Ebû Hafsi’l-Kebîr (rah.) dedi ki: “Yaptığı fiilleri, hareketleri ve söylediği sözleri, Kitab ve Sünnet terâzisi ile tartmayan, düşündüklerini mîzâna koymayan kimseye itibar etmeyiniz.”
Bâyezîd-i Bestâmî (k.s.) Hazretleri de buyurdu ki: “Kerâmet gösteren, hatta havada uçan birini görseniz; Allâhü Teâlâ’nın emir ve yasaklarına nasıl riâyet ettiğini, Allâhü Teâlâ’nın koyduğu hudûda dikkat edip etmediğini, dînin hükümlerini yerine getirip getirmediğini iyice bilmedikçe ona asla îtibar etmeyin.”
Cüneyd-i Bağdâdî (k.s.) Hazretleri şöyle buyurdular: “Allâhü Teâlâ’ya ulaşma yolları, bütün mahlûkâtın nefesleri adedincedir. Bu yolların tamamı ise Resûlullah Efendimizin (s.a.v.) izini takip edenlerin hâricindekilere kapalıdır.”
Evliyâullah ve mürşid-i kâmillerin hepsi Şerîat-ı Muhammediye’ye sımsıkı yapışmışlar ve ufacık bir şeyde bile ona muhâlefet etmemişlerdir. O hâlde zikirle meşgul olacak kimse, bütün hâl ve hareketlerinde şerîat-ı Muhammediye’ye sımsıkı sarılmalı ve ona aslâ muhâlif olmamalıdır.
Şunu da bilmelidir ki fayda elde edilen zikir, kalp huzûru ile beraber devamlı yapılan zikirdir. Zîrâ zikrin evveli de âhiri de ünsiyet ve muhabbettir. Zikirden gâye bu ikisidir. Çünkü zikre başlayan kimsenin, evvelâ kalbini vesveselerden Allâhü Teâlâ’yı zikre çevirmesi gerektir. Eğer zikre devam etmeye muvaffak olursa Allâhü Teâlâ’ya karşı ünsiyet peydâ eder ve kalbinde muhabbet tohumlarını ekmiş olur ki böyle yapmakla artık Allâhü Teâlâ’yı daha fazla zikretmeye kendisini zorlar. Öyle ki bir an olsun zikirden uzak kalmaya sabredemez. Çünkü kişi, sevdiği şeyi çok anar. Bir şeyi çok anan kimsenin ise o şeye karşı kalbinde muhabbet hâsıl olur.
Kendisinde bu ikisi bulunan kimse, artık Allah’tan başkasını kalbinden çıkarır. Öldükten sonra da en güzel şekilde bu zikrin netîcesini alır. Çünkü ölüm anında Allâhü Teâlâ’nın rahmeti, o kimse ile beraberdir. Kabirde kendisiyle ne âilesinden bir kimse ne de malı kalır. Ancak yaptığı zikirler, onunla beraberdir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder