamber-efendimiz-i-ve-medin…

Görüntünün olası içeriği: iç mekan

HANNÂNE DİREĞİ.

HANNÂNE DİREĞİ. ..Peygamber Efendimiz’in üzerine dayanarak hutbe okudukları hurma kütüğüdür. Müslümanlar çoğalınca Resûlullah Efendimiz yeni minbere çıktılar. Daha önce Resûlullah Efendimiz’in dayandığı hurma kütüğü yavrusunu yitirmiş deve gibi feryat edip inlemeye başladı. Peygamber Efendimiz elini üzerine koyunca sükun buldu. Peygamberimiz Efendimiz (s.a.v.), "Ey hurma ağacı! Kesildiğin bahçeye mi, yoksa Firdevs bahçesine mi girmek istersin? Seni bu iki emirden birini seçmekte muhayyer kıldım. Eğer eski yerini istersen oraya döndüreyim, eskiden olduğu gibi neşvü nemâ bulup meyve verirsin. Şâyet cennet bahçesini istersen Firdevs-i Âlâ’ya dikeyim tâ ki, cennet ırmaklarının tesiriyle her an tâze meyve verip, Allah dostlarını nimetlendiresin" buyurdular ve gülerek, "evet isterim" dedikten sonra yeni minberin altına bir görüş üzerine sol tarafında bir yere gömdüler. Ashâb-ı Kirâm "Evet isterim" buyurmalarının sebebini sual ettiklerinde, "O ağaç cenneti istediler. Ben de onun isteğini va‘dettim" cevabını aldılar. (Mir'âtü-l Haremeyn c.2, s.407) .....https://hisareurope.de/hac-umre-kitap/umre-rehberi.pdf

Ebu Kebşe el-Enmârî (r.a.) şöyle dedi: Nebî (s.a.v.), başından ve iki omuzu arasından hacamat oldu ve şöyle buyurdu: “Kim şu kanları akıtırsa, artık başka bir hastalık için bir başka yolla tedavi olmasına gerek yoktur.” [İbn Mâce, Sünen, Hadis no: 3484; Ebu Davud, Sünen, H. No: 3859]

Fotoğraf açıklaması yok.