“Dünyâ hayâtı azdan daha azdır. Ona âşık olan, alçakların alçağıdır. O sihriyle bir topluluğu sağır ve kör eder. Böylece onlar ortalıkta şaşkın ve delîlsiz ortalıkta kalırlar.”
https://vimeo.com/tomorhoca
- Ana Sayfa
- İlahi – Kur`an -İslam – Din -Tasavvuf – Belgesel – Dua – Hadis – Tarih – Şiir – Vs… – بِسْمِ اللهِ الرَّحْمَنِ الرَّحِيمِ
- Dini bilgiler
- Hatim duası Türkçe Hatim Duası
- Ahmet tomor hoca sohbetleri
- suleymaniye
- Ruhlar kabirde hep kalır mı?
- Şehitlik ve Fazileti
- İslami Eğitim
- ALLAH (C.C.) 'ÜN SIFATLARI
- Ahmet Tomor Hocaefendi Sohbetleri
- Veysel Gürler
- Umman'dan Şifâlar
- İSLAMİ BİLGİLER KİTAP SOHBET SEYRET MULTİMEDYA
- Safakat İslami Forumları
- sadakat.net
- Ehl-i Sünnet Hanefi
- HAVAS İLMİ-MÜCERREBAT-I İLAHİ ŞİFACILAR
- Sağlığımızın müthiş şifreleri Sayfadaki tüm bilgiler bilgi amaçlıdır kullanım tercihi size aittir önce araştırın inceleyin doktorunuza danışın saygılar
- Sayfa ve guruptaki bilgiler bilgi amaçlıdır araştırın araştırmadan doktorunuza danışmadan kullanmayın sakın saygılar hepinize m.ulaş
- MUHTASAR İLMİHAL | Fazilet
- İLİM BÖLÜMÜ
- İmam Suyuti Camius Sağir
- Dini Sorular Molla Cami dini sorular ve cevapları
- incemeseleler
- "Nazar, deveyi kazana, insanı mezara sokar."
- YAVRULARIMIZA ELİF CÜZÜ ÖĞRETELİM. BİZLERDE TEKRAR EDELİM...
- Hadis-i Şerif
- FAZİLET TAKVİMİ
- mektebun
- faydalı
- medine
- Zi tuva kuyusu...
- Ali Eren Hoca
- *FATİHA SURESİNİN SIRRI..*
- "Kişi sevdiği ile beraberdir."
- *FATİHA SURESİNİN SIRRI..*
30 Nisan 2019 Salı
29 Nisan 2019 Pazartesi
28 Nisan 2019 Pazar
Rasûlullah Efendimiz(Aleyhisselam) buyurdular; “Bir kimse Müslüman olarak kırk yaşına vardığı zaman Allah(Celle Celalühü) ondan üç türlü belâyı kaldırır.
Delilik, cüzzâm ve baras (alaca) .Bir kimse Müslüman olarak elli yaşına erdiğinde günahlarını hafifletir. Bir kimse Müslüman olarak altmış yaşına geldiğinde Allahüteala ona inâbeyi (gafletten dönmeyi) ihsân eder. Bir kimse Müslüman olarak yetmiş yaşına erdiğinde semada meleklerine sevdirir. Bir kimse Müslüman olarak seksen yaşına geldiğinde, sadece hasenatı yazılır, sevapları yazılır, günah yazılmaz. Bir kimse Müslüman olarak doksan yaşına erdiğinde geçmiş ve gelecek günahlarını bağışlar ve “Esîrûllah fi’l-arz: yeryüzünde Allah’ın esîri” diye isimlendirilir, âilesine şefaat hakkı verilir.” .....kaynak. (Marifetü’l Hısâli’l-Mükeffire,İbn-i Hâcer)
Helâlleşirken :“Senin benim üzerimde olan bütün haklarını ve benimle senin aranda olan husûmetlerin hepsini bana helâl et!”denir.
Zina Eden – Kul Hakkını Nasıl Öder ? ..Âlimler (r.h.) Hazerâtı buyurdular: “Kocası olan bir kadına zina edildiği zaman, bu (zina eden) adam (kadının kocasına) hakkını helâl ettirmedikçe mağfiret olunmaz! Çünkü onun hasmı Âdem oğludur. Günahından tevbe etmesi için, kadının kocasıyla helâlleşmelidir. Eğer kadının kocası kendisine helal ederse, affolunur. Zina eden kişi, zina ettiği kadının kocasıyla helâlleşirken, zinayı zikretmez. Lakin: “Senin benim üzerimde olan bütün haklarını ve benimle senin aranda olan husûmetlerin hepsini bana helâl et!” der. Bu, “Malûm sebebiyle meçhul üzerine sulh” denilir. (Bilinmeyen şeyler üzerine bilinen bir anlaşma yapmak.) Bu caizdir. (Efendimiz s.a.v. Hazretlerine hürmeten ve) bu ümmete kerâmeten caizdir. Çünkü geçen eski ümmetler, günahlarını ismiyle zikretmedikçe, bağışlanmazlardı..... : İsmail Hakkı Bursevi, Rûhu’l-Beyan Tefsiri: 4/499.
MÜNAFIKLIK TESTİ
“Onlar, namaza kalktıkları zaman, üşene üşene kalkarlar, insanlara sürekli gösteriş yaparlar. Ve Allah’ı da çok az zikrederler.” (Nisa 4/142)
“Onları gördüğün zaman kalıpları (dış görüntüleri, cüsseleri) hoşuna gider. Konuşurlarsa sözlerine kulak verirsin. Ancak onlar sanki elbise giydirilmiş kütükler gibidirler.” (Münafikun 63/4)
“Münafık iyiliği konuşur ama kötülüğü işler. Ümmetim için en çok bu ağzı iyi laf yapan münafıklardan korkarım.” (Râmuz el-Ehadis)
“Konuştuğu zaman hayâlı, edepli ve sadece gerektiği zaman konuşmak imanın göstergesidir. Açık saçık, (müstehcen), lüzumsuz ve fazlaca konuşmak ise münafıklığın kısımlarındandır.” (Tirmizi)
“Kim ki, kendisini insanlara olduğundan daha fazla Allah’tan korkan ve takvalı göstermeye çalışırsa o, münafıktır.” (Camiussağir)
“Mü’min, yiğittir, zekidir, dikkatlidir, itaatlidir, acele etmeyendir, âlimdir, takva sahibidir. Münafık ise, insanları arkalarından çekiştiren ve yüzlerine karşı dil uzatan bir cehennem odunudur. Şüpheli şeylerden uzak durmaz, harama, helale önem vermez, tıpkı gece odun toplayan kimse gibi, nereden kazandığına, nereye harcadığına ehemmiyet vermez.” (Râmuz el-Ehadis)
“Mümin omuzları yumuşak kimsedir. (İyi geçimlidir) O, din kardeşine rahatlık ve ferahlık verir. Münafık ise kardeşinden uzak durur. Kardeşine sıkıntı ve huzursuzluk verir. Mümin selam vermekte atılgandır. Münafık ise bakar ki önce kendisine versinler.” (Râmuz el-Ehadis)
“Üç kimse vardır ki, münafıklardan başkası onları hafife almaz: İslam’da saçını ağartmış olan kişi, ilim sahibi ve adaletli bir önder.” (Taberânî)
“Kimde dört vasıf bulunursa halis münafık olur O dört şeyden biri kendisinde bulunan kişi ise onu terk edinceye kadar münafıklıktan bir haslet bulunur Bunlar: Kendisine bir emanet bırakıldığı zaman ihanet eder; konuştuğunda yalan konuşur, anlaştığı zaman sözünde durmayıp bozar. Bir kimseyle tartıştığı zaman haddi aşıp, aşırı giderek karşısındakine kötülük yapar.” (Buhari)
“Bizimle münafıkları ayıran alamet, yatsı ile sabah namazını cemaatle kılmaktır. Münafıklar, yatsı ve sabah namazına devam edemez. Onlara sabah ile yatsı namazlarından daha ağır gelen hiçbir namaz yoktur. Hâlbuki bu iki namazın cemaatinde olan sevabı bilselerdi, emekleye emekleye de olsa, onlara gelip hazır olurlardı.” (Buhari)
“İşte bu, münafıkların namazıdır. « (Üç kere tekrarladı ve ekledi;) «Onlardan biri güneş sararıncaya kadar oturur, (namazı erteler) o anda (sanki) güneş şeytanın boynuzları arasındadır. En son kalkar, hızla dört rekat kılar ki burada da Allah’ı çok az zikreder.” (Ahmed bin Hanbel)
“Mü›min, günahını üzerine düşüverecek bir dağ gibi görür ve günahtan böylece korkar. Münafık ise, günahını burnunun üzerine konmuş uçan bir sinek gibi görüp günahlarını hafife alır.” (Buhari)
“Onlar için namaz aşikâre oldu, onu kabul ettiler. Zekât gizli oldu, onu yediler. İşte bunlar münafıktır.” (Râmuz el-Ehadis)
“Mü›mine hastalık gelip, Allah onu iyi ettiğinde, bu müminin günahlarına kefaret ve ilerisi için ders olur. Münafık ise, hasta olup iyi olduğunda, bağlanıp salıverilen deve gibi kalkar. O niçin bağlandığını ve niçin salıverildiğini bilmez.” (Râmuz el-Ehadis)
“Şu iki özellik asla münafıkta bir araya gelmez. Güzel ahlak ve dinde anlayış, kavrayıcılık.” (Camiussağir)
Allah’ımız, tüm bu münafıklık özelliklerini üzerimizde toplamaktan bizi muhafaza eylesin.
“Onları gördüğün zaman kalıpları (dış görüntüleri, cüsseleri) hoşuna gider. Konuşurlarsa sözlerine kulak verirsin. Ancak onlar sanki elbise giydirilmiş kütükler gibidirler.” (Münafikun 63/4)
“Münafık iyiliği konuşur ama kötülüğü işler. Ümmetim için en çok bu ağzı iyi laf yapan münafıklardan korkarım.” (Râmuz el-Ehadis)
“Konuştuğu zaman hayâlı, edepli ve sadece gerektiği zaman konuşmak imanın göstergesidir. Açık saçık, (müstehcen), lüzumsuz ve fazlaca konuşmak ise münafıklığın kısımlarındandır.” (Tirmizi)
“Kim ki, kendisini insanlara olduğundan daha fazla Allah’tan korkan ve takvalı göstermeye çalışırsa o, münafıktır.” (Camiussağir)
“Mü’min, yiğittir, zekidir, dikkatlidir, itaatlidir, acele etmeyendir, âlimdir, takva sahibidir. Münafık ise, insanları arkalarından çekiştiren ve yüzlerine karşı dil uzatan bir cehennem odunudur. Şüpheli şeylerden uzak durmaz, harama, helale önem vermez, tıpkı gece odun toplayan kimse gibi, nereden kazandığına, nereye harcadığına ehemmiyet vermez.” (Râmuz el-Ehadis)
“Mümin omuzları yumuşak kimsedir. (İyi geçimlidir) O, din kardeşine rahatlık ve ferahlık verir. Münafık ise kardeşinden uzak durur. Kardeşine sıkıntı ve huzursuzluk verir. Mümin selam vermekte atılgandır. Münafık ise bakar ki önce kendisine versinler.” (Râmuz el-Ehadis)
“Üç kimse vardır ki, münafıklardan başkası onları hafife almaz: İslam’da saçını ağartmış olan kişi, ilim sahibi ve adaletli bir önder.” (Taberânî)
“Kimde dört vasıf bulunursa halis münafık olur O dört şeyden biri kendisinde bulunan kişi ise onu terk edinceye kadar münafıklıktan bir haslet bulunur Bunlar: Kendisine bir emanet bırakıldığı zaman ihanet eder; konuştuğunda yalan konuşur, anlaştığı zaman sözünde durmayıp bozar. Bir kimseyle tartıştığı zaman haddi aşıp, aşırı giderek karşısındakine kötülük yapar.” (Buhari)
“Bizimle münafıkları ayıran alamet, yatsı ile sabah namazını cemaatle kılmaktır. Münafıklar, yatsı ve sabah namazına devam edemez. Onlara sabah ile yatsı namazlarından daha ağır gelen hiçbir namaz yoktur. Hâlbuki bu iki namazın cemaatinde olan sevabı bilselerdi, emekleye emekleye de olsa, onlara gelip hazır olurlardı.” (Buhari)
“İşte bu, münafıkların namazıdır. « (Üç kere tekrarladı ve ekledi;) «Onlardan biri güneş sararıncaya kadar oturur, (namazı erteler) o anda (sanki) güneş şeytanın boynuzları arasındadır. En son kalkar, hızla dört rekat kılar ki burada da Allah’ı çok az zikreder.” (Ahmed bin Hanbel)
“Mü›min, günahını üzerine düşüverecek bir dağ gibi görür ve günahtan böylece korkar. Münafık ise, günahını burnunun üzerine konmuş uçan bir sinek gibi görüp günahlarını hafife alır.” (Buhari)
“Onlar için namaz aşikâre oldu, onu kabul ettiler. Zekât gizli oldu, onu yediler. İşte bunlar münafıktır.” (Râmuz el-Ehadis)
“Mü›mine hastalık gelip, Allah onu iyi ettiğinde, bu müminin günahlarına kefaret ve ilerisi için ders olur. Münafık ise, hasta olup iyi olduğunda, bağlanıp salıverilen deve gibi kalkar. O niçin bağlandığını ve niçin salıverildiğini bilmez.” (Râmuz el-Ehadis)
“Şu iki özellik asla münafıkta bir araya gelmez. Güzel ahlak ve dinde anlayış, kavrayıcılık.” (Camiussağir)
Allah’ımız, tüm bu münafıklık özelliklerini üzerimizde toplamaktan bizi muhafaza eylesin.
Mars’ta hayat var!
Birinci Kat Semâ Keşfedilecek Herkes İman Edecek Ama… A.B.D.’nin çok büyük masraflarla Ay’a gitmeye hazırlandığı sıralarda keşif sahibi bir veli (k.s.) İstanbul’da Topçular Camiinde kürsüye çıkıp insanlığa sesleniyordu: A.B.D. Ay’a gitmeye hazırlanıyor. Fakat bu masraflara yazık. Bu gayret Mars için olsa çok isabetli olurdu… Çünkü Ay’da hayat yok. Ay kupkuru.Fakat Mars’ta hayat var!… Orada insanlar var…Su var…Orada Hz.Kur’an aynen var!?…Hz.Muhammed (s.a.v.) oradakilerin de peygamberi…Yani; orada Ümmet-i Muhammed var…Hatta orada varisi Resullerin evlatları var…Ve yine orada İslamiyet’e sarılma bizden çok fazla. Orada Kur’an ahkamı hakim…Ve nihayet o insanlar Hz.Kur’an’a sarıldıklarından dolayı teknolojik olarak bizden çok öndeler!… Size bir haber daha vereyim;Bu iki insanlık buluşmadan Kıyamet kopmayacak…Fakat;Dünya insanları Marslılarla buluştuklarında Hz.Kur’an’ın orada da aynen var olduğunu görünce İslam’ı inkar mümkün olmayacak…Fakat bu iman (İman-ı yeis) ve (Suri İman) olacak…Yani; vakit çok geç olmuş olacak.” Birinci Kat Semâ Keşfedilecek Herkes İman Edecek Ama… Kafirler birinci kat… semayı keşfettikleri zaman orada Vahy’in indiği yeri ve ayet-i kerimelerde haber verilen bazı emareleri görürler. Dünyaya gelip gördükleri o hakikatleri bütün insanlara haber verdiklerinde herkes “La ilahe illallah” diyerek imana gelir. Lakin hiç birinin imanı kabul olmaz. Çünkü imanın şartı gayba iman etmektir.(gayb gözle görülemeyen akılla anlaşılamayan duyu organları ile hissedilemeyen şeylerdir.)..Bu dünyaya en uzak yıldız ne kadar mesafede ise oradan birinci kat semaya da o kadar mesafe vardır. Fenciler henüz birinci kat semayı keşfedemediler. Ne zaman bu Türkiye’nin büyüklüğü kadar ayna yaparlarsa belki o zaman birinci kat semayı öğrenebilirler. Batıl bir görüş olan “sonsuz uzay boşluğu” iddialarının ne kadar yanlış olduğunu gözleri ile görürler. (kuddise sirruhu)Allah onun sırrını mukaddes etsin demektir)...
Vefât eden anne-baba adına iyilikte bulunmak
Ebû Übeyd Mâlik bin Rebîa es-Saîdî (r.a.) bir gün, “Ey Allâh’ın Resûlü, anne ve babamın vefâtlarından sonra da onlara iyilik yapma imkânı var mı, ne ile onlara iyilik yapabilirim?” diye sormuştu. Bunun üzerine Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) Efendimiz, “Evet vardır. Onlara duâ, onlar için Allâh’tan istiğfar (günahlarının affedilmesini) talep etmek, onlardan sonra vasiyetlerini yerine getirmek, anne ve babanın akrabalarına karşı da sıla-i rahmi îfa etmek, anne ve babanın dostlarına ikramda bulunmak” (1) cevabını vermiştir.
İbn Abbas’tan (r.a.) rivâyet olunan bir hâdis-i şerifte şöyle buyrulmuştur: “Bir adam gelerek, ‘Ey Allâh’ın Resûlü! Annem vefât etti. Ben onun için tasaddukta bulunsam ona faydası olur mu?’ diye sordu. Resûlüllah Efendimiz (s.a.v.), ‘Evet’ buyurunca, adam; ‘Benim meyveliğim var. Sizi şâhit kılıyor ve onu annem için tasadduk ediyorum’ dedi.” (2)
Sa’d bin Ubâde (r.a.) hadîsinde ise, ölünün arkasından yapılacak sadakanın hangisinin daha efdâl olduğu beyan edilmektedir. Hz. Sa’d (r.a.) şöyle anlatıyor: ‘Ey Allâh’ın Resûlü, dedim. Annem vefat etti. (Onun adına) yapacağım sadakanın hangisi faziletlidir?’ Resûlüllah (s.a.v.) Efendimiz, ‘SU’ buyurdular. Bu cevap üzerine Sa’d bir kuyu kazdı ve, ‘Bu kuyu Sa’d’ın annesi için’ dedi.” (3)
Dünyaya gelmemize vesîle olan, bizleri büyüten, yetiştirip adam eden, üzerimizde çok büyük hakları olan anne – babalarımıza; hayatta iken hizmet edip itaatte bulunmak, öf bile demeyip gönüllerini kırmamaya gayret göstermekle mükellef/yükümlü olduğumuz gibi, vefatlarından sonra da unutmamak boynumuzun borcudur. Onlar için Kur’an okumalı, duâ, istiğfar, hayır ve hasenâtlar yapıp ruhlarına hediye etmeliyiz. Mü’mine yakışan budur. Hayırlı evlat buna denir.
* * *
VEFAT EDEN ANNE-BABA HAKLARININ ÖDENMESİ İÇİN BİR BAŞKA USÛL
* * *
VEFAT EDEN ANNE-BABA HAKLARININ ÖDENMESİ İÇİN BİR BAŞKA USÛL
Anne-babanın haklarının ödenmesi için, çarşambayı perşembeye bağlayan gece, akşamla yatsı arasında, 2 rek’at namaz kılınır. Her rek’atte:
7 Fâtiha-i şerife, 7 Âyetü’l-Kürsî, 5 İhlâs-ı şerif, 5 Felak sûresi, 5 Nâs sûreleri okunur. Bu namazın sevabı anne-babaya gönderilir. (4)
7 Fâtiha-i şerife, 7 Âyetü’l-Kürsî, 5 İhlâs-ı şerif, 5 Felak sûresi, 5 Nâs sûreleri okunur. Bu namazın sevabı anne-babaya gönderilir. (4)
Halis Ece ( Rahmetli )
DİPNOTLAR
(1) Ebî Dâvud, Sünen, Edep 12
(2) Buhârî, Sahîh, Vesâyâ, 15
(3) Ebû Dâvud, Sünen, Zekât 42
(4) Duâ ve İbâdetler, Fazilet Neştiyat, İstanbul, 1983, s. 57
(1) Ebî Dâvud, Sünen, Edep 12
(2) Buhârî, Sahîh, Vesâyâ, 15
(3) Ebû Dâvud, Sünen, Zekât 42
(4) Duâ ve İbâdetler, Fazilet Neştiyat, İstanbul, 1983, s. 57
ABDÜLHAMÎT HANIN TAHTTAN İNDİRİLİŞİNİN 110. SENE-İ DEVRİYESİ..
🥀ABDÜLHAMÎT HANIN TAHTTAN İNDİRİLİŞİNİN 110. SENE-İ DEVRİYESİ..
⚠️Zalimlere beddua millete dua!⚠️
👉 İşte Ulu Hakan Sultan Abdülhamid Han'ın Duası:
☝️Allahım helal etmiyorum!☝️
🔹️Şahsımı değil, milletimi bu hale getirenlere, hakkımı helal etmiyorum!
Beni, benim için lif lif yolsalar, cımbız cımbız zerrelerimi koparsalar, sarayımı yaksalar, hanümanımı, hanedanımı söndürseler, çoluğumu gözümün önünde parçalasalar helal ederdim de Sevgili'nin (SalAllahu Aleyhi ve Sellem) yolunda yürüdüğüm için beni bu hale getiren ve milletimi ateşe atan insanlara hakkımı helal etmem!
☝️Allahım! Mukaddes isimlerine kurban olduğum Allahım!☝️
☝️Ya Âdil!☝️
🔹️Bana"Kızıl Sultan" adını takan ve devrilmem için ellerinden geleni yapan Ermenileri, şimdi beni devirenlere parçalatıyorsun!
Bu cellatları da, kim bilir, kimlere parçalatacaksın?..
Fakat ☝️Yâ Rahman!☝️
🔹️Adaletinle tecelli edersen hepimiz kül oluruz!
Bize acı!
Resûlünün, Sevgilinin, Kainatın Efendisinin nurunu kaydeder gibi olduğu için bu hale gelen millete, rahmetinle, fazlınla, lütfunla tecelli et!
☝️ Yâ Kâdir!☝️
Kundaktaki yavruyu gagasına almış, kaçıran leş kuşunu düşürüp çocuğu kurtarmak ancak senin kudretine sığabilir. Leş kuşlarının gagasında kundak çocuğuna dönen milletimi kurtar Allahım!
☝️Ya Ma'bud !..☝️
🔹️Ömrümde tek vakit farz namazı kaçırdığımı hatırlamıyorum!
Ama tek vakit namazım olduğunu iddiaya da nefsimde kuvvet bulamıyorum!..
Huzurunda eğileceğime kaskatı kalıyorum ve duada ruh teslim edeceğime yatağımda kıvranıyorum! Sana kulluk gösteremeyen bu kulunu affet Allahım!Eğer, yılları tesbih dizisince süren hükümdarlığımda Seni bir kere anabildim, Resûlüne bir an bağlanabildimse, duamı, o bir kere ve bir an yüzü suyu hürmetine kabul et!
☝️Yâ Sübhan!☝️
🔹️Şu titrek elleri, Kıyamet gününde sana"Ümmetim, ümmetim!" diye yalvaracak olan Habibinin eteğinde, şimdi"Milletim, milletim!"diye dilenen bu ihtiyarın duasını geri çevirme! Milletimi evvelâ"Ba'sü ba'de'l-mevtsiz" bir ölümle yok etmeye götüren sahte kurtarıcılar ve sahte kurtuluşlardan kurtar; ve ona bir gün gelecek kurtarıcıları, gerçek kurtuluşu nasib eyle!..
🔹️Benim artık bu dünya gözüyle görebileceğim hiçbir saadet ümidim kalmadı.
Bari felâketi olsun bana daha fazla gösterme Allahım!
Ayakta duramaz, haldeyim!
Vadem ne gün dolacak Allahım?..
Necip Fazıl ve Türkçe Kur’an meselesi
“1943 yılında, Ankara’ya gitmiştim. Ankara’da beklenmedik bir haberle karşılaştım:
-‘Diyanet İşleri Başkanı, Kur’anı türkçeye çevirip, hakiki Kur’anı ortadan kaldırmak için bir kanun çıkartmak istemektedir.’
Diyanet Reisi’yle bir iki kez görüşmüşlüğümüz vardı, fakat, Allah’ın kitabını Türkçeye çevirip onu Kur’an ismiyle resmi ibadete sokmak gayreti derecesinde açık ve muazzam bir küfründen haberim yoktu.
-‘Diyanet İşleri Başkanı, Kur’anı türkçeye çevirip, hakiki Kur’anı ortadan kaldırmak için bir kanun çıkartmak istemektedir.’
Diyanet Reisi’yle bir iki kez görüşmüşlüğümüz vardı, fakat, Allah’ın kitabını Türkçeye çevirip onu Kur’an ismiyle resmi ibadete sokmak gayreti derecesinde açık ve muazzam bir küfründen haberim yoktu.
Bu haberi duyduktan birkaç gün sonra, bir toplantıda, Diyanet Reisiyle karşılaştık, kendisine:
‘Duyduğuma göre, Kur’anı türkçeye çevirmek ve bunu resmen ibadet dili haline getirmek şeklinde bir düşünceniz varmış. Sapıklık ve hüsranların en büyüğü olan böyle bir hadiseyi, bizzat sizin ağzınızdan duymadan inanılır şey telakki edemiyorum. Lütfen hakikati bildirir misiniz?’
Uçuk benzi bir kat daha uçarak ve soluk dudakları bir kat daha solarak bana şu cevabı verdi:
‘Evet Necip Fazıl Beyefendi! Sizin dini bakımdan imkansız gördüğünüz bu işi, Mezhep İmamlarının kabul ettiğini bilmiyor musunuz? Mezhep İmamları Kur’anın başka bir dille okunabileceği ve bununla ibadet edilebileceği hakkında görüş belirtmişlerdir.’
Bu cevabı alır almaz, bütün kanımın, beynime dolduğunu hissettim. Bu adam, sade Allah kelamının yok edilmesinden doğan küfürle iktifa etmiyor, dinin büyük şahsiyetlerine, mezhep sahiplerine, resmen ve açıkça iftira atıyordu.
‘Duyduğuma göre, Kur’anı türkçeye çevirmek ve bunu resmen ibadet dili haline getirmek şeklinde bir düşünceniz varmış. Sapıklık ve hüsranların en büyüğü olan böyle bir hadiseyi, bizzat sizin ağzınızdan duymadan inanılır şey telakki edemiyorum. Lütfen hakikati bildirir misiniz?’
Uçuk benzi bir kat daha uçarak ve soluk dudakları bir kat daha solarak bana şu cevabı verdi:
‘Evet Necip Fazıl Beyefendi! Sizin dini bakımdan imkansız gördüğünüz bu işi, Mezhep İmamlarının kabul ettiğini bilmiyor musunuz? Mezhep İmamları Kur’anın başka bir dille okunabileceği ve bununla ibadet edilebileceği hakkında görüş belirtmişlerdir.’
Bu cevabı alır almaz, bütün kanımın, beynime dolduğunu hissettim. Bu adam, sade Allah kelamının yok edilmesinden doğan küfürle iktifa etmiyor, dinin büyük şahsiyetlerine, mezhep sahiplerine, resmen ve açıkça iftira atıyordu.
Kendisine şu cevabı verdim:
‘Sadece küfürle kalmıyor, bir de küfrünüze ortak arıyorsunuz! Kur’anın Allah kelamı olduğuna inanan her fert, Allah kelamının, nazil olduğu lisan kalıbından ayrılmayacağını, ayrılacak olursa, artık onun Allah kelamı olmayacağını bir hamlede kavrayacak bir anlayışa sahiptir. Bakın, Diyanet İşleri Reisi Efendi, Ben, Necip Fazıl, sizin elinizdeki icra vasıtalarına karşı, bir kamyonu durdurtmak isteyen bir piliç kadar zayıf bir ferdim; fakat size açıkça haber veriyorum, eğer sapıklığınızın büyüsü altında şuurunu körletip sizi destekleyecek bazı fertler bulacak ve bu niyetinizi tatbik mevkiine çıkaracak olursanız, bir piliçten hiç farkı olmayan bu zayıf cüssemi, kamyonun tekerlekleri altına atmakta tereddüt göstermeyeceğim!’
‘Sadece küfürle kalmıyor, bir de küfrünüze ortak arıyorsunuz! Kur’anın Allah kelamı olduğuna inanan her fert, Allah kelamının, nazil olduğu lisan kalıbından ayrılmayacağını, ayrılacak olursa, artık onun Allah kelamı olmayacağını bir hamlede kavrayacak bir anlayışa sahiptir. Bakın, Diyanet İşleri Reisi Efendi, Ben, Necip Fazıl, sizin elinizdeki icra vasıtalarına karşı, bir kamyonu durdurtmak isteyen bir piliç kadar zayıf bir ferdim; fakat size açıkça haber veriyorum, eğer sapıklığınızın büyüsü altında şuurunu körletip sizi destekleyecek bazı fertler bulacak ve bu niyetinizi tatbik mevkiine çıkaracak olursanız, bir piliçten hiç farkı olmayan bu zayıf cüssemi, kamyonun tekerlekleri altına atmakta tereddüt göstermeyeceğim!’
Evet bütün İslam düşmanlarına parmak ısırtacak bu imansıza bunları söyledim ve çıkıp gittim.”
Allahü teâlâ, tarafından sevilen kimse, faziletli vakitlerde faziletli amellerle meşgul olur.
Mübarek vakitlerde, günahlardan titizlikle uzak durmalı, taatları, ibadetleri ve her çeşit hayratı artırmalıdır. Zira Allahü teâlâ, tarafından sevilen kimse, faziletli vakitlerde faziletli amellerle meşgul olur. Buğzettiği kul ise; faziletli vakitlerde kötü işlerle meşgul olur. Kötü işlerle meşgul olanın bu hareketi azabının daha şiddetli olmasına ve Allahü teâlânın, ona daha çok buğzetmesine sebep olur. Çünkü o, böyle yapmakla vaktin bereketinden mahrum kalmış ve onun hürmet ve şerefini çiğnemiş olur.... (Mev'iza-i hasene)
Ramazan-ı Şerifte nafilelere farz sevabı var. Farzlarada yetmiş farz sevabı var. Ramazan-ı Şerifte amellerin sevabı bire bindir.
-Ramazan-ı Şerif Umresi.................
Peygamber Efendimiz (sav); “ Ramazan ayında yapılan umre,
benimle birlikte yapılmış bir hac gibidir. ”
Peygamber Efendimiz (sav); “ Ramazan ayında yapılan umre,
benimle birlikte yapılmış bir hac gibidir. ”
Medreselerde okuyan talebeler Osmanlı devrinde her sene üç aylarda (Receb-i Şerif, Şaban-ı Şerif ve Ramazan-ı Şerif) medreselerdeki derslerine ara verip değişik yerlere dağılarak vaaz ve nasihatlerde bulunurlar, Kur’ân-ı Kerîm okur, namazları kıldırır ve bayramdan sonrada medreselerine geri gelirlerdi. “Cerre çıkmak” denilen bu sistemin talebelerin daha iyi yetişmesine çok büyük faydaları olmuştur. Osmanlı padişahları üç aylarda taşraya çıkan bütün medrese talebelerinin ihtiyaçlarının görülmesini mahallî vazifelilerden istemişlerdir. Bu uygulama günümüzde de devam ettirilmektedir..... yedikıta.
Hadîs-i şerîfte buyruldu ki Ramazan ayında günah işlemeyi terk eden kimsenin, Allahü teâlâ on bir aylık günahlarını mağfiret eder.
İmam-ı Gazalî hazretleri buyuruyor ki: Riya haramdır. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: Ahir zamanda dünya menfaati için dini alet eden riyakârlar çıkar. Sözleri baldan tatlıdır. Bunlar kuzu postuna bürünmüş birer kurttur... [Tirmizî].....Ahir zamanda öyle adamlar çıkacak ki, dinlerini dünya menfaatleri karşılığında satacaklardır. (Tirmizi, Zühd, 60)
Eğer Müslümanların yaşadığı bir şehirde fakir görürseniz bilin ki o şehrin yöneticileri halkın malını çalıyorlar.'' (Hz Ali kv.)
''Kanada da ihtiyar bir adam ekmek çalmaktan tutuklanıp mahkemeye sevk edildi. Yaşlı adam suçunu kabul edip itiraf etti.Ve yaptığı hatayı şöyle açıkladı: "Çok acıkmıştım neredeyse açlıktan ölecektim.".Hakim şöyle hükmetti: "Sen hırsızlık yaptığını biliyorsun ve ben senin on dolar tazminat ödemene hükmediyorum. Bu parayı ödeyemeyeceğini bildiğim için senin yerine ben ödeyeceğim. "Duruşma salonunda herkes susmuştu, hakim cebinden on dolar çıkardı ve ihtiyar adamın tazminatı olarak hazineye götürülmesini istedi. Ardından ayağa kalktı ve salondakilere hitaben: "Hepiniz suçlusunuz ve her biriniz on dolar ceza ödemelisiniz zira sizler öyle bir şehirde yaşıyorsunuz ki ihtiyar bir adam açlıktan hırsızlık yapmak zorunda kalıyor. Duruşma salonunda 480 dolar toplandı ve toplanan parayı hakim ihtiyar adama verdi. Şimdi biz kanada da yaşayan bir toplum olmadığımız için ben Hz. Ali'nin bir kıssası ile durumu özetleyim sizlere,"Eğer Müslümanların yaşadığı bir şehirde fakir görürseniz bilin ki o şehrin yöneticileri halkın malını çalıyorlar.''
27 Nisan 2019 Cumartesi
H.Ş : Ramazan-ı Şerifin gelişine sevinen müminlerin cesedini, Allah, cehenneme haram kılar. SEVİNELİM. HAZIRLANALIM.
Şanlı Peygamberimiz sav. Efendimiz buyuruyor ki : Ramazan-ı Şerifin gelişine sevinen müminlerin cesedini, Allah, cehenneme haram kılar .İmam-ı Rabbani hazretleri buyuruyor ki: Mübarek Ramazan ayı, çok şereflidir. Bu ayda yapılan, nafile namaz, zikir, sadaka ve bütün nafile ibadetlere verilen sevap, başka aylarda yapılan farzlar gibidir. Bu ayda yapılan bir farz, başka aylarda yapılan yetmiş farz gibidir. Bu ayda bir oruçluya iftar verenin günahları affolur. Cehennemden azat olur. O oruçlunun sevabı kadar, ayrıca buna da sevap verilir. O oruçlunun sevabı hiç azalmaz. Bu ayda ibadet ve iyi iş yapabilenlere, bütün sene bu işleri yapmak nasip olur. Bu aya saygısızlık edenin, günah işleyenin bütün senesi, günah işlemekle geçer.
H.Ş : "Kişiye, yalan olarak, her duyduğunu anlatması yeter!".müslim. (sermayesi yalan olan parti taassubluğundan uzak duralım.)
H.Ş : "......... güvenilir adam hâinlikle itham edilecek ve kamu işinde rüveybıda (bilgisi kıt) adam söz sahibi olacaktır.”
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuştur: “İnsanların üzerine yağmurun bolluğu, fakat verimin azlığıyla aldatıcı yıllar gelecektir. O dönemde yalancı adam doğrulanacak, doğru adam yalanlanacak; hâin adama güvenilecek, güvenilir adam hâinlikle itham edilecek ve kamu işinde rüveybıda (bilgisi kıt) adam söz sahibi olacaktır.” (İbn-i Mâce: 4036)...Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde buyurur ki: “Her milletin başına münafıklar geçmedikçe kıyamet kopmaz.” (Mecmau’z-Zevâid) ...Huzeyfe -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif’lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur: “İnsanların dünyaca en bahtiyarını âdi oğlu âdiler teşkil etmedikçe kıyamet kopmaz.” (Tirmizî: 2210) ...Ayak takımının başa, baş takımının ayağa alınması ve bu ayak takımının her türlü kötülüğünü halkın alkışlaması, fakat o şerefli haysiyetli insanların nazar-ı itibara alınmaması. Neden bu hâl husule geliyor? Halkın Hakk’tan kopmasından, harama irtikap etmesinden, sefalete düşmesinden, maddeye tapmasından ve şöhrete kapılmasından ileri gelir...
Ebu Hüreyre -radiyallahu anh-den rivayet edildiğine göre Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde şöyle buyurmuştur: “İnsanların üzerine yağmurun bolluğu, fakat verimin azlığıyla aldatıcı yıllar gelecektir. O dönemde yalancı adam doğrulanacak, doğru adam yalanlanacak; hâin adama güvenilecek, güvenilir adam hâinlikle itham edilecek ve kamu işinde rüveybıda (bilgisi kıt) adam söz sahibi olacaktır.” (İbn-i Mâce: 4036)...Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz bir Hadis-i şerif’lerinde buyurur ki: “Her milletin başına münafıklar geçmedikçe kıyamet kopmaz.” (Mecmau’z-Zevâid) ...Huzeyfe -radiyallahu anh-den rivayet edilen bir Hadis-i şerif’lerinde Resulullah -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuştur: “İnsanların dünyaca en bahtiyarını âdi oğlu âdiler teşkil etmedikçe kıyamet kopmaz.” (Tirmizî: 2210) ...Ayak takımının başa, baş takımının ayağa alınması ve bu ayak takımının her türlü kötülüğünü halkın alkışlaması, fakat o şerefli haysiyetli insanların nazar-ı itibara alınmaması. Neden bu hâl husule geliyor? Halkın Hakk’tan kopmasından, harama irtikap etmesinden, sefalete düşmesinden, maddeye tapmasından ve şöhrete kapılmasından ileri gelir...
(1 mayıs çarşambayı 2 mayıs perşembeye bağlayan akşam) Şaban-ı Şerif'in 27. gecesidir. 2019
(1 mayıs çarşambayı 2 mayıs perşembeye bağlayan
akşam) Şaban-ı Şerif'in 27. gecesidir. akşam ile yatsı arasında iki rekat teşekkür namazı kılınır. Zammı süre olarak ne istenirse o okunur. Namaza şöyle niyet edilir: "Ya rabbi beni Resulu Zişan Efendimizin ayının sonuna yaklaştırdın. Resulullah Efendimiz'i ve mübarek ayını bana hem şefi' hem de şahid eyle, Allahu Ekber" ..Namazdan sonra 70 defa İstiğfâr-ı şerîf:
اَسْتَغْفِرُ اللهَ الْعَظِيمَ وَاَتُوبُ اِلَيْكَ
"Estağfirullâhe'l-azıym Ve etûbü ileyk"
100 defa da şu Salevât-ı şerîfe okunur:
اَللَّهُمَّ صَلِّ عَلَى رُوحِ مُحَمَّدٍ فِى اْلاَرْوَاحِ وَصَلِّ عَلَى جَسَدِ مُحَمَّدٍ فِى اْلاَجْسَادِ وَصَلِّ عَلَى قَبْرِ مُحَمَّدٍ فِى الْقُبُورِ
"Allâhümme salli alâ rûhi Muhammedin fil-ervâh. Ve salli alâ cesedi Muhammedin fil-ecsâd. Ve salli alâ kabri Muhammedin fil-kubûr" ..Namazdan sonra " Ya Rabbi senin huzuru sırrı ehadiyyetine iltica ediyorum" denilir......Dua ve İbadetler Fazilet Neşriyat.
akşam) Şaban-ı Şerif'in 27. gecesidir. akşam ile yatsı arasında iki rekat teşekkür namazı kılınır. Zammı süre olarak ne istenirse o okunur. Namaza şöyle niyet edilir: "Ya rabbi beni Resulu Zişan Efendimizin ayının sonuna yaklaştırdın. Resulullah Efendimiz'i ve mübarek ayını bana hem şefi' hem de şahid eyle, Allahu Ekber" ..Namazdan sonra 70 defa İstiğfâr-ı şerîf:
اَسْتَغْفِرُ اللهَ الْعَظِيمَ وَاَتُوبُ اِلَيْكَ
"Estağfirullâhe'l-azıym Ve etûbü ileyk"
100 defa da şu Salevât-ı şerîfe okunur:
اَللَّهُمَّ صَلِّ عَلَى رُوحِ مُحَمَّدٍ فِى اْلاَرْوَاحِ وَصَلِّ عَلَى جَسَدِ مُحَمَّدٍ فِى اْلاَجْسَادِ وَصَلِّ عَلَى قَبْرِ مُحَمَّدٍ فِى الْقُبُورِ
"Allâhümme salli alâ rûhi Muhammedin fil-ervâh. Ve salli alâ cesedi Muhammedin fil-ecsâd. Ve salli alâ kabri Muhammedin fil-kubûr" ..Namazdan sonra " Ya Rabbi senin huzuru sırrı ehadiyyetine iltica ediyorum" denilir......Dua ve İbadetler Fazilet Neşriyat.
Mevlid-i Şerif'in müellifi Sultan Birinci Murâd Hanın vezîrlerinden Ahmed Paşanın oğlu, Şeyh Mahmûd Efendinin torunu Süleyman Çelebi'dir.
Mevlid-i Şerif'in bulunduğu "Vasilet'ün-Necat" adlı eseri 60 yaşında yazdığı rivayet edilir. Eserini yazmasının sebebi olarak gösterilen hâdise hakkında; Künh-ül-Ahbâr, Güldeste, Tezkire-i Latîfî ve başka kaynaklarda geniş bilgi vardır. Süleymân Çelebi'nin vefâtı için düşürülen târih, "Râhat-ı ervâh"tır. Mezarı, Bursa'da Çekirge yolu üzerindedir. İyi bir tahsîl gören Süleymân Çelebi, Bursa'daki Ulu Câminin baş imâmlığına getirildi. Bu câmideki imâmlığı sırasında, birgün İranlı bir vâiz, vâz ve nasîhat ederken, Bakara sûresinin iki yüz seksen beşinci âyet-i kerîmesinin; "Biz Allahü teâlânın peygamberlerinden hiç birinin arasını ayırd etmeyiz (hepsine inanırız). Duyduk ve itâat ettik." meâl-i şerîfini tefsîr ederken de; "Hazret-i Muhammed ile hazret-i Îsâ arasında hiçbir farklılık, üstünlük yoktur." diye, kendi kafasına, bozuk şia inanışına göre tefsîr etti. Cemâat arasında bulunan bir kimse dayanamayıp, ayağa kalktı ve; "Ey câhil! Kendi kafana göre nasıl tefsîr edebilirsin? Sen bu ilimde çok gerilerdesin. Hiç peygamberler (aleyhimüsselâm) arasında üstünlük farkı olmaz olur mu? Elbette peygamberimiz Muhammed (aleyhisselâm), bütün peygamberlerden daha üstündür. Burada fark yoktur demek, nübüvvet ve risâlet yönünden fark yoktur demektir. Üstünlükler, mertebeler yönünden değildir. Burada; "Birinin peygamberliğini kabûl edip, diğerini kabûl etmiyerek aralarında bir ayrılık gütmeyiz. Herbirini kendi derecelerine göre peygamber olarak kabûl ederiz" buyurulmaktadır. Bundan, derece ve fazîletleri aynıdır anlamı çıkmaz. Bunun isbâtı ise, yine Bekara sûresinin iki yüz elli üçüncü âyet-i kerîmesidir. Burada meâlen; "Bu (sûrede sözü geçen) peygamberlerin bir kısmını, kendilerine verilen özelliklerle diğerlerinden üstün kıldık." buyurulmaktadır. Görüldüğü gibi, bu iki âyet-i kerîme, bizim âlimlerimizin tefsîr ettiği gibi birbirlerini doğrulamaktadır. Hâlbuki, senin bozuk düşüncene göre birbirlerini tekzib etmektedir ki, hâşâ bu olamaz!" gibi pekçok sözler söyledi, pekçok delîller getirdi. Neticede İranlı vâiz, yanlış düşündüğünü kabûl etti. Bütün bunlara şâhid olan Ulu Câmi baş imâmı Süleymân Çelebi, bu hâdiseden dolayı çok duygulanmış ve meşhûr Mevlid-i Şerîfini yazmıştır. Mevlid-i Şerîf'inde, hep Ehl-i sünnet îtikâdını anlatmıştır..... ihya forum...
YALNIZ KUR'AN DİYENLER MÜSLÜMAN DEĞİLDİR..
İmam-ı Süyuti diyor ki: “Şunu bilesiniz ki, usül ilminde maruf olan şartları taşıyan -kavlî olsun fiilî olsun- hadisler hüccetdir. Resulullahın (sallallahü aleyhi ve sellem) bu hadislerini inkar eden kimse küfre girer ve İslam dairesinden çıkar, yahudilerle, hıristiyanlarla veya Allahü teâlânın murad ettiği diğer kâfir fırkalarla beraber haşrolunur.”..(Miftahu’l-cenne, s.18)
Peygamberimiz sav : “Benim Firavun’um, Musa’nın firavunundan daha şiddetlidir”
Firavun’u su yutunca suya gark olunca : “Ben de iman ettim” dedi. Ebu Cehil öldürüleceği sırada ise: “Biraz aşağıdan kes Muhammed gerdan görsün” dedi. Kılıcın parıltısını gördüğü zaman bile küfrüne davam etti.
KADERE, KAZAYA. HAYIR VE ŞERRİN ALLAHÜTEALADAN GELDİĞİNE; KISACA AMENTÜYE İNANMAK FARZ. ŞART.
KADERE, KAZAYA. HAYIR VE ŞERRİN ALLAHÜTEALADAN GELDİĞİNE KISACA AMENTÜYE İNANMAK FARZ.ŞART. Câbir b. Abdullah’dan rivâyet edildiğine göre Resûlullâh (s.a.v.) şöyle dedi: “Bir kul, kadere, hayır ve şerrin Allâh’tan olduğuna, başına geleceği takdir edilen şeyin mutlaka geleceğine ve gelmeyeceği takdir edilen şeyin de kesinlikle gelmeyeceğine inanmadıkça mü’min olmaz.”..(Tirmizi,Kader,10)
-İkinci binin Alimi, Ahmed Faruki Serhand-i Hazreti İmam-ı Rabbani Müceddid el-Fisani (kuddise sırrahu); "-Nice namaz kılanlar ve oruç tutanlar vardır ki, cennete giremeyeceklerdir. Bunlar Ehl-i Sünnet ve Cemaat'den(Fırkayı Naciye)den ayrılanlardır!" buyurarak bu konun ehemmiyetini dile getirmiştir.
Ayet-i Kerime : "Habibim! Onlar senin gibi iman etmedikleri sürece asla amelleri makbul olmayacaktır..."
Ehl-i Sünnet ve Cemaat İtikadı çok önemli bir hadise olduğundan dolayı, ulema titizlikle üstünde durmuş ve bunun itikadi bir hal olduğunu dile getirmiştir. Kişi dilediği kadar mürekkep yalasın, senelerce medrese tahsili yapsın, İlahiyat Fakültesinde Profesör olsun durum değişmez, çünkü ameli mevzularda Allahu Teala (celle celalühu)'nun affı vardır fakat, itikadi bir meselede affı yoktur. Nitekim Ayet-i Celile'de mealen beyan buyrulduğu üzere, "Habibim! Onlar senin gibi iman etmedikleri sürece asla amelleri makbul olmayacaktır..." buyurulmaktadır.
-Rasûlullah Efendimiz (s.a.v.) buyurmuşlardır ki: “Allah (c.c.) bid’at ehlinin ne duasını, ne zekâtını, ne haccını, ne namazını, ne de sadakasını kabul eder. (Yani ne farzını ne nagilesini, hiç bir ibadetini kabul etmez.) Nihayet bunlar, kılın hamurdan çekilişi gibi, dinden çıkarlar.” [Râmuzu’l-Ehadîs, harf-i lâ]
Sen âh deyip de geçme öyle, Bir âh'dadır Celâl-i Zâtı Bir âh semâyı, arşı sarsar Bir âh yıkar bu kâinâtı
Ne yaparsan yap ah alma, can yakma, gönül kırma…Hayvana (bile) eziyet etme, nur içinde haşrolursun. Canını yakmak istediğin hayvan veya insan bazen o anda kendinde olmaz, o zaman işe asıl sahibi karışır, gücüne gider, derhal tepelenirsin…Vaktiyle Kalenderîyye yoluna mensup bir derviş, nefisle mücahade makamının sonuna gelir. Meşrebin usulünce bundan sonraki makam, Kalenderîlik makamıdır. Yani her türlü süsten, gösterişten arınacak, varlıktan vazgeçecektir. Fakat içi yamalı bir hırka giymekten ibaret değildir. Her türlü görünür süsten arınması gereklidir.. . Saç, sakal, bıyık, kaş ne varsa hepsinden. Derviş, usule uygun hareket eder, soluğu berberde alır. — Vur usturayı berber efendi, der. Berber dervişin saçlarını kazımaya başlar. Derviş aynada kendini takip etmektedir. Başının sağ kısmı tamamen kazınmıştır. Berber tam diğer tarafa usturayı vuracakken, yağız mı yağız, bıçkın mı bıçkın bir kabadayı girer içeri. Doğruca dervişin yanına gider, başının kazınmış kısmına okkalı bir tokat atarak: - Kalk bakalım kabak, kalk da tıraşımızı olalım, diye kükrer. Dervişlik bu... Sövene dilsiz, vurana elsiz gerek. Kaideyi bozmaz derviş. Ses çıkarmaz, usulca kalkar yerinden. Berber mahcup, fakat korkmuştur. Ses çıkaramaz. Kabadayı koltuğa oturur, berber tıraşa başar. Fakat küstah kabadayı tıraş esnasında da sürekli aşağılar dervişi, alay eder: Kabak aşağı, kabak yukarı Nihayet tıraş biter, kabadayı dükkândan çıkar. Henüz birkaç metre gitmiştir ki, gemden boşanmış bir at arabası yokuştan aşağı hızla üzerine gelir. Kabadayı şaşkınlıkla yol ortasında kalakalır. Derken, iki atın ortasına denge için yerleştirilmiş uzun sivri demir karnına dalıverir. Kabadayı oracığa yığılır, kalır. Ölmüştür. Görenler çığlığı basar. Berber ise şaşkın, bir manzaraya, bir dervişe bakar, gayri ihtiyarî sorar: - Biraz ağır olmadı mı derviş efendi? Derviş mahzun, düşünceli cevap verir: - Vallahi, gücenmedim ona. Hakkımı da helal etmiştim. Gel gör ki, kabağın bir sahibi var. O gücenmiş olmalı!
HUŞU : "Namaza durduğunda, biri keskin bir kılıçla sırtına vursa, kılıcın ucu göğsünden çıksa, yine hiçbir acı duymamandır."
Veysel Karani Hazretleri kendini bildi bileli ömrü içinde bir gece yatıp uyumamıştır. Bir geceye, "bu gece leyle-i sücud" der, sabaha kadar secde ile geceyi ihya ederdi. Diğer bir geceye de "bu gece leyle-i kıyam" der, sabaha kadar ayakta ibadetle geceyi ihya ederdi. Bir gün: "Namazda hûşu nedir? " diye soran bir zâta: "Namaza durduğunda, biri keskin bir kılıçla sırtına vursa, kılıcın ucu göğsünden çıksa, yine hiçbir acı duymamandır." diye cevap vermişti.
Allah indinde hak din İslâm’dır.... Kim İslâm’dan başka bir din ararsa, bilsin ki o din, ondan asla kabul edilmeyecektir.
Allah indinde hak din İslâm’dır” (Âl-i İmrân sûresi, ayet 19.) , “Bugün size dininizi ikmâl ettim, üzerinize nimetimi tamamladım ve sizin için din olarak İslâm’a râzi oldum.” (Mâide sûresi, ayet 3.) “Kim İslâm’dan başka bir din ararsa, bilsin ki o din, ondan asla kabul edilmeyecektir.” (Âl-i İmrân sûresi, ayet 85.)
“bir kimse ramazan-ı şerif ayının gelmesine sevinirse; yüce Allah onun cesedini yakmayı cehennem ateşine haram kılar.”
Hadis-i şerifte buyruluyor ki; “bir kimse ramazan-ı şerif ayının gelmesine sevinirse; yüce Allah onun cesedini yakmayı cehennem ateşine haram kılar.”..Musa as turi sina’da Cenab-ı Hakk’a iltica edip. - ya Rabbi! Bana kelimim buyurdun. Kelamını işittirdin. Benden daha üstün nimet ve devlete mazhar kıldığın bir kulun var mı? Deyince Cenab-ı Hakk
- ya Musa! Seninle kelam ederken aramızda 70 bin perde var. Ahir zaman nebisi habibim Muhammed Mustafa’nın ümmetleri ramazan-ı şerif orucu tutacaklar. İftar vakti olunca önlerinde nimetler hazır olduğu halde ben emir vermediğim (ezan okunmadığı) için onlara dokunmayacaklar. İşte o anda onlar ile aramda ki bu 70 bin perdeyi kaldıracağım yalnız üç tane bırakacağım. Onları da kladırırdım ya Musa! Ancak kullarım nuruma dayanamazlar diye kaldırmıyorum. İşte o esnada benden her ne isterlerse kabul edeceğim....http://sohbetdefterim.blogspot.com/2010/08/oruc.html
- ya Musa! Seninle kelam ederken aramızda 70 bin perde var. Ahir zaman nebisi habibim Muhammed Mustafa’nın ümmetleri ramazan-ı şerif orucu tutacaklar. İftar vakti olunca önlerinde nimetler hazır olduğu halde ben emir vermediğim (ezan okunmadığı) için onlara dokunmayacaklar. İşte o anda onlar ile aramda ki bu 70 bin perdeyi kaldıracağım yalnız üç tane bırakacağım. Onları da kladırırdım ya Musa! Ancak kullarım nuruma dayanamazlar diye kaldırmıyorum. İşte o esnada benden her ne isterlerse kabul edeceğim....http://sohbetdefterim.blogspot.com/2010/08/oruc.html
(Miraç'ta), Allah Teala buyurur: “Ya Muhammed! Dünyadaki Camiü’s-Suğra’da (Küçük Cami - ayasofya) bir kimse safi niyetle iki rekat namaz kılıp niyaz ederek sevabını sana bağışlarsa, o kulum günahlara batmış biri olsa bile onu cennet ehli yaparım. O iki rekat namaz yerine de kabul olunmuş yetmiş rekat namaz sevabı veririm. Ve kim kırk gün o camide, Ayasofya’da ibadetle meşgul olursa, ona dört peygamber sevabını veririm. Bu dört peygamberden birincisi Adem, ikincisi Nuh, üçüncüsü İbrahim, dördüncüsü de sensin ya Muhammed!. Hz. Muhammed SAV. Cebrail AS. ile vedalaşıp miraçtan döndükten sonra ashabına, Ayasofya makamını anlatır. Her biri kulaktan aşık olurlar ve “İnşallah ölmeden evvel o güzel makamın içine girip ibadet etmek kısmet olur” derler. …. "AYASOFYA EFSANELERİ." Yrd. Doç. Dr. Ferhat Aslan .‘’ Hasan Bozkurt
26 Nisan 2019 Cuma
Ben şu anda 63 yaşındayım. Tereyağının bizim evden uzaklaşıp yerine Sana ve Vita yağının nasıl girdiğini hayal meyal hatırlıyorum çünkü çocuktum.
Ben şu anda 63 yaşındayım. Tereyağının bizim evden uzaklaşıp yerine Sana ve Vita yağının nasıl girdiğini hayal meyal hatırlıyorum çünkü çocuktum.
Gazete ve radyo reklamlarında çocukların gelişimi için Sana ve Vita yağlarının ne kadar yararlı ve sağlıklı olduğu hep anlatılırdı onları çok iyi hatırlıyorum.
Bazı ünlü doktorlarımızın tereyağının damar tıkanıklığına yol açacağını onun için bitkisel esaslı margarinlerin tercih edilmesi gerektiğini nasıl söylediklerini şimdi bile duyar gibiyim. Bu hikaye tuttu ve bizler tereyağından, hayvansal yağlardan yavaş yavaş uzaklaştırıldık ve üzerinde “tereyağı koku ve lezzetindedir” yazılı Vita yağı mutfağımızda yerini aldı.
Yemekler Vita yağı ile makarnalar pilavlar kekler ve tatlılar ise Sana yağı ile yapılmaya başlandı. Hayvansal yağdan uzaklaşıp bitkisel yağa geçmenin mutluluğunu yaşıyorduk. Sağlığımız için annelerimizin ekmeğin üzerine Sana yağı sürüp bizlere yedirdiğini dün gibi hatırlıyorum. Derken zeytinyağı yerine de mısırözü ve ayçiçek yağı girdi.
Şimdi Sana ve Vita’yı üreten Amerikan sermayeli Unilever Türkiye’de ne zaman kurulmuş diye baktım, 1953 de kurulmuş. Demek ki 1953 den beri bu firma bizim sağlığımız için çalışıyor. Ne tesadüf ki “Zeytinyağlı Yiyemem Aman” türküsü Kasım 1954’te Muzaffer Sarısözen tarafından derlenmiş. Algı operasyonuna bakar mısınız?
Derken margarinlerin zararlı olduğu ortaya çıktı ama biz yıllarca bu margarinleri yemiş olduk. Hatta 1979 da Sana yağı alabilmek için kuyruklara girdik. Tereyağı da damar tıkıyordu, peki biz ne yiyecektik?
Sonra adının başında “Türkiye” olan Türkiye Kardiyoloji Derneği Hızır gibi imdadımıza yetişti. Yine Unilever firmasının ürettiği Becel’in kalp sağlığımızı düşündüğünü söyledi de gönül rahatlığıyla Becel yemeğe başladık.
Derken Ağustos 2011 yılında “Karatay Diyeti” kitabını okudum. Margarinlerin, bitkisel yağların pişirilince trans yağa dönüştüğünü, tereyağı yenmesi gerektiğini ilk okuduğumda inanamadım. Hani tereyağı kalp damar tıkıyordu? Öncelikle kilo verebilmek için bu tür detayları fazla düşünmeden bu diyeti uygulamaya başladım.
Bu arada kolesterol ilaçlarını da bırakmıştım ki medyada kolesterol ilaçlarının bırakılmasının çok tehlikeli olduğu Kardiyoloji Derneği yetkililerince dile getirildi. Ben de doğrusu biraz ürktüm. Hemen Özel Marmaris Hastanesine gittim ve kan tahlillerimi yaptırdım. Sonuç ne mi çıktı? 12 yıl boyunca içtiğim 48.180 adet hapla düzelmeyen kan değerlerim yaklaşık 4 ayın sonunda hepsi normale dönmüştü. (Ayrıntılı bilgi: Sağlıklı Yaşıyoruz sayfasında bulabilirsiniz.)
Şimdi soruyorum size ben bu dernekçi doktorlara nasıl güvenebilirim?
Bakın sadece ben öyle düşünmüyormuşum Prof. Dr. Ahmet Rasim Küçükusta ne demiş “yağ firmasına yağ çeken bir derneğe güvenemem”. (1)
Artık ben margarini ağzıma sokmuyor ve gönül rahatlığı ile tereyağı yiyorum. Hatta tereyağını evde kendimiz yapıyoruz. Tabii ki ana tercihimiz her zaman zeytinyağı oluyor.
Amerika'da FDA halk sağlığını düşünerek Kasım 2013 de trans yağlara yasak getirdi ve 60 günlük süre tanıdı. BBC News US & Canada ise 7 Kasım 2013 tarihli haberinde "US moves to ban trans fats in foods" “Amerika gıdalardaki trans yağları yasaklamaya doğru gidiyor.” başlığıyla duyurdu (2)
Türkiye Kardiyoloji Derneği bundan sonra bizlerin kalp sağlığı için acaba hangi yağı önerecek çok merak ediyorum.
Bizi tereyağından zeytinyağından yıllarca uzaklaştırarak margarine yönlendiren doktorlara, diyetisyenlere, hakkımı helal etmiyorum. Neyse ki 7 yıldır zeytinyağı ağırlıklı besleniyoruz, merada otlanan hayvanın sütüyle yapılmış tereyağı da bulursak gönül rahatlığıyla yiyoruz. Geçtiğimiz aylarda ketojenik diyet uyguladık. Enerjimizin %70-80’ini bize yıllarca yedirilmeyen, 7 yıldır yediğimiz sağlıklı yağlardan (zeytinyağı + doğal tereyağı) aldık.
Okan Çağlar
Sağlıklı Yaşıyoruz.
Sağlıklı Yaşıyoruz.
(1) http://www.gidahareketi.org/Kardiyoloji-Dernegi,-Yag-Firmas…
(2) http://www.bbc.com/news/world-us-canada-24856146
(2) http://www.bbc.com/news/world-us-canada-24856146
23 Nisan 2019 Salı
Sandalyede Namaz
Sandalyede Namaz
Son senelerde, memleketimizde sandalyede namaz kılanların sayısı iyice arttı. Öyle ki, sandalyede namaz kılanlar câmilerde ayrı bir saf teşkil ettiklerinden, câmi cemaati adeta “Namazı sandalyede kılanlar, sandalyede kılmayanlar” olarak iki ayrı cemaat görüntüsü vermeye başladı.
Hatta yeni yapılan bazı câmilerde, sandalyeler de atılıyormuş, oturarak namaz kılınması için koltuklar yapılıyormuş. Yani önceleri sandalyede namaz kılanlar artık yumuşak koltuklarda namaz kılıyorlar.
Ancak!..
Namaz, “Ben kıldım, oldu” demekle kılınmış olmaz. Sandalye ve koltuklarda namaz kılanlar namazlarını böyle kılıyorlar ama kıldıkları namaz, namaz fıkha göre câiz oluyor mu, namaz oluyor mu acaba?
Çünkü, namazın namaz olması için, fıkhî şartların yerine getirilerek kılınması lâzım. Yoksa “Uydum kalabalığa” diyerek kılınan namaz namaz olmaz.
Nitekim sandalyede namaz meselesinde de “Uydum kalabalığa”kaidesi göze çarpmıyor değil. Şöyle ki:
Bazıları namazlarını sandalyede kılıyor. Başka biri onlara bakıyor, o da sandalyede kılmaya başlıyor. Derken, herkes birbirine bakarak o şekilde kılıyor ve böylece sayı artarak, devam ediyor.
Bu kimselerin akıllarına galiba, “Ben namazımı böyle kılıyorum ama acaba bu şekilde namaz kılmak câiz mi? Böyle kılınan namaz, namaz oluyor mu?” sorusu gelmiyor.
Gerçi akıllarına böyle bir soru gelse ve bir bilene sormak isteseler ne olacak ki?
Sorsalar bile net ve doğru cevap almaları yine de maalesef kolay değil…
Niçin?
Aşağıda aktaracağımız bazı sebeplerden dolayı.
Bu kimseler, kıldıkları namazla ilgili hükmü iyi bilen birisine denk gelir de ona sorarsa, mesele kalmaz, doğru cevabı almış olur.
Öyleyse mesele yok diyeceksiniz. Ama iş o kadar kolay değil.
Çünkü bu mesele zannedildiği gibi değil. Buna mani bazı noktalar var.
Bir:
Yakın zamana kadar sandalyede namaz kılmak diye bir şey yoktu. Ziya Paşa’nın, “Evvel yoğidi iş bu rivâyet yeni çıktı” dediği gibi sandalyede namaz kılmak da yeni çıktı.
Yakın senelere kadar, fıkha göre hastaların nasıl namaz kılmaları icap ediyorsa, hasta olanlar namazlarını öyle kılıyorlardı. Sandalye, tabure ve koltukta namaz kılmak 10-15 sene önce tekte-tükte olarak başladı. Sonra zamanla çoğaldı gitti.
Yani bu iş yeni olduğu için, bunun doğru cevabı da haliyle baştan bilinemezdi, nitekim bilinemedi. Hâlâ da herkes tarafından bilinmiyor. Bilinemez, çünkü böyle bir şey yoktu ki bilinsin.
Onun için, bazı müftülerimiz bile “Sandalyede namaz kılmanın câiz olup olmadığını, câiz değilse niçin câiz olmadığını, câiz olacaksa hangi şartlarda câiz olabileceğini” bilemez ve bu hususta bir çırpıda net bir cevap veremeyebilirler, nitekim öyle oluyor..
Bu durum onlar için bir noksanlık da sayılamaz, sayılmamalı. Çünkü mesele yenidir ve araştırmaya bağlı bir husustur.
Meselâ herhangi bir müftümüze “Sandalyede namaz kılınır mı?” diye sorulunca, ilk anda, “Niçin kılınmasın. İslâmda zorluk yoktur. Nasıl rahatınıza geliyorsa öyle kılabilirsiniz” diyebilir. Çünkü insanın aklına ilk önce böyle bir cevap gelmesi normaldir.
Nitekim böyle cevapları zaman zaman duyuyoruz.
Peki böyle bir cevap doğru mu?
Cevabını aşağıda göreceğiz.
Yukarıda, “İki sebepten dolayı bu mesele hakkında doğru cevap almak zor” demiştik ya. O iki sebebin birincisi işte bu.
Yani, daha önce kitaplarda böyle bir mesele okumadıkları için, araştırmaya bağlı olan bu yeni meselede hocalarımızın yanılıyor olmaları…
İki:
Zamanımızda bazı kimseler var. Esas tehlike işte bunlardan geliyor.
Bunlar Arapça öğrenmiş, bazı dini kitaplar da okuyup hoca olarak tanınmışlar. Bunlardan bazıları da -İslamî ölçülere göre icâzet değil de- mevcut mer’î prosedüre göre dinî bir konuda profesörlük ünvanı almışlar.
İşte işin esas tehlikeli tarafını, hem sandalyede namaz kılmak konusunda hem de diğer dinî meselelerde yanlış bilgi vermeye hazır olan bu zatlar teşkil ediyor.
Peki bu zatlar kimdir ve nasıl kimselerdir? Neler söylerler, neye nasıl inanırlar?
Bunlar, “Allah geleceği bilmez. Allah ileride senin kiminle evleneceğini nebilsin!” diyenlerdir.
Bunlar, “Peygamberlerin diğer insanlardan farksız olduğunu” söyleyerek peygamberlik makamını hiçe sayanlardır.
Bunlar, abdest alırken hem Şiîler ve vehhâbîler gibi ayaklarını yıkamayıp meshederler, hem de kendi aralarında ,“Kendi aramızda meshedelim de başkalarının yanında ayaklarımızı yıkayalım” diyenlerdir. .
Bunlar, “Hazret-i Allah’ın iki yüzlü bir Roma putu olduğunu” söyleyen bir zındığı Müslüman gençlere örnek bir şahsiyet olarak sunanlardır.
Bunlar, Peygamberimiz’in Allah kelamı Kur’an-ı Kerim’e devamlı vahiy katibi tayin ettiği şanlı sahâbînin aleyhinde konuşanlardır.
Bunlar, “Biz sünneti kaldırdık” diyerek, Peygamberimiz’in yaşayışını tanımadıklarını ilan edenlerdir.
Bunlar, “Mezhepler beni bağlamaz” diyerek mezhepsiz olduklarını söylemekten çekinmeyenlerdir…
Bunlar içimizde o kadar bol ki, elinizi sallasanız ellisine değersiniz.
Sandalyede namaz meselesini onlara soracak olanlar elbette doğru bir cevap alamayacaklardır.
Onun için bu konuda doğru cevabı bulmak gerçekten zor…
Ali Eren
BUYURUN CENAZE NAMAZINA
Beşir Mübeşşir
⚠️BUYURUN CENAZE NAMAZINA⚠️
👉Cenaze namazına diyorum zira ailemizin, toplumumuzun, geçenlerimizin, çocuklarımızın meneviyatı, gönül dünyası, kültürü kimi öldü kimi ölmek üzere.
➖ Biz niye haykırıyoruz, niye artık "oyalanmayın" saçma sapan meselelerle diyoruz anlıyor musunuz? Bu nedir Allah aşkına biri bana açıklasın!
----Cinselliği keyifle yaşamak için hastalıklardan korunma yolları deyip altında erkek erkeğe, kadın kadına cinsellik yaşanabileceğini fotoğraflamak nedir? Ve bunu "Tabipler odası" nasıl yapabilir?
--- Artık bırakın "Devleti yönetenler, bazı sözde "dini" kurumlar sözde hocalar-hacılar?" Bunlara nasıl müsade eder demeyı bırakın hepsi ama hepsi bunun bu rezilliğin bir parçası; Devlet eliyle aileyi gençliği çocukları bitirme projesi olan ETCEP i unutmadık (Vaz geçtik dediler ama ilköğretim ve liselerde hala devam ediyir) .
----Sanki aileyi yıkmak, ahlakı bozmak için özellikle çalışıyorlar. Bitti artık sapla saman birbirine çoktan karıştı.
➖ Daha bunları çok göreceğiz bu zihniyetle devam edersek ve hatta, hatta.. Yarın yavrumuz yüzümüze "bu benim tercihim" dediği an, anlayacağız...
----Hep komşuların yuvası dağılmıyor, hep birşeyler komşu çocuklarına olmuyor.. Artık nazlanma zamanı değil! Müslümansak bu lanetlenmiş fikriyatın önünde dimdik duracağız! Bizi bu fikriyata sevk eden manevi DNA mızı, genlerimizi bozan her türlü necisi reddedeceğiz.
➖ Biz niye haykırıyoruz, niye artık "oyalanmayın" saçma sapan meselelerle diyoruz anlıyor musunuz? Bu nedir Allah aşkına biri bana açıklasın!
----Cinselliği keyifle yaşamak için hastalıklardan korunma yolları deyip altında erkek erkeğe, kadın kadına cinsellik yaşanabileceğini fotoğraflamak nedir? Ve bunu "Tabipler odası" nasıl yapabilir?
--- Artık bırakın "Devleti yönetenler, bazı sözde "dini" kurumlar sözde hocalar-hacılar?" Bunlara nasıl müsade eder demeyı bırakın hepsi ama hepsi bunun bu rezilliğin bir parçası; Devlet eliyle aileyi gençliği çocukları bitirme projesi olan ETCEP i unutmadık (Vaz geçtik dediler ama ilköğretim ve liselerde hala devam ediyir) .
----Sanki aileyi yıkmak, ahlakı bozmak için özellikle çalışıyorlar. Bitti artık sapla saman birbirine çoktan karıştı.
➖ Daha bunları çok göreceğiz bu zihniyetle devam edersek ve hatta, hatta.. Yarın yavrumuz yüzümüze "bu benim tercihim" dediği an, anlayacağız...
----Hep komşuların yuvası dağılmıyor, hep birşeyler komşu çocuklarına olmuyor.. Artık nazlanma zamanı değil! Müslümansak bu lanetlenmiş fikriyatın önünde dimdik duracağız! Bizi bu fikriyata sevk eden manevi DNA mızı, genlerimizi bozan her türlü necisi reddedeceğiz.
İmam-ı A'zam Ebû Hanife hazretlerinin duası:
Allah'ım bizi
-Dinin emirlerini iyi bilmekle
-İlimde fazlalıkla
-Rızıkta kifâyetle
-Bedende âfiyetle
-Ölümden önce tövbeyle
-Ölümde kolaylıkla
-Ölümden sonra bağışlanmakla rızıklandır. Şüphesiz ki sen her şeye Kâdir'sin.
-Dinin emirlerini iyi bilmekle
-İlimde fazlalıkla
-Rızıkta kifâyetle
-Bedende âfiyetle
-Ölümden önce tövbeyle
-Ölümde kolaylıkla
-Ölümden sonra bağışlanmakla rızıklandır. Şüphesiz ki sen her şeye Kâdir'sin.
Gözlerin daha iyi ve net görmesi için:
Kim ki 40 gün boyunca günde 2 büyük fincan #rezene #çayı içer ve ayrıca 2 defa da rezene çayı ile gözlerine #masaj yaparsa #göz #feri artar hatta 1-2-3 numaralara kadar gözlükten kurtulmuş olur.
Bunu diyen arkadaş bizzat denemiş ve gözlüklerinden kurtulmuştu ben buna şahidim. Frs Turan
Bunu diyen arkadaş bizzat denemiş ve gözlüklerinden kurtulmuştu ben buna şahidim. Frs Turan
MUTLU OLMAK İÇİN
1. Bol su için.
2. Kahvaltıda çok, öğle yemeğinde orta, akşam yemeğinde
az yiyin.
3. Ağaçlarda ve bitkilerde yetişen yiyecekleri daha çok,
fabrikalarda üretilen yiyecekleri daha az yiyin.
4. Hiç bir şeyi içinize atmayın.
5. İbadet ve dua için zaman ayırın.
6. Her gün en az 10 dakika sessiz olarak oturun.Tefekkür edin.
7. Düzenli uyuyun.
8. Her gün 10-30 dakika yürüyüş yapın. Ve yürürken
gülümseyin.
9. Hayatınızı başkalarınki ile karşılaştırmayın. Onların
seyahatinin nasıl olduğuna dair hiçbir fikriniz yok.
10. Kontrol edemeyeceğiniz olumsuz düşüncelere sahip olmayın. Bunun yerine enerjinizi şu an için harcayın, nefes aldığınız her anın kıymetini bilin, keyfine varın.
11. Sadeliğin güzelliğini keşfedin.
12. Hayatı çok da ciddiye almayın. Fâni olduğunuzu unutmayın.
13. Kıymetli enerjinizi başkaları hakkında konuşarak boşa harcamayın.
14. Sû-i zandan kaçının.
15. Kıskançlık, çekememezlik zamanın boşa harcanmasıdır. İhtiyacınız olan her şeye zaten sahipsiniz.
16. Geçmiş meseleleri unutun. Kişilerin geçmiş hatalarını hatırlatmayın. Bu durum mevcut mutluluğunuzu bozar.
17. Hayat, birisine kin duyarak zamanı boşa harcamak için çok kısadır. Kimseden nefret etmeyin.
18. Geçmişinizle barış yapın ki, şimdiki zamanı bozmasın.
19. Hayatın bir okul olduğunu ve öğrenmek için burada olduğumuzu unutmayın. Problemler, cebir dersi gibi gelip giden, ancak aldığımız derslerin bir ömür boyu devam ettiği eğitim programının bir parçasıdır.
20. Daha fazla gülümseyin ve pozitif olmaya çalışın.
21. Her tartışmayı kazanmak durumunda değilsiniz. Aynı fikirde olmasanız da, anlaşın.
22. Ailenizi sık arayın.
23. Her gün diğerlerine iyi bir şey verin. Gülümseme, teşekkür, iltifat, yardım, destek, moral...
24. Herkesi her şey için affedin.
25. 70 yaşından büyük ve 6 yaşından küçük kimselerle vakit geçirin.
26. Her gün en az 3 kişiye gülümseyin ve tanımadığınız birine SELÂM verin.
27. Başkalarının sizin hakkınızda ne düşündüğü ile ilgilenmeyin.
28. Doğru olanı yapın, yanlışlarınız için de pişman olmayın. Ne oluyorsa ya da olmuyorsa, hayrımıza olduğu içindir!
29. Faydalı, güzel veya neşe dolu olmayan her şeyden uzak durmaya çalışın.
30. ALLAH her şeyi iyileştirir, şu an fark etmesek de, yaşadığımız her şey iyiliğimiz içindir.
31. Bir durum iyi veya kötü olsun, nasılsa değişecektir. Durumu kabullenin.
32. Nasıl hissederseniz hissedin, kalkın, giyinin ve ortaya çıkın. Kendinizi eve kapatmayın.
33. En iyisine henüz sıra gelmedi.
34. Sabah canlı olarak uyandığınız için ALLAH' a şükredin.
35. Maneviyatınız daima mutluluğunuzdur. Hislerinizi önemseyin. İnanın, dua edin, gerekeni yapın ve gerisini ilahi akışa bırakın...
2. Kahvaltıda çok, öğle yemeğinde orta, akşam yemeğinde
az yiyin.
3. Ağaçlarda ve bitkilerde yetişen yiyecekleri daha çok,
fabrikalarda üretilen yiyecekleri daha az yiyin.
4. Hiç bir şeyi içinize atmayın.
5. İbadet ve dua için zaman ayırın.
6. Her gün en az 10 dakika sessiz olarak oturun.Tefekkür edin.
7. Düzenli uyuyun.
8. Her gün 10-30 dakika yürüyüş yapın. Ve yürürken
gülümseyin.
9. Hayatınızı başkalarınki ile karşılaştırmayın. Onların
seyahatinin nasıl olduğuna dair hiçbir fikriniz yok.
10. Kontrol edemeyeceğiniz olumsuz düşüncelere sahip olmayın. Bunun yerine enerjinizi şu an için harcayın, nefes aldığınız her anın kıymetini bilin, keyfine varın.
11. Sadeliğin güzelliğini keşfedin.
12. Hayatı çok da ciddiye almayın. Fâni olduğunuzu unutmayın.
13. Kıymetli enerjinizi başkaları hakkında konuşarak boşa harcamayın.
14. Sû-i zandan kaçının.
15. Kıskançlık, çekememezlik zamanın boşa harcanmasıdır. İhtiyacınız olan her şeye zaten sahipsiniz.
16. Geçmiş meseleleri unutun. Kişilerin geçmiş hatalarını hatırlatmayın. Bu durum mevcut mutluluğunuzu bozar.
17. Hayat, birisine kin duyarak zamanı boşa harcamak için çok kısadır. Kimseden nefret etmeyin.
18. Geçmişinizle barış yapın ki, şimdiki zamanı bozmasın.
19. Hayatın bir okul olduğunu ve öğrenmek için burada olduğumuzu unutmayın. Problemler, cebir dersi gibi gelip giden, ancak aldığımız derslerin bir ömür boyu devam ettiği eğitim programının bir parçasıdır.
20. Daha fazla gülümseyin ve pozitif olmaya çalışın.
21. Her tartışmayı kazanmak durumunda değilsiniz. Aynı fikirde olmasanız da, anlaşın.
22. Ailenizi sık arayın.
23. Her gün diğerlerine iyi bir şey verin. Gülümseme, teşekkür, iltifat, yardım, destek, moral...
24. Herkesi her şey için affedin.
25. 70 yaşından büyük ve 6 yaşından küçük kimselerle vakit geçirin.
26. Her gün en az 3 kişiye gülümseyin ve tanımadığınız birine SELÂM verin.
27. Başkalarının sizin hakkınızda ne düşündüğü ile ilgilenmeyin.
28. Doğru olanı yapın, yanlışlarınız için de pişman olmayın. Ne oluyorsa ya da olmuyorsa, hayrımıza olduğu içindir!
29. Faydalı, güzel veya neşe dolu olmayan her şeyden uzak durmaya çalışın.
30. ALLAH her şeyi iyileştirir, şu an fark etmesek de, yaşadığımız her şey iyiliğimiz içindir.
31. Bir durum iyi veya kötü olsun, nasılsa değişecektir. Durumu kabullenin.
32. Nasıl hissederseniz hissedin, kalkın, giyinin ve ortaya çıkın. Kendinizi eve kapatmayın.
33. En iyisine henüz sıra gelmedi.
34. Sabah canlı olarak uyandığınız için ALLAH' a şükredin.
35. Maneviyatınız daima mutluluğunuzdur. Hislerinizi önemseyin. İnanın, dua edin, gerekeni yapın ve gerisini ilahi akışa bırakın...
(Prof. Dr. Nevzat Tarhan)
Hz.Hadice’yi bu fedakârlıkları için unutmuyorum
Hz.Hadice’yi bu fedakârlıkları için unutmuyorum
Eline aldığı kuru hurma dalına dayanarak Rasulullah’ın kapısına gelen yaşlı kadın içeri girmek arzusunu izhar edince Hz. Aişe validemiz “Ya Rasulellah! Kim olduğunu bilmediğimiz ihtiyare bir kadın zatınızı görmek istiyor!” dedi.”Müsaade edin gelsin!” buyurdular. İhtiyarlıktan rükû eder halde duran kadın, hurma dalından edindiği asasına dayanarak içeri girdi, bir iki adım ilerleyince onu tanıyan Rasulullah hemen ayağa kalktılar; altlarındaki içi hurma lifi dolu minderi göstererek oturmasını istediler.
Rasulullah’ın bu kadına hürmeti ve alakası, orada bulunan Hz. Ömer’in dikkatini çekti, hatta kim olduğunu merak etteğini ihtiyareye gösterilen ikramı fazla bulduğu içindir ki, ihtiyare kalkıp gidince “Ya rasülullah! Bu kadın kimdi ki; ona ayağa kalkacak kadar hürmet ettiniz, minderinizi verecek kadar alâka gösterdiniz?” dedi. Rasülullahın cevabı tek cümleden ibaretti:”bu kadın bizim hadice’nin dostlarındandı!” Efendimiz (sav) seneler evvel vefat etmiş hadice validemize neden bu kadar alâka duyuyordu ki, onun dostlarına bile ayağa kalkıyor, minderini vermek kadirşinaslığında bulunuyordu? Hz.Hadice validemizin kendisini bu derece sevdiren hususiyeti neydi? Bu sualin cevabını Hz Âişe validemizin hazır bulunduğu mecliste cereyan eden hatırada bulmak mümkündür: Peygamber Efendimiz aile sohbetinde Hz. Hadice validemizi uzun uzun yâdetmiş, bazı hatıraları yeniden anlatarak geçmiş günlerini dile getirmişti.
Hz. Aişe “Ya Rasülallah! Seneler evvel ölüp gitmiş yaşlı bir kadını bukadar hatırlayıp yadetmekte ne fayda var? Allah size ondan daha genç ve güzelini ihsan etmiş, ağzında dişi bile kalmamış bir ihtiyare yerine daha gencini vermiştir!” dedi. Aişe validemizin bu sözlerine mukabil Rasüllüllah Efendimizin Hadice validemizi niçin unutmadığını bildiren cevabı dikkat ve ibrete değer :” Ya Aişe! Seneler geçtiği halde Hadice’yi unutmayışım, onun dış güzelliğinden değildir. Herkes beni red ve inkâr ettiği zaman Hadice bana inandı ve tasdik etti. Etrafımdakiler “yalancısın!” dediği zaman Hadice bana “doğru söylüyorsun, asla çekinme!” dedi. İnsanlar benden bir pulu esirgediğinde Hadice bütün servetini önüme sererek “bunların hepsi emrindedir, istediğin kadar harcayabilirsin!” dedi. Dünyada yalnız kaldığım günlerde Hadice benden asla geri kalmadı, “bunların hepsi geçicidir, üzülme, ileride bu güçlükleri kolaylıklar takip edecektir!” dedi. İşte ben Hadice’yi bu fedakârlıkları için unutmuyorum!”. Hz Hadice’yi seneler geçtiği halde unutturmayan meziyetleri, Rasülullah nezdinde kadın arkadaşına oturduğu minderini verdirecekkadar kazanmış olduğu itibar ve kıymeti günümüz hanımlarının dikkatlerini çekmelidir. Hanımlar hizmette fedakârca çalışan kocalarına engel olmamalı, Hadice annamiz gibi bütün kuvvet ve imkânlarıyla dava uğrunda çalışan beylerini takviyeyle onlara yardımcı olmalıdırlar.
MÜJDE ! Peygamber efendimiz (s.a.v.) buyurdular ki :
Peygamber efendimiz (s.a.v.) buyurdular ki :
” Kendi kusurlari ile mesgul olup baskasinin kusurlarini arastirmayana, Helal kazancindan infak edene, Hikmet ve fikih alimleri ile oturup kalkan ve isyan ve hata edenlerden uzaklasana, Kendini zelil gørup ahlaki guzel olana,ici guzel olup insanlara fenaligi dokunmayana,ilmiyle amel edene,malindan fazlasini verip søzunun fazlasini saklayana,
Sunnete sarilip bid`ate sapmayana mujdeler olsun .”
” Kendi kusurlari ile mesgul olup baskasinin kusurlarini arastirmayana, Helal kazancindan infak edene, Hikmet ve fikih alimleri ile oturup kalkan ve isyan ve hata edenlerden uzaklasana, Kendini zelil gørup ahlaki guzel olana,ici guzel olup insanlara fenaligi dokunmayana,ilmiyle amel edene,malindan fazlasini verip søzunun fazlasini saklayana,
Sunnete sarilip bid`ate sapmayana mujdeler olsun .”
EVLADIN ANA VE BABASINA KARSI VAZiFESi
Ana – babaya iyilik ve ihsanda bulunmak, guler yuzlu ,tatli ve yumusak søzlu olmak ; yeme,giyme vesair ihtiyaclarini temin etmek.Azarlamamak,bikkinlik alameti gøstermemek, øf bile dememek, Ana Babaya ; ” Yap,nicin yapmadin, nicin yaptin ? ” gibi søzler søylememek.
Mesru emirlerine itaat etmek ve cagirinca icabet etmek.
Ana – babaya iyilik ve ihsanda bulunmak, guler yuzlu ,tatli ve yumusak søzlu olmak ; yeme,giyme vesair ihtiyaclarini temin etmek.Azarlamamak,bikkinlik alameti gøstermemek, øf bile dememek, Ana Babaya ; ” Yap,nicin yapmadin, nicin yaptin ? ” gibi søzler søylememek.
Mesru emirlerine itaat etmek ve cagirinca icabet etmek.
Saygida Baba, hizmet ve sefkatte anne ønce gelir.
Onlari sevmek ve kendisi icin sevdigini onlar icin de sevmek, Kendisi icin cirkin gørdugunu onlar icin de cirkin gørmek.
Yakinda iseler ziyaret ederek. Uzak olup gidemez ise mektup,telefon vs. Ile olsun gønullerini almak.
Ana Baba icin devamli dua ve istigfar etmek.
Onlari sevmek ve kendisi icin sevdigini onlar icin de sevmek, Kendisi icin cirkin gørdugunu onlar icin de cirkin gørmek.
Yakinda iseler ziyaret ederek. Uzak olup gidemez ise mektup,telefon vs. Ile olsun gønullerini almak.
Ana Baba icin devamli dua ve istigfar etmek.
Bir Hadis :
” Uzerinize øyle zaman gelecekk ki, o zamanda ( su ) uc seyden daha kiymetli bir sey bulunmayacak :
1-Helal para,
2-Kendisiyle unsiyet edilecek arkadas,
3-Kendisiyle amel edilecek sunnet.”
” Uzerinize øyle zaman gelecekk ki, o zamanda ( su ) uc seyden daha kiymetli bir sey bulunmayacak :
1-Helal para,
2-Kendisiyle unsiyet edilecek arkadas,
3-Kendisiyle amel edilecek sunnet.”
( Teberani, el-Mu`cemu`l.Evsat )
Kelime-i tevhid hatmi 70000 adet olmalı!
Kelime-i tevhid hatmi 70000 adet olmalı!
Maneviyat büyüklerinden Sadeddîn-i Ferganî (ö.699/1300) hazretleri demiştir ki:
“Ölmüşlerin arkasından 70.000 kelime-i tevhid okunup, onların ruhlarına hediye edilirse, bu ölüler için verilen sadakaların en hayırlısıdır. Eğer bir kişinin ruhuna bir kimse veya bir kaç insan bir araya toplanıp, 70.000 tevhid okuyarak gönderirlerse Allah’ın izniyle ve kelime-i tevhidin şefaatiyle o kimse cehennem azabından kurtulur.”
Muhyiddin ibn Arabi (1165-1239) hazretleri de bu hususta şunları söylüyor:
“Eğer bir kimse kendisi için veya bir başkası için, halis bir niyetle 70.000 tevhid okursa, o kişi cehennem azabından kurtulur.”
Muhyiddin ibn Arabi sözlerini teyid için şu vak’ayı da naklediyor:
Bana Ebu’l-Abbas Kastalani şöyle anlattı: “Şeyh Ebu’r-Rebi’ hazretleri bir keresinde kelime-i tevhidi 70.000 kere okumuştu, fakat herhangi bir kimseye veya ruhuna onu bağışlamamış niyet de etmemişti. Bir gün cemaatle sofrada yemek yiyorlardı. Cemaat arasında kalp gözü açık, bir çocuk da vardı. Çocuk yemeğe elini uzattığı esnada bir anda elinden kaşık düştü ve feryad ederek ağlamaya başladı.
- ‘Niçin ağlıyorsun?‘ diye sorulunca, çocuk;
-‘Şu anda cehennemi ve cehennemde azapta olan annemi bana gösterdiler‘dedi.
Şeyh Ebu’r-Rebi’ hazretleri diyor ki:
- Bu sözleri duyunca hemen içimden, ‘Ya Rabbi! Senin rızan için okuduğum 70.000 tevhidi bu yavrunun annesine bağışlıyorum! Ne olur kabul buyur ve onu cehennemden halâs eyle!‘ diye yalvardım. Çocuk hemen sevinçle gülmeye başladı; ona,
- ‘Ne oldu, biraz evvel ağlıyordun, şimdi gülüyorsun?” denilince de,
- ‘Elhamdulillah! Annemi görüyorum, şu anda cehennem ateşinden kurtuldu!’ dedi ve yemek yemeye başladı.
Şeyh Ebu’r-Rebi’ hazretleri,
- “Bu çocuğun keşfi doğrudur, bu hususta Peygamberimiz’den de rivayetler vardır. Kim 70.000 tevhidi kendi için veya bir başkası için okursa, bunun faydası tam hasıl olur”buyurdu. (7)
DİPNOTLAR
(1) Muhtâru’l-Ehâdîsi’n-Nebeviyye, H. no. 1003/1.
(2) Muhtâru’l-Ehâdîsi’n-Nebeviyye, H. no: 780
(3) el-Mektûbat, İmâm-ı Rabbânî, 1, 52.
(4) Mânâsı: “Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur; O tektir, ortağı yoktur. Mülk ve hamd ona mahsustur (onundur). Hayatı da ölümü de o verir. Kendisi hayydır (diridir), ölümsüzdür. Her türlü hayır-iyilik onun elindedir. O her şeye kadirdir.”
(5) Tirmizî, Sünen, Dea‘vât, h. no: 3424.
(6) Kur’ân-ı Kerim, Nûr sûresi, 24/37.
(1) Muhtâru’l-Ehâdîsi’n-Nebeviyye, H. no. 1003/1.
(2) Muhtâru’l-Ehâdîsi’n-Nebeviyye, H. no: 780
(3) el-Mektûbat, İmâm-ı Rabbânî, 1, 52.
(4) Mânâsı: “Allah’tan başka hiçbir ilah yoktur; O tektir, ortağı yoktur. Mülk ve hamd ona mahsustur (onundur). Hayatı da ölümü de o verir. Kendisi hayydır (diridir), ölümsüzdür. Her türlü hayır-iyilik onun elindedir. O her şeye kadirdir.”
(5) Tirmizî, Sünen, Dea‘vât, h. no: 3424.
(6) Kur’ân-ı Kerim, Nûr sûresi, 24/37.
22 Nisan 2019 Pazartesi
FiTNE VE FESAT ZAMANINDA KAZANILAN ECiR
Ebu umeyye es-seybani diyor ki : Ebu salebe el-huseni`ye sordum. Ya Eba Sa`lebe, ” Siz kendi nefsinize bakiniz” (Maide,105) mealindeki ayet-i kerime hakkinda ne dersiniz ?
Tam yerinde sordun ,Ben de o ayeti Rasulullah`a (s.a.v.) sordugumda søyle buyurmustu : ” Birbirinize iyilikleri ve hayir isleri tavsiye edin. Køtuluklerden ve zararli seylerden birbirinizi sakindirin, Cimriligin cogaldigi, nefsin arzularina uyuldugu, dunyanin tercih edildigi, herkesin kendi kendini begendigi zamana ulastiginda,kendine bak. Insanlari birak. ileride sabredilecek gunler yasayacaksiniz. O zamanlarda sabretmek, elde ates ,tutmak gibidir. O gunlerde salih ameller isleyene,ayni amelleri isleyen elli kisinin sevabi verilir. ”
Ebu Davud sunu ilave etti : Ashab-i Kiram, ” Ya Resulallah ! Bizden mi, yahut o zamanda yasayan insanlardan mi elli kisinin sevabini alacaklar ? ” dediklerinde Peygamber efendimiz (s.a.v.) : ” Hayir,sizden elli kisinin ecir ve sevabini kazanacaklar,” buyurdular.
ARARAT YALANI - Hz Nuh`un Gemisi Nerde?
Tufan olayının, Kur’ân-ı Kerîm’de ve Tevratta yer alması, geminin üzerine oturduğu dağın isminin bile verilmesi, nihayet arkeolojik bulgular bir çok araştırmacıyı bu geminin bulunmasına sevketmiştir. Babilonya kayıtlarına göre gemi Nisir dağına, Tevrat’a göre Ararat dağları üzerine, Kur’ân-ı Kerîm’in buyurduğu şekliyle Cûdî dağına oturmuştur.
Kurtuluş anlamına gelen Nisir, Asur topraklarının doğusunda bulunan bir bölgedir ki; Musul şehrinin kuzeyinde yer almaktadır. Yeni bulgularla, Babilonyalıların hangi dağa Nisir adı verdikleri tespit edilebilir. Hahamlarca tahrif edilmiş Tevrat’ta ise Ararat dağları kaydı vardır. Metinler üzerinde çok oynanmış olmasına rağmen bu isimlendirme doğrudur. Zira Ararat, Urartu kelimesinin İbranice transliterasyonudur ve MÖ. 1.000 yıllarında Van bölgesinde hakim olan Asya menşeli Urartuların yaşadığı topraklar için kullanılmaktadır.
Asurlular bu bölgeye Uruadri adını vermişlerdir ki; Ararat ve Urartu kelimelerinin değişik söylenişidir. Manası ise yüksek dağlar ülkesi veya yüksek ülkedir. Arkeolojik verilere ve tahrif edilmiş Tevrat’a göre gemi; Ağrı dağına değil “yüksek ülke”ye, yani Ararat-Uruadri-Urartu bölgesinde bir dağın üzerine oturmuştur. Yine aynı Tevrat’ta geminin, suların (Fırat-Dicle) doğduğu bölgeye yürüdükleri bildirilmektedir. Kısacası eldeki bütün belgeler bizi Ağrı dağından çok daha aşağılara götürmektedir.
Ağrı dağında görülen gemi silueti ve bulunduğu yeri gösteren kroki. 1950’li yıllarda Türk Hava Kuvvetlerine mensup bir pilot binbaşının çektiği bu fotoğraf zihinleri bir hayli meşgul etmişti.
Bunun basit bir yeryüzü şekli olduğu anlaşıldı.
Zaten bir asrı aşkın bir zamandır Ağrı dağında yapılan onca araştırmaya rağmen hiç bir ize rastlanılamamıştır. Böylesine karış karış taranmış bir ikinci dağ yeryüzünde yoktur. Tabiatiyle yabancıların Ağrı’yı seçmelerinin sebebi politiktir. Nitekim araştırmacıların yüzde 70’inin Ermeni asıllı olması da bunca çabanın sebebini açıkça göstermektedir. Maksat Ermenileri Nuh aleyhisselama bağlamak suretiyle Anadolunun en eski Ermeni toprakları olduğunu güya ispat etmektir.
HANGİ CÛDÎ?
Havadan çekilen objenin yerden görünüşü Geminin Ağrı dağıyla bir alakası olmadığı kesindir. Kur’ân-ı Kerîm Cûdî dağı ismini vermiştir. Katade’den gelen bir habere göre ilk müslümanlar yani eshab-ı kiram gemi enkazını gördüklerine göre Arap yarımadasına en yakın yükseltilerde kalıntılarını aramak gerekmektedir. Cûdî adında iki dağ vardır. Birincisi Cizre yakınlarındaki Cûdî dağıdır. İslam tarihçilerine göre Cizre, Tufandan sonra kurulan ikinci şehirdir. Mu’cemul Buldan; Cûdî dağında Nuh aleyhisselamın mescidinin, Herevi ise evinin bulunduğunu yazmaktadır. Halen Cizre’de, Nuh aleyhisselama nisbet edilen bir türbe vardır. Anadolunun en eski kavimlerinden olan Gutilere ait olan ve halen Londra’da bulunan tabletlerde de Nuh aleyhisselamın mezarının “Rayat” bölgesinde olduğu yazılıdır. Rayat, Dicle nehrinden itibaren, Cizre ovasının Silopi’ye kavuştuğu bölgenin adıdır ki, bu noktada Cûdî dağı bulunmaktadır. Daha eski bir kaynak olan ve MÖ. 250 yıllarında Babilli bir rahip olan Berossus’un yazdığı tufan kayıtlarına göre gemi, Cordiyan dağlarında durmaktadır ve yöre halkı, geminin dışını kaplayan katranı kazıyıp muska şeklinde kullanmaktadır. Berossus’un bahsettiği bölge Van gölünün güneyinde bulunmaktadır. 2 bin metrelik Cûdî, Mezopotamya ile Ararat arasındaki sınır dağdır. Bu dağ, Ağrı gibi kapsamlı bir şekilde araştırılmamıştır. Ancak bu dağda yürütülen araştırmalardan biri sırasında, geminin izlerine rastlandığı öne sürülmüşse de bu keşif ilmi açıdan kesin sonuca bağlanamamıştır. 1949 yılında batılı bir ekip tarafından yapılan araştırmanın sonuçları France Le Soir gazetesinin 31 Ağustos 1949 tarihli sayısında; “Nuh’un gemisini gördük fakat Ağrı’da değil” şeklinde sansasyonel bir başlıkla verilmiştir. Bu yazıya göre geminin boyu 150 metre, genişliği 24 metre, yüksekliği ise 15 metredir.
23 yıl önce de, Cûdî dağında bazı antik tahta parçaları bulunduğu iddia edilmiş, 6 Şubat 1972 tarihli Türk gazeteleri bu keşfi; “Nuh’un gemisinin Cûdî dağında olduğu tespit edildi” başlığıyla vermişlerdir. Keşfi yapan, Alman Devletler Araştırma Enstitüsü ilim adamlarından Friedrich Bender’dir. Bender, Cûdî dağında bulduğu katrana benzer bir madde ile birbirine yapışmış kalın tahta parçalarını Almanya’ya götürerek analiz ettirmiştir. Sonuçta katranımsı maddenin 50 bin, tahta parçalarının ise; 6630 yıllık olduğu açıklanmıştır. İlim adamları bu tarihlemedeki hata payının 300 yılı geçmeyeceğini söylemişlerdir. Bender’in, çalışmaya başlamadan önce Kur’ân-ı Kerîm’i ve Tufanı anlatan Gılgamış destanını incelediği ve geminin Dicle ile Zap suyu arasında karaya oturduğu kanaatine vardığı da bildirilmiştir.
Cûdî adını taşıyan ikinci yer ise, Doğu Beyazıt bölgesindeki Cûdî tepesidir. Halen bu tepede gemiye benzeyen bir kütle mevcuttur. Buradan alınan örneklerde, silisleşmiş ağaç kırıntıları ve saf demiroksitten ibaret parçacıklar bulunmuştur. Kütlenin yapısı, etrafındaki topraktan son derece farklıdır ve civarda yapılan jeolojik araştırmalar bu bölgede bir su baskınının meydana geldiğini doğrulamaktadır. Ancak buraya Cudi adının verilmesi son yıllarda olmuştur. Bu bakımdan burayı, Kur’an-ı Kerim’de bildirilen Cudi olarak göremeyiz.
Özetle; araştırmalar sürüp gidiyor ama dişe dokunur bir mesafe alındığını söylemek hala mümkün değil. Avrupa gazetelerinde geminin Cûdî’de bulunduğu şeklindeki haberler aniden ve şüpheli bir şekilde kesilivermişti. Bundan sonra yapılacak iş, tufanla ilgili bütün belge ve dökümanların Kur’ân-ı Kerîm ve hadis-i şerifler ve bunları yorumlayan İslam alimlerinin değerli kayıtları ışığında tekrar incelemektir. Bu verilerin ehil kişilerce etraflıca gözden geçirilmesi daha sağlıklı araştırmalara zemin hazırlayacaktır. Böylece dünya tarihinin en büyük keşiflerinden biri için önemli bir adım atılmış olacaktır.
Kurtuluş anlamına gelen Nisir, Asur topraklarının doğusunda bulunan bir bölgedir ki; Musul şehrinin kuzeyinde yer almaktadır. Yeni bulgularla, Babilonyalıların hangi dağa Nisir adı verdikleri tespit edilebilir. Hahamlarca tahrif edilmiş Tevrat’ta ise Ararat dağları kaydı vardır. Metinler üzerinde çok oynanmış olmasına rağmen bu isimlendirme doğrudur. Zira Ararat, Urartu kelimesinin İbranice transliterasyonudur ve MÖ. 1.000 yıllarında Van bölgesinde hakim olan Asya menşeli Urartuların yaşadığı topraklar için kullanılmaktadır.
Asurlular bu bölgeye Uruadri adını vermişlerdir ki; Ararat ve Urartu kelimelerinin değişik söylenişidir. Manası ise yüksek dağlar ülkesi veya yüksek ülkedir. Arkeolojik verilere ve tahrif edilmiş Tevrat’a göre gemi; Ağrı dağına değil “yüksek ülke”ye, yani Ararat-Uruadri-Urartu bölgesinde bir dağın üzerine oturmuştur. Yine aynı Tevrat’ta geminin, suların (Fırat-Dicle) doğduğu bölgeye yürüdükleri bildirilmektedir. Kısacası eldeki bütün belgeler bizi Ağrı dağından çok daha aşağılara götürmektedir.
Ağrı dağında görülen gemi silueti ve bulunduğu yeri gösteren kroki. 1950’li yıllarda Türk Hava Kuvvetlerine mensup bir pilot binbaşının çektiği bu fotoğraf zihinleri bir hayli meşgul etmişti.
Bunun basit bir yeryüzü şekli olduğu anlaşıldı.
Zaten bir asrı aşkın bir zamandır Ağrı dağında yapılan onca araştırmaya rağmen hiç bir ize rastlanılamamıştır. Böylesine karış karış taranmış bir ikinci dağ yeryüzünde yoktur. Tabiatiyle yabancıların Ağrı’yı seçmelerinin sebebi politiktir. Nitekim araştırmacıların yüzde 70’inin Ermeni asıllı olması da bunca çabanın sebebini açıkça göstermektedir. Maksat Ermenileri Nuh aleyhisselama bağlamak suretiyle Anadolunun en eski Ermeni toprakları olduğunu güya ispat etmektir.
HANGİ CÛDÎ?
Havadan çekilen objenin yerden görünüşü Geminin Ağrı dağıyla bir alakası olmadığı kesindir. Kur’ân-ı Kerîm Cûdî dağı ismini vermiştir. Katade’den gelen bir habere göre ilk müslümanlar yani eshab-ı kiram gemi enkazını gördüklerine göre Arap yarımadasına en yakın yükseltilerde kalıntılarını aramak gerekmektedir. Cûdî adında iki dağ vardır. Birincisi Cizre yakınlarındaki Cûdî dağıdır. İslam tarihçilerine göre Cizre, Tufandan sonra kurulan ikinci şehirdir. Mu’cemul Buldan; Cûdî dağında Nuh aleyhisselamın mescidinin, Herevi ise evinin bulunduğunu yazmaktadır. Halen Cizre’de, Nuh aleyhisselama nisbet edilen bir türbe vardır. Anadolunun en eski kavimlerinden olan Gutilere ait olan ve halen Londra’da bulunan tabletlerde de Nuh aleyhisselamın mezarının “Rayat” bölgesinde olduğu yazılıdır. Rayat, Dicle nehrinden itibaren, Cizre ovasının Silopi’ye kavuştuğu bölgenin adıdır ki, bu noktada Cûdî dağı bulunmaktadır. Daha eski bir kaynak olan ve MÖ. 250 yıllarında Babilli bir rahip olan Berossus’un yazdığı tufan kayıtlarına göre gemi, Cordiyan dağlarında durmaktadır ve yöre halkı, geminin dışını kaplayan katranı kazıyıp muska şeklinde kullanmaktadır. Berossus’un bahsettiği bölge Van gölünün güneyinde bulunmaktadır. 2 bin metrelik Cûdî, Mezopotamya ile Ararat arasındaki sınır dağdır. Bu dağ, Ağrı gibi kapsamlı bir şekilde araştırılmamıştır. Ancak bu dağda yürütülen araştırmalardan biri sırasında, geminin izlerine rastlandığı öne sürülmüşse de bu keşif ilmi açıdan kesin sonuca bağlanamamıştır. 1949 yılında batılı bir ekip tarafından yapılan araştırmanın sonuçları France Le Soir gazetesinin 31 Ağustos 1949 tarihli sayısında; “Nuh’un gemisini gördük fakat Ağrı’da değil” şeklinde sansasyonel bir başlıkla verilmiştir. Bu yazıya göre geminin boyu 150 metre, genişliği 24 metre, yüksekliği ise 15 metredir.
23 yıl önce de, Cûdî dağında bazı antik tahta parçaları bulunduğu iddia edilmiş, 6 Şubat 1972 tarihli Türk gazeteleri bu keşfi; “Nuh’un gemisinin Cûdî dağında olduğu tespit edildi” başlığıyla vermişlerdir. Keşfi yapan, Alman Devletler Araştırma Enstitüsü ilim adamlarından Friedrich Bender’dir. Bender, Cûdî dağında bulduğu katrana benzer bir madde ile birbirine yapışmış kalın tahta parçalarını Almanya’ya götürerek analiz ettirmiştir. Sonuçta katranımsı maddenin 50 bin, tahta parçalarının ise; 6630 yıllık olduğu açıklanmıştır. İlim adamları bu tarihlemedeki hata payının 300 yılı geçmeyeceğini söylemişlerdir. Bender’in, çalışmaya başlamadan önce Kur’ân-ı Kerîm’i ve Tufanı anlatan Gılgamış destanını incelediği ve geminin Dicle ile Zap suyu arasında karaya oturduğu kanaatine vardığı da bildirilmiştir.
Cûdî adını taşıyan ikinci yer ise, Doğu Beyazıt bölgesindeki Cûdî tepesidir. Halen bu tepede gemiye benzeyen bir kütle mevcuttur. Buradan alınan örneklerde, silisleşmiş ağaç kırıntıları ve saf demiroksitten ibaret parçacıklar bulunmuştur. Kütlenin yapısı, etrafındaki topraktan son derece farklıdır ve civarda yapılan jeolojik araştırmalar bu bölgede bir su baskınının meydana geldiğini doğrulamaktadır. Ancak buraya Cudi adının verilmesi son yıllarda olmuştur. Bu bakımdan burayı, Kur’an-ı Kerim’de bildirilen Cudi olarak göremeyiz.
Özetle; araştırmalar sürüp gidiyor ama dişe dokunur bir mesafe alındığını söylemek hala mümkün değil. Avrupa gazetelerinde geminin Cûdî’de bulunduğu şeklindeki haberler aniden ve şüpheli bir şekilde kesilivermişti. Bundan sonra yapılacak iş, tufanla ilgili bütün belge ve dökümanların Kur’ân-ı Kerîm ve hadis-i şerifler ve bunları yorumlayan İslam alimlerinin değerli kayıtları ışığında tekrar incelemektir. Bu verilerin ehil kişilerce etraflıca gözden geçirilmesi daha sağlıklı araştırmalara zemin hazırlayacaktır. Böylece dünya tarihinin en büyük keşiflerinden biri için önemli bir adım atılmış olacaktır.
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)